Slavoj Zizek, sol sosyalist hareketin ilgisine mazhar olan ve giderek daha fazla teorik politik gündemlerine giriş yapan sıra dışı, tuhaf ve kendini marksist sayan bir filozof olarak boy gösteriyor. Son yıllarda sık sık Türkiye’ye gelip farklı konularda konferanslar da veren Slavoj Zizek, tüm dünyada tanınan, okunan ve sözüne kulak kabartılan marksist filozof kimliği ve konumuyla öne çıkıyor. Övgülere ve sevgilere mazhar olduğu kadar sövgüler ve eleştirilere de bolca maruz kalan bir filozof ve entelektüel figürüyle karşı karşıyayız.
Günümüzde Zizek’le ilgili en yaygın ve algılara çivilenmek istenen başat takdim medyatik magazinsel olanıdır. Feylesofumuz kendini marksist olarak tanımlayan üretken bir düşünür, teorisyen, ciddi bir eleştirmen değil adeta pop-felsefe ikonu gibi sunulmaktadır. Kuşkusuz bu sunuma ve oluşan imgeye feylosofumuzun da katkısı bulunmaktadır. Zizek, medyatik gösteriyi ve şöhreti bir araç olarak kullanma yaklaşımıyla tuhaf hal ve jestleriyle pop star felsefeci imgesinin yeniden ve yeniden üretilmesine imkanlar sunmaktadır. Tarihin ve hayatın eğlenceli ironisi şu ki Zizek çözümlediği kavramlaştırdığı popüler kültür aleminin ve cangılının işleyiş tuzaklarına yakalanmaktan kurtulamıyor. Öyle ki geçilen bir durakta Zizek TV söyleşilerinde popüler müzik yıldızı Lady Gaga’yla arkadaş olmadığı, tipi olmadığı (!) savunması yapmak durumunda kalıyordu.
Pop-felsefe starı imgesi ve algısıyla Zizek’in kelimenin tam ve gerçek anlamıyla değersizleştirilip tüketildiği söylenebilir. Bu imaj üretme ve tüketme biçiminin bir çeşit değersizleştirme ve etkisizleştirme işlevi olduğu; Zizek’ten daha ziyade marksizmle ve filozofumuzun marksist kimlikli çıkışıyla, komünizme tutunma çabasıyla ilgili olduğunu kaydetmek ve altını çizmek gerekir.
Benzer bir yüzeyselleştirme, çarpıtma ve etkisizleştirme son dönemlerde “Marks haklıydı” kampanyalarıyla Marks’a yapılmış ve hala yapılmaktadır. Dünya sermayesinin önde gelen isimlerinin, burjuva akademisyenlerin, iktisatçıların “Marks haklıydı” söylemiyle ön alıp yeryüzü efendilerinin istediği bir Marks algısı/hakikati yerleştirmeye çalışması hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bu ideolojik işlemde Marks sadece ve yalnızca Das Kapital’in yazarı, sermayeyi ve kapitalizmin krizlerini bilimsel olarak en iyi çözümleyen biridir. Hepsi bu kadardır. Proleter devrimden, komünizmden, siyasal örgüt ve mücadeleden, kısacası marksizmi oluşturan temel öğelerden ve bütünlüğünden kopartılmış devrimci olan ne varsa ondan arındırılmış bir Marks. İşte tam da bu gerçeklik nedeniyle burjuva egemen düşüncenin ürettiği ve takdim ettiği popüler imge tuzaklarından uzak durmak, bilhassa marksizmle ilgili söylem ve “hakikat” sunumlarına karşı uyanık ve eleştirel duruş göstermek aktüel bir görevdir. Dolayısıyla, Slavoj Zizek’in yaygın burjuva magazinsel sunum ve algılarıyla ilgilenmek ve ciddiye almak gerekmiyor.
Kimileri örneğin, Bülent Somay, Zizek’i adeta bir ahir zaman marksist peygamberi ve kurtarıcı konumuna yerleştirir. Zizek’in “İdeolojinin Yüce Nesnesi” kitabında anlattığı bir anekdot (hikayecik) var: Zorunlu askerlik hizmeti yapmakta olan bir adam askerlikten kurtulmak için delilik rolü yapmaya karar verir. Seçtiği delilik türü de takıntı nevrozudur. Adamcağız önüne çıkan bütün belgeleri, kağıtları alıp göz attıktan sonra “Bu değil” diye haykırıp bir yana fırlatır. Sonunda bu durum üstlerinin dikkatini çeker. Adam askeri doktorun karşısına yollanır. Kendisine sorulan hiçbir soruya cevap vermediği gibi doktorun masasındaki ve raflardaki kağıtları da karıştırıp “Bu değil” demeye, kağıtları etrafa fırlatmaya devam eder. Bir süre sonra doktor adamın deli olduğuna kanaat getirip askere tezkeresini yazar ve eline tutuşturur. Asker belgeye bir göz attıktan sonra “işte bu” diye bağırır.
Zizek’in arzunun nedeni ve sonucunun aynı olduğunu vurgulamak için seçtiği bu hikayeden ilham alan Bülent Somay, hikayeyi nakledip sosyalist marksist hareketin son on yıllarını “bu değil” diyen askerin durumuyla özdeşleştirir. Zizek’le bu sürecin sonuna gelindiğini ilan eder. Artık elimizde marksizm adına devrimci arayışa adres göstereceğimiz, “işte bu” diyebileceklerimizden biri var: Slavoj Zizek! Arayan Mevla’sını bulmuştur. Bülent Somay ve aynı liman ve güzergahta bekleyenlerin Mevla’sı ( Tanrı’sı, efendisi) çıkagelmiştir. Zizek’in “işte bu!” ve beklenen Mesih tadında takdim edilişi ne anlama gelmektedir? Burada reformist solun tipik ve aşina reflekslerinden birini görüyoruz. Bu durum, yenilgilerin, düşkünleşmenin mahsulü travmatik akılla enikonu sapkınlaşmış sinizme ve konformizme boğazına dek batmış varlık gerekçelerine ve var olma hakkına inancını ve kendine güvenini yitirerek moralsiz, mecalsiz kalmış sol sosyalist kesimlerin yüzünü yeniden marksizm’e ve devrime dönmesinin işareti kabul edilebilir mi? Bundan emin değiliz. Bir dizi ‘post’lu tezkereye işte bu! Heveskarlığı ve çaresizliğiyle müracaat eden, marksist, post marksist, yeni sol vb. sıfatlı reformist hareketin Slavoj Zizek’le flörtü ve heyecanı devrimci bir hal ve vaziyet alışa yönelimi göstermiyor henüz. Bu tür entelektüel düşünsel heyecan ve coşkuların çoğunlukla melankolik bir efkar dağıtmaya vardığı, bilhassa akademik marksizmin sözün büyüsüyle dünyayı değiştirme naif ve gerici arzularının, bir entelektüel tatmin aracı olmanın ötesine geçmediği vurgulanmalıdır.
Slavoj Zizek’in Düşünsel Serüvenine Kısa Bir Keşif Turu
Zizek’in düşünsel teorik serencamı büyük bir birikim ve külliyat oluşturur. Bu külliyat çokça eserde verilidir. Türkçede yayınlanmış belli başlı eserleri üzerinden giderek bir Zizek dökümü yapmak ve genel bir tablo sunmak, Zizek’in düşünsel ve entelektüel konumunun koordinatlarını verebilir. Bu nedenle belli başlı metinlerine kısa bir keşif turu yapmak gerekir. “İdeolojinin Yüce Nesnesi” filozofun ilk kitabıdır. Bu metin özgün bir ideoloji teorisini ve aynı zamanda Zizek’in felsefi mantık, yöntem ve sistemini kurduğu ilk metin özelliğini de taşır. “İdeolojinin Yüce Nesnesi” bir köle felsefi-teorik çekirdektir. Sonraki tüm eserleri “İdeolojinin Yüce Nesnesi”nde kurulan Lacan-Hegel-Marks veya Lacan-Hegel-Hithcook üçlemesi ve bağdaştırmasının felsefe mantığının dizgesinin açığını izler. “İdeolojinin Yüce Nesnesi”ni bir ideoloji teorisyeni olarak Zizek bölümünde de ele alıp irdeleyeceğimiz için keşif turumuza diğer eserlerle devam edelim.
“Biri Totalitarizm Mi Dedi” adlı metin Zizek’in ideolojik duruş, itiraz, sorgulama ve liberal gericiliğin “ideolojik” totalitarizmiyle herkesi teslim alma saldırısına karşı bir meydan okuma ve hesaplaşma çalışmasıdır. Frankfurt Okulu’ndan post modern teorisyenlere uzanan geniş ve birleşik bir kümenin ortak düşünsel ve entelektüel kullanım metası olarak sürekli dolaşımda tutulan totalitarizm, liberalizm gerici ideo-politik hegemonyasının temel ve kurucu kavramlarından biri olarak işlev görür. Zizek liberalizmin bu hegemonik totalitarizm çeşitlemelerine itiraz eder. Liberalizmin ve postmodernizmin sol ve sosyalist dünyaya hikmetinden sual olunmaz bir kavram ve kabul olarak dayattığı totalitarizm çeşitlemelerini ve teorilerini tartışmaya açar. Totalitarizm (erktekçiliği, tüm gücün tek erkte toplanması) kavram miğferi altında kimi burjuva sol ve marksist odaklar tarafından da kabul edilip kullanılan argüman (sav) ve tezleri ele alır. Bu bağlamda “beş kötüye kullanım nosyonu”nu (temel bilgi, kavram) belirler; eleştiriye tabi tutar ve reddeder. Zizek totalitarizmin kimi sol ve marksist hareketler tarafından kabulünün büyük bir teorik hezimet olduğunu vurgular. Bu tespit ve eleştiri önemli bir gerçeğe, ideo-politik yenilgiye dikkat çekmektedir. Frankfurt Okulu, postmodern teori vb. odakları tarafından uluslararası marksist hareketin düşünsel dünyasına zerk edilen totalitarizm zehri açık ki sol sosyalist devrimci hareketlerin burjuva liberal demokratik ufkun içine yeniden çekilerek ehlileştirilmesine hizmet etmiştir ve hala aynı işlevi yerine getirmektedir. Zira totalitarizmin çeşitli görüş oklarıyla işaret ettiği güzergahların vardığı tek liman/durak burjuva liberal sistemdir. Eş deyişle, kurulu kapitalist düzen ve burjuva diktatörlüğüdür. Teorik bakımdan bol tuzaklı ve girdaplı bir ideo-politik kavram olan totalitarizm, teorik bütünlüğü olmayan bir burjuva eleştiri ve düşünceler manzumesini ifade eder.
Totalitarizm adlı ideo-politik işlevli düşünce demetinin merkez tez ve düşüncesi nazizm ile komünizmi eşitler. Nazizm ile komünizmi totalitarizm kavramıyla düzleyip aynılaştıran mantığın arka planında liberal demokrasinin meşruluğunun, haklılığının dayatılması durur. Modernizm ve aydınlanmanın iki aşırı sapması olarak kurgulanan faşizm ve komünizm iki totalitarizm biçimi olarak ret ve mahkûm edilir. Böylece, kapitalist modernite, burjuva diktatörlüğü kutsanır. Evrensel ve soyut demokrasi bir fetiş ve put haline getirilir ve ezilenlere dayatılır. Burjuva demokrasisine rıza üretmenin ideo-politik mantığı kurulur. Totalitarizm düşünce çeşitlemeleriyle bir avuç azınlığın diktatörlüğünden başka bir şey olmayan burjuva demokrasisinin gerçekte otoriter, totaliter, oligarşik vs. tüm varoluş özelliklerinin de üstü örtülür. Tekelci sermayenin tepeden tırnağa şiddetle işleyen kanlı diktatörlüğü “demokratik toplum”, “disiplin toplumu”, “kontrol toplumu” vb yumuşak liberal ve postmodern terimlerle kabul edilebilir, hazmedilebilir hale getirilir.
Zizek’in “Biri Totalitarizm Mi Dedi” çalışması, totalitarizm görüş ve mantığını eleştirel çözümlemeye tabi tutar ve beş noktaya müdahale eder. Totalitarizmi modernist aydınlanmanın zorunlu ürünü olarak ileri süren postmodern tezin yanı sıra aydınlanmanın henüz kendi potansiyelini gerçekleştirmediğini, totalitarizmin bu özgürleştirici potansiyeli ikame edecek bir tehdit olduğunu savunan görüşü (Habernas vd), felsefi arka planı ve teorik mantığı sorgular. İkinci olarak, Yahudi soykırımını somut politik ve sınıfsal analize tabi tutmadan salt modernizmin raydan çıkması yüzeyselliğine indirgenmesini çarpıcı biçimde teşhir eder. Özellikle Musevi katliamına uygulanan ölçüyle aktüel Müslüman’ın durumuna yaklaşımındaki çifte standartçılığı, antisemitizmin ucuz ve kötüye kullanımını, Batının liberalizmin antisemitizmi totalitarizm dolayımıyla İsrail’i ve kendini ideo-politik bakımdan koruma zırhına dönüştürmesine dikkat çeker, önemli eleştiriler yapar. Faşizmi ve komünizmi modernizmin aynı totaliter bozulması ve sapması olarak gören ve gösteren liberal burjuva tezlerine karşı faşizm ile komünizmin birbirine zıt ve ayrı nitelikte gerçeklikler olduğunu savunur. Politik totalitarizmin logos-merkezci metafizik bir kendine kapanan yapıdan zuhur ettiğini, bu nedenle hiçbir ontolojik yapı tarafından içerilemeyen bir var oluşun tercih edilmesi gerektiğini ileri süren Frankfurt Okulu mühürlü “Aydınlanmanın Diyalektiği”ni reddeder. Ontolojik yapıya indirgenen bir politik varoluşta ısrar eder. Ve beşinci nokta olarak postmodern kültür çalışmalarının ve liberal ideo-politik saldırının sosyalizm, Marksizm leninizm ve Stalin şahsında somutlaştırdığı parti çizgisine bağlılık, davaya adanmışlık konusunu tartışır. Bu noktada da, liberal ideo-politik tez ve eleştiriye cepheden tavır alır. Yapı çözümcü kültür çalışmalarının totalitarizm tezlerinden eleştirilerine geniş bir felsefi kültürel alanı dolaşır. Totalitarizm tezleriyle teorik alanda hesaplaşırken “liberal seciyesizlere” anlamlı cevaplar üretir. Zizek’in kitabın sunuşunda söylediği gibi “Totalitarizm nosyonunu bırakın etkili bir kavramsal kavram olmayı aslında bir tür kıytırık mazeret olduğunun ifade edilme çabasıdır. Totalitarizm nosyonu bizleri düşünmeye sevk etmez, tam tersine bizleri kendi tanımladığı tarihsel gerçeklikle ilgili yeni bir içgörü edinmeye zorlar ve hatta düşünme zahmetinden kurtarır hatta düşünmemizi aktif bir biçimde önler”.
Zizek’in yayımlanmış en uzun kitabım dediği “Gıdıklanan Özne” Batı felsefesinde öznenin soy kütüğünü ortaya seren oylumlu bir çalışma ve temel eser olma özelliği gösterir. Rönesans’tan başlayıp Aydınlanma çağını boydan boya geçerek günümüze uzanan bir tarihi kesitte öznenin izini sürer. Öznenin tarihsellik macerasını inceler. Tabir-i caizse Descartes’in cogitosundan başlayıp günümüze uzanan tarihte özne kategorisindeki tüm özne anlayışlarının ve kategorilerinin iyi bir envanterini (dökümünü) çıkarır. Belli başlı aydınlanma filozoflarının özne anlayışları felsefi özne politik özne kolektif özne marksizmin yapı özne ilişkisi vb tüm özne kategorileri ve boyutları “Gıdıklanan Özne”nin kapsama alanına alınır ve incelenir. Verimli teorik tartışmalar yapar, felsefi ayrımlar koyar ve belirginleştirir. Schelling, Kant, Hegel, Marks, Heideger, Derrida, Althusser, Bolivar gibi felsefi ve politik özneyi ele alan ve çalışan filozoflar “Gıdıklanan Özne”nin renkli yapı taşları gibi kendini gösterir.
Zizek, özne konusunu her açıdan eşeleyip didikler. Bunu yaparken kendi özne teorisini de mukayeseli bir biçimde ve farklı özne teorileriyle dönüştürecek seçimler ve konumlar “İdeolojinin Yüce Nesnesi”nde çekirdek halde duran Lacancı “boş özne” anlayışını felsefi bağlamlarıyla enikonu açımlar. Böylece elinden tuttuğu kendi özne teorisini teorik podyumda defileye çıkarır. “Gıdıklanan Özne”nin amacı Kartezyen Özne’ye karşı açılan anti aydınlanmacı, anti özneci post yapısalcı eleştirilere karşı yeni bir özne anlayışını öne sürmek aynı zamanda politik ve kolektif öznenin politik marksizmin vazgeçilmez ve zorunlu varoluş koşulu olduğunu göstermektir.
“Gıdıklanan Özne”yi güçlü bir epistemoloji ( bilim öğretisi, bilimlerin koyduğu sorunları inceleyen felsefe dalı) çalışması kabul edersek “Paralaks”ı da bir ontoloji (varlıkbilim) çalışması konumuna yerleştirebiliriz. Birbirini farklı iki yön ve konumdan gelerek tamamlayan bu iki eser, Zizek’in özne galaksisi etrafındaki durmak bilmeyen felsefi derinleşme çabasını ifade eder. “Paralaks”, “Gıdıklanan Özne”nin geldiği yolu tersinden ve yeni baştan kat eder. Aynı yolu ontolojik düzlemde geçer. Bu tersinden mantıksal işlem yapma, olayları ve olguları tersinden ve düzünden okuyup irdeleme, Zizek’in daima kullandığı felsefi yordamlarından biridir. “Paralaks”ın standart tanımı şöyledir: Bir nesnenin, gözlem konumunda yeni bir görüş hattını ortaya çıkaracak bir değişim olması sonucunda görünüşte yer değiştirmesi (bir arka plana göre konumun kayması) buraya eklenmesi gereken felsefi hükme, elbette, gözlenen farkın basitçe “öznel” olmadığıdır. Çünkü “orada” var olan nesne iki farklı duruştan bakış açısından görülmektedir! Zizek, Kojin Karatani’nin felsefeye alımladığı bu fotoğrafçılık terimini nesnenin özneyi gıdıklaması bağlamında başka bir deyişle nesnenin özneyi (algı, bakış açısı, hüküm vs.) etkileyen veya belirleyen boyutları konteksinde (bağlamında) ise koşar. Nesnedeki her konum kaymasının, değişimin öznenin algısını ve bakış açısını etkilemesini inceler. Son duruşmada yine gıdıklanan ve konum olan veya bakış açısını düzenleyen öznedir.
Filozofumuz ontolojinin/nesnenin görünüş biçimleri ve konumunun ürettiği “fark”ların maddeci görüş açısında felsefesini epistemolojisini (bilgi kuramını) yapar. Bu noktada diyalektik ve tarihsel materyalizmin kayışlarını yağlar. Nesnenin değişen konumunun veya bir konumuyla farklı algılanan biçiminin “ontolojik fark”ın görünüş ve algı biçiminin tuzaklarına da dikkat çeker. Postmodernizmin anti indirgemeci ve mutlak görece belirsizlik felsefesi mantığına izin ve varlık hakkı vermeyen bir materyalist yol izler. Aynı biçimde kaba materyalizmi de dışlayan daha etkin işleyen kavrayıcı ve açıklayıcı bir diyalektik materyalizm felsefesi örneği sunar. Nesnenin her görünüş biçimi yeni bir algı, çağrışım, imge üretebilir, fakat bu nesneyle maddeyle ilgili hakikaten epistemolojinin tümden geçersizleşmesi ve belirsizleşmesi sonucunu getirmez, getirmemelidir.
“Yamuk Bakmak” Zizek’in teorik, felsefi yönteminin kurucu yapı taşlarından ve yordamlarından birini oluşturur. Bu yordam aynı zamanda Lacancı analiz perspektifinin enikonu irdelendiği popüler kültürden siyaset felsefesine uzanan felsefi teorik çalışmanın adıdır. “Yamuk Bakmak” adlı eser Lacan’ın psikanaliz külliyatına esaslı bir giriş ve kavrayışı ifade eder. Pek tabi Zizek’in Lacancı kavrayış ve edinimi kullanmasına/uygulanmasına tanıklık eder. Lacan’ın psikanalizde anamorfoz kavramını işe koşmasını Zizek Hitchcook filmleri polisiye sinema ve geniş edebi sanatsal ürünlere uygular. Burada yine öznenin geniş coğrafyasında dolaşır. Öznenin kendini gerçekleştirme yollarını psikanalisttik araçlara başvurarak göstermeye çalışır. Psikanalistin konumuyla polisiye, sinema ve edebiyattaki dedektifin konumunu karşılaştırır. “Yamuk bakma”nın da bir yordam ve bakış açısı olduğunu göstermenin yanı sıra bu yordamın diyalektik bir bütünlüğe varmada gerekliliğini ima eder. Psikanalizde bu yordamı öznenin müphem ve girift halini analiz etmeyi ve açığa kavuşturmayı amaçlar. Sanat, edebiyat, sinema, estetik alanlarında ise yine müphem (belirsiz) lekeli, flu durumları yamuk bakarak kavramayı hedefler.
“Olumsuzla Oyalanma” Zizek’in ideoloji felsefe psikanaliz alanlarının geçişken boyut ve yollarından ilerleyerek, günümüzdeki ideoloji çözümlemeleri ve eleştirilerine yeni boyut ve bakış açısı getirdiği bir eser olarak öne Kant ve Hegel’in özne yaklaşımlarını kendi felsefi yordamıyla çözümler ve ayrımlar. Öznenin ve nesnenin kimliği sorunlarını irdeler ve verimli biçimde işler. Öznenin toplumsal kimlik kazanma süreç ve yollarını işaretler. Öznenin eş bir ifadeyle kimliğin/kişiliğin koordinatlarını çizer. Bu bağlamda “olumsal diyalektik” diye tarif edebileceğimiz bir diyalektik güzergah izler. Lacan’ın cinsiyetlenme formülünün yanı sıra özne ve öteki özne ve özdeşleşme özne ve kimlik ilişkisini kendine has diyalektik felsefe yordamıyla işleme tabi tutar. Zizek, Hegel’in kendine kapanan öznesinin eş ifadeyle “kendinden şey”in olumsuzluğuyla Kant’ın öznenin aşkınsal ve kendi içinde bölünmüş indirgenemez radikal olumsuzluğuna karşı olumsallığı koyar. “Olumsuzla oyalanma”ya karşı olumsallığın edimselliği penceresi açar. Kant ve Hegel idealizmleri/felsefeleri üzerine inşa edilmiş ideoloji özne ve ideoloji eleştirilerine yeni bir bakış açısı getirir. Başka bir ideoloji eleştirisi zemini kurar. Kuşkusuz yine Lacan’ın psikanaliz kavramlarına ve karşı felsefesine yaslanır. Lacan’ın Kant ve Hegel kavrayışlarını aşarak yapar.
Londra’daki Marksizm 2010 Buluşması’nın akabinde basılan “Ahir Zamanlarda Yaşarken” kitabı, Slavoj Zizek’in politik ve teorik arayışının geldiği son noktasını imler. Aktüel sosyal hareketlere dair postmarksist ve yeni sosyalist/komünist iddialı görüş ve tezlerin de kısa eleştiri süzgecinden geçirildiği “Ahir Zamanlarda Yaşarken” politik arayışa teorik cevaplar bulma yönelimi ve çabasının somut bir ifadesi kabul edilebilir. Filozof Zizek bu eseriyle günümüz dünyasına esaslı bir biçimde yorumlamaya ve analize girişir. Dosdoğru yeni bir siyasal teori inşasının arka planını oluşturma inisiyatifinde bulunur. “Ahir Zamanlarda Yaşarken’in temel temaları Zizek’in yeni güzergahını ve teorik çerçevesini belirler. Bu çalışmayla bir siyasal teorinin genel mimarisi, ilkesel sütunları ve kavramsal yapı taşları ortaya konulur. “Ahir Zamanlarda Yaşarken”de filozofumuz liberalizmle biline gelen ideolojik kavgasını sürdürür. Liberalizmde daha geniş bir zeminde ve güçlü biçimde hesaplaşır ve bu hesaplaşmayı ileri boyutlara taşır. Bu bağlamda bir derinleşme, netleşme ve politik kopuşta ilerleme dikkat çeker. Günümüz liberal tez ve argümanlarına yedeklenen reformist, postmodern, otonomcu sol ile sınır çizgileri çekmeye çalışır. Marksizme yaslanan bir eleştiri yükseltir. Bu eleştirel çabanın diğer bir hedefi sol sosyalist marksist kesimlerin sosyalizmin 20. yüzyıl yenilgisini kabule yanaşmayan ve 21. yüzyıl marksizmini ete kemiğe büründürerek hamle ve özgüven yoksunluğuna eleştiriye yoğunlaşır. Soldaki politik sinizme amansızca saldırır. Bu bağlamda liberal ideo-politik hegemonyayı kabullenmişliğe ve boş vermişliğe kendini bırakmış yenilgiye yenilmiş ve bunu varoluş haline getirmiş solculuk, devrimcilik hallerine eleştirileri anlamlı ve kıymetlidir.
Zizek’in bu eseriyle ilk kez Batı merkezci düşünce evreninin sınırlarını aştığı söylenebilir. Tipik Avrupa/Batı merkezci ve aydınlanmacı parkur kat etmiş filozof tavrıyla bilinen Zizek, “Ahir Zamanlarda Yaşarken”le Çin-Hint ve genel olarak “Doğu aydınlanması” yaşar. Doğu felsefesine ve sosyolojisine önemli ve anlamlı bir ufuk aralar. Doğuya temas eder, bir edinim yolu tutar. Önemle altı çizilmesi gereken bu durum henüz Ortadoğu, Kürt sorunu, İslam ve gerçeklikleri kavramak ve nüfuz etmek düzeyinde değildir. Hala aydınlanmacı sol mantığın dine yaklaşımı ve ilerlemeci tarih anlayışı gibi perspektiflerini Zizek’te çeşitli düzeylerde yaşadığı ve sürdüğü görülebilmektedir. Bununla birlikte Zizek’in yeni teorik kavramları Doğudan mülhemdir (esinlenmiştir). “Dışlanmışlar ve Kapsanmışlar” kavramlaştırmasının ilham kaynağı ve referansı Hint kast sisteminin en altında yer alan dokunulmazlar sınıfıdır. Zizek de siyasal teori kurmaya girişen her teorisyen gibi politik teorinin olmasa olmaz kavram ve kategorilerini kurmakla ise başlamaktadır. Hard ve Negri’nin çokluk kategorisinin belirsizliğine ve düpedüz sınıfsızlığına karşın Zizek’in dışlanmışlar ve kapsanmışlar kavramlaştırması politik ve teorik tasnifte bulunur. Bu kavramlaştırma ve muhteviyatı burjuvalar ve proleterler, zenginler ve yoksullar, ezenler ve ezilenler gibi somut ve kesin ayrımı vurgular, teorik arka planıyla marksizmin sınıf kategorisine gönderme yapar.
“Ahir Zamanlarda Yaşarken” Zizek’in siyasal teori alanındaki tezlerini en güncel politik haliyle ve derli toplu sunar. Verili konjonktüre teorik bir müdahale olduğu besbelli olan bu çalışma siyasal teorinin merkezinde duran “dışlanmışlar ve kapsanmışlar” kavramlaştırmasının yanı sıra göçmenlik, evrensellik, ekolojik felaket, kapitalizmin sınırlarına dayanması ve varoluş krizi yaşaması, ırkçılık, ezilenlerin devrimci şiddeti vs. vb. gibi konularda da önemli teorik perspektifleri içerir politik ve ilkesel tutumlar ilan eder.
Zizek’in derlemeci olduğu iki kitabın konjonktüre (geçerli duruma) teorik ve politik müdahale özellikleri nedeniyle diğer çalışmalardan ayrı bir yere konulması gerekir. Alain Badiou’yla birlikte derlediği “Bir İdea Olarak Komünizm”, Mart 2009’da Birheck İnsani Bilimler Enstitüsü tarafından düzenlenen “Komünizm İdeası” başlıklı konferansın metinlerini bir araya getirmektedir. Komünizm fikrinin felsefi, teorik ve politik veçheleriyle kavramsal düzeyde irdelenip yeniden kurgulandığı makale ve konuşmalar farklı komünizm perspektiflerini ve projelerini yansıtır. Ezici çoğunlukla batı akademiyasındaki sol ve marksist filozof ve düşünür mevkisinde bulunan yazarların komünizme tutunma ve komünizm fikrinde ısrar etmeleri önemlidir. Bir idea olarak komünizm derlemesi “yeni bir politik öznellik üreterek ve popüler bir iradeciliğe dönmeyi” salık verir. “Komünizmin bir radikal felsefe ve politika olduğu” fikrinde ortaklaşan yazarlar neo-liberal kapitalizme karşı mücadelede komünizm düşüncesinin bir alternatif olarak yükseltilmesi görüşünü savunur. Zizek’in bu derlemede yer alan “Baştan Nasıl Başlanır” makalesi önemli ve dikkat çekicidir. Bu metinde yenilgiyi bir varoluş hali olarak kabul etmeme ve yenildiği yerden yeniden ayağa kalkma ve baştan başlama ana fikri vurgulanır. Bolşeviklerin NEP politikasına yöneldikleri bir dönemde Lenin’in durumu tam olarak ortaya koymak ve bir zorlu engeli daha mücadeleyle aşmak için kaleme aldığı “Yüksek Bir Dağa Tırmanmak” adlı metni Slavoj Zizek’in baştan başlama fikrinin kılavuzudur. Bu metni ve metindeki dağcı metaforunu (mecazını) referans alan Zizek komünizm adına yeniden yüksek dağa tırmanmamayı başta başlamayı önerir. Komünizm ve mücadele de ısrar etmeyi savunur kendince politik özneleşmeleri ve devrimci iradeyi tarih sahnesine geri çağırır.
Slavoj Zizek, Sebastian Budgen, Stathis Kouvelakis tarafından “Yeniden Lenin: Bir Hakikat Siyasetine Doğru” adla derlenen kitap yine bir konferansın belgeleridir. Şubat 2001’de, Almanya, Essen’de “Bir Hakikat Siyasetine Doğru: Lenin’i Geri Kazanmak” başlığıyla yapılan konuşmaların ve sunulan bildirgelerin metinlerini kapsamaktadır. “Lenin’i geri kazanmak” amacı ve iddiasıyla konferansa sunulan fikir ve metinler, Lenin’in teori, felsefe ve politik bağlamlarına yoğunlaşır. Lenin’i farklı açılardan ele alan yazarlar, kendi bakış açıları üzerinden bir ilişkilenme ve yansıtmayı seçmektedir. Lenin’le girilen ilişki ve edinimler çoğunlukla yetersiz ve sorunlu olsa da ‘Lenin’i geri kazanmak’ fikri, başlıklarına önemli ve nitelikli bir jesttir. Batı akademiyasında ve sol reformist dünyasında hala egemen olan gerici liberal kuşatma ve hegemonyaya karşı Lenin’e sarılmak ve onu yardıma çağırmak ideopolitik anlamı ve değeri yüksek bir tavırdır. Ama bu yine de onun felsefede marksizmi idealizme doğru yamultması girişimini görmezden gelmemizi gerektirmez.
Devamı bir dahaki sayıda…