Sayı 42 / Mayıs-Haziran 2020

İnsanlık tarihi çok farklı ekonomik ve toplumsal koşullar altında çok değişik salgın hastalıklara tanıklık etti. Tarihte ve toplumda derin izler bıraksalar da, istisnai dönemler bunlar. Koronavirüs örneğinde görmekte olduğumuz gibi salgınlar, cereyan ettikleri tarih kesitlerinde yayıldıkları coğrafyanın baş aktörü oluyorlar. Kimseye salgını önemsememe lüksü tanımıyorlar. Ama toplumun bütün sınıfları da salgın karşında aynı koşullara sahip değiller ve aynı “tepkiyi” vermiyorlar elbette. Sömürücü egemen sınıfların koşulları ve imkânları ile sömürülen çalışan emekçi sınıfların koşulları ve imkânları çok farklı.

Emperyalist küreselleşme evresinde dünya çapında yoğunlaşan gelişmesiyle kapitalizm, şu son 30 yıllık dönemde doğayı daha çok yıkıma uğrattı. Bunun felaketli sonuçlarından biri, kısa aralıklarla bölgesel ve dünya çapında salgınlar oldu. Ebola, AIDS, Domuz Gribi, Kuş Gribi, Sars, Mers, COVID-19 bu salgınlara verilen adlar. Kapitalizmin yol açtığı ekolojik yıkım ve iklim krizi sonucu salgınların, tarihtekinden farklı olarak uzun olmayan aralıklarla gerçekleşeceği, kapitalist devletlerin önlem almayarak ve kapitalist sağlık sistemlerinin bir de özelleştirmiş olmaları nedeniyle, emekçi insanlığa felaketler yaşatacakları, COVID-19 salgını vesilesiyle bir kez daha görüldü.

Küresel salgınla birlikte yaşamımıza giren sosyal izolasyon ve fiziksel mesafe kuralı ekonomik, sosyal, kültürel yaşamı ve bireysel ilişkileri etkilediği gibi siyasal ve örgütsel yaşamı da derinden etkiledi, değişime zorladı. Karantina hali, sokağa çıkma yasakları ve iktidarın “Evde kal” politikasının yanı sıra toplumun otokontrol psikolojisi bu değişimin zemini oldu. Sosyal medyanın artan etkisi, telekonferans toplantıları, online açıklamalar, yeni tip iletişim aplikasyonları, balkon eylemleri, sokağa çıkma yasakları ile ya ilk kez siyasal-örgütsel mücadele yaşamımıza girdi ya da dünden daha etkin oldu.

COVID-19 salgını tüm insanlığın yekvücut olmuş biçimde verdiği bir yaşam mücadelesi olarak gündeme girdi. Salgının herkesi, her şeyi etkilediği ve eşitlediği görüş açısı virüsten daha büyük bir hızla yayıldı. Farklı sınıf ve kesimlerden bireyler ve toplulukların aynı “sağlık-güvenlik” görüş açısında eşitlendiği, çözümü bireysel 14 davranış kuralına indirgeyen çağrılarda ortaklaştığı günler yaşandı. Buna sınıf çelişkilerini bir anda aşan, devleti, patronları, zengini işçi sınıfı ve yoksullarla eşitleyen tehlikeli bir propaganda eşlik etti. Salgının halk sağlığı ve güvenliği sorunu olması gerçeği karşısına çözümü sosyal mesafelenme, karantina ve bireysel tedbirler olarak gören çağrılar yaygınlaştı.

Sağlık sisteminin yapılanması mülkiyetin sınıfsal karakterinden ayrı ele alınacak bir konu değildir. Kapitalizm, temel üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuş bir üretim biçimidir. Üretim araçları hangi sınıfın mülkiyetindeyse toplumun altyapısı (ekonomisi) onun elindedir ve dolayısıyla toplumun üst yapısı da (örneğin devlet, hukuk, eğitim, sağlık) o altyapının çıkarlarına göre örgütlenmiştir. Kapitalizmde altyapı ve üst yapı arasındaki ilişkiler, dönem dönem, sınıf mücadelesinin etkisiyle farklı biçimler alabilir, çelişkili bir görünüm arz edebilir.

COVID-19 salgını yaşandığı coğrafyalar başta olmak üzere tüm dünyada, başta sınıf çelişkileri olmak üzere tüm çelişkilerin derinliğini daha görünür kılarken, kapitalizmin sorgulanmasını ivmelendirdi. Salgın, egemenlerin yönetme biçimini, bir bütün toplumsal yaşamı ve elbette ezilenlerin bu yeni durum karşısındaki pozisyonlarını değiştirdi. Milyonlarca insanın enfekte olduğu, iki yüz bin insanın yaşamını yitirdiği ve sonuçlarının bugünden bakıldığında bütünüyle kestirilemediği bu istisnai kriz dönemi, kapitalist sistemin çürümüşlüğünü ve 21. yüzyılda en “gelişmiş” ülkelerin dahi koronavirüs karşısındaki aczini gösterirken, pandemi aynı zamanda kapitalizmin yaşadığı varoluşsal krizi de derinleştiren bir rol oynadı, oynamaya devam ediyor

Emperyalist küreselleşme döneminde kapitalizm büyük krizler yaşıyor ve ömrü tükeniyor. Sömürü düzeni, yok oluşuna tüm dünyayı ortak etmek istiyor ve vahşetini katmerliyor. İnsanı, emeği, kadını, doğayı ve kar edebileceği her şeyi sömüren, geleceksizlik ve yoksulluktan öte hiçbir şey vaat etmeyen kapitalizm için milyonlarca insanın ölümü kendi varlığı, zenginliği ve geleceğinin yanında hiçbir şey! Ve şimdi, vahşetiyle dünyayı yaşanamaz hale getiren kapitalizmin, doğrudan sorumlu olduğu felaketlere bir yenisi daha ekleniyor; COVID-19 salgını.

Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınının kadınlar bakımından iki önemli sonucu oldu. Birincisi, salgının yayılmasına karşı önlem olarak görülen evlerde, erkek şiddeti arttı. İkincisi de, ev içinde bakım hizmetleri, temizlik, yemek vb. artan iş yükü evi kadınlar için cehenneme çevirdi. “Ev”in kadınların hayatındaki karşılığı “yaşam” değil, “şiddet”, “ölüm”, “cinsel kölelik” ve “sömürü” oldu. Buların yanı sıra, salgına bağlı tarzda derinleşen kapitalist sistemin krizinin işsizlik, yoksulluk gibi sonuçlarının da kadınlar bakımından daha ağır yaşanacağını şimdiden söylemek mümkün.

COVID-19 salgını her bir ülkede yayılma hızı, ölüm oranları, sağlık sektörünün çökme düzeyi başta olmak üzere birçok bakımdan farklılık gösterse bile kapitalizmin küresel bir çıkmaza doğru gittiği gerçeği her yerde kendini hissettiriyor. Emperyalist küreselleşme koşullarında kapitalizmin varoluşsal krizi, üretime ara verme seçeneğine olanak tanımazken sermaye sınıfı, bir taraftan salgının yarattığı ekonomik krizi yönetmeye bir taraftan da salgın sonrası ortaya çıkacak daha büyük bir krizin önüne geçmeye çalışıyor. Üstelik ayaklanmalar çağında bu sürecin, taşıdığı potansiyelin farkında olarak kimi politikalar ile toplumsal dinamikleri bastırmayı amaçlıyor.

Koronavirüs salgını sonrasında nasıl bir dünyaya uyanacağımız üzerine ortaya atılan pek çok fikir en az salgın kadar insanları meşgul ediyor. Kimileri, “Robotlar, yapay zekâ insanların yerini almaya başladı, temassız endüstriler gelişiyor, insanların internette geçirdikleri zaman iki katına çıktı, koronavirüs salgını ile gelecek yakınlaştı.” diyor. Kimileri, “Eyvah faşizm gelecek, bir felaket bu, 1984 romanında anlatılanlardan daha beter bir dünya bizi bekliyor.” diyor. Kimileri, “Küreselleşmenin sonuna geldik, ne olacak şimdi?” diye soruyor kendi kendine, acaba yeni bir Keynes çıkacak mı? Kimileri, “Yok canım ne bu kötümserlik, koronavirüs her şeyi yeniden düşünmemizi sağlayacak, insanlar daha iyi bir toplum için kolları sıvayacak, mesela uluslararasında işbirliği olmadan bir salgının üstesinden gelinemediğini her kes gördü, bundan sonra daha sıkı işbirliğinin yolları aranacak.” diye düşünüyor.

Koronavirüs salgını ile ağır bir darbe alan kapitalizmin 2020'de küresel olarak küçüleceği tahmin ediliyor. Ancak etkisi ne kadar büyük olursa olsun, emperyalist burjuvazinin genel kanaati bu salgının kapitalizme dışsal bir olay olduğu, kapitalist üretim tarzında herhangi bir sorun olmadığı, salgında zirvenin aşılmasıyla birlikte yılın ikinci yarısından sonra ekonominin toparlanmaya başlayacağı ve 2021 itibariyle krizin atlatılacağı yönünde. Hatta kimileri bu krizin kapitalizm için bir yenilenme fırsatı yaratacağını dahi söylüyor. Peki, bunlar ne kadar doğru? Salgın kapitalizm için sadece “kısa bir ara” anlamına mı gelecek, yoksa bundan daha fazlasına mı mâl olacak?

Zaman çok hızlı akıyor artık. Biri bitmeden diğeri başlayan olağanüstü durumlardan, krizlerden kafamızı kaldıramıyoruz. Tek tek ülkelerde de değil üstelik, dalga dalga tüm dünyada eş zamanlı olarak. Emperyalist küreselleşme sürecinde oluşan bütünleşik dünya pazarı, yani üretim ve tüketim ağı, yani coğrafyaların yakınlaşması ya da gezegenin daha küçük bir yere dönüşmesi sadece meta dolaşımında değil virüs ve hastalıkların dolaşımında da geçerli elbette. Dünyanın bir ucunda çıkan bir virüs bir anda tüm dünyaya yayılıyor.

Sosyalizmin inşası ve varlığı koşullarında, “sosyal devlet”, “demokrasi ve insan hakları” diyen ve Keynesci ekonomik politikalar gütmek durumunda kalan emperyalist burjuvazi ve ideologları, sosyalizmin taktik yenilgisi üzerine, kapitalizmi yeniden “refah ve özgürlük” toplumu biçiminde “ezeli ve ebedi” olarak ilan ettiler. Özel mülkiyeti ve pazar için değişim değeri üretimini dışlamayı hedefleyen sosyalizme saldırdılar. Sosyalizmde merkezi planlı ekonomiye dayalı, insanların artacak maddi ve kültürel ihtiyaçlarını esas alan kullanım değeri üretimini, “insanın doğasına” aykırı buldular.

Birçok insan şu anda İspanyol gribi hakkında düşünüyor. Geçmişin bu salgını sadece kitlesel ölüme neden olmadı. Ayrıca sınıf mücadelesine yol açtı. “Gelişmemiz gerekiyordu ve milenyum sadece bir zaman meselesiydi. Peki, ne oldu? Medeniyetin mükemmel olmak yerine karmakarışık olduğu ortaya çıktı. Teorilere ve iyimser fantezilere ne büyük bir darbe. Cennet gelecekti - ve sonra gelen cehennem oldu!” (Kilise Üyesi Bir Misyoner, 1919 Sonu) 1918 ve 1920 yılları arasında dünyayı birçok dalgada harap eden İspanyol gribi özellikle İspanyol değildi. Aslında, büyük olasılıkla ABD'den kaynaklandı.

Kapımızdan giren canavarı daha da yakından tanıyamazdık. -20 yıldan fazla bir süredir onun hakkında bilgiye sahibiz- Dünya liderleri hiç değilse kâğıt üzerinde neredeyse her yıl bilim topluluğu tarafından yakın bir salgın tehdidi olduğu konusunda uyarılıyor. Özel ilaç sektörünün antiviralleri ve ihtiyaç duyulan aşıları sağlayamayacağı da belirtilmişti.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi