İşçi Spor Kulüpleri

Giriş

Bu yazı, unutulmuş bir mirası anımsatmak için yazıldı. 20. yüzyılın ilk yarısında milyonları harekete geçiren işçi spor hareketinin deneyimini anımsatmak istiyoruz. Sporun sınıflar üstü gösterildiği günler, giderek geride kalıyor. Burjuva spor kulüpleri içinde yoksul gençlerin oluşturduğu sol/emekçi taraftar grupları beliriyor.

İşçi spor kulüpleri hareketinin 1920’li ve 30’lu yıllarda doruk noktasına varan deneyimini çeşitli kaynaklardan derleyerek ve özetleyerek aktarmak, bu yazının amacını oluşturuyor. Eğer işçi-yoksul gençliğin örgütlenmesinde ve sınıf mücadelesine katılmasında sporun önemini vurgulamaya bir nebze olsun katkı yapabilirse, yazı amacına varmış olacaktır.

İşçi Sporunun Doğuşu Ve Gelişimi

Kulüp, federasyon, taraftar grupları gibi kurumlaşmalara dayanan örgütlü sporun tarihi çok eskilere dayanmaz. 19. yüzyılda ilkin orta sınıf eğitim reformcularının çabalarıyla Eton ve Rugby gibi elit İngiliz okullarında kurulan spor kulüpleri, giderek dünyaya yayıldılar. İşçi sınıfı gibi, örgütlü sporun yayılışı da bizzat sanayileşmenin bir ürünü idi.

Kapitalizm, geleneksel feodal toplum düzenini alt üst etti. Bunun bir sonucu da; feodal toplumda var olmayan, iş günü ve serbest zaman arasındaki keskin ayrım oldu. Kapitalist düzen, ücretli emek ilişkisine bağladığı kitlelerin gününü sıkı biçimde örgütledi. Onları fabrika disiplini altına soktu. Günün büyük bir bölümünü demirden bir disiplin altında fabrikalarda ve işyerlerinde geçirmeye zorladı. Feodal günlük yaşamın o pastoral ve gevşek yapısı yok oldu. Gevşeme ve serbest zaman ancak iş saatlerinin dışında, uykudan arta kalan zamanda mümkün oldu.

İşçiler başlangıçta bu boş zamanlarını içki ve dansla doldurmayı seçtiler. İlk spor kulüpleri işçileri bu “kötü alışkanlıklardan kurtarmayı” ve serbest zamanlarını daha verimli geçirmeye teşvik etmeyi amaçlayan Kiliseler tarafından kuruldu. Ancak giderek spor kulüpleri Kilisenin denetiminden çıkarak işyeri ve pub’lar merkezli olarak gelişti.

Sporların ilk ortaya çıkışındaki elit atmosfer ve katılımcıların aristokrat ailelerden veya eğitimli orta ve üst sınıflardan gelmesine dair kısıtlama, işçilerin spor dallarına akın etmesiyle kırıldı.

Bu ilk dönemde işçilerin talebi daha ziyade “katılım”dı. Spor sadece üst sınıflara ait bir faaliyet olmamalı, herkese açık olmalı, işçiler de spor etkinliklerine katılabilmeliydi. Burjuvaların kurduğu kulüpler ancak yüksek aidatlarla üye kabul ettiği için ilk sınıfsal ayrım bu noktada belirdi.

İşçi spor kulüpleri kurularak, işçilerin spora katılabilmesini olanaklı kıldı.

Örneğin İngiltere’de 1883’ten itibaren futbol “beyefendilerin” bir uğraşı olmaktan tümüyle çıkarak işçi spor kulüplerinin ağırlığı altına girdi. Futbolun kolektif yapısı da sanayi işçilerinin bu spor dalına kitlesel biçimde yönelmelerinde etken oldu.

ABD’de ise İç Savaş (1861-65) sonrası dönemde eskinin elitist sporu beysbol işçilerin katılımıyla yeniden şekillendirildi.

Sporların bir işçi sınıfı uğraşı haline gelebilmesi, işçilerin serbest zamanının sınırlılığı nedeniyle belli bir süre daha gerektirdi.

Örneğin İngiltere’de 1860’larda ve 1870’lerde Cumartesi’nin “yarı-tatil” haline gelmesi ve 10 saatlik işgünü yasası sayesinde 1880’lerde futbola işçiler damga vurabildi.

İşçilerin sendikalarda örgütlenmesi, grev hareketleri, egemen sınıfların devrim korkusu gibi etkenler işçilerin serbest zamanını büyüttü. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra 8 saatlik işgününün tanınması işçi spor hareketine büyük bir ivme kazandırdı. 1920’ler ve 30’lar işçi spor hareketinin altın yılları oldu. Birisi Sosyalist (sosyal demokrat) Enternasyonal’e, diğeri Komünist Enternasyonal’e bağlı iki Spor Enternasyonali kuruldu. Almanya başta gelmek üzere, hemen tüm başlıca kapitalist ülkelerde yığınsal işçi spor federasyonları kuruldu.

İşçilerin Spora İlgisinin Nedenleri

Peki, işçiler neden spor hareketlerine böyle büyük bir istek ve şevkle katılıyorlardı?

Neden, sosyalist ve komünist harekette her dönem bir grup sporu “gereksiz bir uğraş” olarak gördüğü halde hareketler işçilerin ilgisi nedeniyle sürekli spor konusuna eğilmek durumunda kalıyordu?

İlk neden, kapitalist üretim sürecinin işçi bireyleri nesneleştiren, iş tatminini sıfıra yaklaştıran yapısıydı. İşçiler sporla, işyeri dışında kendilerini ortaya koyabilecekleri ve bireysel bir tatmin de elde edebilecekleri, çalışma stresini atabilecekleri bir imkân buluyorlardı. Fabrika işi ne kadar ağır ve dayanılmaz ise, spora duyulan ilgi ve yönelim de o kadar büyük ve şevkli oluyordu. (Ki bugün de hala bu gerçek değişmemiştir.)

Aynı zamanda kapitalist toplumun yarattığı bireysel yabancılaşmaya karşı da spor, kolektivizmi ve grup ruhunu diri tutuyordu. Özellikle de futbol, doğa yürüyüşü, bisiklet, jimnastik gibi kolektif uyuma dayalı sporlar işçi sınıfı kültürünün gelişiminde özel bir rol oynamıştır.

Denilebilir ki spor, yabancılaşmış emeğin fiziksel ve psikolojik etkilerini azaltan bir panzehir rolünü oynamaktadır.

Kuşkusuz aynı zamanda spor bir afyon rolünü de oynamakta ve işçilere gerçek toplumsal sorunlardan kurtuluş yerine aldatıcı bir rahatlama da sağlıyordu.

Ancak 19. yy. sonu ve 20. yy. ilk yarısında sendikalara bağlı olarak veya işyerlerindeki işçi gruplarının inisiyatifiyle kurulan kulüpler ve bunların oluşturduğu federasyonlar işçileri “uyuşturan” değil canlandıran, sınıf mücadelesine yakınlaştıran rol oynadılar. Sosyalist ve komünist gençlik örgütleri işçi gençlik kitleleri arasındaki çalışmalarını önemli oranda işçi spor kulüplerinde gerçekleştirdiler.

Spor, aşağıda detaylarıyla göreceğimiz üzere, bu dönemde işçi sınıfı kültürünün en önemli ögelerinden birisi haline gelmişti.

İşçi Spor Kulüplerinin Gelişimi

ABD’de 1850’lerde ilk Sosyalist Jimnastik Birliği kurulmuştu. Ancak bu birlik ancak 1890’larda sağlam bir hale gelebildi. Almanya’da 1893’te işçilerin jimnastik ve bisiklet kulüpleri kurulmuştu. 1895’te İngiltere’de Clarion dergisi etrafında bir işçi bisiklet kulübü kurulmuştu. Aynı yıl Viyana’da (sonradan bütün Orta Avrupa’ya yayılacak) ilk işçi doğa yürüyüşü kulübü kurulmuştu. 1897’de Berlin’de bir işçi yüzme kulübü kuruldu. 1898’de ise ABD’de bir Sosyalist Bisikletçiler Kulübü kurulmuştu. Sadece Almanya’da 1. Emperyalist Dünya Savaşının başlangıcından önce, işçi spor kulüplerinin 350.000 üyesi vardı. 1913’te Belçika’nın Ghent kentinde Sosyalist Enternasyonal Bürosu’nun çağrısıyla Belçika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’dan işçi spor federasyonlarının temsilcilerinin katılımıyla Fizik Eğitiminin Sosyalist Enternasyonali kuruldu. Kısa süre sonra patlak verecek savaş, bu oluşumun varlığını da sonlandırdı. Ancak Ghent toplantısında kurulan bu Enternasyonal, 1920’de Luzern’de kurulacak Sosyalist İşçilerin Spor Enternasyonali’nin temelini atmış oldu.

İşçi spor kulüpleri, burjuva sporunu, “herkese açık” olmamakla eleştiriyor ve halk kitlelerinin katılımını sağlamaya çalışıyordu. Ancak bunun ötesinde, işçi sporu, rekabetçi kapitalist değerlerle mücadelenin bir aracıydı. İşçi sporunda amaç ruhsal yenilenme ve sınıf kardeşliğinin geliştirilmesiydi. Bu nedenle 1914 öncesi dönemde işçi sporu daha az rekabet içeren yüzme, jimnastik, bisiklet, doğa yürüyüşü gibi alanlarda gelişti. Yine, işçi spor kulüpleri burjuva sporunun milliyetçi ve şovenist yapısına karşı enternasyonalizmi ve bütün ülkelerin işçilerinin kızıl bayrak altında kardeşliğini savunuyordu.

1918 sonrası dönemde işçi spor hareketi devasa adımlarla büyüdü.

1920’de Ghent Enternasyonali yeniden diriltildi. 13-14 Eylül 1920’de İsviçre’nin Luzern kentinde yapılan toplantıda “İşçi Sporu ve Fizik Eğitimi için Uluslararası Birlik” kuruldu, bu yapı 1925’te adını değiştirerek “Sosyalist İşçilerin Spor Enternasyonali” (SİSE) adını aldı. Bu, Sosyalist Enternasyonal’e bağlı işçi spor enternasyonaliydi. Amsterdam Sendikalar Enternasyonali tarafından da destekleniyordu.

1921’de komünist spor kulüplerinden oluşan Kızıl Spor Enternasyonali (KSE) Moskova’da yapılan bir toplantıda kuruldu.

Almanya’da İşçilerin Jimnastik Topluluğu (ATB) adını değiştirerek İşçilerin Jimnastik ve Spor Topluluğu adını aldı. Amerikan Sosyalist Partisinin yayın organı The New York Call, bir beysbol ligi düzenledi. Avusturya’da bir futbol kulübü kuruldu.

İşçilerin tabandan basıncına yanıt olarak işçi sporu da daha fazla takım merkezli ve yarışmalara yönelik organize edilmeye başlandı.

Bu adım, işçi sporunun hızla kitleselleşmesine yol açtı.

Örneğin Almanya’da işçi spor kulüplerinin genel çatı örgütü olan ATUS’un üye sayısı 1929’a gelindiğinde 1.2 milyonu bulmuştu ve 12 spor dalında etkinlik gösteriyordu. ATUS’un üye sayısına, ATUS’tan dışlanan komünist spor federasyonunun üyesi dahil değildi.

1926’da ATUS, Almanya’daki en modern spor tesisi olan, 1.25 milyon Mark değerindeki Bundesschule’yi (Spor Okulu) Leipzig kentinde açtı.

ATUS’a bağlı İşçi Bisiklet Derneği (ARS) 1929 itibariyle 320.000 üyeye ulaşmakla kalmadı (dünyanın en büyük bisiklet örgütü oldu) aynı zamanda kooperatif usulü işleyen bir bisiklet fabrikası kurdu.

ATUS’un 1922’de Leipzig’de ve 1928’de Nuremberg’de ve keza komünistlerin 1929’da Berlin’de düzenlediği işçi spor festivallerinin her birine yaklaşık 100.000 kişi katıldı.

1928’de her iki spor enternasyonalinin toplam üye sayısı 2 milyonu aştı.

Avusturya ve Çekoslovakya, işçi spor hareketinin gelişkinliği bakımından Almanya’yı takip ediyorlardı.

Avusturya’da çeşitli işçi spor grupları 1919’da tek bir çatı altında birleşti. ASKÖ adlı bu birliğin üye sayısı 1931 yılında 247,416’ya ulaştı. Bir ASKÖ bileşeni olan İşçi Yüzme Derneği, 1930 yılında 10.000 kişiye ücretsiz yüzme dersleri vermişti (1931’de 14,083 ve 1932’de 28,738 kişi) ve bu kuruluşa ait üç kapalı yüzme havuzunda toplam 117,282 kişi akşam yüzmelerine katılıyordu.

Çekoslovakya’da işçi spor hareketi iki savaş arası dönemde 200.000 üyeye ulaştı. Çekoslovak İşçileri Jimnastik Derneği (DTJ) 1921, 1927 ve 1934 yıllarında Prag’da kitlesel işçi olimpiyatları düzenledi. Bu etkinliklere ortalama günde 35.000 izleyici katılıyordu.

Orta Avrupa’daki kadar güçlü ve yığınsal olmamakla birlikte işçi sporu diğer Avrupa ülkelerinde de mevcuttu: Belçika, İngiltere, Fransa, İtalya, ABD daha 1914 öncesinde bu tür örgütlenmelere sahipti. Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hollanda, Letonya, Norveç, Filistin, Polonya, Romanya, İsviçre, İspanya ve Yugoslavya’da ise işçi spor kulüpleri 1918 sonrasında kuruldular.

İşçi sporunun gürbüz gelişimini gösteren bir diğer veri de işçi spor basınıydı.

Alman ATUS’a bağlı kollar ve şubeler toplam 60 işçi spor gazetesi basıyor ve bunlar toplam 800.000 tiraja ulaşıyordu (yerel baskılar hariç). Ayrıca Kızıl Spor Enternasyonalinin Almanya seksiyonu da 11 bölgesel ve 4 ulusal gazete çıkartıyordu.

Avusturya’da ASKÖ’ye bağlı 12 gazete 220.000 tiraj yapıyordu. Ayrıca Viyana’da basılan Das Kleine Blatt gazetesinin spor eki “Sportblatt” adıyla çıkartılmaya başlanmıştı, bu da adet basılıyordu. Dünya çapında pek çok sosyalist ya da komünist gazete işçi sporları için sayfa ya da köşe yazısı ayırıyordu.

İşçi spor kulüpleri, genel olarak, burjuva spor kulüpleriyle müsabaka yapmıyor, ancak bir diğer işçi spor kulübüyle yanşıyordu. Spor etkinlikleri kalın bir çizgiyle sınıfsal olarak ikiye bölünmüştü. Milliyetçiliği, bencilliği, rekabeti yücelten ve paranın-piyasanın gücüyle büyüyen burjuva sporu ve onun karşısında enternasyonalizmi, işçi kitle katılımını, herkesin spor yapmasını, kardeşleşmeyi yücelten ve işçi hareketinin örgütsel gücüne dayanarak büyüyen işçi sporu.

İşçi spor hareketi bu yıllarda satrançtan jui-jitsu’ya kadar akla gelebilecek bütün spor dallarına yayıldı ve burjuva sporuna meydan okudu.

Deutsch’un Fikirleri

SİSE’nin Başkanı olan Avusturyalı Julius Deutsch, 1928’de “Spor ve Politika” adlı bir kitap yayımlayarak sosyalist bir işçi sporu teorisi geliştirmeye çalıştı.

Deutsch, işçi sınıfının devrimi zafere ulaştırmak için ahlaki ve kültürel olarak dönüşmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu amaçla, sosyalist hareketin birincil görevi, işçi sınıfını, burjuva düzen tarafından konulduğu kayıtsızlık hapishanesinden kurtarmak ve işçi sınıfına medya, zorunlu okul sistemi, sanat vb. araçlarla aktarılan burjuva değerlere karşı mücadele etmekti. Bu amaçla işçi kitle çalışması özellikle işçi gençlik içinde yoğunlaştırılmalıydı. Kitle sporu, bu bakımdan sınıf mücadelesinin bir aracı haline getirilebilirdi.

Sınıf karşıtlıkları, tüm toplumsal alanlarda olduğu gibi, sporda da belirgindi. Burjuva sporu; burjuva kültürünü ve burjuva ahlaki değerleri yansıtıyordu. Burjuva hegemonyası altında, sporlar giderek artan derecede rekabetçi, bireysel ve profesyonel hale getiriliyordu. Kalite ve kazanç kavramları piyasanın kavramlarına paralel olarak gelişiyordu. Dahası, burjuva spor federasyonları giderek milliyetçi ve savaş yanlısı merkezlere dönüşüyordu. Birçok ülkede spor kulüpleri faşist partilere yaklaşıyor, hatta bazıları faşist milisleri örgütlüyordu. Burjuva sporu emek ve sermaye arasında sahte bir uyum duygusu yaratmaya çalışıyor ve örgütlü işçi sınıfını “ulusal birliği bozmakla” itham ediyordu.

Profesyonel sporcular yığınları etkileyebilirdi, ama onların rol-modeli olamazlardı. Çünkü onların başarıları özel fizik eğitiminden ve uzmanlaşmadan geçiyordu. Uzman sporcular bazı kaslarını diğerleri aleyhine geliştiriyordu. Kitlelerin doğrudan katılabileceği bir spor yaratılmalıydı; kitlelerin kahramanlara imrenerek bakacağı bir ilişki biçimi değil.

Dolayısıyla, diyordu Deutsch, spor etkinliklerini tamamen farklı ilkeler altında geliştirecek proleter spor kulüplerine ihtiyaç vardı. İşçi sporu “kolektif’ temelde gelişmeli, performansı geliştirmek için rekabet dışında araçlar bulmalıydı. İşçi sporu potansiyel şampiyonları eğitmeye özel olarak odaklanmamalı, rekor kırmayı temel amacı haline getirmemeli, ama herkese sporlara katılma olanağını sunmalıydı.

İşçi sporu, bütün bedenin uyumlu gelişimini ve güçlendirilmesini hedeflemeliydi. Şiddet ve saldırganlığın her türlüsünden arındırılmış dostça ve ortakça bir atmosferde gerçekleştirilmeliydi.

Stratejik olarak, proleter sporunun temel bir hedefi de işçi gençlik kitlelerinin sosyalist harekete katılımının sağlanması olmalıydı.

Burjuva Olimpiyatları Ve İşçi Spor Hareketi

İşçi spor hareketinin doruk noktaları, hiç kuşkusuz Sosyalist ve Komünist Enternasyonaller tarafından düzenlenen karşı-olimpiyatlardı. Bunlar sırasıyla “İşçi Olimpiyatları” ve “Spartakiyatlar” adını aldılar. Özel bir şirket olan Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin düzenlediği burjuva olimpiyatları, işçi sınıfı tarafından hem ideolojik hem de politik olarak eleştirildi, mahkûm edildi. Baron Pierre de Coubertin adlı bir Fransız soylusu tarafından başlatılan burjuva olimpiyatları milliyetçiliğin, şovenizmin ve rekabetçiliğin temelinde yükseliyordu.

İşçi olimpiyatları, her ulustan onbinlerce işçiyi pratik olarak buluşturarak, işçilerin sınıf kardeşliğini kitlelere kanıtlıyordu. SİSE yöneticisi Fritz Wildung’un söylediği üzere:

“Bizim Uluslararası Spor ve Kültür-Fizik Enternasyonalimiz, politik ve sendikal enternasyonallerden belli bir bakımdan farklıdır; çünkü o, üyelerini doğrudan eylem için bir araya getirir. ... Bizim spor etkinliklerimizde bizler, birbirimizle göz göze gelmeli ve karşımızdakilerin düşman olmadığını bizzat görmeliyiz, bütün insanların kardeş olduğunu deneyimlemeliyiz ... Kapitalizmin yaydığı büyük dünya çapında yalanların yok edilmesinde ve insanların ayrılıklarından bin kat daha fazla birlik olduklarını görmelerinde en güçlü çıkarımız vardır.”

Profesyonel sporcuların (spor yapmak üzere ücret alanların) burjuva olimpiyatlara katılması yasaktı. Böylece sadece hali vakti yerinde burjuva, toprak sahibi ve küçük burjuvalar bu oyunlara katılabiliyordu. Olimpiyatlarda bu yıllarda atletlerin büyük çoğunluğu zengin ailelerin çocuklarıydı. (Bu yasak sonradan kaldırıldı.)

Keza burjuva olimpiyatlarında kadın atletlerin katılımına çok nadir olarak izin veriliyordu. İşçi olimpiyatlarında ise kadın işçiler önemli sayılarda katılım sağlıyorlardı.

İşçi olimpiyatları yolunda ilk büyük uluslararası spor festivali 1921’de Prag’da yapıldı. Resmi adı İşçi Olimpiyatı olmamakla birlikte 11 ülkeden işçi sporcuların yer aldığı bu etkinlik olimpik karakterdeydi. 1920 Antwerp ve 1924 Paris Olimpiyatları’nda 1. Dünya Savaşı’ndaki “mağlup ulusların” katılımı yasaklanmıştı. Oysa Prag İşçi Spor Festivali’nde bütün uluslardan işçiler birleşti. (Gerçi 2. Enternasyonal savaş esnasında ulusal şovenizmin batağına batmıştı ama savaş sona erdiğinde demokratik ve enternasyonalist işçi kültürünü yeniden canlandırmaya çalıştı.)

İlk resmi İşçi Olimpiyatı ise Almanya’nın Frankfurt kentinde 1925’te yapıldı. Sovyetler Birliği’nden sporcuların ve komünist spor kulüplerinin katılımının yasaklanması gibi bir kara lekeye rağmen, Frankfurt İşçi Olimpiyatı genel katılım bakımından oldukça başarılıydı (19 ülkeden sporcular ve toplam izleyici).

Frankfurt İşçi Olimpiyatları’nın sloganı “Bir daha savaş istemiyoruz” idi. İşçi olimpiyatlarının açılış ve kapanış törenlerinde ulusal bayraklar dalgalandırılmadı, ulusal marşlar çalınmadı. Sadece işçi sınıfının kızıl bayrağı dalgalandırıldı ve Enternasyonal marşı çalındı. (Burjuva olimpiyatları da 1936’ya kadar “Olimpiyat Marşı”yla açılıyordu. Ancak Nazilerin ev sahipliğinde yapılan 1936 Berlin Olimpiyatları’ndan itibaren olimpiyatlar, ev sahibi ülkenin milli marşıyla açılmaya başlandı.)

Frankfurt’un açılış seremonisinde 1200 işçiden oluşan bir koro marşlar söyledi. Bir kültür etkinliğinde 60.000 ‘aktör’, “İşçiler Dünya İçin Mücadele Ediyor” adlı bir “oyunu” sergiledi. Şiir ve müzik etkinlikleri, satranç müsabakaları, seminerler ve sanat da programda yer aldı.

Bütün atletler bir kitlesel spor etkinliğine katılmakla yükümlü kılındı. İşçi olimpiyatlarının hemen bütün izleyicileri de bu kitlesel jimnastik etkinliklerinde yer aldılar. Keza tüm izleyicilere koşu vb. yarışmalara katılma hakkı tanındı. Böylece sporcu-izleyici ayrımı bir ölçüde aşılmaya çalışıldı. İşçi olimpiyatları için pek çok ülkeden gelen işçiler, işçi evlerinde ağırlandı. Büyük kitlesel korolarla söylenen işçi marşları kitleleri mücadele saflarına katıyordu. Kuşkusuz yarış-rekabet de tümüyle dışlanmıyordu. Hatta kadınlar 100 metre dünya rekoru dahi kırıldı (ancak resmi olarak tanınmadı).

1925 Frankfurt İşçi Olimpiyatı’ndan dışlanan Kızıl Spor Enternasyonali, buna yanıt olarak 1928’de Moskova’da 1. Spartakiyat Oyunları’nı düzenledi. Spartakiyat oyunlarında, 18 ülkeden toplam 7000 atlet yer aldı. Kış Spartakiyadı ise aynı yıl Oslo’da yapıldı.

SİSE, üye federasyonlarına Spartakiyatlara katılmayı da yasakladı.

2. Spartakiyat Oyunları’nın 1931’de Berlin’de yapılması planlandı. Ancak bu Spartakiyat, Alman devleti tarafından yasaklandı. Bu yüzden Moskova’ya kaydırıldı ve orada gerçekleştirildi.

KSE’nin Spartakiyat oyunlarında burjuva olimpiyatların eleştirisi daha köktenci bir biçimde yapıldı. Antik Yunan’ın köleci geleneği olan olimpiyatlara karşı köle isyanlarının lideri Spartaküs’ün adı yüceltiliyordu. Köleci Roma’ya karşı bütün kavimlerden köleleri birleştirip ayaklandıran Spartaküs’ün enternasyonal mirası vurgulanıyordu.

KSE, aynı zamanda sporu “devrimci sınıf mücadelesinin politik bir aracı” olarak ilan ederek, sosyal-demokratların spora yaklaşımını da eleştiriyordu.

2. İşçi Olimpiyatları SİSE tarafından 1931 yılında Avusturya’da yapıldı. Kış Oyunları Mürzzuschlag’da, Yaz Oyunları ise Viyana’da gerçekleştirildi.

SİSE 1931’de artık 350.000’i kadın olmak üzere 2 milyona yakın üyeye ulaşmıştı. Gerek burjuva olimpiyatlarında gerekse burjuva spor kulüplerinde kadın katılımının düzeyi düşünüldüğünde işçi spor hareketinin sağladığı kadın katılımı düzeyi, dönemine göre oldukça ileriydi.

Viyana İşçi Olimpiyatları’nın programında şunlar yer alıyordu:

“Çocukların spor festivali, kızıl şahinler gençlik grubunun buluşması, bütün atletik disiplinlerde 220 yarışma, olimpik şampiyonalar, ulusal yarışmalar, dostluk maçları, şehir oyunları, Viyana’da koşma ve yüzme programı, sanatsal gösterimler, tiyatro gösterimleri, havai fişek gösterileri, festival yürüyüşü ve kitlesel spor etkinlikleri.”

Onbinlerce işçi Viyana’ya akarken, Viyana belediyesini elinde bulunduran sosyal demokratlar belediye olanaklarıyla konukları ağırlamak ve etkinlikler organize etmek için çalıştılar.

Viyana’ya 26 ülkeden toplam sporcu ve 250.000 izleyici katıldı. 2. İşçi Olimpiyatları, gerek sporcu gerekse izleyici sayıları bakımından 1932 Los Angeles (burjuva) olimpiyatlarını geçti.

Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi ve Almanya’nın kısa süre sonra Avusturya’yı da işgal etmesi, işçi sporuna çok ağır bir darbe vurdu. Zira bu iki ülke işçi spor hareketinin merkezleri konumundaydı. Faşistler işçi spor kulüplerini ezdiler. Sporu Cermen ulusunun ırksal üstünlüğü temeline oturttular. Nazi Spor Müdürü Hans von Tschammer und Osten: “Spor zayıfları, Yahudileri ve öteki istenmeyenleri ayıklamanın bir aracıdır” diyordu. Nazi faşistleri de kitlesel spor etkinlikleri düzenlediler; ancak onların amacı işçileri ekonomik ve siyasal sorunlardan uzaklaştırmak ve Cermen ırkçılığıyla zehirlemekti.

1936 burjuva olimpiyatları Nazi Almanya’sında Berlin’de gerçekleştirildi. Nazilerin olimpiyatlara Yahudi ve Siyahların katılımını yasaklamak istemesi dünyada genel bir demokratik tepki doğurdu. Diğer ülkelerin katılımına sınırlama koyamasa da Almanya kendi takımlarında Yahudi ve Çingene katılımını neredeyse tümüyle yasakladı.

“Kaderin cilvesine” bakın ki, oyunlar sırasında siyah atlet Jesse Owens “üstün ırk” Cermenleri geçti! Bu durum Hitler’in stadı kızgınlıkla terk etmesine yol açtı.

1936 Berlin Olimpiyatları’nın bir faşist Nazi propagandasına dönüştürülmesine karşı SİSE ve KSE ortak bir karar alarak aynı yıl İspanya’da bir antifaşist “Halk Olimpiyatı” düzenlediler. İspanya Halk Cephesi hükümeti de Berlin Olimpiyatları’nı boykot edeceğini açıklayarak Halk Olimpiyatı’nın örgütlenmesini fiilen üstlendi.

Halk Olimpiyatı, 22 ülkeden atletin katılımıyla 19 Temmuz 1936’da Barselona’da başlayacaktı. Halk Olimpiyatı’nın manifestosunda Berlin Olimpiyatları’nın ırkçılığa dayandığı için “Gerçek olimpiyat ruhuna aykırı” olduğu belirtildi. Halk Olimpiyatı’nın “insanların ve ırkların kardeşliğine” dayandığı, dolayısıyla gerçek olimpiyat ruhunu temsil ettiği ifade edildi. KSE 1935 sonlarından itibaren, “Olimpiyat Fikrini Savunma Uluslararası Komitesi” kurarak, 1936 Berlin Olimpiyatları’na boykot örgütlemeye çalışmıştı. (Bu söylemle burjuva olimpiyatlarının eleştirisi de Halk Cephesi formuna uydurulmuş oluyordu.)

Ancak Halk Olimpiyatı, 18 Temmuz’da gerçekleşen Franco’nun faşist darbesi nedeniyle başlamadan bitirildi. Halk Olimpiyatları’na katılmak için gelen sporcuların pek çoğu (en az 200’ü) İspanya’da kalarak, faşizme karşı savaşa katıldı. Atletler, İç Savaş’a katılan ilk uluslararası gönüllüler oldular ve ilerleyen dönemde kurulacak Uluslararası Tugayların temelini attılar. Aralarında şehit düşenler de oldu. Örneğin Jaccod Menchter adlı bir Avusturyalı atlet, daha darbenin ilk gününde, faşistlerin elindeki Atarazanas kışlasına yönelik devrimci saldırı esnasında şehit düştü.

Son İşçi Olimpiyatı, 1937’de Belçika’nın Antwerp kentinde (yaz oyunları) ve Çekoslovakya’nın Johannesbad kentinde (kış oyunları) gerçekleştirildi.

Frankfurt veya Viyana’nın çapına ulaşmasa da, Antwerp İşçi Olimpiyatları da kitlesel ve görkemli biçimde gerçekleştirildi. Faşizme karşı direniş vurgusunun öne çıktığı Antwerp’e 17 ülkeden 27.000 işçi sporcu katıldı. Festival yürüyüşünde 200.000 kişi yer aldı. Önceki işçi olimpiyatlarına ev sahipliği yapan Almanya ve Avusturya’dan sadece mülteciler katılabildi. Çekoslovakya işçi spor hareketi kitlesel biçimde katılım sağlarken, iki yıl sonra bu ülke de faşist işgal altına girecek ve işçi spor kulüpleri ezilecekti.

Bir sonraki İşçi Olimpiyatları 1943 yılında Helsinki’de yapılmak üzere planlandı ancak patlak veren savaştan dolayı bu gerçekleştirilemedi.

Kızıl Spor Enternasyonali (KSE)

Resmi adı “Kızıl Spor ve Jimnastik Örgütleri Uluslararası Birliği” olan Kızıl Spor Enternasyonali, Sportintern kısaltmasını kullanmıştır.

Kızıl Spor Enternasyonali; Komünist Enternasyonal’in 3. Kongresi için Moskova’da hazır bulunan delegelerden bir kısmının, Nikolai Podvoisky’nin çağrısıyla toplanması üzerine kuruldu. Sovyet askeri eğitiminden sorumlu Podvoisky, sporun özellikle işçi gençlik kitleleri arasında geliştirilmesini önemsiyordu. 23 Temmuz 1921’de Podvoisky’nin çağrısıyla toplanan delegeler, Kızıl Spor Enternasyonali’nin kuruluşunu ilan etti, bir bildirge yayımladı ve bir Yürütme Kurulu seçti. Toplantıya Sovyet Rusya, Almanya, Çekoslovakya, Fransa, İsveç, İtalya, Hollanda ve Alsas-Loren’den temsilciler katıldı. Podvoisky, KSE’nin Başkanı seçildi. Kuruluş Kongresi, Kızıl Spor Enternasyonali’nin misyonunu şöyle tanımladı:

“Dünyanın bütün ülkelerinde devrimci proleter spor ve jimnastik örgütlerinin yaratılması ve birleştirilmesi ve bu spor örgütlerinin proletaryanın sınıf mücadelesi için birer destek merkezine dönüştürülmesi.”

Sportintern, sporu sınıf mücadelesinin doğrudan bir aracı olarak görüyordu. Podvoisky’nin 1925’te ortaya koyduğu görüş açısı şöyleydi:

“Sporu ve jimnastiği devrimci sınıf mücadelesinin bir silahına çevirin; işçilerin ve köylülerin dikkatini sınıf örgütlenmelerinin ve mücadelelerinin en iyi araçlarından, yöntemlerinden ve silahlarından birisi olarak spor ve jimnastiğe yoğunlaştırın.”

Sportintern, mevcut işçi spor kitle örgütleri içinde çalışmak, bunları devrimci çizgiye çekmek ve “Menşevik Luzern Spor Enternasyonali’ne karşı mücadele etmek” hedeflerini formüle etti. Komünist Enternasyonal de aldığı bir kararda işçi spor kulüpleri içinde çalışmanın önemini vurguluyordu:

“İşçi kitlelerinin işçi spor örgütlerine kitlesel akışı dikkate alınarak, bütün ülkelerdeki komünistler, bu örgütlere girmeli ve bunları kapitalizmin devrilmesi ve komünizm için bilinçli savaşım organlarına dönüştürmelidirler.”

KSE bu doğrultuda, işçi spor kulüpleri içinde kitle çalışması yürüttü. İşçi spor kulüplerinin bulunmadığı yerlerde ise kendisi bu kulüplerin kuruluşuna önayak oldu. Sosyal demokratların yönetimindeki spor kulüplerinde gereken kitleselliği sağladığında, bu kulüplerde bir bölünme örgütleyerek KSE’ye bağladı.

KSE Sovyet Rusya’da kurulduğu halde, henüz bu tarihte Rusya’da resmi bir spor örgütü dahi yoktu, zira Sovyet düzeni iç savaşla boğuşuyordu. Ancak Almanya’da komünistlerin egemenliğinde kitlesel spor örgütleri vardı ve hareketin merkezi de uzun süre Almanya olarak kaldı. KSE 2. Kongresi’ni Temmuz 1922’de Berlin’de yaptı.

100.000 üyeli Çekoslovak İşçi Jimnastik Birlikleri Federasyonu’nun ana gövdesi de KSE’ye katıldı. 1923’te Fransız İşçileri Spor Federasyonu’nda bir bölünme yaşandı ve bu örgütün %80’i Kızıl Spor Enternasyonali’ne katıldı. Fransa, KSE’nin kitlesel örgütlenmesinin oluşturulduğu 3. ülke oldu.

Ekim 1924’te KSE 3. Kongresi Moskova’da toplandı. KSE Yürütme Kurulu genişletilerek Komünist Gençlik Enternasyonali’nin Yürütme Kurulu’ndan 4 üye alındı. Bu tarihten itibaren KSE pratikte Komünist Gençlik Enternasyonali’ne bağlanmış oldu. KGE faaliyetlerinde ise işçi spor hareketi çok önemli bir yer tutmaya başladı. Özellikle işçi gençliğin kazanılması bakımından işçi spor kulüpleri bir mücadele okulu olarak rol oynadılar.

3. Kongre’den sonra KSE örgütlenmesi genişlemeye devam etti ve şu ülkelerde de spor birliklerinde etki kurdu: Norveç, İtalya, Finlandiya, İsviçre, İsveç, ABD, Estonya, Bulgaristan ve Uruguay.

KSE’nin büyüyen örgütsel gücü, sosyal demokrat SİSE’nin “KSE’yle ortak bir İşçi Olimpiyatı” örgütleme tartışması yürütmesine yol açtı. Ancak sosyal demokrat ve komünistler arasındaki genel politik çatışma nedeniyle bu mümkün olmadı. Münih’te bir spor etkinliğinde komünistlerin sosyal demokratları teşhir etmesi kopma noktası oldu. SİSE, Frankfurt İşçi Olimpiyatı’nda KSE’ye bağlı spor kulüplerinin ve Sovyet sporcularının katılımını yasakladı. Bu, hiç kuşkusuz SİSE için utanç verici bir tutumdu.

KSE 4. Kongresi, 1928’de Moskova’da yapıldı. O dönemin Komintern taktiklerine uygun olarak (sosyal-faşizm tezi ve faşizme karşı mücadelenin sosyal demokrasiye karşı mücadeleye bağlanması) işçi spor hareketi içinde sosyal demokratlar ve SİSE ana düşman olarak görüldü. Sosyal demokrat spor kulüplerine karşı mücadeleyi yükseltme kararı alındı. 1925’te komünist spor kulüplerini ve Sovyet sporcuları dışladığı için SİSE’yi eleştiren KSE, bu kez tersine bir çizgiyi benimsiyordu. Ancak daha sonra Komintern’in “Halk Cephesi” taktiğini benimsemesiyle iki spor enternasyonali birlikte davranmaya başladı. Yukarıda andığımız Barcelona ve Antwerp İşçi Olimpiyatları ortak örgütlendi. KSE, 1929’da İspanya’da bir seksiyon örgütledi. 1936’da Halk Olimpiyatlarının Barselona’da yapılmasında komünistler belirleyici bir rol oynadılar.

Kızıl Spor Enternasyonali, Komintern Yürütme Kurulu’nun Nisan 1937 tarihli toplantısında feshedildi.

David A. Steinberg’in saptamasıyla; “Luzern Spor Enternasyonali’nin (SİSE, bn.) ana kaygısı, devrimci bir enternasyonalin yaratılmasından ziyade, güçlü bir kültürel ve eğitsel hareketin geliştirilmesiydi. ... Hem burjuva spor kulüplerine hem de ‘reformist ’ işçi spor kulüplerine muhalefet içinde ortaya çıkan KSE, sınıf mücadelesinin politik aracı olan bir spor enternasyonali yaratmaya çalıştı.”

KSE, işçileri Komünist Partilerine katmakta ve aktif mücadeleye çekmekte başarılı oldu. SİSE ise kitlesel işçi spor etkinliklerinin örgütlenmesinde birkaç adım önde oldu.

Sonuç Yerine

1952’den itibaren SSCB Olimpiyatlara katılma kararı aldı. Böylece “kapitalizmle yarışta” spor alanında bir üstünlük gösterisi yapmayı önüne koydu. Hakikaten de Sovyet sporcular katıldıkları her olimpiyattan ağırlıklarınca madalyayla döndüler. Ancak karşılığında, burjuva olimpiyatları spor dünyasına egemen oldu.

KSE’nin feshedilmesinden sonra, Spartakiyatlar artık tek tek sosyalist ülkelerin ulusal spor organizasyonları haline geldi ve bu biçimde sürdürüldü. En güçlüleri SSCB Halklarının Spartakiyadı, Çekoslovakya ve Arnavutluk Spartakiyatları oldu. (Bütün halka açık olan SSCB Halklarının Spartakiyadı, 4 yılda bir yapılıyordu ve katılım sayıları muazzamdı. Örneğin 1956’da yapılan 1.sine 20 milyon, 1975’te yapılan 6.sına toplam 90 milyon kişi atlet olarak katılmıştı!)

1945 sonrası dönemde sosyal demokrat partiler de ayrı İşçi Olimpiyatları yapmaktan vazgeçtiler. İşçi spor kulüpleri giderek sınıfsal renklerini yitirdiler ve burjuva sporu içinde eridiler. Sosyal Demokrat İşçi Spor Federasyonu da 1986’da Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne başvurdu ve resmen “tanındı”. Burjuva sporunu “dışarıdan” ve “karşıdan” eleştiren ve ayrı bir ilişki ağı oluşturan bir işçi spor hareketi esasen 2. paylaşım savaşından sonra ortadan kalktı.

Sporda sınıf karşıtlıkları artık daha ziyade sosyalist ülkelerin spor kulüpleriyle kapitalist ülkelerin spor kulüpleri arasındaki karşıtlık biçimini aldı. Sosyalist ülkelerdeki çürüme ve kapitalist restorasyon süreçleri bu çelişkinin de giderek önemsizleşmesine yol açtı. SSCB’nin dağıldığı 1991’den sonra ise burjuva sporu tüm dünyada dizginsiz bir hakimiyet kurdu.

Sporun küresel bir kapitalist meta haline getirildiği, burjuva spor kulüpleriyle onların yoksul-emekçi taraftarları arasındaki çelişkilerin giderek daha belirgin hale geldiği günümüzde, işçi spor kulüpleri deneyimi paha biçilmez değerdedir. Zira hem sporun işçi sınıfı kültürünün oluşumunda oynadığı rolü anımsatmaktadır, hem de sporun burjuva spor kulüplerinin tekeline bırakılmaması gerektiğini öğütlemektedir. Hem işçi gençliğin sınıf mücadelesine kazanılmasının önemli bir aracını gündeme sokmaktadır; hem de milliyetçiliğe, yozlaşmaya ve bireyci rekabete karşı spor aracılığıyla da mücadele edilebileceğini kanıtlamaktadır.

Spor toplumsal çelişkilerden bağımsız değildir. Yeni yeni beliren “endüstriyel futbol” eleştirisi ve sol-emekçi taraftar grupları da, gelişmekte olan sınıf çelişkilerinin spora yansımasından başka bir şey değildir.

Spor sadece egemen sınıfların uyutma, yozlaştırma, milliyetçiliği yayma, rekabeti körükleme aracı değildir; pekâlâ sınıf bilinçli işçilerin ellerinde kardeşliği büyütmenin, enternasyonal işçi dayanışmasını örmenin, sınıf bilincini uyandırmanın bir aracına da dönüştürülebilir. Bu bir irade ve bakış açısı sorunudur.

Özellikle işçi ve yoksul gençlik içinde yürütülecek kitle çalışmasında spor kulüpleri çok etkin bir araç olarak kullanılabilir. İşçi sınıfı gençliğinin serbest zamanlarını en büyük istekle ayırdığı bu uğraşı, onun özgürleşmesinin ve “zincirlerini kırmasının” bir aracına da çevrilebilir.

Yoksul semtlerde, işçi havzalarında kurulmuş ya da kurulacak işçi spor kulüpleri, sporun burjuva-kapitalist yozlaştırılmasına karşı, sosyalist kültürün ve işçi sınıfı değerlerinin yayıldığı birer odak haline getirilebilir. Tıpkı sendikalar gibi, işçi spor kulüpleri de geniş işçi kitlelerinin, özellikle de işçi-işsiz gençliğin demokratik ve sınıfsal aydınlanmasında ilk çıkış noktaları haline getirilebilir.

Yararlanılan Kaynaklar

1-David A. Steinberg, "The Worker Sports Internationals, 1920-28,” Journal of Contemporary History, vol. 13, no. 2 (April 1978), pp. 233-251

2-Robert F. Wheeler, Organized Sport and Organized Labor: The Worker's Sport Movement, Journal of Contemporary History, vol. 13, no. 2, Special Issue: Workers' Culture. (April 1978), pp. 191-210

3-Andre Gounot, Sport or Political Organization? Structures and Characteristics of the Red Sport International, 1921-1937, Journal of Sport History, Volume 28, no. 1, Spring 2001

4-Barbara Keys, Soviet Sport and Transnational Mass Culture in the 1930s, Journal of Contemporary History, Vol. 38, No. 3, Sport and Politics. (Jul., 2003), pp. 413-434

5-Sports Around the World [4 Volumes]: History, Culture, and Practice, editör: John Nauright, Charles Parrish, "Worker Sports, Europe” maddesi

6-Red Sport International, Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/Red_Sport_International

7-Socialist Workers' Sport International, Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/Socialist_Workers'_Sport_International

8-İşçi Hareketlerinin Futbolun Tarihsel Gelişim Süreçlerine Etkisi, Mustafa Yaşar ŞAHİN ve H. Mehmet TUNÇKOL, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Aralık 2010

9-Deutsch'un fikirleri için kaynak: Socialist Sports in Yiddish: The Bundist Sport Organization Morgnshtern in Interwar Poland, Roni Gechtman

10-“Doing it better than our enemy”, Ben Lewis, links.org.au

11-People's Olympiad, Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/People's_Olympiad

12-El proyecto de la olimpiada popular de Barcelona (1936), entre Comunismo internacional y Republicanismo regional, Andre Gounot, Kaynak: http://dialnet.unirioja.es/servlet/ articulo?codigo=2092511

13-Barcelona Halk Olimpiyatı Manifesto ve Programı, Kaynak: http://contentdm.warwick. ac.uk/cdm/compoundobject/collection/scw/id/2300/rec/5

14-Jaccod Menchter, primer Internacionalista, Ramon Pedregal Casanova, Kaynak: http://www.larepublica.es/2011/11/jaccod-menchter-primer-internacionalista/

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi