Siyasal İslamcıların Ulus Açmazı

Sisteme muhalif olanları dâhil siyasal İslamcılar, ulus, ulusal bilinç ve ulusal sorunla problemliler. Ulusçuluğu din dışı görerek, sekülerizm ve laiklikle ilişkilendirip reddediyorlar. Ulus yerine ümmet ve ümmet bilincini inşa etmeye çalışıyorlar. Bu nedenle Kürt sorununun nasıl bir sorun olduğun anlama yeteneği gösteremiyorlar. Özellikle Kürt kökenli kimi muhalif ya da liberal siyasal İslamcılar, Kürtlere yapılan zulme karşı çıkmakla birlikte, bunun bir adım ötesine geçemiyorlar. Ümmet bilincini ulusal bilince ve mücadeleye karşı inşa etmeye çalıştıkları için, bu onları yeniden sisteme bağlayan ideolojik ve politik bir açmaza dönüşüyor.

Muhalif, Kürt sorununa duyarlı siyasal İslamcılardan Haksöz Dergisi yazarı Hamza Türkmen, İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı S. Bülent Yılmaz ve Burhan Kavunlu’nun savunuları üzerinden ulusal sorunlara ve Kürt ulusal sorununa bakışlarını tartışacağız.

H. Türkmen’e göre “ulus kavramı, seküler temelde... Avrupa’daki ilahi olanın dışında oluşmuş”, “insanların renk, dil, kabile ve halklar (şuup) şeklinde tariflendiğinin Kur’an’da Allah’ın ayetlerinde fıtri bir özellik olduğunu, ulus kavramının ise tanrının müdahil olmadığı bir tanımlamaya dayandığını” belirtiyor. Yani “ulus ve ulus-devlet tamamen Avrupa’ya ve uzantısı Birleşik Amerika’ya ait kurgulanmış, seküler bir olgu ve kategoridir” diyor. Türkmen, kapitalist/emperyalist sömürgeciliği de bu şekilde açıklıyor: “Avrupa kurgulanmış bu projesini Avrupa dışı toplumları ve sekülerleştirmek ve ulus devlet formuyla yeni pazarlar oluşturabilmek için yeni ve güvenli bir pazar, ya da yeni bir sömürge alanı demektir.” İdealizm tam olarak böyle bir şey olsa gerek. İslamcılar bütün tarihi ve tarihi olguları kurgusal bir pencereden açıklıyor. “Tanrının müdahil olmadığı” ve “Kur’an’da yeri olmadığı” için ulus kavramını, dolayısıyla ulusal kurtuluşçu mücadeleyi reddediyorlar. Günümüze tarih dışından, kapitalizm öncesi zamandan bakıyorlar. İslamiyet’in kuruluş döneminin olgu ve kavramlarıyla günümüzü açıklamaya çalışıyorlar.

Eğer kapitalizmi yaşanmamış saymak mümkün olsaydı, şüphesiz ki bunu en çok biz komünistler isterdik. Fakat tarih niyetlerle ve kurgularla ilerlemiyor. Tarihi ve tarihi olguları yok sayarak, görmezden gelmek mümkün değildir. İlerlemeyi sağlayan nesnel ekonomik ve toplumsal yasalardır. Üretim ilişkileridir ve bu üretim ilişkilerine bağlı olarak kurulan insanlar/sınıflar arasındaki ilişkilerdir. Bu, insan/sınıf ilişki ve çelişkilerinin göksel bir olgu olarak değil, sınıf mücadelesi biçiminde dünyevi bir zeminde yaşanmasıdır. Tanrının ulus kavramına niye “müdahil olmadığı”nı biz bilemeyiz elbette, fakat ulusun nesnel tarihsel ve toplumsal bir olgu olduğunu söyleyebiliriz.

Elbette kapitalist burjuvazi, meta ihracının yanında kendi ideolojisini de ihraç etmiştir. Burjuva sınıfın kültür ve değerlerini, ideolojisini sömürgecilik ve sömürgeci hegemonyasını kurmak için yaygınlaştırmıştır. Fakat aynı kapitalizm/emperyalizm sömürgelerde hem keskinleşen sınıf çelişkilerinin üzerini örtmek, perdelemek, hem de kendisine yönelen ulusal kurtuluşçu devrimleri bastırmak için, feodal kurum ve ilişkileri ayakta tutmaya, dinsel gericiliği, aşiret yapısını, muhafazakârlığı, dindarlığı geliştirmeye çalışmıştır. Gerek Hristiyan, gerekse Müslüman toplumlarda din ve dinsel ilişki ve örgütlenmeler, emperyalist sömürgeciliğin en önemli dayanağına dönüşmüştür.

Burjuvazi daha 1800’lü yılların başlarında, burjuva aydınlanmacı/ilerlemeci rolünü tüketerek proletarya merkezli sınıf mücadelesine karşı feodal aristokrasi ve dinsel gericilikle uzlaşmıştır. Emperyalizm çağında ise, Müslüman-Hristiyan ayrımı yapmaksızın halkları sömürgeleştirerek, sömürgeci boyunduruğunu sürdürebilmek için siyasal ve toplumsal gericiliği örgütlemiştir. ABD emperyalizminin “soğuk savaş” dönemi boyunca İslami hareketler ve siyasal İslamcılar “yeşil kuşak” projesiyle Sovyetlere, işçi hareketine ve komünist harekete karşı kullanmadı mı? Siyasal İslamcılar -en azından bir kısmı bugün ABD karşıtı konumlanırken bu musibetten yeterli bir ideolojik, politik sonuç çıkarmış görünmüyorlar. Bugün yine hemen her fırsatta Marksizme saldırmaları da (“Katil, cani bir çocuğu (komünizm) arkasında bırakarak” -M. Pamak) bunu gösteriyor.

Burjuvazinin elbette dini de imanı da paradır. Çıkan gerektirdiğinde şeytanla da, tanrıyla da ittifak kurmaktan çekinmez. Fakat Türkmen’in belirttiği gibi “Avrupa dışı toplumları sekülerleştirmek” için, “ulus-devlet ihraç ettiğini” düşünmek saçmalıktır. Çünkü nüfusu Müslüman ya da Hristiyan olan halklarda “ulus-devlet” fikri, ulusal kurtuluş mücadelesi biçiminde emperyalizme ve emperyalist sömürgeciliğe yönelmiştir. Sömürge halkların, ulusların, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesine çoğunlukla işbirlikçileşen uzlaşıcı ulusal burjuvazi değil, küçük burjuvazi ve diğer emekçi sınıflar önderlik etmişlerdir. Bu süreç tamamlandığında klasik sömürgecilik yerini yeni sömürgeciliğe bırakarak çökmüştür. Sömürge ulusların çoğunun ulusal bağımsızlığını kazanıp kendi ulusal devletlerini kurmalarından sonra, süreç içerisinde işbirlikçi burjuvazi üzerinden yeni-sömürgecilik bağıyla yeniden emperyalizme bağımlı bir hale gelmeleri, ulusal kurtuluş mücadelelerinin haklı ve meşru olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

H. Türkmen’in sözlerini doğru kabul edersek, “kapitalist Avrupa”nın deniz aşın sömürgelerine “sekülerleştirmek” ve “ulus-devlet formuyla yeni pazar”lar oluşturmak için ulusçuluğu ihraç ettiğine, dolayısıyla sömürgelerdeki “ulusçuluk”, ulusal kurtuluş mücadelesi emperyalist sömürgeciliğe yöneldiğine göre, kendi egemenliğine karşı ulusal kurtuluş mücadelesi örgütlediğine inanmamız gerekecek. Elbette kapitalist/emperyalist sömürgecilikte, bu sömürgeciliğe karşı yönelen ulusal kurtuluşçu mücadeleler kimi bakımlardan çelişkili bir ilişki oluştursa da, bu, kurgusal değil nesnel bir ilişkidir. Çelişki şurada; kapitalizm kendi nesnel ekonomik yasalan gereği, daha fazla sömürmek için sömürgelerde de kapitalist meta ve pazar ilişkilerini geliştiriyor; gelişen bu kapitalist üretim ilişkileri de ulusal uyanışı/bilinci güçlendirerek ulusal kurtuluş mücadelesi biçiminde emperyalist sömürgeciliğe yöneliyor. Tıpkı, kapitalizmin kendi mezar kazıcısı olan proletaryayı da yaratarak gelişmesi gibi, sömürgelerde de uluslaşma ve ulusal bilincin gelişmesine neden oluyor. Kapitalist ekonominin gelişmesi, her yerde, kendisine en uygun siyasal form olarak ulusun ve ulus devletin gelişimine neden olmuş, koşullamıştır.

Cezayir halkının Fransız sömürgeciliğine karşı, Latin Amerika halklarının İspanyol, İngiliz ve ABD emperyalistlerine karşı, Vietnam halkının Fransız ve sonra ABD emperyalizmine karşı, Müslüman Malayların İngiliz sömürgeciliğine karşı, Hindistan’da -Müslümanlar dahil- İngiliz sömürgeciliğine karşı, Afrika halklarının Belçika, Portekiz, İtalyan ve Fransız sömürgeciliğine karşı, Müslüman Ortadoğu halklarının önce Osmanlı sömürgeciliğine, sonra ise İngiliz, Fransız sömürgeciliklerine karşı vb. ulusal kurtuluş mücadelelerini nasıl anlamamız gerekiyor? Söz konusu tarihsel süreçlerde bütün bu ulusal kurtuluşçu mücadelelerin bağımsızlık ve kendi ulusal devletlerini kurma mücadelesi olmaları doğal değil mi? Örneklerden de görüleceği gibi bütün bu mücadeleler din, dil, bölge farkı gözetmeksizin benzer içeriğe bürünerek ulusal bağımsızlığa yöneliyorlar. Din-İslamiyet, Hristiyanlık vb. bütün bu süreçlerde, ulusal mücadelenin yanında ya da karşısında, motivasyon kaynaklarından biri veya köstekleyicisi olarak konumlanıyor. Çoğunlukla da karşısında ve köstekleyici rol onuyor. Türkmen, bütün bu ulusal kurtuluş yürüten halklara ne diyecekti? Ulus kavramı kitapta yer almıyor, bu “gavur icadı”, tanrı müdahil değil, gelin siz bu yoldan vazgeçin mi diyecekti?! Nüfusu Müslüman değil de Hristiyan olan halklara söyleyecek bir sözü var mı? İslamın “evrensel”, “toplumsal kurtuluş” perspektifi yalnız Müslümanlar için mi? Gayrimüslim topluluk ve halklara önce Müslüman olmak dışında bir kurtuluş sunabiliyor mu? Daha önemlisi de yukarıda belirtilen bütün bu mücadeleler birincisi, ulusal mücadeleler mi, değil mi? İkincisi de, haklı ve meşru mu, değil mi?

Bu sorulara Türkmen’in yanıtı “Bu uluslaşma hikayesi maalesef ki ... Kürtler için de geçerlidir. Ezen milliyetçiliğe karşı ezilen milliyetçilik. Kürtlerin ezilen milliyetçiliğini anlayabiliriz. Ama yeni bir sekülerleşme, Batılılaşma, zalimleşme kaynağı olduğu için haklı bulmayız” şeklinde oluyor. “Anlayabilme” siyasal İslamcılar için bir mesafe olarak görebilir miyiz? Haklı bulmadığı bir şeyi nasıl anlamış olduğunu kendisine bırakalım. Yine de, elbette, bu bir mesafedir. Fakat bu O’nun ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında gerici bir pozisyonda olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

Burhan Kavunlu ise “Aslında Müslümanlar arasında, Türklerle Kürtlerin arasında bir sorun olmadığı, sorunun Lozan Barışı’ndan sonra... Türk ulusalcıları tarafından çıkarıldığı”, “Anadolu’nun İslamlaşması sürecinde Hristiyan Bizans’a karşı Türklerle Kürtlerin birlikte savaştıkları”, “Şii Safevilere karşı Sünni Osmanlılar safında savaşmak şeklinde tezahür ettiği”, “Anasır-i İslamiye’den görülen Kürt halkının İstiklal Savaşı döneminde Anadolu hareketini desteklediği” değerlendirmesi yapıyor.

Bu değerlendirmeye her hangi bir burjuva liberalinin, ya da Osmanlıcı bir milliyetçinin özel bir itirazının olacağını sanmıyoruz. Kavuncu mezhep farklılığı nedeniyle Şii İran’a karşı ittifakta da İslamiyet adına bir sakınca görmüyor. Bütün bu değerlendirmenin pek doğal sonucu ise, “Türkler ve Kürtler olarak ümmet bilinci içerisinde kardeşçe yaşamanın geçmişte mümkün olduğu, bugün de mümkün olacağı”dır. Yeter ki Türkler ve Kürtler ulusalcılığa bulaşmayın! Her şey bir tarafa; ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliğini bir tutanlar, ezen ulus milliyetçiliğine yedeklenmekten kurtulamaz.

Diyarbakır Özgür-Der Başkam S. Bülent Yılmaz ise, TC’nin kuruluşuyla beraber inkâr ve asimilasyonun başladığını, Kürt halkı ve Kürdistan’ın inkâr edildiğini belirtiyor. Kürt halkına karşı uygulanan zulme, örnekler vererek karşı çıkıyor. Bu zulme karşı çıkmanın Kürtçülük olmadığını belirterek, Kürtçülüğü tanımlıyor! “Kürtçülük bugün Türkçünün durduğu yere Kürtlük adına talip olmaktır. Türkçü söylemi Kürtleştirmektir. Türkçü ideolojinin Kürde baktığı gibi Kürdün Türke ve diğer kavimlere bakmasıdır. Türk ulusalcılığını Kürtleştirmektir” diyor.

“Türkçülüğün durduğu yer” egemen ulus şovenizmidir. Kürtlerin bu yere talip olabilmesi için öncelikle egemen ulus olarak örgütlenmesi gerekir. Ezilen ulus konumunda olan Kürtlerin, egemen ulus şovenizmi geliştirmesi mümkün mü? Teorik olarak evet. Hatta bugün bile Kürdistan coğrafyasında azınlık durumunda olan Türklere ve diğer ulusal topluluklara karşı böyle bir asimilasyoncu ve baskıcı politika izlerse, bu ezilen ulus şovenizmi olarak tanımlanabilir. Veya Güney Kürdistan’da Kürtler, Türkmenlere ve diğer halklara karşı asimilasyoncu ve baskıcı bir politika izler ise, bu “Türkçünün durduğu yere” talip olmak olarak değerlendirilebilir.

Fakat bu söylem bugünkü gerçek pozisyon ve ilişkileri tanımlamaktan uzaktır. Somut ve politik olana, farazi ve teorik bakmaktır. Yılmaz da bu değerlendirmeyle ezen ve ezilen ulus milliyetçiliklerini eşitlemiş oluyor. Ortak olarak da Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini ve önderliğini “Türkçü söylemi Kürtleştiren” bir konumda gösteriyor. Bu, şüphesiz ki hasmane bir ideolojik yaklaşımdır. Ve açık bir demagojik söylemdir. Yılmaz bu söylemine egemen sınıflar asından da, sosyal-şoven sol, “sosyalist” güçler arasından da çok sayıda taraftar bulabilir.

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, özgün bir siyasi İslamcı şahsiyet. Ailesi Zilan katliamından kurtularak Çanakkale’ye sürgün edilen, orada asimde olan, uzun yıllar MHP’de siyaset yapan, daha sonra Kürt kimliğiyle de yüzleşerek siyasal İslamcı olan bir kişi... Değerlendirmelerinde Kürtlere karşı uygulanan zulme karşı çıkıyor, Müslümanların bu zulme sessiz kalmalarını eleştirerek nedenlerini irdeliyor. Sonra O da Yılmaz gibi kavmiyatçılığı tartışıyor:

“Kavmiyatçılık olması hasebiyle Arapçılık da, Türkçülük de, Kürtçülük de sonuçta İslam dışıdır ve haramdı. Buna rağmen... Arap ve Türk kavmiyatçılıkları adaletsizlik yapan, zulmeden tarafı oluştururken, Kürt kavmiyetçiliği bu adaletsizliklere ve zulümlere karşı haklı bir itirazı ve tepkiyi ifade ederek ortaya çıkmıştır. Ancak, durması gereken yerde durmayıp, İslam hudutlarını aşarak seküler değerlere savrulması ve zulme itiraz boyutunu aşarak kavmiyetçiliğe yönelmesi bakımından da alternatif bir zulme kaymış bulunmaktadır.”

Siyasal İslamcıların düşünce kodlarını, bilinç altılarını yönelen en temel düstur, sola, sosyalizme, marksizme düşman olmaktır. Bunu ilk fırsatta yansıtıyorlar. Ne geçmişlerinden, ne de günümüzden sonuç çıkarmıyorlar. Bu düşmanlık onların ideolojilerinin bir gereği... PKK’nin sol ve sosyalist bir terminolojiye sahip olması, onların düşmanca yaklaşımlarında önemli bir unsur. Resmi “sekülerleştirici Türkçü” ideolojiye karşıtlıklarından misliyle kat fazla sosyalizme, marksizme düşmanlar. Her durumda ideolojik davranıyorlar.

Demagoji yapmanın da bir ölçütü yok mu? Bu kadar ayarsız, ölçüsüzlük ve ucuz söylem siyasal İslamcıları, karşı olduklarını söyledikleri sisteme benzetiyor. Kürt halkı ne yapmış da “alternatif bir zulme” kaymış? Kime ve nasıl bir zulüm yapmış? Ulusal demokratik hareketin önderliğinin geçmişteki kimi eylemleri eleştirilebilir. Bizim de yanlış gördüğümüz, örneğin sivilleri de hedef alan eylemler olduğunda eleştirdik. Peki, siz tam olarak neyi eleştiriyorsunuz? “Alternatif zulüm” demagojik söyleminin bir kanıtı/dayanağı var mı?

Bu “durması gereken yer” tam olarak neresi? “İslam hudutlarını” aştığına göre, “İslam hudutları” nerede başlıyor? Zulme karşı çıkmak meşrudur ama bir ulus gibi davranmamalısınız, ulusal taleplerde bulunmamalısınız, diyor Pamak. Çünkü bu “kavmiyetçiliğe” girer, İslam’da ve Kur’an’da yeri yoktur! Açıktan karşı çıkılan ulus bilinci ve ulusal taleplerdir. Öyle ki, Pamak ulus kavramını dahi kullanmıyor, tarihsel bakımdan ulus öncesi bir kategori olan kavimlerden, kavimcilikten söz ediyor. 600’lü, 700’lü yıllarda yaşamaya devam ediyor!

Pamak ve siyasal İslamcılar “kavmiyetçilik” karşıtı bu sözleri İslamcı bir Çeçen militana söyleseler ne karşılık alırlar? Çeçenlerin kendi devletlerini kurma yönünde ulusal talepleri yok mu? Rusya’nın “Moskof gavuru” olması, Türklerle Kürtlerin Müslüman olması mı belirliyor ulusal talepleri? Ulusal zulmü yapanın Müslüman ya da Hristiyan olması neyi değiştiriyor? Sovyet işgaline karşı savaşan “Afgan mücahitleri” ulusal bir savaşım yürütmüyorlar mıydı? HAMAS’ın, Hizbullah’ın mücadelelerinin özü nedir, ulusalcı mı, İslamcı mı? Filistin’de İslamcı, ulusalcı, sosyalist vb. tümün direnişçi güçleri birleştiren, ortak hareket etmelerini sağlayan “dava” ulusal kurtuluş mücadelesi değil mi? HAMAS’ın İslamcı ideolojiyle yürüttüğü ulusal mücadele “kavmiyatçı” olmuyor mu? Biz, Hamas’ın siyasal pratiğine, eyleminin içeriğine, taleplerine bakarak mücadelesini destekliyoruz. İslamcı ideolojisine karşıyız, İslami devlet hedefini de benimsemiyoruz. Fakat bu bizlerin, bugünkü haklı ve meşru mücadelesini desteklememizi engellemiyor. Filistin halkının iradesine de saygı duyuyoruz. Şeyh Yasin’i öldüren İsrail saldırısına bütün benliğimizle öfke duymamızdan da alıkoymadı. Siz, Filistin’in, Çeçenistan’ın, Irak’ın ulusal davalarına sahip çıkarken, Kürtlerin ulusal mücadelesine ve taleplerine burun kıvırıyorsunuz. Öldürülen Kürt gerillalarına bir tek damla gözyaşı bile dökemiyorsunuz.

Kürtler, zulme karşı çıkın ama ulusal taleplerde bulunmayın keyfiyetini; yalnız İslam’la açıklayabilir misiniz? Savaşın karşı tarafını tanıyan, muhatap gören, sorunun ve çözümünün tarafı gören en alt düzeyde bir demokrat duruşa bile sahip değilsiniz. İmanınız ve vicdanınız geniş, takiyyeci ve çifte standartçı...

Kürt sorununun ulusal bir sorun olduğunu, ulusal kurtuluş sorunu olduğunu reddetmek, görmezden gelmek siyasal İslamcıların ideolojik bir tercihi olduğu kadar, politik bakımdan da gerici pozisyonlarını gizlemenin bir aracıdır. Günümüzde ulusal sorunlar, ulusların kendi kaderini tayin hakkında, yani kendi devletini kurma hakkında somutlanır. Bu ya haklı ve meşrudur, ya da gayrı meşru... Ya destekliyorsunuzdur ya da karşısındasınızdır. Siz hangi taraftasınız? Biz ulusal kurtuluşun temel ve vazgeçilmez bir hak olduğunu ama bunun yeterli olmadığını, toplumsal kurtuluşla birleşmesi gerektiğini söylüyoruz. Ayrılmak ya da birlikte yaşamak Kürt halkının özgür iradesiyle karar vereceği bir şeydir. Biz elbette Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşamasından yanayız ama öncelikle Kürt ulusunun ayrılma hakkını tanıyarak.

Pamak ve İslamcılar, “İslam âleminin topyekûn sekülerleştirilmeye çalışıldığını” söyleyerek somut sorundan kaçıyor. Sorunun özünü karartıyorlar. Pamak, Kürt ulusal sorununda çözümü nerede görüyor? O çözümü “iki boyutlu” olarak tanımlıyor:

“Birincisi, Batılı kodlara göre dizayn edilmiş mevcut sistemin... çağdaş batının görece özgürlükçü kodlarına göre ıslah edilmesi suretiyle... görece nispi bir iyileştirme”. “Birinci çözüm, mevcut sistemin içinde bir alternatif olarak, zalime zulmü durdurma, ya da azaltma çağrısıdır.”

Zalimler, bu kadar zulüm fazla, biraz az zulüm yapın. Zulüm yapmaktan vazgeçin! Zalimler bu çağrımızı duydular mı acaba?! Evet, işte bu kadar; soruna ve çözümüne dair somut konuşmak zorunlu olunca liberal bir “Batı taklitçiliği” açığa çıkıyor. Her sorunun müsebbibi olarak gördükleri Batı’ya sığınarak, onun değerleriyle sistem içi ıslah çalışması öneriyorlar. Ne bir fazla ne bir eksik.

İkinci olarak ise sorunun “gerçek, kalıcı ve adil çözümü İslami sistemin kurulması”dır. Bu ancak İslam birliği ütopyasına bağlı cennet vaadi içerebilir.

Tekrardan “somut” öneriye döndüğümüzde 6 madde halinde şunlar belirtiliyor: 1) Her kavmin kimliğine saygı gösterilmesi, özgürce yaşamaları, 2) Yerel, yerinden yönetim “bir nevi özerk”, “bir nevi eyalet” modeli, 3) Böylece “İslam toplumunun”, “küresel çapta ümmetin inşası”na, “şuraya, emaneti ehline vermeye” zemin oluşturma, 4) “İslami kimlik dışında üst kimlik” tanımlamasına gidilmemesi, 5)Yoksulluk ve işsizlikle, bölgesel dengesizliklerle mücadele edilmesi, 6) Bugüne kadar yapılan zulümden kaynaklı Kürt halkından özür dilenmesi...

Kuşkusuz bu öneriler ırkçılığın ve asimilasyonun reddedilmesi ya da bunun İslami bir şalla örtülmesidir. Kavmiyetçilik yerine ümmetçiliğin savunusu adına ulusal boyunduruğun kutsanmasından vazgeçilmesi bakımından önemlidir. Çünkü İslamcılar söz konusu Kürt sorunu olunca genellikle MGK’nın payandası olagelmiştir. Bu “ilerlemeye” rağmen yine de sormak gerekir: a) Kürdistan’daki sömürgeci boyunduruğun ortadan kaldırılmasından yana mısınız? b) Kürtçenin resmi dil, eğitim-öğretim dili olmasından yana mısınız? c) Her türlü söz ve örgütlenme özgürlüğü sağladıktan sonra birleşme ya da ayrılmaya dönük referandum yapılmasına taraftar mısınız? d) Kürtlerin kendi devletlerini kurma hakkını tanıyacak mısınız? Ve daha başlıca bir dizi soru sorulabilir. Bunlar bir yana koyduğun haliyle bu “çözüme” dair bazı sorularımız var. Öncelikle İslamiyet tarihi boyunca uygulanmış bir “şura” deneyimi var mı? Bildiğimiz, suikasta uğrayan Ömer’in ölmeden önce atadığı 6 kişilik şuradır. Onun da işlevi ve ömrü, kılıç zoruyla Osman’ın halife seçilmesiyle tamamlanmıştır.

“İslam birliği”, Müslüman olmayan halkların, farklı mezhepten olanların, ateistlerin vb. haklarını ve özgürlüklerini nasıl koruyacak? Gayrimüslimlere kelle vergisi dayatarak, Alevileri Sünnileşmeye zorlayarak, inanmayanları yok ederek mi? “Ümmet bilinci” dediğiniz dinsel/islami asimilasyon ve kimlik dayatması değil mi? “Ümmet bilinci”, ümmet içerisinde egemen olan “kavmin”, gücün, zümrenin egemenliği anlamına gelmiyor mu?

Din/İslam adına zulüm ve kıyım dışında tarihin tekerleğini geriye doğru nasıl çevireceksiniz? Her türlü zulme rağmen bunun başarılı olma şansı var mı? Pamak “ulus devletlerin” yerini “bölgesel birlik entegrasyonu” alacağını, “küresel çapta ümmetin inşa edileceğini” söylüyor. “Asr-ı saadet döneminde”, sınırlı nüfus ve dar bir coğrafyada bile birlik, barış ve ortak ümmet bilinci inşa edemeyen İslamiyet, bugün “küresel çapta” bunu nasıl yapacak?

İslam devleti, ulus-öncesi çağda Arap yarımadasından başlayarak gelişti. Bu devlet her dönem ve düpedüz Arap “kavmiyetçisi” oldu. O çağda bile kavmiyetçiliğe dayanan İslami devletleşme, kapitalizmin gelişmesinin en üst aşaması olan emperyalist çağda nasıl olacak da ulusal eşitsizliklerden, ulus olgusundan azade kalabilecek?

Hiçbir toplumsal kurtuluş projesi sınıfsal, ulusal ve toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmadan, buna yönelmeden “birlik” sağlayamaz. Bunun dışında sağlanan her birlik, eşitsizliklerin, adaletsiz insan olarak değil de dinine göre bakmasıyla; eşit, adil, hoşgörüye dayalı sömürüşüz bir toplumsal sistem kuramaz.

Genel olarak ulusal sorunlarda, özel olarak da Kürt ulusal sorunu karşısında; muhalif olanları dâhil siyasal İslamcılar, ulusal bilinci ve mücadeleyi hedeflerinin merkezine koyarak mevcut statükonun korunmasına ve devamına hizmet ediyorlar.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi