Estetize Edilmiş Şiddet: Tupamaro'lar*

(*Yazının başlığı, Mephisto Kitaplığı tarafından yayınlanan Estetize Edilmiş Şiddet Tupamarolar isimli kitaptan alınmıştır.) Latin Amerika deyince, aklımıza ilk olarak sömürgecilik, işgal, katliam ve tüm bu saldırılara karşı halkların gerillada somutlanan direnişi gelir. Latin Amerika’nın hemen her ülkesinde gerilla hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerden biri de Uruguay’daki MLN/T’dir (Ulusal Kurtuluş Hareketi/Tupamarolar). Tupamarolar, açığa çıkardıkları enerji, halka güçlü bir umut taşıyan eylem pratikleri ve gerillayı şehirlerde örgütlemeleri bakımından özgün bir pratik sergilemişlerdir.

Tupamarolar’ın Tarih Sahnesine Çıkışı

Uruguay’da 1960’lara kadar demokratik mücadele daha çok sendikal örgütlerde ifadesini bulmaktadır.

Kırda ise köylülerin ayaklanmaları politik bir dinamizm taşımaktadır. Bir köylü ayaklanmasına önderlik eden sendikacı avukat Raul Sendic, ayaklanmada MLN/Tupamarolar’ı kurar ve kuzeyde başlayan isyan başkent Montevideo’da Tupamarolar hareketiyle birleşir. Tupamaro ismi, Latin Amerika’da bir halk önderi olan Tupac Amaru’dan gelir. Tupac Amaru Peru’da İspanyol sömürgeciliğine karşı ayaklanmış, ayaklanmanın yenilgisinin ardından yakalanmıştır. Ve ondan başkalarının adını isteyen işkencecileri, “İki kişiyi tanıyorum, biri siz bana işkence edenler ve diğeri ben, başka kimseyi tanımıyorum” sözleriyle yanıtlamıştır. Bu, onun son sözleridir aynı zamanda. Dili koparılır, kollarından ve bacaklarından dört ata bağlanır. Dört parçaya bölünen bedeni, korku yaymak ve gözdağı vermek için Latin Amerika’nın dört bir yanına asılır. Fakat, sömürgecilerin umduklarının aksine, o artık boyun eğmemenin ve direnişin ilham kaynağı olur. 1960’lara gelindiğinde ise devrimci bir hareketin isminde bayraklaşır.

Yine o dönem, “iktidarın nasıl alınacağı” konusuna yoğunlaşan tartışmalarla birlikte, silahlı mücadele fikri gelişmiş ve güçlenmiştir. Uruguay’da silahlı mücadeleyi “delilik” olarak görenler ise daha en başından ayrılmışlardır. Başta Sendic olmak üzere, halka ve devrime inanmış dokuz cesur yürek “kelimeler ayrıştırır, eylem birleştirir” diyerek harekete geçmiştir. Kimi örgütsel ve teorik sorunları da, eylem içerisinde çözmeyi kararlaştırmışlardır.

Eylem yapmaya karar verdiklerinde, yanlarında biriki çakı dışında hiçbir “silah” yoktur. Doğal olarak, önce silah sorununu çözmeye odaklanırlar. Orduya ait bir kulüpteki silahları kamulaştırmayı planlarlar. Tam burada, 1963’te “süper legalci” bir ülkede silahlı mücadelenin düşüncesinin bile, sol tarafından “küfür” olarak karşılandığını hesaba katmak gerekir. Zira okumayazma oranının hayli yüksek olduğu, burjuvademokratik kimi yasaların işlediği, belirli aralıklarla seçimlerin yapıldığı Uruguay, bunlardan kaynaklı “Amerika’nın İsviçre’si” olarak tanımlanmaktadır.

“Zayıf olanaklara sahip olan bir grup, yine kendisi gibi sayı ve olanak bakımından oldukça güçsüz olan diğer gruplarla ilişki halindeydi...

O zamanlar Uruguay’da böyle bir eyleme girişmek, bir fili küçük bir porselen dükkanına sokmayı denemekten başka bir şey değildi...” Bir Tupamaro militanının yukarıdaki aktarımı, yapılacak eylemin anlamını ve etkisini kavramaya yardımcı olacaktır. Eylemin sonunda cephane sandıkları, silah koleksiyonları, av tüfeği, otuzdan fazla horozsuz mavzer ele geçirilir. Yapılan bu ilk eylemi diğerleri izler.

Gerilla deyince, genellikle akla dağ başlarını ve kırları mesken tutmuş, karşısındaki düşmanı vurkaç eylem tarzı ve yöntemleriyle yıpratmayı amaçlayan bir kuvvet gelir. Fakat Tupamarolar, dünya devrim tarihinde ilk olarak Cezayir ulusal kurtuluş savaşında sivrilmiş ve onun tanınmış önderi Ahmet Bin Bella tarafından sistemleştirilmiş olan şehir gerillacılığını kullanırlar. Bu tarzı kullanmalarının nedeni basittir aslında. Uruguay’da gerillanın barınabileceği, eylem yapıp çekilebileceği, özgür alanlar olarak değerlendirebileceği ne dağ vardır, ne de orman. Düz arazilerden başka hiçbir şey yoktur. Ki, buna rağmen belirli bir zaman boyunca kırda keşif çalışması da yapılır. En nihayetinde, 3 milyona yakın Uruguay nüfusunun yarısından çoğunun yaşadığı Montevideo başta olmak üzere, şehirlerde üslenilir.

Şehir gerillasının en avantajlı yanı, düşman hedeflerinin her an elinin altında oluşu ve bunun uygun anda eylem yapmayı kolaylaştırmasıdır. Ayrıca halkın içinde üslendiğinden ve tüm faaliyetini öyle örgütlediğinden, şehir gerillası güçlü illegalite olanaklarıyla denizde balık gibi yaşar. Tupamarolar’ın pratiği bu bakımdan oldukça iyi bir deneyim sunar. Elbette bu başarının ardında, inanç ve kararlılığın yanı sıra, sıkı bir disiplinin de etkisi vardır. Örneğin şu dikkate değerdir: Hareketin ilk oluşumu 1960’ların başlangıcına denk gelir. Fakat ilk eylem 1963’te olmuştur. Geçen bu zaman diliminde hem yöntem ve tarz tartışması yapılmış, hem de teorik kimi sorunlar çözümlenmiştir. Hazırlık süreci tamamlandıktan sonraysa, eylemler birbirinin ardı sıra gelmiştir. Sıkı bir illegalite, sıkı kurallar dizisi ve kadroların disiplinli eğitimi hareketin temel özelliklerinden biri olmuştur.

Tupamarolar, 1960’ların ortalarına geldiklerinde, her ne kadar devlet tarafından politik kimlik olarak kabul edilmeseler de, halk tarafından sevilen, onlarca hücresi ve yüzlerce militanı olan bir harekete dönüşmüştür. Birçok farklı eylem şeklini devreye sokarak, devlet üzerinde yıpratıcı bir etki sağlamıştır. Bu eylemlerden bazıları şunlardır: İş adamlarının rehin alınması, işkenceci polislerin kaçırılıp cezalandırılması, Brezilya büyükelçisinin kaçırılması, ABD kontrgerilla ve darbe uzmanının kaçırılıp cezalandırılması, Uruguay merkez bankasının kamulaştırılması, ordu merkez karargahının ve piyade karargahının basılması, birçok defa yapılmış cezaevi baskınlarıyla politik tutsakların özgürleştirilmesi, büyük market araçlarının kamulaştırılıp içindekilerin yoksul halka dağıtılması...

Tupamarolar’ın eylem tarzlarını daha somut ve canlı anlamak bakımından, Pereira Reverbel’in kaçırılmasını anlatabiliriz: İşçi ve öğrencilerin başlattığı sokak eylemleri devlet tarafından bastırılmaya ve sönümlenmeye başlamıştır. Tupamarolar, bu saldırılara karşı, hükümette etkili olan bir ismi kaçırmanın manevi ve moral etki yaratacağını hesaplamıştır. Fakat bu eylemi yapmak baskının daha fazla artması ve kaçırılan rehineyi “kuş”u bulmak için devletin Montevideo’daki tüm evleri basması anlamına da gelmektedir. Bundan dolayı, eylem konusunda sendikalı militanların fikirleri alınır ve olumlu bir yaklaşımla karşılaşılır. Ardından yönetim eylemi karar altına alır. Eylem gerçekleştirilmeden önce tüm ayrıntıların doğru hesaplanması için tatbikat yapılır. (Tatbikat esnasında rehineyi canlandıran kişi ufak tefek çiziklerle kurtulur!) Böylece, eylemi gerçekleştirecek militanlar hangi aşamada neyin devreye gireceğine hakimdir. Ekibin içerisinde sağlıkçı bir militan da bulunmaktadır. Rehinenin “kuş”un nereye gittiğini anlamaması için bayıltılması gerekir. Ama bayıltılma esnasında rehinenin dili boğazını tıkar ve rehine sağlıkçı tarafından kurtarılır. Orada böyle bir ayrıntı vardır: yanı başında yoldaşı vurulduğu halde, sağlıkçı tarafından ilk müdahale rehineye yapılır. Üsse ulaşıldığındaysa, yerle ilgili hiçbir fikir oluşmaması için tüm tedbirler alınmıştır. Eylemci Tupamarolar, düzenli olarak radyodan haberleri takip ederek, eylemin politik etkisini ve düşmanın olası hamlelerini anlamaya çalışırlar. Keza eylemle ilgili dağıtılan bildirilerin halk üzerinde olumlu etkisinin olduğu görülür. Reverbel’i bulmak amacıyla üniversiteye yapılmak istenen polis baskınına karşı öğrenciler direnişe geçmiştir. Halk eylemi kutlamak için sokaklarda kadeh kaldırmakta, öğrenciler MLN’yi yücelten marşlar eşliğinde yürüyüşler yapmaktadır. Birkaç gün sonra polis baskınları rehinenin tutulduğu sokağa kadar gelir. Alınan güvenlik tedbirleri sayesinde sorun yaşanmaz ve polis kuvvetleri mahalleyi terk eder. Sonrasında, eylem amacına ulaştığı için, rehine olarak tutulan Başkan Pacheco’nun danışmanı ve UTE’nin (1931’den beri enerji üretim ve dağıtım tekeli) güçlü temsilcisi Dr. Ulysses Pereira Reverbel serbest bırakılır. Başarıyla gerçekleştirilen bu eylemin Tupamarolar’a ciddi politik ve örgütsel katkıları olmuştur. Eylem, halkın sempati ve ilgisini kazanmanın yanında, harekete birçok militan da kazandırmıştır. Tupamarolar’ın, ülkedeki sol ve devrimci örgütlerin önüne geçmesini sağlayarak, Latin Amerika çapında tanınmasını getirmiştir.

Diğer bir eylem ise Panda Operasyonu’dur (Panda 15.000 nüfuslu bir şehirdir). Eylemle, bir yandan etkili bir propaganda yapmak ve mali sorunları çözmek planlanırken, mücadeleyi başka bir düzeye taşımak da hedeflenmiştir. En önemlisi de, Tupamarolar, halka gidilecek yolu ve MLN’nin eylem gücünü göstermeyi, düşmanaysa meydan okumayı amaçlamışlardır. 50 savaşçıyla aynı anda altı hedefe yönelik yapılacak kapsamlı bir operasyondur bu. Eyleme katılacaklar birbirlerini fular, mendil gibi eşyalardan tanıyacaklardır. Karakol, itfaiye kışlası, telefon santrali, Panda Azucar, Republique ve Panda barakaları eylem yapılacak hedeflerdir. İlk olarak karakolun ele geçirilmesi, ardından aynı anda diğer noktalara yönelinmesi planlanmıştır. Şehre bir cenaze konvoyuyla girilir. Yaklaşık 30 km’lik bir kuyruk vardır. Şehre girilmesinden sonra ilk iş olarak, cenaze işleriyle ilgilenen şirket elemanları etkisiz hale getirilir. Önce karakola, ardından diğer hedeflere aynı anda hamleler yapılır. Arada çıkan olumsuzluklar pratik zekayla aşılırken, zaman kaybetmeye de yol açar. Bundan dolayı, şehrin planlanandan önce terk edilmesine karar verilir. Tupamarolar toplam on dakikadır şehrin merkezindedir, halk sokaklarda kalabalık öbekler oluşturmaya başlamıştır. Çekilme esnasında polisle küçük çaplı çatışmalar yaşanır. Buna rağmen savaşçılar, kararlaştırılan buluşma yerine başarıyla ulaşırlar. Orada ikiye ayrılırlar. Birinci grup sorunsuz bir şekilde Montevideo’ya varmayı başarır. İkinci grup ise yaptığı hatadan kaynaklı vakit kaybeder ve şehrin çıkışında kontrollere denk gelir. Yoldan çıkıp tarlalardan ilerlemeye çalışır, fakat köylülerin yardımına rağmen yolu bulamaz. Olası bir tersliğe karşı şeker kamışı tarlalarına saklanan paralar da çocuklar tarafından bulunacak ve polis korkusuyla teslim edilecektir. Savaşçı grup, tepelerinde uçan helikopterlerin de etkisiyle, takipten kurtulmayı başaramaz. Polisle girilen çatışmada üç devrimci militan ölümsüzleşir, 18 savaşçı yaralı olarak yakalanır. Hareket, bu devrimci operasyondan çıkan sonuçları mücadelenin konusu haline getirir.

Tupamarolar’ın halkla güçlü bağlar kurmuş olmasının, istihbarat, teknik ve lojistik ihtiyaçlarının çözülmesinde ciddi bir katkısı olmuştur. Kitleleri örgütlemede, emekçileri politikleştirmede, halka moral vermede önemli bir rol oynamıştır. MLN saflarında burjuva veya orta sınıf ailelerin çocuklarının oluşu şaşırtıcı değildir. Örneğin, istihbarat bakımından MLN’ye polislerden gelen bilginin önemi büyüktür. Öyle ki Tupamarolar, ABD tarafından Teksas’ta yapılandırılan uluslararası polis akademisine kaç polis şefinin gittiğine ve bunların hangi eğitimlerden geçtiğine varıncaya kadar bir dizi istihbarata ulaşabilmektedir.

1970 Ağustos’unda, ABD vatandaşı ve darbe tezgahlama uzmanı Dan A. Mitrione Tupamarolar tarafından kaçırılır ve Uruguay’daki siyasi tutsakların Meksika, Peru ya da Cezayir’e gönderilmeleri karşılığında serbest bırakılacağı kamuoyuna duyurulur. Fakat devletin bu talebe yanıtı, “Bu ülkede siyasi tutuklu yoktur... Anarşiye karşı mücadelemiz sonuna kadar sürecek...” şeklinde olur. Ardından gerçekleşen polis saldırılarında birkaç militan yakalanır. Verilen sürenin dolması ve talebin karşılanmaması sonucu Mitrione’nin ölüm cezası uygulanır.

Tupamarolar’ın Örgütlenme Tarzı Ve Sorunları

1963’ten sonra MLN, örgütsel ihtiyaçlara bağlı olarak kimi değişimler geçirmiştir. İlk yıllar MLN federatif bir yapıya sahiptir. Bu, “kelimeler ayrıştırır, eylem birleştirir” sloganının belirleyici olduğu, öyle ki yapılan eylemlerin bir yandan örgütlenmeyi doğurduğu ve diğer yandan teoriyi şekillendirdiği dönemdir. 1965 Haziran başında, Tupamarolar örgütsel birliği oluşturmaya karar verirler. 1966’da ise örgütün yapısı belirlenir. Örgütün programı, tüzüğü, stratejisi ve temel taktikleri saptanır, yönetici kadrolar seçilir. MLN devrimci partinin bir nüvesi olarak ele alınır. 1968’e gelindiğinde, demokratik merkeziyetçilik ilkesi kabul edilir.

Tupamarolar’da hücre tipi örgütlenme esastır. Hiçbir hücrenin başka bir hücreyle doğrudan bağlantısı yoktur. Sıkı bir illegalite ve disiplin örgütlenmeyi yöneten anlayıştır. Eylem esnasında bir araya gelen hücreler, eylem sonrasında dağılır. Kararlar kolektifin gücüyle alınır. Hareket içindeki etkili yoldaşlık ilişkileri ve devrime olan büyük inanç, ortaya çıkan olumsuzluklarla başa çıkmalarına yardımcı olur. İşletilen eleştiriözeleştiri mekanizması, kadroları olası risklere hazırlamanın yanı sıra, yeni insanın yaratılmasına da hizmet eder. Her militanın devrimci sadeleşmesi, proleterleşmesi için çaba harcanır. Bunlara ayak direyen bazı bireylerin, böylesine bir politikaskeri çalışmada yer almak yerine, ayrılmayı tercih ettikleri de olur.

“Kır gerillasından farklı olarak, şehir gerillası geniş bir arazide mücadele yürütmez. Etrafı ajan, muhbir vb. unsurlarla çevrilidir. Bu dezavantajlı durumun yarattığı yıpratıcı etkiyle başa çıkma gücünü devrime ve halka olan sarsılmaz inancından alır. Yine bu güç gizlilik kurallarına bağlı, sabırlı, soğukkanlı, disiplinli bir panzehir etkisi yapar; bu saflarda sağlıksız ne varsa yok eder.” Daha önce belirttiğimiz gibi, Tupamarolar’ın en güçlü özelliği sıkı bir disiplinle hareket etmeleridir. Ki, zaten belirlenen kuralları uygulamasalar, sıkıyönetim koşullarında böylesine etkili eylemler yapmalarının, artan polis baskınlarını boşa çıkarmalarının, tüm bu kuşatmaya rağmen 1972’ye kadar 192 eylem gerçekleştirmelerinin mümkün olması düşünülemez. Ülkenin kararnamelerle yönetildiği, her gün gazetelerin toplatıldığı, şarkıların yasaklandığı, kitlelere yasal demokratik örgütlenme şansının tanınmadığı koşullarda, Tupamarolar eylemleriyle halka umut olurlar. Artık Tupamarolar’la doğrudan ya da dolaylı bağı olmayan bir sendika ya da mahalle yoktur. Devlet baskısının anlaşılması bakımındansa şu örneği verebiliriz: Basında Tupamarolar’la ilgili haberler yasaklanmıştır. Haber yapılacaksa bile, Tupamarolar yerine “hırsız” ve “katil” denilmesi istenmiştir. Basının, bunun yerine, “adı bilinmeyen” demeyi tercih etmesi sansürün delinmesini sağlamıştır.

Tupamarolar’da Kadın

Tupamarolar’da kadının yeri, dünyanın değişik ülkelerinde ortaya çıkmış gerilla hareketlerinde olduğundan farklı değildir. Savaşçı kadınlar istihbarat toplanması, kurumlaşma gibi alanlarda etkindirler. Geleneksel işbölümünün devrimci saflarda yansıması olan bu tablo, kadını yok saymasa da edilgen kılmıştır.

“Kadın, kendisinin erkekler tarafından inşa edilen bir tarihin seyircisi olmasına neden olan eğitime ve kültüre karşı mücadele vermek zorundadır. Bu zorluklar, politikayla uğraşmak için üstesinden gelmesi gerekenlerden daha büyüktür. Kendini politik ve askeri bir örgütün içinde bulduğunda kadın, böylesi bir toplumda kadının koşullarına uygun yargıları yıkmak için de mücadele vermelidir. Tam anlamıyla mücadele vermesi, çalışmanın önyargılardan uzak, kadınların ve erkeklerin görevleri arasında ayrım yapmadan örgütlenmiş bir ekip çalışması olması isteniyorsa, devrimci çalışmalarda tamamlayıcılığı gerçekleştirmek aranıyorsa, adamın onun eğitim eksikliğini kabul etmesi kadın açısından çok önemlidir. Özetle söylemek gerekirse, kadın iki cephede savaş vermek zorundadır. Birincisi, örgüte gereken politik durumu yükseltmek için öz eğitime karşı savaşmak; ikincisine gelince, devrime hizmet etmek için imkanlarını kullanacak şekilde, eğitimdeki eksiklikleri gidermeye çalışmak...”

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, politikayı erkeğin doğal alanı olarak değerlendirince, kadın savaşçının politikayla/mücadeleyle buluşmasını erkeğin çizeceği çerçeveye sığdırmaya çalışan bir yaklaşım ortaya çıkar. Kadının eksik yanlarını ona gösterecek ve onu eğitecek olan “adam”a uyum sağlaması gelişimin anahtarı gibi yansıtılır. Halbuki kadının geleneksel rollerinin ardındaki erkek egemen zihniyetin varlığı tartışmasız bir gerçektir. Ve kadının buna karşı mücadele vermesi, özgürleşmesi bakımından temel bir yerde durur. Kadın ile erkek arasındaki toplumsal eşitsizlik devrimci saflarda biçim değiştirerek devam eder. Devrimci kadınların stratejik alanlardan uzak tutulması, erkeğin geleneksel ayrıcalıklarına yaslanarak kadının gelişimine sınır koyması bu anlayışın yansımasıdır. Tupamarolar’dan kadın savaşçılar diktatörlüğe karşı savaşımda kararlı ve militan bir duruş sergilerken, örgüt içinde erkek egemenliğine karşı mücadelede aynı etkin tablo çıkmaz karşımıza. Kadınların büyük bedelleri göze alarak yer aldıkları mücadelede “devrimciliğin erkek hali”ni sorgulama, kendi özgücüne dayanarak özneleşme ve irade olma pratikleri zayıf kalır. Şu bir gerçektir ki, devrimci kadınların mücadeleye katılımı ve etkinleşme süreci daha sancılı ve zordur. Bundan dolayı da, kendi sorunlarını bilince çıkararak, özgürleşme yolunda adım atmaları ciddi bir iç mücadele gerektirir.

Tupamarolar’da kadın irade olabildiği, kararlı bir şekilde mücadele ettiği oranda, bu tabloda değişimler yaşanır. Hareketin özellikle yükseliş döneminde, kadın savaşçılar her eylemde farklı nitelik ve düzeyde yer alırlar. Kadınların eylemlere kattıkları nitelik, disiplin anlayışları, ayrıntıları hesaba katarak yaptıkları başarılı eylem planları, aynı zamanda onların daha güçlü tanımlanması sürecidir. Yine de bunlar, erkek egemen zihniyetin kadını en başarılı olduğu alanda dahi ikincil görme, “yardımcılık”la sınırlandırma yaklaşımını değiştirmeye yetmez. Bu tabloyu Latin Amerika’daki kadın özgürlük mücadelesi gerçeğinden bağımsız düşünemeyiz.

1973 Askeri Faşist Darbe Dönemi

Tupamarolar, 1963’ten 1972’ye, kesintisiz bir eylem çizgisiyle silahlı mücadeleyi sürdürmüşlerdir. Eylemler çok çeşitli ve kapsamlı, en az 9 ve en çok 100 militanın katıldığı devrimci operasyonlar şeklinde gerçekleştirilmiştir. İlk dönemler varlığı dahi kabul edilmeyen Tupamarolar, sonrasında neredeyse devletle siyasi denge durumu yakalamıştır. Hükümet artık bir iç savaşın içinde olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Keza 1972’den itibaren Tupamarolar’ın önderliğini hedefleyen saldırılar olmuş ve devlet bu açıdan başarılar kazanmış, 40 bin kişiyse hapse atılmıştır. Takvim yaprakları Haziran 1973’ü gösterdiğinde, askeri faşist darbeyle ABD inisiyatifi doğrudan ele almıştır. Bu durumun salt Uruguay’la sınırlı olmadığını, aynı yılın Eylül ayında Şili’de gerçekleştirilen darbe de göstermiştir.

Darbe dönemi Tupamarolar’ın yenilgi aldığına tanıklık eder. Hemen hemen bütün MLN hücreleri açığa çıkarılmış, devrimci militanlar CIA uzmanları tarafından aylarca süren işkenceli sorgulardan geçirilmiş, tutuklanmış ya da katledilmiştir. Bu faşist baskı ve şiddet, sadece Tupamarolar’a dönük değil, tüm emekçileri ve ezilenleri kapsayan boyuttadır. Saldırının ağırlığını anlamak için Uruguay’da her 54 kişiden birinin hapiste olduğu gerçeğini düşünmek yeterlidir.

Ve eylemler artık “Liberty (özgürlük) Hapishanesi”ne taşınır. Yakalanan dokuz Tupamaro lideri “devlet özel tutuklusu” ilan edilir. Birbirleriyle konuşmaları, yemek ya da su istemeleri, hatta tuvalet talebinde bulunmaları yasaktır ve işkence nedenidir. Tam tecridin uygulandığı, tek bir haberin dahi ulaşmadığı koşullardır. Gökyüzünün yasaklandığı, hücrelerin parlak ışıklar altında gece ile gündüzün belirsizleştiği, sürekli gardiyan denetimi altında ve uyumanın bile engellendiği bu koşulların tek bir amacı vardır: tutsakları insanlık onurundan, devrimci değerlerden vazgeçirmek. Bunun başarılamadığı oranda, militanların delirtilmesi hedeflenir. Ki, bu faşist terör sürecinin sorumlularından biri olan binbaşı, kamuoyuna, “Madem onları yakaladığımızda öldürmemize izin verilmedi, o halde biz de onları çıldırtırız” diyerek bu hedefi açıklamıştır.

Tutsaklar bu faşist baskılara boyun eğmezler ve yasakları etkisiz kılmanın yolu olarak elkol hareketleriyle anlaşırlar. “Merhaba” demenin bile cezalandırıldığı bir hapishanede, sıfır numara traşlı bir kafaya elle tıp tıp vurmak “merhaba” ya da tırnakların tırmalamak istercesine yanakta gezdirilmesi “iyi değilim” anlamına gelir. Tutsakların bedenleri bir süre sonra hücreler arası iletişim aracına dönüşür ki, politikadan günlük yaşama, öyküden şiire kadar pek çok şeyi bu yolla paylaşırlar.

Hapishanede bunlar yaşanırken, halka dönük faşist devlet terörü tırmandırılmıştır. Örneğin, öğrenciler üniversiteye giderken, “eğitim dışında herhangi bir etkinlikte bulunanı ele vereceklerine” yazılı yemin ederler. Bir öğrenci şahit olduğu her olayın sorumluluğunu paylaşır. “Bu uyurgezerler toplumunda her yurttaş hem kendisinin hem de başkalarının polisi olmak zorundadır... Uruguay’da yüz bin polis ve askerin dışında yüz bin de muhbir bulunmaktadır. Yüksek sesle hayat pahalılığından söz eden biri kendini hapishanede bulur. Suçu ‘silahlı kuvvetlerin manevi değerine yönelik bir suikast’ düzenlemiş olmaktır ve cezası 3 yıldan 6 yıla kadar hapistir...” Bu tabloya rağmen halkın politikayla bağını kesemediklerini, nüfusun % 37’sinin halen politikayla uğraştığını bizzat faşist diktatör başkan Aparicio Mendez itiraf etmiştir.

Halkın darbe karşıtı antifaşist mücadelesi 1984’te sonuç vermeye başlamıştır. Yapılan yerel seçimlerde Tupamarolar’ın da içinde bulunduğu Frente Amplio (Geniş Cephe) ilk başarısını kazanır. Montevideo’da % 20 üzerinde oyla belediye başkanlığı alınır. Belediye başkanlığının öneminin anlaşılması için, cumhurbaşkanından sonra gelen ikinci önemli politik mevki olduğunu belirterek geçelim. Frente Amplio’nun tarihi 1968 yılına dayanır. İçerisinde kendisini sol ve demokratik güçler olarak tanımlayan 15’e yakın kurum ve kuruluş vardır. Keza cephenin başkanı Liber Serengi, 1973 askeri darbesi sonrası başka demokrat subaylarla birlikte “anayasayı değiştirmek” iddiasıyla tutuklanmış, uzun yıllar hapiste kalmıştır.

Halkın cuntacıların yönetimi seçilmiş hükümete devretmesi, seçimlerin yapılması ve genel af çıkarılması talebiyle yaptığı sokak gösterileri sonuç verir. 1985’te cunta görevi hükümete devreder ve ardından genel af ilan edilir. Tupamarolar işkenceci generallerin yargılanması amacıyla mücadele yürütmeye başlarlar. Bunun yanı sıra, toprak reformu yapılması, sosyal hakların kullanılması önündeki engellerin kaldırılması ve politik özgürlük sorunu eksenli faaliyetlerle örgütlenmeye yönelirler. Hapishanelerde başlayan tartışmalarla şekillenen, sadece yasal mücadeleyle sınırlandırılmış siyasi faaliyet yürütme kararı uygulamaya konulur. (“Yasal siyaset yapma olanakları varken bunu neden reddedelim? Bu yollar kapatılmadığı sürece böyle davranmaya devam edeceğiz. Ama bu yollar kapatılırsa yeniden eskiye döner, silahları elimize alırız.” Tupamaro liderlerinden) Yasal mücadelede propaganda ve örgütlenme araçları olarak gazete, dergi ve Uruguay’ın en çok dinlenen radyosunu kullanır.

Sonuç

Tupamarolar’ın tarihe düştükleri not son derece önemlidir. Devleti yıpratma, kitleler nezdinde umut, güç ve güven olma konusunda ciddi bir rol oynarlar. Buna rağmen yenilgiye uğramalarının nedenlerine dair kimi sorular sormak ve tartışmalar yapmak yararlı olacaktır.

Birincisi; Tupamarolar’ın askeri pratiği, kısa bir zaman dilimindeki 19631972 arası etkili eylemlerin yanı sıra, politik, örgütsel, stratejik ve taktiksel planların yapıldığı dönemi kapsar. Keza teorik sorunlar da eylem içerisinde çözümlenmeye çalışılmıştır.

İkincisi; Tupamarolar ideolojik olarak homojen bir yapıya sahip değildir. Farklı ideolojik görüşlerden militanlar silahlı devrim savaşını yürütmek amacında birleşmiştir.

Üçüncüsü; Tupamarolar’ın açıkça gösterdikleri gibi, gerilla mücadelesi illa dağların, ormanların ve geniş köylü nüfusunun varlığını gerektirmez. İktisadi, sosyal ve siyasal hayatta kentlerin belirleyici olduğu bir ülkede de, şablonculuğa düşmeksizin, şehir gerillacılığı temelinde sarsıcı bir devrimci savaş pekala yürütülebilmiştir.

Dördüncüsü; devrimci cüret politikaskeri mücadelenin başlıca yol açıcı gücüdür. Hiçbir silahın olmadığı bir başlangıç durumunda, Tupamarolar öncelikle devrimci cüretleri sayesinde büyük eylemlere kalkışabilmişlerdir.

Beşincisi; sıkıyönetim sürecinde sürekli faşist baskı, işkence ve katliam vardır. Küçük bir ülkenin tek bir şehrinde merkezileşmiş devrimci çalışmanın kayıpları da fazla olmaktadır. Tupamarolar, en başta da, önderlik kadrosunu bu saldırılardan korumayı başaramamışlardır.

Altıncısı; 1960’lardan itibaren ABD’nin Latin Amerika’ya dönük emperyalist müdahalesi daha da yoğunlaşır. Kontrgerilla yöntemlerinde uzmanlaştırmak amacıyla polis şeflerinin ABD’de eğitilmesinin yanı sıra, ABD’li kontrgerilla şeflerinin tarım uzmanı adı altında Latin Amerika ülkelerine gelip sürecin bizzat başında olmaları önemli bir etkendir. ABD diğer ülkelerde biriktirdiği karşıdevrimci deneyimle süreci yönetmiştir.

Yedincisi; Tupamarolar tarih sahnesine çıkıncaya kadar, gerilla mücadelesi konusunda Uruguay’a bir rol biçilmemektedir. Uruguay, diğer Latin Amerika gerilla hareketleri bakımından, sakin ve güvenli bir “geri cephe” olarak görülmüştür. Kısa sürede neredeyse düşmanla siyasi denge durumunu yakalayan Tupamarolar’ınsa, devrimci mücadeleyi başka bir düzeye taşımaları şart olmuştur.

Sekizincisi; Latin Amerika’da ABD güdümlü askeri faşist darbeler tarihi başlamıştır. Ve buna karşı, Latin Amerika devrimci örgütlerinin de ortak hareket etmeleri, emperyalist saldırıyı kıta çapında boşa çıkarmanın yol ve yöntemlerini aramaları gerekmiştir.

Dokuzuncusu; Tupamarolar, iktidarın silahlı mücadele ve devrimci zor yoluyla alınması için ortaya çıkmış bir hareket olmalarına rağmen, yenilgiden sonra kendini reformist talepler uğruna yasal mücadeleyle sınırlandırmıştır. “Tabii serbest bırakılmamızdan beri, halka mücadelesinde eşlik etmek için, onun deneyimleri ve gücüyle kurumları yeniden kazanmak ve hareket alanı yaratabilmek için etkinliğimizin yasal olması gerektiğini savunuyoruz. İlk amaç var olan kurumsal sistem içerisinde mümkün olan en büyük ekonomik ve politik iyileştirmelere ulaşmaktır...” sözlerinden de anlaşılacağı gibi, yenilgiyi politik irade kırılması ve reformizme kayış takip etmiştir.

Tupamarolar kısacık bir zamanda öylesine güçlü bir miras yaratmıştır ki, Almanya’da ortaya çıkan RAF’a (Kızıl Ordu Fraksiyonu) ilham kaynağı olmuştur. Tıpkı Tupamarolar’ın Cezayir’i örnek almaları gibi. Yine gerçekleştirdikleri pratik, devrime inançla beraber doğru örgüt biçimleri ve mücadele araçlarıyla bütün engellerin aşılabileceğini göstermiştir. Tupamarolar, eşitsiz politik güçlerin mücadelesinde devrimci iradenin sürecin gidişatını nasıl değiştirebileceğini, özgün bir deneyimle, ezilenlerin tarihine altın harflerle nakşetmişlerdir.

İşte tam bu yüzden, MLN/ Tupamarolar’ın lideri Raul Sendic 1989’da yaşamını yitirdiğinde yüzbinlerce Uruguaylı tarafından uğurlanırken, 198185 arası iktidarda kalan son diktatör Gregorio Alverez 2016’nın sonunda öldüğünde sadece basında küçük bir haber olmuştur.

Kaynaklar

Cihan Çabuk, Este ze Edilmiş Şiddet: Tupamarolar, Mephisto Kitaplığı, 2004

Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Sel Yayıncılık, 2014

Mauricio Rosencof, Tupamarolar Gerilladan Yasal Siyasi Mücadeleye, Pencere Yayınları, 1990

Sıkıyönetim, Yönetmen: Costa Gavras, 1972

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi