18-20 Aralık 2015 tarihlerinde bir Örgütçüler Konferansı gerçekleştirdik. Konferans, örgütsel tablomuzu, örgüt ve örgütlenme sorunlarımızı masaya yatırdı. Örgütsel önderlik anlayışımızı, bu alanda ortaya çıkan boşluk, eksiklik ve yetmezlikleri ortaya koydu. Ama elbette ki sadece olumsuzluklarımızı, geriliklerimizi tartışmadı. İleri, gelişkin yanlarımızı da büyük bir titizlikle ortaya koyarak, tüm il ve ilçelerimizin deneyimlerini kolektivize etmede önemli bir platform oldu. Bir bakıma eylem içindekilerin, hareket halindekilerin pratiklerini eleştirel analize tabi tuttukları, kolektifin geçmiş deneyimlerinden öğrendikleri gerçek bir okul oldu. Fakat söylemeye dahi gerek yok ki, örgüt ve kadro sorunlarımızın tespiti için önemli bir platform olan konferansın asıl işlevi sonrasında açığa çıkacaktı. Asıl belirleyici olan konferansın ardından sergilenecek olan örgütsel önderlik yeteneğiydi.
Örgütçüler Konferansı'nın üzerinden bir yıla yakın zaman geçtikten sonra şu soruları bir kez daha sormanın yeridir: Konferans neleri tartışmış, hangi can alıcı konular üzerinde durmuş, partinin ve kadroların önüne ne tür görevler koymuştu? Bu soruyu yanıtlamak önemli. Fakat en az bunun kadar önemli olan bir diğer soru ise şu olmalı: Konferansın önümüze koyduğu görevlerle nasıl ilişkilendik? Geride bıraktığımız bir yılın verileri bize ne söylüyor? Kolektif deney ve birikimlerimiz ışığında konferansın öne çıkardığı bazı çarpıcı verileri tartışmakta yarar var.
Konferans, ESP'nin her geçen gün artan ve genişleyen siyasi etkisine işaret etmiş ve bu siyasi etkinin güçlenmesinin, yeni alanlara açılmanın ve çalışma başlattığımız alanlarda kalıcılaşmanın yolunun her düzeydeki örgütsel önderlik niteliğini yükseltmekten geçtiğinin altını çizmişti. Evet, ölçülebilir bir gerçeklik olarak diyebiliriz ki, partimizin siyasi etkisi her geçen gün artıyor ve yeni kuvvetler, genç devrimciler yüzlerini ESP'ye çeviriyor. ESP'nin eylemi, hareket tarzı genç devrimcilerin ilgi alanına giriyor. Emekçi semtlerde, lise ve üniversiteli gençlik içinde partimizin siyasi etkisi genişliyor. Hatırı sayılır düzeyde genç kuvvet partimizin çağrılarını dikkate alıyor, siyasal gelişmeler konusunda ne söyleyeceğimize dikkat kesiliyor. Peki, yaygınlaşan, genişleyen siyasi etkimize denk düşen bir örgütsel gerçeklikten söz edebilir miyiz? Bir başka biçimde, şöyle de sorabiliriz: Yaygınlaşan, derinleşen bu siyasi etkiyi örgütsel güce dönüştürebiliyor muyuz? Bu konudaki pratiğimizden hoşnut muyuz?
Mao, "Politika bütün çalışmaların can damarıdır" derken, politika ve örgüt ilişkisine dikkat çeker. Güçlü, etkili bir politik çalışma yürütmeden örgütsel kazanım bekleyemezsiniz. Siyasi çalışmanızın çapı, genişliği, derinliği size örgütlenme olanakları, yeni örgütler kurma zeminleri yaratır.
Sürekliliği olan bir politik mücadele ve politik ajitasyon kitleler üzerinde siyasi bir etki yaratır. Fakat açık ki bu siyasi etkinin örgütsel güce dönüşmesi, organik bir ilişkiyle, fiziki temas ile olanaklıdır. Doğrudan temas kurmadığınız sürece, siyasi etkiniz ne denli gelişkin olursa olsun, bu kendiliğinden örgütsel güce, kazanıma dönüşmez. Tam da bu nedenledir ki, konferans gelişmemizin yolunun kesintisiz ve sürekliliği olan bir politik faaliyet ile her alanda ve her düzeyde örgütçülüğü ve örgütsel önderlik düzeyini yükseltmekten geçtiğinin altını çizmişti.
Örgütleme Girişkenliği
Peki, yüzünü partimize dönen, partimizi ilgi ve merakla izleyen bu kesimlerle doğrudan temas kurmakta, onları hızla örgütlemekte ne denli başarılıyız? Bu konuda hangi eksik, hata ve yetmezlikleri aşmamız, nelerin üzerine yürümemiz gerekiyor?
Örgütçüler Konferansı, aslında farkında olduğumuz, sıkıntısını duyduğumuz, aşma konusunda çabalarımız olsa da yeterli irade gösteremediğimiz bir gerçeği çarpıcı biçimde bir kez daha ortaya koymuş oldu. Neydi bu?
Partimizin siyasi etkisi altındaki taze güçleri örgütlemekte, bu kuvvetlere alan açmaktaki yetersizliklerimizin devam ettiği gerçeği. Bu bağlamda delegelerin, "Geniş bir hayran kitlemiz var ama birçok örnekte ilişkimiz adeta platonikleşiyor" şeklindeki nüktedanlıkları çarpıcıdır. Neden böyle olur? Bu yaklaşım nereden köklenir? Yüzünü partimize dönen bu kitleye bir türlü "açılamayışımızı" ve ilişkimizi "platonikleştirmeyi" haklı görebilir miyiz? Bu önemli bir yetersizliktir ve hiç bir biçimde mazur görülemez.
Açık ki, kendine ve karşıdakine güvensizlikten başka bir şey değildir ve ciddi bir çelişkidir bu. Partisinin siyasi etki ve saygınlığına dayanarak, ondan güç alarak kendinden emin hareket etmesi gerekenlerin, durumla bütünüyle tezat biçimde titrek davranışlarıdır, söz konusu olan. Halbuki tutuk davranmamıza, özgüvensiz hareket etmemize yol açacak en küçük bir neden yoktur.
Örgütçülük her şeyden önce girişimciliktir. Kendimize ve karşımızdakine güven içinde hareket ederek cesaretle partimizde örgütlenme çağrısında bulunalım, devrimci görevler teklif edelim. Ataklığımızın, karşımızdakine güvenin ne tip pozitif sonuçlar üreteceğini pratikte göreceğiz. İl ve ilçe binalarımıza gelip gidenler bir yana, dağıttığımız bildiriye ilgiyle yaklaşanlarla, astığımız afişleri merakla izleyenlerle daha o dakikada bağ kurmamızın, iletişim bilgilerini almamızın önünde ne gibi bir engel olabilir ki? Standlarımıza, taziye çadırlarımıza gelenlerle derinleşen sohbetlerimizin o anla sınırlı kalması, ilişkinin sürekliliğini sağlayacak bir hareket tarzı geliştirmeyişimiz kabul edilebilir mi?
Bu örnekleri bir yana bırakalım, eylem ve etkinliklerimize katılanları, il ve ilçe binalarımıza gelenleri örgütleme yeteneğimiz dahi öyle parlak değil. Devrimcilere sempati duyan, mücadeleye katkı sunma isteğiyle parti binalarımızı ziyaret eden, eylem ve etkinliklerimize katılan veya değişik arayışlar içinde olan genç kuvvetlerden bir bölümü, bir süre sonra sorularına ve beklentilerine yanıt bulamadıklarında yüzlerini başka tarafa dönmektedir.
Bir düşünelim; atak davranmanın, cesaretle karşımızdakini bir eyleme, etkinliğe çağırmanın, küçük de olsa bir görev teklif etmenin, bir eğitim veya çalışma grubunda yer almaya ikna etmenin bize kaybettireceği ne var? En kötü ihtimalle hayır yanıtıyla karşılaşabiliriz. Daha ötesi var mıdır? Açık ki, cesaretle çağrıda bulunduğumuz her durumda negatif ya da pozitif sonuç alma şansına sahibiz. Aksi bir tutum ise belirsizlik ve eylemsizlik dışında bir sonuç üretmez. Daha da kötüsü, muhatabımızda kendisine değer verilmediği, hatta güven duyulmadığı duygusu dahi üretebilir.
Konferansta bu konuda açığa çıkan tablo sadece girişim eksikliği, cesaretsizlik veya tutukluk kategorisinde ele alınamayacak derecede eleştiriye değerdir. Bireysel örgütlenme süreçlerini analiz eden delegelerin çoğunluğunun kendi bireysel çaba, girişim, hatta zorlamalarıyla -evet yanlış okumadınız, zorlamalarıyla- ESP'de örgütlendikleri açığa çıktı. Delege yoldaşlar adeta parti binalarımızın kapısında yatmış, kapıdan değilse bacadan girme kararlılığıyla hareket etmişler. Öyle ki, bu örnekler şahsında ortalama bir örgütçünün yapması gerekenlerin dahi gerisine düşmüşüz. Örgütlenme isteğiyle partimize yönelen birini memurvari bir tarzla adeta "bugün git yarın gel" diyerek sürüncemede bırakmanın, günlerce bekletmenin kabul edilebilir bir yanı var mıdır? Böylesine bir zayıflıkla, keyfiyetçi bürokratizmle uzlaşmamız mümkün değildir.
Nesnel olarak karşıdakine güvenmeyen, bu kibirli, üstenci ve bürokratik tutumla kopuşmadan gelişemeyeceğimiz açıktır.
Elbette örgütçülük konusunda bir dizi pozitif örneğimiz de söz konusu. Kurumlarımıza gelen başörtülü bir arkadaşın, "İlk gittiğimde namaz kılmak için seccade istedim. Yokmuş başka bir şey verdi yoldaşlar. İkinci kez gittiğimde ise benim için bir seccade alındığını gördüm. Değişimim ve yakınlaşmam bunun üzerine oldu. Demek ki farklılığımı, namaz kılmamı engel olarak görmüyorlar. Demek ki bana değer veriyorlar" şeklindeki anlatımı çarpıcıydı.
Suruç katliamı sonrası “SGDF’ye üye ol” çağrısına yüzlerce genç ve değişik meslek ve yaştan insan pozitif yanıt vererek iletişime geçti. Üzülerek belirtelim ki, bunların az bir kısmını örgütlü hale getirebildik. Bu sonucun nesnellik ve dışsal koşullardan ziyade öznel yetersizliklerimizden kaynaklandığı gün gibi ortada. Politik bakımdan önemli bir çıkışa, meydan okumaya denk düşen böyle bir an'a güçlü biçimde yanıt olamamak, süreci bir bakıma kaçırmak anlamına geliyor. Yeniden ve bir başka zamanda bunu tekrar edemeyeceğimiz, aynı zemini yakalayamayacağımız çok açık.
Örgüt Kurma Alışkanlığı
Partimizin siyasi etkisi altındaki güçleri hangi düzeyde örgütleyip örgütleyemediğimizi tartışıyoruz. Fakat siyasi etkimiz altındakileri, çevremizdekileri bir yana bırakalım, örgütlülük düzeyimize baktığımızda örgütçülük ve örgüt kurma alışkanlığımızdaki sınırlılığı daha net bir şekilde görürüz. Her yoldaş çalışma alanına dair mini bir anket yapabilir. Son altı ayda kaç yeni üye kazandık? Üyelerimizin yüzde kaçı bir örgütte yer alıyor? Son altı ayda kaç yeni insana görev verdik? Son altı ayda görev ve sorumluluk vererek kaç insanı eğittik? Son altı ayda esnek-dolaylı örgütler kurduk mu?
Konferansın açığa çıkardığı bir diğer gerçek, örgüt kurma pratiğimizde önemli bir patinaj yaşadığımızdır. Kolektivizmi temel işleyiş ilkesi olarak benimseyen bir parti için kabul edilemez bir durumdur bu. Fakat ne yazık ki, gerçeğimizin bir yüzünü tarif eder. Kolektivizmin yaşam bulması, devrimci görevlerin dağılımı ve yeni, taze güçlerin yetiştirilmesi ancak örgütlerin varlığıyla mümkündür. Örgüt kurmamak daha baştan bütün bunlardan yoksun kalmak anlamına gelir. Oysa, kafamızda en küçük bir kalıp oluşturmadan, hiçbir sınır koymadan envai çeşit örgüt kurduğumuzda ve sayısız genç yoldaşı buralarda örgütlediğimizde çok hızlı şekilde geliştiklerini göreceğiz. Yeni tanıştığımız, partimizi tanımaya çalışan üç gençle bir eğitim grubu, bir semtteki her bir mahallede ayrı ayrı çalışma grupları, ev emekçisi kadınlardan SKM komisyonu, ilçe örgütümüze gelip giden iki-üç gençle teknik bir komite, eğilim duyan bir grupla sanat komisyonu, bir başka yerde gazete dağıtım grubu vb. kuralım.
Konferansın temel çağrılarından birinin iç örgütsüzlüğe son vermek olduğunu ve bunun bütünüyle yaşamın gerçekliğinden çıktığını unutmayalım. Düzeylerine, ilgi alanlarına göre sayısız örgüt kurmamız mümkün. Yeniliklerine, deneyimsizliklerine takılmadan herhangi bir örgütte yan yana getirdiğimiz genç yoldaşları kolektif ortamlarda organ disiplini içinde eğitmemiz, değiştirip dönüştürmemiz çok daha kolaydır.
Elbette, örgüt kurmak kadar kurulan örgütleri işletmek de önemlidir. Yer yer büyük bir heyecanla örgütler kuruyor ama işletmiyoruz. Coşkuyla başlattığımız ve önemli beklentilere yol açan bu girişimlerin sürekliliğini sağlamamanın örgüt fikrine, partiye güvensizliği beslemekten öte bir anlamı olmayacağını unutmamalıyız. Örgütün yararlılığı kurulup ilan edilişiyle ortaya çıkmaz. Düzeyinden ve işlevinden bağımsız olarak kurulan her örgüt, bileşenlerinin ikna edilmesi ve yan yana gelişleri bakımından sadece bir başlangıçtır. Aidiyet duygusunu oluşturacak ve bileşenlerinin gelişimini sağlayacak olan, örgütün düzenli şekilde çalışması ve üretimde bulunmasıdır. Bir eğitim grubu bileşeni çalışmanın kendisine neler kattığını fiiliyatta görmelidir. Keza bir çalışma grubu, özsavunma grubu, gazete dağıtım grubu, kültür-sanat komisyonu veya teknik komite içinde yer alan yoldaş, bunun parti çalışmasına ve bireysel gelişimine katkısını somut olarak görebildiği ölçüde gelişir, partiyle bütünleşir.
Çevremizdekilerin, partililerin tamamının değişik tip ve işlevdeki organda örgütlü oldukları, örgütlülük düzeyinin bir hayli yüksek olduğu yerel örgütlerimiz de var kuşkusuz. Örgütlülük düzeyinin yüksekliği bu alanlarda daha etkili bir siyasi çalışma yürütme ve kadrolaşma olanaklarını da genişletiyor. Herkese yapabileceği bir iş verme ve hiç kimseyi örgütsüz bırakmama konusunda ileri örnekler sunan bu yerellerimizin deneylerinin daha fazla kolektivize edilmesi ve belki de önemli deneyler olarak incelenmesi örgütsel önderlik çalışmalarımıza kayda değer katkılarda bulunabilir.
Kimse İşsiz Kalmasın
Konferansın açığa çıkardığı ve üzerinde durmamız gereken bir diğer gerçek şu: İnsanlar ESP'yi önemsiyor, eylem ve etkinliklerine katılıyor, ama ESP'de örgütlenmenin, ESP'li olmanın zor olduğunu düşünüyorlar. ESP'li olmanın kolay olmadığı ve ciddi bedeller ödemeyi beraberinde getirdiği doğru. Fakat ESP'de örgütlenmemenin tek gerekçesinin bedel ödemekten kaçmak olduğunu söylemek, gerçeğin yalnızca bir yanına işaret eder ve asıl üzerinde durmamız gereken zayıflığımızı görmemizi engeller. Bedel ödemenin zorluklarından kaçmak, bunun getirilerini göğüslemektense kıyıda köşede olmayı tercih etmek önemli nedenlerden biridir, bu doğru. Böyle düşünen, kendini bu tarzda konumlandıran insanlar her zaman olacaktır. Fakat açık ki, meseleyi buraya düğümlemek ve salt bu durumla açıklamaya çalışmak kendi eksik, yetmezlik ve hatalarımızın üzerinden atlamak anlamına gelir.
Siyasi etkimiz altındaki kesimlere kendilerini ifade edebilecekleri, üretebilecekleri, bulundukları pozisyondan mücadeleye dahil olabilecekleri alanlar açıyor muyuz? Esnekliğimizin, genişliğimizin sınırları ne? Dışarıdan ESP'yi gözlemleyenler "Bu partide mutlaka benim de yapabileceğim bir iş vardır" diye düşünüyorlar mı? Pratiğimiz bu konuda ne söylüyor? Böyle düşünmelerini sağlayacak zeminler yaratabiliyor muyuz? "Dar bir kadro partisi" görünümünü aşabiliyor muyuz?
Konferans delegelerinin insanlara yaklaşımdaki darlıklarımız üzerine yürüttükleri tartışmaları anımsamakta ve mesafe kat edip kat etmediğimize bakmakta yarar var. Bu konudaki en önemli zaaflarımızdan biri, çoğunlukla tek bir devrimci tipi kurgulamamızdır. Oysaki, mücadelenin ve partimizin her düzeyde ve yaşta sayısız insana ihtiyacı vardır. Doğrudan partinin yönetici omurgasında yer alacak ve 24 saatini devrimci çalışmaya adayacak profesyonellere de, yerel çalışmanın temel mimarı veya bileşeni olacak kadro ve aktivistlere de, yalnızca gününün belirli saatini parti çalışmasına ayıracak işçilere ve emekçilere de, haftada bir gününü veya kısıtlı bir zaman dilimini sunacak emekçilere ve gençlere de, sınırlı görevler üstlenecek değişik yaştaki insanlara da, sadece eylem ve etkinliklerimize katılacak partililere de, özel dönemlerde/anlarda partimizi destekleyecek insanlara da... Liste uzatılabilir.
Kuşkusuz gönlümüzden insanların kendilerini boylu boyunca mücadeleye adamaları geçebilir. Fakat gerçek hayatta farklı düzey ve nitelikte, değişik yetenekte bir dizi insanla karşı karşıya kalıyoruz ve kalacağız. Örgütçünün mahareti tam da burada, herkese yapabileceği bir iş vermede açığa çıkar. İki temel çıkış noktamız olabilir. Birincisi, "en kötü örgüt dahi örgütsüzlükten iyidir" gerçeğini hiç ama hiç aklımızdan çıkarmamak. İkincisi de, "herkesin mutlaka yapabileceği bir iş vardır" gerçeğini kılavuz almak. Örgütçü bu doğrulardan hareket ettiğinde hiç kimseyi örgütsüz ve hiçbir işi sahipsiz bırakmamış olur. Örgüt kolektivizm, sistem ve disiplin demektir. Örgüt kurmak işleri paylaştırmak anlamına geldiğine göre, örgütçü bu temel düsturdan hareket ettiğinde bir bakıma işlerini kolaylaştırmış olur.
En basit bir eğitim grubunun, ilk adım olarak kurulan bir çalışma grubunun dahi kişileri ne denli geliştirdiği sayısız örnekle kanıtlanmış bir gerçektir. İnsanları iş ve görev üzerinden örgütlemek hem bireyleri geliştirir hem de işlerin paylaştırılmasıyla, tek tek kişilerde toplanmasının önüne geçer.
Delegelerin üzerinde durdukları konulardan biri tam da buydu: "Örgüt kurmadığımız, hatta bırakalım yeni örgüt kurmayı, il ve ilçe örgütlerini doğru düzgün çalıştırmadığımız için işler bireyler üzerinden yürüyor."
Bireye dayalı çalışmak! Mutlaka kopuşmamız gereken geriliklerin başında bu geliyor. Bireye dayalı olarak çalışmak, kolektivizm ilkemizle uyumlu olmadığı gibi, stratejik görüş açısıyla da bağdaşmaz. Bireye dayalı çalışma tarzı kolektivizmin yaratacağı zenginliklerden yoksun kalmak ve geleceği olmayan bir çalışmayla uzlaşmaktır. Hemen her işi bir biçimde kendinde merkezileştiren, işleri ve görevleri paylaştırmayan, böyle olduğu için de yeni insanların gelişimine ve inisiyatifine alan açmayan bu tarzla uzlaşmamız mümkün değildir. Bu tarzla barışık olmak günü kurtarmaktan öte bir anlam ifade etmez. Bütün çalışmayı kendinde merkezileştiren birey alanda olduğu sürece işler bir biçimde yürür, fakat söz konusu yoldaş alandan ayrıldığında tüm çalışmalar tepetaklak olur. Geleceği, sürekliliği olmayan bir çalışmadır. Yeni insanları öne çıkarmadığı gibi, tüm işleri kendinde merkezileştiren yoldaşı da verimsiz kılan ve yıpratan bir tarzdır bu. Geldiğimiz noktada, konferanstan bu yana bu konuda ne tip adımlar attığımızı sorabiliriz. Konferansın bireye dayalı çalışmadan kopuşma çağrısına hangi düzeyde yanıt olduk?
İnsanlara yaklaşımdaki darlıklarımızın, beraberinde, kafamızdaki kriterlere uymayanlara gerekli ilgiyi göstermemeyi, yeterli emeği harcamamayı da getirdiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. ESP'li profilini "belirli kriterlerle" sınırlamak örgüt konusunda darlaşmayı, ufkumuzun sınırlılığını da birlikte getiriyor. Örgüt deyince neredeyse aklımıza tek bir biçim geliyor. İşin kötüsü, bu konudaki geleneksel, dar anlayış ve pratiklerimizi kötü miraslar olarak yeni nesle devrediyoruz.
Değişik tipteki işler için farklı örgütler, farklı nitelikteki insanların yeteneklerini ortaya koyabilecekleri örgüt biçimleri kurgulayıp yaşama geçirmede atak yapamıyoruz. Söylemeye dahi gerek yok ki, insana ve örgüte yaklaşımdaki böylesi bir darlık ve sınırlılıktan gerçek bir kitle partisinin çıkması öyle kolay olmasa gerek.
Kitle partisi olma iddiası farklı nitelik ve düzeydeki insanları kapsamayı, onları işlevlendirip üretken kılmayı gerektirir. Eğer bir kitle partisi olacaksak, farklı farklı nitelikteki insanları kucaklayabilecek bir esnekliğe ve görüş açısı berraklığına ulaşmamız, ama en önemlisi, bunu pratikleştirmemiz gerekir.
Parti çalışması değişik tipteki esnek kurum ve örgütlerin varlığı ile asla çelişmez. Tersine, bunlar birbirini besleyip güçlendirme özelliğine sahiptir. Yeter ki, doğru zamanda doğru örgütü kurmayı bilelim. Yeter ki, bu örgütleri işlevine, içeriğine uygun tarzda işletme yeteneği sergileyelim, bu sabrı gösterelim.
Kadrolaştırma
Bilindiği üzere partimizde iki tipte örgütçü vardır; kitle örgütçüsü ve sistem kurup işleten örgütçü. Kitle örgütçüsü, kitleler arasında partinin siyasi etkisi altındaki güçlerle temasa geçerek siyasi etkiyi somut örgütsel kazanıma dönüştürür. Partimizin sinir uçlarını oluşturan kitle örgütçülerimizin siyasi etkimiz altındaki güçlerin kazanılmasında gerekli girişkenlik ve enerjikliği göstermelerinin parti çalışmasındaki yerini yukarıda bazı boyutlarıyla tartıştık.
Sistem kuran-işleten örgütçülerimiz ise, parti örgütlerinin kurulmasında, düzgün ve verimli çalışmasında temel iradedirler. Partinin örgütlülük düzeyinin yükseltilmesi, niteliğin geliştirilmesi sistem örgütçülerinin yetenek, enerji ve üretkenlikleriyle doğrudan bağlantılıdır.
Her iki tipteki örgütçü kadrolarımızın görev ve sorumluluklarına uygun tarzda konumlanmaları, örgütçü yetenek ve birikimlerini taze kuvvetlerin eğitilmesinde kullanmaları, bir gerekliliğin de ötesinde, düpedüz aciliyettir. Örgütsel gerçeklik ve ihtiyaçlarımız bu konuda adeta alarm veriyor. Rutin örgüt çalışması açısından bir zorunluluk olan bu durum, özgün bir süreçten geçiyor oluşumuzla bağı içinde, üzerinde dikkatle durmamız gereken bir gerçekliğe dönüşüyor. Nedir bu özgünlük?
Saflarımıza her geçen gün yeni genç kuvvetler akıyor. Ama daha önemlisi, yeni ve deneyimsiz kuvvetlerin yanı sıra, farklı siyasi yapılardan gelen önemli bir kesimi ESP'lileştirme göreviyle karşı karşıyayız. Bu gerçeklik bizi, söz konusu kuvvetlerin politik-ideolojik dönüşümü göreviyle karşı karşıya bırakıyor. Konferans bileşiminde dahi önemli bir kesimin değişik siyasi akımlardan gelmiş olan yoldaşlardan oluşması, parti çizgisinin kavratılması ve politik-ideolojik netlik konusunda özel örgütlenmiş çalışmaları elzem hale getiriyor. Parti okulları, eğitim çalışmaları, değişik içerikteki panel-seminer tipi etkinlikler, atölyeler vb. rutinimizin ötesinde özel olarak örgütlenmezse, bu alandaki boşluğu hızlıca dolduramayız. Yeni kuvvetlerin aslolarak siyasi faaliyet içinde yetişebilecekleri gerçeğini bir an dahi unutmadan, sorunu bağlamından koparmadan, parti programı-çizgisi, siyasal ve örgütsel önderlik gibi başlıklarda özel eğitimlere ağırlık vermeliyiz. Bu konudaki tartışmalarda, kolektif eğitimlerin bu çalışmalara katılan yoldaşların gelişiminde, partilileşmesinde nasıl bir rol oynadığı, ne tip sıçramalara yol açtığı çarpıcı biçimde ortaya çıktı.
Kadrolaştırma faaliyetinde bugünkü gerçekliğimizi, ancak organ çalışması ve kolektif eğitim çalışmaları kadar, bire bir ilgilenme ve emek harcamakla değiştirebiliriz. Hatta bazı anlarda bire bir ilgilenme, emek harcama ihtiyacının baskın biçimde öne çıktığını dahi söyleyebiliriz. O halde, tek tek her bir yoldaşa dair bireysel gelişim stratejileri oluşturmak ve bu stratejiye uygun hareket etmekle kolektif çalışmaları uygun tarzda kaynaştırdığımızda daha verimli sonuçlara ulaşabiliriz.
Tam da burada, konferansın kadın kadro adaylarının belirlenmesi ve eğitilip yetiştirilmesine özel önem verilmesi, bunun özgün yöntemlerinin kullanılması konusundaki kararını anımsamakta yarar var. Bir kadın partisi olma iddiasındaki ESP'nin özellikle emekçi semtlerdeki erkek profilli görüntüsünün hızla yıkılması göreviyle karşı karşıyayız. Kadın kadrolar yetiştirilmesi konusundaki aciliyet, bu konuda çalan alarm zilleri yazık ki geçerliliğini koruyor.
Konferansın ardından gerçekleştirilen yerel ve merkezi eğitim kamplarının gelişimimize özel bir katkısı olduğu her türlü şüphenin ötesindedir. Fakat ESP'nin mevcut varlığını ESP'nin iddia ve gelişimiyle kıyasladığımızda, hala yürüyecek uzun bir yolumuz olduğu gerçeğine gözlerimizi kapayamayız. Ve elbette ki, kadın kadroların eğitimi ve yetiştirilmesi görevi bütün temel yöneticilerin görevleri arasındadır. Bu konudaki sorumluluğun SKM'ye havale edilmesiyle, kadın kadro adaylarına güvensizlik içeren veya pozitif ayırımcılık ilkemizle uyuşmayan erkek egemen yaklaşımlarla cepheden mücadele edeceğimiz ve asla uzlaşmayacağımız hiçbir yoldaş bakımından sır olmasa gerek.
Peki, örgütçü ve propagandacılarımız yeni, genç yoldaşlarla nasıl bir ilişkileniş içinde oluyor? Onların eğitim ve dönüşümünü özel olarak dert ediyorlar mı? Önlerine bu konuda görev çekiyorlar mı? Tüm yerellerimiz, kadrolaştırma çalışmasının tüm yoldaşların görevi olduğunun ama sistem kuran-işleten örgütçülerimizin ve propagandacılarımızın bu konuda birkaç adım daha öne çıkmaları gerektiğinin altını çizen konferans kararlarını yaşama geçirmede ne kadar yol aldıklarının muhasebesini yapabilirler.
Atılım İçin
Örgütçüler Konferansı'ndan bu yana geçen zaman, konferans karar ve perspektifleri ile örgütsel pratiğimiz ve performansımızın kıyaslanmasına dayalı bir analiz için tüm parti örgütlerine ve örgütçülerine yeterli özdeneyim biriktirme fırsatı sundu. Örgütsel çalışmanın bilinçli ve iradi tarzda, kendini aşacak çizgide ilerletilişi de, tıkanıklık ve yetmezlikleri, alışkanlığın duvarına çarpışları da bu kıyaslamalı analizden yansıyan yönler oldu.
Örgütsel önderlik düzeyimizi, örgütçülüğümüzün kapasitesini misliyle geliştirmek için bugün yürümemiz gereken yolun köşetaşları belli. O yol ki, örgütsel büyüme ve kitleselleşme, yeni niteliklerle donanma doğrultusunda bir devrimci atılıma uzanıyor.
Elimizde konferansın sunduğu kılavuz ipi. O kılavuz ipi ki, partimizi bu atılım yolunda güvenle yürümesi için iradeleştiriyor.