Faiz Neden “Haram” Sayılmıştır? İslami Sermaye Ve Faiz

Faiz, Hristiyanlık ve İslam dinlerince 'haram' sayılır ve yasaklanmıştır. Ve bu yasak, kaynağını her hangi bir dünyevi yasadan değil, Tanrıdan alır; Tanrısal, dinsel bir buyrukla suç sayılmış ve lanetlenmiştir. Peki faiz, neden 'haram' sayılmış ve yasaklanmıştır? Faizin 'haram' sayılmasının tarihsel ve iktisadi nedenleri nelerdir? Faizin bir sınıf içeriği var mıdır? Varsa nedir? İktisadi bir kavram olan, tarihsel bakımdan belirlenmiş verili üretim ilişkilerine tekabül eden faiz kavram ve kategorisini yasaklayan bu iki büyük dinin sözcülüğünü yapan burjuva kesimlerin çağımız gerçekleri karşısında pratik duruşları nasıldır?

Yurtdışında çalışan 800 bin ile 1 milyon Müslüman yurttaştan 'dava' adına 'kar ortaklığı' vaadiyle 30 milyar Euro'yu dolandıran İslamcı burjuvazi, gerçekte faize karşı mı? Yoksa faizcilik, 'kar ortaklığı' kamuflajı ve hilesiyle sürdürülmekte midir? MÜSİAD, İslamcı holdingler, AKP hükümeti kapitalist dünya ve Türkiye ekonomisinin faize dayanan para- sermaye hareketlerinin içinde mi, dışında mı? Eğer bu dünya ve Türkiye sisteminin içindeyseler; ekonomik, mali, ticari hareketlerini kapitalist dünya sisteminin gerekleri ve gereksinimleri temelinde yerine getiriyorlarsa bu durumda, “Faiz haramdır, günahtır, yasaktır” söylemlerinin bir değeri olabilir mi?

Sorular çoğaltılabilir. Ama gerekmiyor. Aşağıda bu sorunu ve bağlı sorunları tarihsel bir perspektiften, tarihsel kökleri ve evrimi içerisinde vermeye ve bazı güncel gerçekleri açıklamaya çalışacağız.

Kapitalizm Öncesi Sınıflı Toplumlarda Faiz Ve Tefeci

Tarihsel çağları birbirinden ayıran temel tarihsel olgu, her bir çağın farklı üretim tarzlarına tekabül etmesidir. Antik çağ bizlere köleci toplumu, Ortaçağ feodal toplumu, Modern çağ kapitalist toplumu/üretim tarzlarını verir, yansıtır.

Tefeci ve tüccar sermayesi, sermayenin en ilkel ve ilk biçimini oluşturur. Nasıl meta üretimi kapitalist meta üretiminden daha eskiyse, tefeci tüccar sermayesi de modern tefeci-tüccar sermayesinden daha eskidir.

İnsanın toplumsal tarihinin tanık olduğu ilk toplum biçimi, ilkel komünal toplum biçimidir. Artık-emeğin, artık-ürünün ortaya çıkışı ve gelişimi süreci, ticaretin de ortaya çıkışı ve gelişmesi süreci olmuştur. Komünal toplumun çözülerek yerini köleci topluma bırakması süreci, özel mülkiyetin, sömürünün, sınıfların doğuşu ve gelişim sürecidir. Tefeci-tüccar sermayesinin doğup gelişmesi olgusunun tarihsel kökleri, işte bu sürece dek uzar. Tefeci- tüccar sermayesinin Nuh Nebiden kalma sermaye olarak tanımlanmasının tarihsel ve sosyolojik nedeni de işte bu tarihsel gerçekte yatar.

Tefeci sermaye, asalak karaktere sahip bir sermaye kategorisidir. Hiçbir maddi değer üretmez. Aksine, toplumsal emek sürecinde yaratılan emek ürünlerine, artı emeğe para ticareti yoluyla el koyarak semirir. Para ticareti, tefeci sermayenin işidir. Faiz, tefeci sermayenin üretilen artı- emeğe el koyması ya da artı-emeğe, artı-ürüne el koyan egemen sınıf(lar)la bunu bölüşmesinin bir aracıdır. Tefeci sermaye, antik ve ortaçağda, para-servet yığılmasını temsil eder. Paradan para kazanır. Yani taş atmaz, kolu yorulmaz; ama havadan para servetine servet katar.

Tüccara, köle sahibine, büyük toprak sahiplerine, soylular takımına, emek araçlarına sahip küçük üreticilere, zanaatkarlara, köylülere borç para verir, onları borç batağına çeker; sonra tepesine biner, kanlarını bir sülük gibi emer.

Prekapitalist üretim tarzlarında tefeci sermaye, hem mülk sahibi, kendi emek araçlarına sahip emekçilerle hem de egemen sınıflarla ilişkilenir. Köleci ve feodal toplumlarda tefeci sermaye, bağımsız bir sermaye gücüdür. Üretimin bir unsuru değildir. Faiz getiren sermayenin tipik biçimini temsil eder. Üretim tarzlarının temellerine dokunmaz, çözmez, dağıtmaz; üretici güçleri geliştiren bir rol oynamaz. Antik ve feodal üretim tarzını sömürerek semirir. Meta üretimi ve meta ticareti ne kadar az gelişmişse o denli bağımsız bir güç halini alır. Üretici güçlerin geri gelişmişlik düzeyi, emek üretkenliğinin düşük düzeyi, tefeci sömürünün üretim tarzlarını zayıf düşürmesine, yoksullaşmasına, yoksulluğun gelişmesine, büyümesine yol açar. Tefeci sermaye, yüksek faiz oranlarıyla artı-emeğe, artı-ürüne git gide artan oranda el koyar. Böylece, yeniden üretim sürecinin temellerini güçten düşürür, geriletir.

Özgür bireysel üreticilerin, küçük ve orta ölçekli mülk sahiplerinin, zanaatçının, emek araçlarına sahip köylünün artan haraçları (devlete, köle sahiplerine, büyük toprak sahiplerine, soylulara) karşılama gereksinimi ve yeniden üretimi (ki bu basit yeniden üretim sürecidir) devam ettirebilme gereksinimi onları para serveti elde tutan tefecilerin kucağına iter. Bir kere tefeciliğe elini kaptıran emekçi kolay kolay bir daha kendini kurtaramaz. Tefeci böylece, önce bu geniş kesimin artı-emeğini artan oranda gasp eder. Giderek yeniden üretimi olanaksız kılacak tarzda artı-emeğin, artı-ürünün tümüne el koyar. Bununla da yetinmez, üretici emekçinin üretim araçlarına, arazisine, mülküne tümden el koyar.

Bu olgu, geniş üretici kesimin, geniş emekçi kitlelerin yoksullaşmasını, iflasını, yıkımını, mülksüzleştirmesi getirir. Böylece bu katmanlar ya köle ya da serf haline gelir. Toplumun deklase kesimi büyür. Toplumsal sefalet yoğunlaşır ve yaygınlaşır.

İşte tefeci sermayeye, tefecilik ve faize karşı doğmuş olan geniş ve sürekli tarihsel tepki ve düşmanlığın bir temel nedeni budur.

Prekapitalist toplumların egemen sınıfları bakımında sorunu incelediğimizde ise şu tarihsel ve iktisadi gerçekleri görmekteyiz.

Köle sahipleri, büyük toprak beyleri, feodal aristokrasi, tüccarlar para gereksinimleri için, para serveti elde tutan tefeciye başvurmak zorunda kalırlar. Başlıca olarak köle emeği ve köylünün artı emeğini gasp ederek yaşayan bu sömürücü sınıfların şatafatlı yaşamı, lüks tüketimi de onları giderek artan oranda tefecilerin boyunduruğu altına sokar. Tefeci sermayeye tutsak düşen egemen sınıflar, tefeciler tarafından yoğun bir şekilde sömürülür. Bu sömürü köle sahiplerini, toprak beyini, soyluları yoksullaştırır. Böylece tefeci sermaye artı-emeğe, artı-ürüne el koyan egemen sınıfın elinden daha büyük parçalar kopararak güçlenir. Dahası bu kesimlerin önemli bir bölüğü eski konumunu kaybeder, yoksulların safına düşer, mülksüzleşir, yıkıma uğrar.

Egemen sınıfın tefeci sermayeye tutsaklığı, bir yandan egemen sınıfın köleleri, köylüleri daha yoğun sömürüsüne yol açar. Öyle ki, tefeci sömürü bu özelliğiyle de köylülerin geniş tabakasının iki kere daha yoksullaşmasına, iki kere daha hızlı yıkımına yol açar. Çünkü böylece köylü yeniden üretim için gerekli olan kendi payına düşen artı ürünü de kaybeder, yeniden üretim sürecinin dışına düşer. Bu durum egemen sınıfı ve üretim tarzını yoksullaştırır. Borç batağına saplanmış, elini verdiği için bedenini kurtarmaya çalışan egemen sınıf kesimleri, bu durumdan kurtulmak için emek sömürüsünü yoğunlaştırır, yoğunlaştırmak için de daha sert, yoğun ve yaygın politik baskı ve saldırılara girişir. Sonuçta artan ekonomik sömürü ve politik baskının bütün yükü artı-ürünün yaratıcısı emekçilerin omuzlarına biner; onları iki kere, üç kere, dört kere daha fazla ezer tahrip eder...

Böylece, bir yandan geniş üretici kesimi, kitleleri, öte yandan da egemen sınıfları sömüren tefeci sermaye gittikçe güçlenir; üretim araçlarına, toprak mülkiyetine, artı-ürüne gittikçe daha yoğun el koyar. Tefecinin para serveti, zenginliği büyür; iktisadi ve siyasi etkinliği artar. Bu durum sınırsız bir açgözlülükle daha büyük çapta sömürü yapan, daha yıkıcı ve saldırgan, kimsenin gözünün yaşına bakmayan tefecilere karşı büyüyen bir geniş toplumsal tepki ve nefreti yeniden ve yeniden üretir, güçlendirir.

İşte prekapitalist sömürücü toplumlarda tefeciliğe ve faize karşı ortaya çıkmış olan güçlü sosyolojik tepkinin ikinci temel tarihsel, iktisadi nedeni de budur.

Hristiyanlık Ve İslam’da Faizin Yasaklanması

Sınıflı bir toplumda sınıflar dışı ya da üstü bir düşünceden bahsedilemez; aksine her düşünce bir sınıfın damgasını taşır. Her çağın ideolojik, siyasal, kültürel tarihinin temelinde, çağa tekabül eden üretim tarzı, bu üretim tarzı tarafından belirlenen, ona denk düşen toplumsal örgütlenme bulunur. Din(ler) de kendi tarihsel çağsal koşullarının ürünü olarak doğmuş toplumsal bilinç biçimleridir. Tarihi bakımdan belirlenmiş, verili iktisadi ilişkilerin ürettiği tarihsel ürünlerdir ve belirli nesnel toplumsal gereksinmelerin yanıtlanmasından doğmuştur.

Bu bağlamda, iktisadi ve sınıfsal bir ürün olan faizin Hristiyanlık, İslam gibi tek tanrılı dinler tarafından tanrısal buyruklarla yasaklanmış olması bir rastlantı eseri değildir. Aksine, kendi tarihsel, toplumsal dönemlerinin nesnel maddi toplumsal gereksinmeleriyle bağlıdır. Kendi dönemlerinde toplumun kanını emen ve tümüyle asalak karaktere sahip faizciliğin yasaklaması ve günah sayılması ilerici bir tavır ve önlemdi.

Her din yayılmak, güçlenmek ister. Bu olgu, Hristiyanlık, Müslümanlık gibi tek tanrılı dinlerde daha çarpıcıdır. Yayılmak, güçlenmek için ise gündemleştikleri somut tarihsel koşulların sosyal gereksinmelerine bir biçimde tercüman olmaya ve yanıtlanmaya yönelmişlerdir. İşte faizin yasaklanması olgusu da kendi dönemlerinin sosyal gereksinmeleriyle ve güçlenme gereksinmeleriyle bağlı bir duruşu ifade etmekteydi.

Birinci olarak, faizin yasaklanması, geniş kitlelerde doğmuş olan tarihsel ve toplumsal tepkiyi yedeklemek, kitleselleşmek gereksinimiyle bağlıydı. İkinci olarak, doğdukları toplumların egemen sınıfları konumunda olan egemen sınıflarla uzlaşma eğilimleriyle, onları etkileme ve kazanma çabasıyla bağlıydı. Çünkü tefeci sermaye tüm mülk sahibi sınıfları, sömüren ve sömürülen sınıf ve tabakaları etkileyen, kanını emen, toplumsal yoksullaşmayı derinleştiren bir iktisadi ve sosyal fenomendi. Temelde de köle sahiplerinin, büyük toprak sahiplerinin, büyük tüccarların sınıfsal çıkarlarını savunmakla belirlenmiş bir pratik duruşu ifade etmekteydi. Hristiyanlık ve İslam'ın muhalefetten iktidara yükselerek egemen sınıfların egemen dini haline gelişleriyle bu olgu daha çıplak açığa çıkmıştır.

İslam dini açısından ise daha özel olarak şu olguları özetlemekte yarar bulunmaktadır:

İslamın doğduğu ve yayıldığı Arabistan yarımadası ve Ortadoğu, üç kıtanın buluştuğu canlı bir ticaret merkezi, büyük ticaret yollarının geçtiği ve buluştuğu bir coğrafi ve tarihsel kavşağı oluşturuyordu. Bu kavşakta parçalanmış Arap toplumunun siyasi birliğini kurmak, ticaretin güvenliğini istikrarlı olarak korumak, güncel ve temel bir sorundu. Tefeci sermaye, bu kavşakta faaldi. Tefeci sermayeye karşı güçlü bir toplumsal tepki de oluşmuştu.

Muhammed'in kendisi de bir tüccardı. “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” diyen bir zihniyetin sözcülüğünü yapıyordu.

İşte bu iktisadi, sosyal ve tarihsel gerçekler ve gereksinmeler zemininde İslam Peygamberi ve İslam dini, tefeciliği Tanrısal buyrukla yasaklamıştır. Bu yasaklama bir yandan tefecilikten acı çeken mülk sahibi yoksul sınıfların, diğer yandan mülk sahibi zengin sınıfların, öte taraftan da tüccar sınıfın büyük bir çoğunluğunun desteğini kazanmaya yardımcı olmuştur. Arap toplumunun siyasi birliğinin kurulması, iktisadi ve sosyal yaşamın, ticaret yollarının güvenliğinin merkezi bir devletleşme çatısı altında sağlanmış olması, İslam Peygamberinin ve İslam dininin tarihsel başarısını gösterir.

Pratikte İslamcı Burjuvazi Ve Faiz

Kapitalist üretim tarzının ön koşullarının ortaya çıktığı yerde tefeci-tüccar sermayesi kapitalist üretim tarzının gelişimine hizmet etmeye başlamıştır. Feodal mülkiyet biçimlerinin, üretim tarzının temellerini çözerek işlev görmeye başlayan tefeci (tüccar sermayesi), giderek yeni üretim tarzına yeniden yapılanarak tabi olmuştur. Bu olgu, tefeci sermayenin kapitalist üretim tarzının koşullarına ve gereksinmelerine boyun eğdiğini gösterir. Böylece, prekapitalist toplumlarda bağımsız bir güç olan tefeci sermaye, yeni egemen sınıf karşısında bağımsızlığını yitirir. Üretim gereksinmelerine bağlanır. Prekapitalist toplumlardaki kısıtlarından da kurtulur. Arkaik niteliğini yitirir. Arkaik sermaye olmaktan çıkarak modern sermayeye, modern tefeciliğe dönüşür. Tefeci, artık para-kapitalist haline gelmiştir. Faiz, modern kapitalist finansal sistemin, para sermaye hareketlerinin legal, yasal, toplumsal, meşruiyet kazanmış, tipik unsuru konumuna yükselir. Modern kredi sistemi, tefeciliğin yerini alır. Modern kredi sistemi, tefeciliğe karşı bir tepki olarak gelişir ve burjuvazi tarafından kutsanır. Tefeci sermaye artık para servet birikimin aracı değil, modern burjuva sermayenin, sermaye birikiminin bir biçimine dönüşür. Kredi sistemi, bankacılık, bankerlik modern tefeciliğin tipik biçimlerini temsil eder.

Kuşkusuz kapitalist mali sermayenin yol açtığı insani ve sosyal yıkımların yanında, tefecinin antik ve ortaçağda yaptığı yıkım, tarihin bir ayrıntısı gibi kalır. Kapitalist mali sermaye, üretici güçleri geliştirirken, emekçi insanlığa tarihte eşi benzeri görülmedik acılar çektirir. Özellikle de kapitalizmin emperyalist aşamaya varmasıyla birlikte, finans tekelleri ve onların oluşturduğu mali oligarşi, egemenliğini kabul ettirir. Mali sermaye, tüm emekçi insanlığı ve geri, sömürge, yarı-sömürge ülkeleri soyan, sanayi sermayesine de egemen olan, artı-değerden aslan payını alan asalak bir güç olarak sisteme egemen olur. Günümüzde mali sermayenin ve mali oligarşinin egemenliği spekülatif sermayenin, borsa-döviz-faiz vurgununun görülmedik düzeye çıkmasıyla pekişmiştir.

Bu çağsal, toplumsal değişime bağlı olarak faizi 'haram' sayan tek tanrılı dinler de kendilerini yeni dönemin sosyal gerçeklerine ve gereksinmelerine uyarlarlar. Burjuvazinin, uluslararası sermayenin, emperyalist dünya sisteminin emrine girerek kapitalist sömürüyü, burjuva egemenlik ilişkilerini, modern barbarlığı kutsayan günümüzün tek tanrılı dinleri 'faizci düzen'in kendisini yeniden üretmesine, toplumsal meşruiyet ve rıza üreten ideolojik ve kurumsal yapılara çoktan dönüşmüştür. Hala 'faiz haramdır' söylemini şöyle ya da böyle sürdürenleri de dahil gerçekte faiz vurgununu yapmaya, artı-değerden pay almaya, işi sıkı tutarak ve öteki dünyaya bırakmayarak zenginliğine zenginlik katmaya bütün hızlarıyla devam etmektedirler.

Örneğin; Vatikan'a bakalım. Vatikan, emperyalist gericiliğin, kokuşmuşluğun bu batakhanesi, sayısız belge ve raporla açığa çıktığı gibi, elindeki devasa para sermaye ile mali piyasalarda kumar oynamakta, vurgun üstüne vurgun yapılmaktadır. Vatikan, gerici emperyalist Hristiyan dünyasının bu entrika merkezi, dünyanın en büyük kirli ve kara para aklama merkezlerinden birisidir.

Örneğin; Suudi Arabistan'a bakalım. Amerikan emperyalizmin ve İsrail Siyonizminin bu sadık işbirlikçi devleti, şeriatçı gericiliğin bu kokuşmuş merkezi, petro-dolarlarıyla Batı bankalarında, uluslararası borsalarda mali piyasalarda cirit atıyor.

Örneğin; Türkiye'de, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bakalım. DİB, 6 bakanlıktan daha büyük bir bütçeye sahip. Büyük para fonlarına sahip. DİB bu paraları bankalara, borsalara, hisse senetlerine devlet tahvillerine yatırmış bulunuyor. Bu, burjuva medyaya da yansıdı.

“Faizsiz helal kazanç” adı altında mevduat toplayan hem de 'dava' adına örgütlü vurgun yapan Faysal Finans, Asya Finans, İhlas Finans, Kombassan, İhlas, YİMPAŞ, Endüstri Holding vb. dinsel giysilere bürünmüş kapitalist finans kurumları ve holdingler 'kar ortaklığı' hile-i şerriyesi ile 'faizci düzen'in temsilcileri konumundadırlar.

Özellikle İslamcı Arap sermayesiyle de yakın bağları olan İslamcı Türk burjuvazisi, kapitalist Türkiye ve dünya sisteminin bir unsurudur. Tefeci ve tüccarlıktan finans ve sanayi sektörlerine dek yayılmayı ve güçlenmeyi başaran İslamcı burjuvazi, ekonomik yeniden üretimini de kapitalist iktisadın gereklerine ve gereksinmelerine göre yapılandırmış bulunuyor. Dinsel bir buyruk biçiminde ortaya çıkan faizin 'haram' sayılması, onların elinde prekapitalist ideolojik- kültürel etkileri Makyavelistçe kullanarak emekçi kitlelerin dinsel inançlarını 'dava' adına azgınca sömürmenin ve politik kitle desteği kazanma ve korumanın argümanı durumundadır sadece. Bunu, en önemli tarikatların her birinin birer devasa sermaye gücü haline gelmiş olmasında ve geleneksel olarak 'milliyetçi muhafazakar', 'mukaddesatçı milliyetçi', 'ümmetçi milliyetçi' sermaye partileriyle, hükümetleriyle olan ilişkileri ağından net bir şekilde biliyoruz ve biliniyor. İslami burjuvazi ekonomik bakımdan palazlanmak, siyasal iktidardan pay almak için biçimsel kabulün dışında dini, hiçbir ilke tanımadan dizginsiz ve fütursuz bir biçimde kullanmaktadır.

Her şey bir yana sadece yurt dışında çalışan 1 milyona yakın Müslüman Türkiyeli göçmenin 30 milyar Euro dolandırılması bile bu saptamamızı çıplak ve çok çarpıcı bir tarzda doğrulamaktadır. Bu örgütlü dolandırıcılık faaliyeti, cami-tarikat-MGT (Milli Görüş Teşkilatı)-RP-AKP-MÜSİAD-Kombassan gibi sermaye gruplarına, sayısız İslamcı vakfa dek uzanan bir ilişkiler ağına dayanmıştır, dayanmaktadır. RP ve AKP hükümetleri, yerel seçimlerde ele geçirdikleri belediyelerin arpalık olarak kullanılması süreci vb. İslamcı burjuvazinin ekonomik bakımdan daha da güçlendiği, semirip geliştiği dönemler ve süreçler olmuştur.

İslamcı kapitalist işletmeler, finansal kurumlar bir yandan 'Allah' adına, 'İslam Şeriatı' adına, 'dava' adına milyonlarca emekçiyi 'helal kazanç' demagojisiyle soyarken, diğer yandan da ulusal ve uluslararası kapitalist kredi sistemiyle organik bağlara sahiptir. Örneğin MÜSİAD, hile yöntemleri ve manevraları bir tarafa, 'piyasalar' çarkının içindedir, bir parçasıdır.

Emperyalist mali sermayeyle kurumsal ilişkileri vardır, borsa-döviz spekülasyonunun tam içindedir.

Ancak her şeye rağmen MÜSİAD ve AKP, biçimsel bir engele dönüşmüş olmakla birlikte, hele de hızlanan emperyalist küreselleşme koşullarında, faizi 'haram' sayan engelden de kurtulmak çabası içerisinde. Değişik biçimlerde ve giderek artan oranda, daha açık vurgularla (faizin çağın ve ekonominin bir gerçeği olduğu gerekçesiyle) dillendirerek bu engelden kurtulmaya çalışmakta, faizi (İslam bakımından) legalize ederek yollarını düzlemeye çalışmaktadırlar. İslamcı burjuvazinin belkemiksizliği, dizginsiz faydacılığı bu bakımdan yeni manevralarla bu çelişkiyi çözmeye de elverişlidir. Öteki şeylerin yanı sıra faizi de içeren İslam'ın 'reformize' edilmesi, 'ılımlılaştırılması' vurguları tesadüfi değildir. Holdingleşmiş ve orta çaplı olup da holdingleşmeye sıçrama yapabilecek konumda olan İslami sermaye çevreleri bu değişimi güçlü bir şekilde isterken, ekonomik ve politik gücü zayıf küçük ve orta çaplı İslami mülk sahibi kesimler, geleneksel tutucu kimlikleriyle bu sürece karşı direnmektedirler. Böyle de olsa milyonlarca küçük tasarruf sahibi Müslüman özellikle de son çeyrek asırda tasarruflarını düpedüz yüksek faiz vaadeden bankalara, bankerlere, finans kurumlarına yatırma alışkanlığı, refleksi kazanmıştır. Bu sınıfsal ve sosyolojik dönüşüm süreci, İslami sermayenin en güçlü kesimlerinin öncülüğünde 'faizi haram' sayan engelden kurtulma öncü çabasını kolaylaştırmaktadır. Ki dün RP, bugün AKP zaten 'faizci düzen'i hükümetler düzeyinde idare etmişti, idare etmektedirler. Başbakan Erdoğan, “piyasalar”ın, yani emperyalist tekelci spekülatif sermayenin hizmetinde olduğunu hiç gizlememektedir.

Yani sermayesiyle, partileriyle, sosyolojik tabanıyla birlikte İslamcı burjuvazi zaten çoktandır boylu boyunca 'faizci'liğin, yeni 'haram'ın içinde, yemekte, içmekte, solumakta, soygunculuk yapmaktadır. Eğer günahsa, zaten dipten doruğa günaha çoktan batmış durumdadırlar...

“Kar Payı” Düpedüz Faizdir

İslam’ın “faiz karşıtı” hükümlerinin mali oligarşinin zulmü altında inleyen yoksulların, “hiçbir şeyi olmayanlar”ın öfkesinin tercümanı haline gelmesi de bir sosyal olgudur. İslami burjuvazi ise, “kar ortaklığı” vb. biçimler altında Kuran’ı “aşmanın” ve mali sermayenin bir parçası haline gelmenin bir yolunu bulmuştur. Hatta öyle ki, İslam inancını, kendi pazar garantilerine dönüştürmüş, “faizci bankalar”a karşı “helal kazanç” yalanıyla İslami duygulara sahip küçük tasarruf sahiplerini soymaya koyulmuşlardır.

'Helal kazanç' adı altında, 'kar ortaklığı' adı altında İslamcı burjuvazinin yaptığı şey, faizciliktir. 'Faizsiz bankacılık', 'kar ortaklığı' sadece demagojik bir manevradır. Yani minareyi çalan kılıfı da bulmuştur. Olay bundan ibarettir.

İslami bankalar, islami finansal kurumlar, kapitalizmin, kapitalist bankacılık ve kredi sisteminin ruhuna uygun çalışmaktadır. Buradaki tefeci sermaye, tefeci sömürü prekapitalist üretim biçimlerindeki tefeci sömürü ve sermaye kategorisinde yer almaz. Burada söz konusu olan modern kapitalist tefeciliktir. Dinsel söylem, sadece bir manevra, örtü, aldatmacadır.

Örtü çekilip alındığında İslamcı finansal sermayenin kapitalist karakteri açığa çıkar.

Düşük faizle mevduatı toplamak, pahalı satmak İslami finansal sektörün de tipik olgusudur. Sonradan görme, sofraya sonradan gelme açgözlü, hırslı ve görgüsüz bir burjuva olarak İslamcı sermaye, mevduat sahibi dini bütün insanları aldatmak, elindeki, avucundaki, yastığının altındakini son damlasına dek çekip almak için, mevduat sahibi özel mülkiyetçi hırslarını, zenginleşme, köşe dönme ya da göreli olarak rahat bir maddi yaşam talebinin şehvetle kışkırtmak için yüksek faiz oranları, yani yüksek kar oranları dağıtılacağı vaadinde bulunur. Burada, 'dava', 'sevap', 'tanrısal' tutku ile köşe dönme, zenginleşme tutkusu kaynaşmıştır; böylece sıradan ama içten bir inançla dinine bağlı insanlar çok kolay, çok hızlı bir tarzda, ikiyüzlü İslamcı burjuvazinin tuzağına düşer.

İlk dönem, kısa bir dönem görüntüyü kurtarmak için, 'kar ortaklığı'ndan mevduat sahibi yararlanıyor gibi görünür. Ama tufan ardından gelir, 'kar düşüktür', 'kar etmedik', 'karda da zararda da ortağız', 'ne yapalım zarar ettik' vb. açıklama ve aldatmacaları peş peşe gelir. İşin kaymağını götüren İslamcı burjuvazi, artık mevduatın da kârın da üstüne yatmıştır. Amacına ulaşmıştır. Bedeli, acısı; 'dava', 'sevap' ve zenginleşme tutkusu yüzünden batmış yüzbinlerce, milyonlarca sıradan insanın sırtına yıkılmıştır. Altta kalanın canı çıksın, 'dava', yani İslamcı burjuvazi kazanmıştır. Asıl olan da budur. Aynı olguyu hiç de Müslüman geçinmeden ve faizi 'helal' sayan Cem Uzanların Rumeli Holding’inde de, bir değil iki kere yüksek faiz aldatmacasıyla yüzbinlerce insanı dolandıran ve mahveden İmar Bankası'nın planlı soygunculuğunda da yaşamıştık. Aynı senaryo ve örgütlü vurgunculuğun, '80'lerin batık bankerleri ve '90'ların hortumcu bankalar deneyiminde de yaşandığını herkes çok iyi bilir. Yani, al birini vur ötekine!..

İster ticaret, ister sanayi, isterse de bankacılıkta kullanılsın İslami sermayenin topladığı mevduat kapitalist sömürü aracı olarak, kapitalist sermaye birikiminin aracı olarak kullanılmaktadır.

Sermeye, birikmiş emektir; işçi sınıfının karşılığı ödenmemiş emeğinin gaspına dayanır. Böylece artı-değere el koyarak büyür. Sermaye, artı-değer getiren bir ekonomik kategoridir. Sanayi karının, banka karının, ticari karın kaynağı artı-değerdir. Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinde sürekli üretilen artı-değer; kar, faiz, rant olarak burjuvazi içerisinde dağılır, paylaşılır.

Sermaye birikiminin bu nesnel iktisadi yasası, İslami sermayenin birikimi için de geçerli ve belirleyici bir yasadır. Yani İslami sermaye de tıpkı 'laik' sermaye gibi sürekli haram yemekte, haram yiyerek palazlanmaktadır. Kombassan'ın 'kar ortaklığı' adı altında on binlerce ortağının (!) ödediği kar, artı-emeğin gaspından kaynaklanmaktadır. Asya Finans'ın 'faizsiz kazanç', 'kar ortaklığı' adı altında mevduat sahiplerine ödediği kar, para-sermayenin karı olan faizin ta kendisidir. İhlas, Faysal, Asya Finans vb. finansal kurumlar para kapitalisti, modern tefeci sermaye kuruluşlarıdır. Bu para tüccarları, düşük faizle mevduatları toplar, yüksek faizle borç para verirler. Aradaki fark, bu İslamcı para ticareti yapan, paradan para kazanan tefecilerin karını oluşturur. İşte bu kar ('kazanç', 'gelir'), İslamcı finansal sermayenin faizle el koydukları karı oluşturur. Faiz, kredi karşılığında borç alan kapitalistin, borçlandığı kapitaliste ödediği, ödemek zorunda kaldığı kar payıdır. İşte bu kar payı faizdir. Yani paranın karına faiz denir. Kapitalist karın bir bölümüdür.

Bu bağlamda sözde faizi 'günah' sayarak faizle para toplamadığını, topladığı mevduata karşılık olarak faiz vermediğini, bu mevduatı 'faizsiz' ekonomide değerlendirdiğini, mevduat sahibi Müslüman'a 'helal kazanç' verdiğini iddia eden finansal İslami sermaye açıkça gerçekleri çarpıtmakta; yalana, manipülasyona ve demagojiye başvurmaktadır.

Ayrıca vurgulanmalıdır ki, İslami finansal sermaye de asalaktır, rantiyecidir, tefecidir. Tıpkı 'laik' sermaye gibi aynı sınıf karakterine sahiptir. Maddi bir değer yaratmaz. Maddi üretim alanında yaratılan artı-emeğe, artı-değere ortak olarak gasp eder. Yani sözde 'rantiyeci düzene' karşı olduğunu iddia eden İslami finansal sermaye düpedüz rantiyecidir, asalaktır.

İslami sermaye 'kar ortaklığı', 'helal kazanç' manipülasyonuyla İslam'ın yasakladığı faize toplumsal meşruiyet kazandırıyor. Kapitalist sınıf gereksinimiyle faizi 'haram' sayan prekapitalist değer yargısı arasındaki çelişkiyi hile yoluyla gidermeye çalışıyor. (Ki bu yasak, İslamın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim'de yer alır; yani öyle ha demekle bir çırpıda kenara atabileceği bir yasak da değildir!) Dolayısıyla zaten paranın karı olan faizi, faiz demeden kar olarak tanımlayıp faiz sistemini enerjik bir tarzda işletiyor. Demek ki ortada faizsiz kazanç yok. Faize dayanan bir 'kazanç' var. Gerçekten de o da ‘haram’ın ta kendisidir. Çünkü kaynağı, karşılığı ödenmemiş, bedava emektir. Kapitalist sömürü mekanizmasının özünün artı-değer gaspı oluşturur. Sermayenin sömürüsünün; kapitalist üretim tarzının bütün gizi de burada yatar.

Kapitalizmde üretim, kar için yapılır. Kar, daha fazla kar, burjuvazinin amacıdır.

Kapitalizmde her şey metadır; alınır-satılır. İslami sermaye için de her şey metadır, istisna tanımaz bir biçimde bütün maddi ve manevi değerler, o arada İslami dinsel inançlar bir metadır, pazarlanır. Erdoğan'ın “Evet, memleketi bir tüccar gibi yöneteceğim”, “Memleketi yabancı sermayeye pazarlamak benim görevimdir” açıklamaları da bu kapitalist fütursuzluğun çok çarpıcı yansımalarıdır. Erdoğan ve AKP hükümeti için, her şey bir metadır; kar için pazarlanıp tüketilmesi gereken şeylerdir. Ve AKP, İslamcı burjuvazinin tipik bir temsilcisidir. Marx'ın burjuvaziyi ve kapitalizmi tahlil ederken söylediği şu sözler, İslamcı kapitalist sermayenin de göz çıkaran, süslü ve sahte dinsel söylemlerle örtemediği gerçeklerini de dile getirmektedir.

“Burjuvazi iktidara geldiği her yerde, insanlar arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz 'nakit' ödeme dışında, hiçbir bağ bırakmamıştır. Dindar esrikliğin kutsal ürpertilerini, şövalyeliğe özgü coşkunluğu ve küçük burjuva duygusallığını da bencil hesapçılığın buz gibi suyunda boğmuştur. Kişisel saygınlığı değişim değerine indirgemiş, bütün belgeli ve kazanılmış özgürlüklerin yerine tek bir özgürlüğü, yani vicdansızca ticaret özgürlüğünü koymuştur.

“Burjuvazi, bugüne kadar çok fazla değer verilen ve sofuca bir ürküntüyle bakılan tüm eylemlerin üzerindeki kutsallık halesini çekip atmıştır...

“Tüm yerleşik ve geleneksel sosyal ilişkiler, bu ilişkilerden kaynaklanan eski doğa yargıları ve görüşlerle birlikte çözülüp dağılmakta; bunların yerine yeni sosyal ilişkiler daha yerleşmeden köhneleşmektedir. Kalıcı ve sağlam ne varsa buharlaşıyor, kutsal sayılan her şey kutsallığını yitiriyor ve nihayet insanlar kendi hayat şartları ve karşılıklı ilişkilerini, ayık gözlerle incelemek zorunda kalıyor.”

'Dava', 'Allah', 'Kuran', 'Cennet' vb. adına toplanarak iç edilen 30 milyar Euro gibi deneyimler, AKP hükümetinin uluslararası tekellerin, yerli holdinglerin, İslamcı burjuvazi ve grupların çıkarları için uyguladığı IMF'ci politikalar vb. dinsel gericiliğin ve politik İslam'ın etkisinde kalan temiz dinsel inançlı milyonlarca Müslüman emekçiyi de git gide daha fazla sarsmakta, uyandırmakta, hayata daha uyanık bir gözle bakmasına hizmet etmektedir, edecektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi