Bir İdeoloji Teorisyeni Olarak Slavoj Zizek - II

1950’lerden başlayarak ‘60-’70’lı yıllarda postmodernizme, yapısalcılık ve ardından post yapısalcılığın etkin ve giderek hâkim olduğu Batı Avrupa siyaset ve akademiya dünyasında ideoloji konusu teorik hesaplaşma ve kavgaların başat gündemini belirler. Batı Avrupa’da Marksist hareketin büyük bir ideo-politik bunalımıyla karakterize olan bu dönemde ideoloji meselesi pek çok teorisyenin biricik ve öncelikli çalışma alanı görünümü sergiler. Marksist teorisyenlerin Batı Marksizmi kıtasında hükmünü icra eden derin bunalıma ve buna eşlik eden postmodernist, yapısalcı ve post yapısalcı akım ve mihrakların ideolojik bakımdan çözücü işlev gören akım ve salvolarına karşı bir ideoloji teorisi kurarak ve ideolojik mevzilenmeye geçerek cevap vermeye çalıştığı görülür. Bu alanda ilk çıkış, Marksist felsefeci ve FKP teorisyenlerinden Althusser’den gelir. ‘İdeoloji’ ve Devletin İdeolojik Aygıtları’ tam anlamıyla bir ideoloji teorisi kurma ve ideolojik mevzi alma çabasına işarete eder. Aynı yıllarda Althusser’le birlikte yürüyen Alain Badiou, ‘ideolojiye dair’ başlıklı ve ‘komünist ilkeler’ demetini içeren bir broşürle ideolojik duruş alır. Bu bağlamda bir ideoloji teorisi ve ideolojik mevzilenme güzergâhının açıldığı söylenebilir. Terry Eaglaton’un ‘eleştiri ve ideolojisi’ Ernesto Laclou’un ‘ideoloji ve politika’sı aynı mecrada gelişen ve öne çıkan ideoloji ve siyaset felsefesi çalışmaları olarak kaydedilebilir.

Slavoj Zizek de ‘İdeolojinin Yüce Nesnesi’ çalışmasıyla ideoloji teorisi kurma hamlesinde bulunur. Althusser’in açtığı çığırda ve Althusser’in dışarıda bıraktığı ‘özne’nin ideoloji teorisini kurmaya girişir. Althusser’in ideoloji teorisi devleti merkez alır ve özneyi dışarıda bırakır. Bir spinoza önermesi olan ve Althusser tarafından bayraklaştırılan tarih öznesiz bir süreçtir yaklaşımı özneyi töze indirger.

‘Özne’ çağrılan öznedir. ‘Devletin ideolojik aygıtları’ vasıtasıyla özne çağrılır, ödevleri bildirilir ve görevini yapması istenir. İdeolojik aygıtlar “toplumu” doktrine eder, ideolojik olarak eğitir, biçimler, rıza üretir. Özneyi hiçleştiren ve tarihten silen Althusser’in ideoloji nosyonunun ( kavramının ) aksine Zizek ideolojisinin Yüce Nesnesi’yle teorinin kalbine özneyi yerleştirir. Bireyi ve toplumsal sınıfların özneleşme hallerini ve süreçlerini koyar. Öznenin varoluşunu çözümlemeye odaklanır. Özne ile ideoloji ilişkisinin açıklanması ve kavranması boyutlarına yoğunlaşır. Althusser’in devlet merkezli ideolojik okuması ve çözümlemelerini reddetmeyen Zizek, Althusser’in ideolojik aygıtları nosyonunu kendi teorisine artiküle de eder (eklemler).

Fakat Zizek’in asıl amacı Althusser’in ideoloji teorisine karşı yeni bir ideoloji teorisi ileri sürmekten ziyade Althusser’in dışarıda bıraktığı teorik uzama özne oyuncusunu katarak bir ideoloji nosyonu inşa etmektir. Althusser’in ideoloji teorisinde ideolojik mekanizmalar devletten topluma doğru işler. Yukarıdan egemen ve iktidar olandan gelen bir ideoloji işleyişi teorileştirilir. Zizek ise tam tersi bir alandan yola çıkar. Tikelde ideolojinin mekanizmalarını başka bir deyişle öznede ideolojinin kuruluşunu, işleyişini ve çözülüşünü analiz eder ve kavramsal çerçeveye kavuşturur. Bu başta iki ideoloji nosyonu ve işleyiş pusulasıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Althusser kolektif özne kategorisinde kabul edilebileceğimiz bir merkezden devletin ideolojik aygıtları pusulasıyla makro siyasal ideoloji karşısında yön bulmayı ve konumlanmayı hedefler. Zizek ise gündelik hayat içindeki ideolojinin gerçekleşmesinin yol işaretlerini vermeye çalışır. Biri aşağıdan gündelik hayat içindeki bireyde diğeri yukarıdan kolektif özne konumundaki devletten gelen ideolojinin işleyiş yasalarını çözümler. İki ideoloji teorisi de ideolojinin niteliği, işlevi ve işleyişini anlamak ve kavramak açısından elverişli kavramlaştırmalar ve teorik çözümlemeler sunar.

Gelgelelim her iki ideoloji teorisinin Marksizm Leninizmin siyaset teorisi ve ideoloji mefhumuyla (kavramıyla) devrimci ilişkilendirilmesi ve Marksist teoride ihtiyacı duyulan yerine konulması boyutları eksik, yapısal açıdan kusurlu ve sorunludur. Özellikle Zizek’in ideoloji teorisinin bu bakımdan Marksizmle ‘organik bağı’ yok gibidir Zizek’in ideoloji teorisiyle Marksizmin ideoloji teorisinin yapısallıkları zıt düzlemlerde yer alır. Yapısalcı kavramlar setiyle ve yine yapısalcı bir zeminde kurulan teori toplumsal bilinç biçimlerinin üzerinde yeşerdiği toprakla bağını kurmada başarısızdır. Althusser’in ideoloji teorisinde ‘töz özcülüğü’ne doğru giden bir doğrultudayken, Zizek’te bu özne özcülüğüne doğru kayar. Bu nedenle maddi arka plandan yoksun ve altyapıdan bağımsız işleyen bir üst yapı teorisi inşa eder. Maddi arka planı yapısalcı psikanaliz dolayımıyla “yapısalcı bir yapı” üzerine kurulu ideoloji teorisi ve işleyiş mantığı kusurludur. İdeolojinin siyasal mücadelede özgün işlevlendirilmesinde zihin bulandırır. Teorik yön sapmalarına kapı aralar, kötü kullanımın teorik yolunu döşer. Nitekim, Althusser’in ideoloji teorisinin başına bu “felaket” gelir. Teorinin yapısalcı zayıflıkları ve kusurları nedeniyle arıza verir. Devleti merkezine alan ve siyasal mücadelede devrimci işlevler üstlenebilecek DİA’lar nosyonunun en olmadık sağ reformist yorumlara ucuz bir kültür eleştirmenliğine ideolojik mücadeleyi politik sınıf mücadelesine ikame eden düzen içi sol akıl yürütmelerin ve eleştirilerin kötü bir elementi haline getirildiği bilinir.

Zizek ideoloji teorisinin korucu metni olan ‘İdeolojinin Yüce Nesnesi’ adlı çalışmasının giriş bölümünde bu çalışmayla üç şeyi amaçladığını ilan eder: “Lacancı psikanalizin bazı temel kavramlarına bir giriş işlevi görmek; Bir tür Hegel’e dönüş gerçekleştirmek. Hegelci diyalektiği Lacancı psikanaliz temelinde yeni bir okumaya tabi tutarak yeniden işler hale getirmek. İyi bilinen bazı klasik motifleri (meta fetişizmi vb.) ilk bakışta ideoloji teorisine sunacak hiçbir şey yokmuş gibi görünen bazı can alıcı Lacancı kavramları (capitone noktası, yüce nesne, artı keyif vb.) yeni bir okumaya tabi tutarak ideoloji teorisinin katkıda bulunmak!

İdeoloji teorisine Lacancı psikanaliz ve yapısal kavramlar setiyle katkıda bulunma gayesiyle işe koyulan filozofumuz, Lacancı kavramları Hegel diyalektiğini ve Marks’ın ‘meta fetişizmi’ kavramını teorik bileşime sokar, ideoloji nosyonunun harcı haline getirir ve birbiriyle bağlaştırır. Zizek’in ideoloji teorisi üç temel sacayağı üzerinde gövde kazanır. Hegel’e dönüşle yeni bir Hegelci diyalektik kurar ve bu yeni Hegelci diyalektiğin yordamını izler. Bu bilinen Hegel diyalektiği değil, Zizek’in yeniden kurduğu bir diyalektik yordamıdır. Lacan’a teori Zizek’in genel olarak teorik ve felsefi metodolojisinin (yöntembiliminin) merkezinde durur. Lacan’ı “Aydınlanmanın en radikal çağdaş versiyonu” kabul eder “post yapısalcılıkta radikal bir kopuş gösterdiğini” ileri sürer. Bu ufuktan ilerleyerek Lacancı psikanalizi ve teoriyi tüm kavramsal avadanlığıyla ideoloji/özne teorisinin temel direği olarak konumlandırır. Son olarak Hegel ve ‘Lacan’a Marks’ı ‘kaynak eder’ek üçlü yapıyı tamamlar. Böylece Zizek’in felsefi ve teorik dizgesi Hegel-Lacan-Marks üçlemesiyle koordinatlanmış bir matriste vücut ve can bulur. Bu felsefi ve teorik bileşimine kimi durumlarda Kant’ı da dâhil eder. Özellikle ‘biçim’ ‘yasa’ gibi konularda Kant yardıma çağrılır ve teoriye bir sos olarak serpilir.

Zizek’in ideoloji ve aynı anlama gelmek üzere özne teorisi Lacan’cı yapısalcı psikanaliz üçlemesi ve artı olanı imgesel-simgesel gerçek+ $ modeline yaslanır. Lacancı psikanaliz modelinin can alıcı hayali simgesel gerçek üçlemesinin çıktısı/çıkıntısı olan objekt a dır. Marksın artı-değer kavramından esinlenerek geliştirilen objekt a, $ (Özne)’deki bilinç dışı ve açığa çıkan fazlalığı analiz eder ve kavramlaştırır. Hayali-simgesel-gerçek üçlemesinden bir fazlalık/artı olarak ve $ (özne)’de artı-keyif (jouissance) fantezi sapkınlık ya da tüm bunların ortak ifadesi olarak ‘ideolojinin yüce nesnesi’ biçiminde anlamlandıran olgular Zizek’in ideolojik/özne teorisini temelini ve kalbini oluşturur. Bu babta özneye anlam ve keyif düzeyi olarak iki katmana böler ve ele alır. Anlam düzeyi düşünce, bilinç, bilgiyi kapsar. ‘Sert bir çekirdek’ metaforuyla ( mecaz, benzetme) tarif edilen keyif ya da artı keyif ise “meta biçiminin bilinç dışı”dır. Görüldüğü gibi Zizek psikanalizin klasik bilinç ve bilinçdışı ayrımı üzerinde yürür. “Bilinçdışını ontolojik olarak düşünce statüsüne sahip olmayan düşünme biçimi, düşüncenin dışsal düşünce biçimi”[4] olarak kavrayan filozofumuz, Marks’ın meta fetişizmi kavramının kılavuzluğunda bu “dışsal düşünce biçimi”nin ideolojinin ve öznenin işleyişindeki kilit rolüne odaklanır. Buradan ilerleyerek artı keyif fantezi vs. öznenin kuruluşundaki ve çözülüşündeki rolünü ve bir bütün olarak öznenin varoluş diyalektiğini açıklamaya girişir. Zizek’in üzerine odaklandığı ve çözümlemeye çalıştığı esas olan bilgi alanı değil, psikanalizin iş gördüğü ve göreceği bilinç dışı alanıdır. Bilinçdışının sert çekirdeğini/kabuğunu kırmak ve özneden olup bitenin diyalektiğini anlamak için Marksa ve Marksın meta fetişimi kavramına başvurur ve semptomatik bir okumasını gerekli görür. ‘Semptomatik okuma’ yapı bozuma tabi tutar ve anlamını yeniden okumayı emreder. Zizek’te sempomotik okuma tersine çevirerek okuma ve yeni anlam katmanları kurmak biçiminde belirir. Semptomu Marksın icat ettiğini ileri süren Zizek “ideoloji teorisinin öncüllerinden birini” ortaya koyar. Marksın “Meta Fetişizmi”ni yeni bir okumaya tabi tutar. “Meta fetişizminin hüküm sürdüğü toplumlarda “insanlar arasındaki ilişkiler” fetişizmden bütünüyle arınmıştır, oysa “insanlar arasındaki ilişkiler” de fetişizm olan toplumlarda -kapitalizm öncesi toplumlarda- meta fetişizmi henüz gelişmemiştir, çünkü piyasa için üretim değil “doğal” üretim egemen durumdadır. İnsanlar arasındaki ilişkilerdeki fetişizmin adını koymak gerekir: Burada Marx’ın işaret ettiği üzere, “tahakküm ve kölelik ilişkileriyle” karşı karşıyayız- yani tam da Hegelci efendilik-kölelik ilişkileriyle kapitalizmde Efendinin geri çekilişi yalnızca bir yer değiştirmedir sanki: Sanki “insanlar arasındaki ilişkiler” de fetişizmden arınmasının bedeli “şeyler arasındaki ilişkiler”de fetişizmin ortaya çıkmasıyla -meta fetişizmiyle- ödenmiş gibidir. Fetişizmin yeri özneler arası ilişkilerden “şeyler arasındaki” ilişkilere kaymıştır: Can alıcı toplumsal ilişkiler, üretim ilişkileri (derebeyi ile serfleri arasında vb.) kişiler arası tahakküm ve kölelik ilişkileri biçimine büründüğü zamanki dolaysız saydamlığını yitirmiştir artık; kendilerini -Marksın özlü formülünü kullanacak olursak- “şeyler arasındaki emeğin ürünleri arasındaki toplumsal ilişkiler biçimi” altında gizler[5] Zizek burada Marksın meta fetişizmi çözümlemesini içerip ima ettiği ‘şeyleşme ve yabancılaşma’ gibi kategorilerine uzanmadan dosdoğru ‘meta biçiminin bilinçdışı’ yapılanmasını anlatır. Marksın kavram ve çözümlemelerinin izinden yürüyen Zizek Marksın ‘gündelik hayat dini” olarak terimlediği felsefi spekülasyonu idealizmin her türden mistisizmin, bilinç yamulmasının vb. metalar dünyasının toplumsal gerçekliğinden zuhur ettiğini; öznenin ‘idealist biçimine’ uyanan ve davranan durumu bu dünyanın kendisi olduğunun altını çizer. İdeoloji teorisinin öncüllerini döşerken Marks’la yol almaya devam eder. Kapital’in ilk basımının birinci bölümünde yer alan Marks’ın pasajındaki perspektifle ilerler: “Soyut ve evrenselin yalnızca somutun bir özelliği sayıldığı gerçek durumun tersine, duyumsal ve somut olanın yalnızca soyut ve evrensel olanın olgusal biçimi sayılmasını sağlayan bu tersine çevirme değerin ifadesinin karakteristiğidir ve bu ifadenin anlaşılmasını bu kadar zorlaştıran da yine bu tersine çevirmedir. Eğer: Roma hukuku da Alman hukuku da hukuktur dersem, apaçık ortada olan bir şeyi söylemiş durum. Ama tersine HUKUK yani soyut şey kendini Roma hukukunda ve Alman hukukunda yani onların somut yasalarında gerçekleştirir, dersem aradaki bağ mistikleşir”[6] Zizek Marksın tikel ile evrensel ilişkisini bir tersine çevirme ve soyut olana bir kendilik bahşederek aradaki bağı mistikleştiren örneğiyle “burjuva bireyin gerçek faaliyetinde sanki tikel şeyler (metalar) evrensel değerin çeşitli biçimleriymiş gibi” davranmasını ideoloji teorisinin dayanak ve kalkış noktalarından biri yapar” böylece ileriye doğru tayin edici adımı atmış oluyoruz; Marksçı “bilmiyorlar ama yapıyorlar” formülünü okumanın yeni bir yolunu geliştirmiş oluyoruz: Yanılsama bilgi tarafından değildir zaten gerçekliğin kendisinin, insanların yaptığı şeylerin tarafındadır. İnsanların bilmedikleri şey faaliyetlerinin kendisinin bir yanılsama fetişist bir tersine çevirme tarafından yönlendirildiğidir. Gözden kaçırdıkları, yanlış tanıdıkları şey gerçeklik değil, kendi gerçekliklerini kendi gerçek toplumsal faaliyetlerini yapılaştıran yanılsamadır. Şeylerin gerçekte nasıl olduğunu gayet iyi bilirler ama yine de bilmiyormuş gibi davranırlar. Dolayısıyla, çifte bir yanılsama söz konusudur; o da gerçeklikle kurduğumuz gerçek fiili ilişkiyi yapılaştıran yanılsamayı gözden kaçırmayı içerir. Bu yüzden kaçırılan bilinçdışı yanılsamaya da ideolojik fantezi adı verilebilir”[7]

“Eğer fantezi boyutunu kavramak istiyorsak, Marksın “bilmiyorlar ama yapıyorlar” formülüne dönmemiz ve çok basit bir soru sormamız gerekir: İdeolojik yanılsamanın yeri neresidir? Gerçekliğin kendisini “bilmek”te mi yoksa “yapmak”ta mı? Cevap, ilk bakışta bariz görünür; ideolojik yanılsama “bilmek”te yatar”[8]

Zizek’in ideoloji teorisinin can alıcı noktalarından birinin -belki de en önemlisinin- Marksizmin ideoloji kuramının postulatlarından (iddialarından) olan “bilmiyorlar ama yapıyorlar” çözümlemesinin genişletilmesi ve yeniden üretilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Zizek, Marks’ın “bilmiyorlar ama yapıyorlar” çözümlemesinin karşısına “gayet iyi biliyorlar ama yine de yapıyorlar” teziyle çıkar. Açık ki Marks’ın formülasyonu yanlış bilince işaret eder. Zizek’in gayet iyi biliyorlar ama yine de yapıyorlar önermesi başka bir yol ve mesafeyi kat ederek-fanteziyi-yanlış bilinci sağlayan şeyin açıklamasını yapmaya çalışır ve aynı noktaya varır. Burada yanlış bilinç veya yanılsama adlandırmalarından daha önemli olan söz konusu bilinç yamulmasının/çarpılmasının eş anlamda öznenin yarılmasını sağlayan “şey”dir. Teorik işlemini bu noktaya yoğunlaştıran Zizek bilen öznenin neden bildiğini değil yapmakta olduğunu yapmaya devam ettiğini; öznenin kendini ‘bilinçli’ olarak aldatmasını bunu sağlayan ideolojik fantezinin kaynağına ilerleyerek çözümlemeye çalışır. Öznenin yani bilen ve yapan bireyin bildiği halde yine de yapmasını Lacancı psikanalizin kavramlarını işe koşarak aydınlatmaya girişir. Lacan’ın artı-nesne, artı-keyif kavramı bu noktada anahtar işlevi görür. Zizek “Marksizmin gerçek”i simgeselleştirmeden koşan artığıyla artı-nesneyle hesaplaşmayı başaramadığını ileri sürer ve “Lacan’ın artı-keyif kavramını Marksçı artı-değer kavramını model olarak geliştirdiği düşünülürse daha da şaşırtıcı bir hal alan bir durumdur bu. Marksçı artı değerin artı keyfin cisimleşmesi olarak objet petit anın mantığını fiilen beyan ettiğini gösteren kanıt, Marksın Kapital’in üçüncü cildinde kapitalizmin mantıksal tarihsel sınırını adlandırmak için kullandığı tayin edici formül tarafından çoktan sunulmuştur: “Sermayenin sınırı sermayenin kendisidir, yani kapitalist üretim tarzıdır”[9]. Kapitalist üretim tarzında üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasında bir uyum olduğundan ne zaman bahsedebiliriz? Doğru dürüst analiz yapıldığında bu sorunun olası tek cevabı vardır. Hiçbir zaman!”[10]

Zizek, artı değer artı keyif model yansıtması ve ‘sermayenin sınırı kendisidir’ metaforuyla özneni varoluşsal çerçevesini belirler. ‘Sermayenin sınırı kendisidir’ esprisi, öznenin varoluşsal olarak kendini üretme tarzı ve çelişkisiyle bağlı olduğunu vurgular ve öznenin bölünmesinin psikanalitik nedenselliğini açıklar. Artı keyif öznenin bölünmesinin motoru bir bakıma öznenin üretim tarzının olmazsa olmaz koşulu gibi durur. Artı keyif bilinç dışını durmadan üretir. İdeolojik fantezi gerçekliğin dayanağı olur. Artı keyif ideolojinin yüce nesnesidir, artı-nesnedir. Öznedeki nesneleşmeyi temsil eder.

Bu yüce nesne, artı keyif özneyi daima kuşatır, ayartır, böler, kendi içine kapatır ve teslim alır. Artı keyif fanteziyi kurarak ve kat ederek kendini gerçekleştirdiği yere döner. Bu özne çevrimi yanılsamayı da üretir vb. vs.

Zizek, kapitalist üretim tarzının insan bilincini ve özneyi bölen, dumura uğratan (zayıflatan, büzüştüren), nesneleştiren kendi ifadesiyle ‘bilinçdışı biçiminde yapılaştıran’ boyutlarıyla ilgili nedensellik veya varoluşsal ilişkiyi bütün kapsamıyla açıklamaya girişmez. Marks’ın artı değer meta fetişizmi gibi kavramlarına yaslanan kimi ışık düşürmeler/tutmalar dışında Marksizmin ideoloji teorisi kaynaklarına ve mantığına yaklaşmaz ve bir edinime girmez. Oysa Marksizmin ideoloji teorisinin kurucu metinleri olarak kabul edeceğimiz Alman ideolojisi, Fuerbach Üzerine Tezler gibi eserler tam da ideolojinin toplumsal arka planını aydınlatan başlangıç kavramlarıyla önemli bir yerde durur. Marksizmin kurucu metinlerdeki toplumsal varlık ve toplumsal bilinç, toplumsal faaliyetin “yabancılaşması”, egemen sınıf ve egemen düşünce, alt yapı üst yapı, din, hukuk, ahlak, estetik vb. vs. pek çok kavram ideolojisi olgusunu kavrar ve çözümler. Marksizm’e referanslı bir ideoloji teorisinin Marksizm’in kavramlar setine ve/ya organik teorik ilişkiye girmeden Marksist bir ideoloji teorisi inşa edilemez.

Zizek özne nesne özne yapı ikiliğini ve ilişkisini yapıyı öznenin içine taşıyarak kurar. Bu başta her şey öznede olup biter, gerçekleşir. Zizek öznede psikanalitik ve teorik çözümlemeler yapar. Özne dünyasının iç olgularını kavramlaştırır. Her bir kavrama anlam ve işlevler yükler. Ele avuca gelmez, yüzer-gezer öğeleri teorik tabloya rapteder ve bir ideoloji işleyiş dizgesi kurar. Fantezi bilinçdışının ‘öte sahne’nin oyun alanıdır ve oyun alanı oyuna bilinçdışı bilince dâhildir. Aynı zamanda fantezi imgesel/düşsel bir senaryo olarak toplumsal alanın çelişkilerini gizlemeye yarayan uğursuz bir rol de oynar. Özdeşleşme ise ideolojik olanın dosdoğru öznenin kurulmasını sağlayan bir süreç ve harekettir.

Zizek’te keyif/artı-keyif kavramı toplumsal siyasal ve bireysel alanların tümünde işhazında olan (bileyleyen, keskinleştiren) bir araç olarak işlev görür. Vurgulayarak söylersek keyif kavramı ve teorisi, Zizek’in ideolojik düşünüş mantığının merkezinde/kalbinde durur. Siyasal eleştiride ve teori çözümlemelerde keyif kavramını etkili bir araç ve nosyon olarak kullanılır. İdeolojik sinizmin kaynağı da keyif artı keyiftir ve bu yüzden en yaygın ideoloji türüdür. Irkçılıkla ilgili teorik bakışı aynı mantığın prizmasından süzülüp şekillenir. Irkçılığın dışlama, ayrımcılık, ötekine düşmanlık ve nefret mantığının esasen “keyif hırsızlığı” fikri ve duygusunun reaksiyoner hareketi olduğunu söyler. Keza orta sınıflara karşı teorik öfkesinin ve eleştirisinin arka planında bu keyif kavramı ve ideolojik sinizmin durduğunu ileri sürebiliriz. Yüksek ücretlilere, işçi aristokrasisine orta sınıfların tuzu kuru kesimlerine ve bu kesimlerin kurulu düzene entegrasyonuna tam da bu keyif mantığı optiğinden bakar. “Ücretli burjuvazi” terimiyle ideolojik ayrıştırma yapar ve politika yazılarıyla ‘ücretli burjuvaziye’ öfkesini yansıtır, ideolojik mücadelenin baş hedefine oturtur.

Zizek, bir ideoloji ve özne (aynı zamanda keyif) teorisyeni olarak gündelik ‘hayat dini’ alanına ideolojinin gündelik pratiğine odaklanır. Bu alana geniş spektrumdan bakar. Kültür eleştirisinden sinema, edebiyat, TV, mimari, sanat, psikanaliz, felsefe, istisnasız tüm ideoloji sahalarına ve “ideoloji ürünleri”ne eş deyişle üst yapıya el atar. Hollywood sineması ideoloji eleştirisinin vazgeçilmez çalışma konusu ve kaynaklarındandır. Sanat ürünleri, kültürel metalar, üzerinde ideolojik okumalar içerik ve amaç deşifrasyonları yapar.

Zizek’in ideoloji ve özne teorisinin kilit yapıtaşlarından biri yine Lacancı psikanalizin capitone noktası (point de capitone) kavramıdır. Artı keyif gibi capitone noktası da çok önemli bir işlev görür. İdeolojinin ve öznenin renkli kostümü capitone noktasıyla dikilir. Bu ideolojik dikiş birbirinden kopuk bir düzlemde serbest biçimde yüzen-gezen gösterenlerin ideolojik unsurların birbirine teyellenmesini ve düğümlenmesini ifade eder. Capitone noktası bu gösterenleri bir yere yüzeye rapteder, sabitler. Yüzergezer gösterenleri söz gelimi “komünizm”le dikiyorsak “sınıf mücadelesi” diğer bütün unsurlara kesin ve sabit bir anlam yükleyecektir. Demokrasiye (yasal bir sömürü biçimi olarak “biçimsel burjuva demokrasisi”ne karşı “gerçek demokrasi”) feminizme (kadınların sömürülmesi sınıf temelli iş bölümünün sonucudur); çevreciliğe (doğal kaynakların tahrip edilmesi, kar yönelimli kapitalist üretimin mantıksal bir sonucudur) barış hareketine (barışın önündeki başlıca tehlike maceracı emperyalizmdir.”[11]

Zizek’te Kimi Felsefe- Teori- Politika Güzergâhları Ve İlişkilenme Noktaları

“Aydınlanma yüzyılında felsefe vardır. 20. yüzyılda psikanaliz. Felsefe psikanalize teslim olmuştur adeta”[12] Zizek, 20. yüzyıl felsefesinin temel bir karakteristiğine dair tespitte bulunurken önemli bir gerçekliğin altını çizer. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan felsefenin psikanaliztirilmesi çabası yüzyılın ikinci yarısından itibaren başat bir felsefe mecrası yordamı halini kazanır. Louis Althusser ve Zizek de felsefenin psikanalizleştirilmesi akımına ve cazibesine boylu boyunca katılan kendini Marksist sayan felsefecilerdir. Athusser Freudcu psikoanalizle sıkı bir flört ve alışverişe girer. Freudcu psikanalizin kavramlarını felsefeye alımlar. Benzer bir güzergâhı Zizek Lacan psikanaliziyle takip eder. Lacancı psikanalizin kavramlar setini kendi felsefesine devşirir. Dahası Lacancı psikanalizi Marksizmin yeni bir bileşimi ve temel sütunu yapmaya çalışır.

Yaşadığı çağın toplumsal sorunlarını felsefi yordamının konusu kılan Zizek, yeni kavram ve kategorileri felsefeyi alımlayarak sorunları incelemeye, çözümlemeye uğraşır, felsefi bakış getirir. Sorunlara felsefeyle bakmanın, düşünmenin, okumanın ve anlamanın kapısını açar. Felsefeyi sınıf mücadelesinin araçlarından biri haline getirir, konumlanır. Bu bağlamda Zizek’in felsefi güzergâhlarıyla düşünce ve çalışmalarıyla sınıf mücadelesi düzleminde ilişkilenilmesi ve edinime tabi tutulması gereken noktaların açığa çıkarılması önemlidir. Özelikle ideoloji teorisinin devrimci edinime tabi tutulabilecek yönlerinin kavramsal ve tezsel düzeyde yeni bir ideoloji analiz ve eleştiri yaklaşımının olduğunu vurgulamak gerekir. Lacancı psikanalizin yoğun kavram ve söylem kabuğu kaldırılıp Zizek’in ideoloji ve özne teorisine nüfuz edildiğinde; Marksizmin ideoloji kuramının bilinegelen kadim yabancılaşma meta fetişizme, şeyleşme/nesneleşme, yanlış bilinç ve olgu ve konularının başka bir ‘diyalektik göz ve akıl’la okunduğu ve tarif edildiği anlaşılabilir. Dolayısıyla, bu tür okumaların sağladığı yeni felsefi kavram ve tezler felsefenin sınıf mücadelesinde işlevlendirilmesi açısından ele alınabilir.

Zizek’in ideoloji teorisi yapısal kusurlar taşımakla birlikte bireyin/öznenin gündelik hayatında ideolojinin işleyişinin/pratiğinin anlaşılması ve kavranması bağlamında önemli felsefi kavramsal araçlar ve bakış açıları sunduğu yadsınamaz. Özne nosyonu, öznenin ele avuca gelmez ve ‘görünmez olan olanı’nı göstermede ve somutlaştırmada yeni bir ‘analitik felsefe’ penceresi açar. Öznenin gündelik ‘hayat dini’ni oluşturan ve bu dini takip eden pratiğini çözümleme ve kavramada felsefi yordam sunar. Öznenin yabancılaşması ve nesneleşmesi olgusu; keyifçilik, hazcılık, kayıtsızlık, miş gibi yapma mistisizm, türlü çeşitli düzen alışkanlıkları, bağımlılıklar vs. vb. özne hallerinde belirir ve gövde kazanır. Öznedeki bu yabancılaşma ve metamorfoz (başkalaşma) kendini dosdoğru ideolojinin bozulmasında ve egemen bilinç olarak biçimlenmede dışa vurur. Komünist ideolog Kutsiye Bozoklar’ın Marksist ideoloji yordamı ve pusulası tam da bu alana yoğunlaşır ve ideolojinin devrimci çözümlemesini, eleştirisini geliştirir. Kutsiye’nin Marksist ideolojik işlem metodu, öznenin kurulu “düzenle görünür ve görünmez tüm bağlar” konteksi ( bağlamı ) içinde iş görür. Marksizmin temel ideoloji felsefi kavramlarıyla silahlanarak öznenin ele avuca gelmez ve görünmez alanına girilir. Yabancılaşma ve şeyleşme halleri zengin somutluk içinde çözümlenir ve bir ‘devrimci hakikat bilgisi’ne dönüştürülür. Öznenin bölünmesi, yabancılaşması ve bu yabancılaşmanın gündelik hayattaki tezahür ve pratikleri devrimci eleştirinin konusu yapılır, özneye ideolojik müdahalede bulunur. Kutsiye’nin geniş bir alanı kapsayan sanattan siyasete, kültürden devrimci özneye ideoloji eleştiri ve çözümlemelerinde bu yordamın izi sürülebilir. Verimli ideoloji metinlerinde bu Marksist yordam öznede yığılan ve kendini sergileyen şeyleşme/ nesneleşmeyi devrimci irade ve konum yitimini çözümleyerek öznenin devrimci yoldan düzeltilmesini amaçlar. Devrimcinin ideoloji pusulası yeni baştan ayarlanır. Öznenin devrimci zembereği öznenin amacıyla ve eylemiyle özdeşlemesi temelinde kurulur. Gündelik hayat içindeki devrimci öznenin ideoloji pratiği örgütlenir, devrimci irade ve bilincin yürürlükte ve ayakta kalmasının vasıtaları ve kuvvet kaynakları sağlanır. Zizek’in ideoloji ve özne yaklaşımını, Kutsiye Bozoklar’ın Marksist ideoloji optiğinden süzerek ve rafine ederek okumak teorik ve pratik bakımdan bereketli sonuçlar üretebilir.

Zizek’in ‘biliyorlar ama yine de yapıyorlar’ bilinç düzeyli çözümlemesi devrimci ve komünist hareketin bitimsiz mücadele yürüttüğü öznenin ideolojik metamorfoz, bozulma ve yarılmasının varoluşsal nedenselliklerini ve işleyişini anlamaya ışık tutmanın yanı sıra siyasal yaşama ‘sinik özne’ olarak giren felsefi ve pratik mantığı da kavramayı sağlar. Zizek ‘sinik özne’ analiz ve betimlemeleriyle; siyasal hayata kendiliğindencilik, boş vermişlik, duruma ve nesnelliğe boyun eğme, kabullenicilik, reel politikçilik vs. biçimlerde yansıyan çeşitli ve katmanlı sinizm eleştirileriyle devrimci bir rol ve pozisyon alır. Reformist solun berbat sinizmini yerden yere vurur ve teşhir eder.

Evrensellik konusu, Zizek’in Hegel dolayımıyla da takıntılı olduğu konuların başında gelir. ‘Boş evrensellik’, ‘soyut evrensellik’ anlayışıyla bol flört etmesine karşın, evrenselliği yerel ve özgül alanda yani tikelde anlamlandırır ve kurar. Teorik ve pratik düzlemdeki evrensellik perspektifini Lenin ve Mao gibi devrimci önderlere yaslanarak kurar. Komüntern’in tek ve standart devrim stratejilerinin evrensellik mantığından koparak Çin devrimi stratejisiyle teorik ve politik evrenselliğin tikelde/özgülde gerçekleşebileceğine dikkat çeker. Mao’nun ‘Pratik ve Çelişki Üzerine’ adlı kitabına yazdığı sunu yazısında Mao’nun Çin devriminin özgüllüğüne yaptığı vurguyu ‘somut evrensellik’ olarak sahiplenir. Somut ve soyut evrensellik, bilimsel evrensellik ile teorik politik evrensellik arasında net ve kesin ayrımlar yapar. ‘Çoklu evrensellik’leri evrensel ve tikel/yerel ilişkisinde Hegel-Lacan-Marks bileşiminde kurduğu diyalektik mantığın işleviyle düzenler ve tanımlar. Marksizmin teorik politik alanına dair evrensellik nosyonu Mao ve Çin devrimi şahsında vurguladığı gibi tikelde gerçekleşen ‘politik evrensellik’tir. Yerel ve özgül alanda gerçekleşen evrenseli gerçek somut ve devrimci evrensellik olarak sahiplenir. Marksist hareketin ve teorinin kadim ve bitmez tartışma mevzularından biri olarak evrensellik meselesi özelikle burjuva aydınlanmacı felsefe mantığından ve burjuva evrensellik anlayışından kopuş bakımından bir kerteriz noktasıdır (pusula kertesidir). Bu bağlamda Zizek’in politik evrensellik, somut evrensellikle bağlamlı ve Çin devrimi referanslı teorik yaklaşımı devrimci düzlemde/pozisyonda yer alır. Marksizmin evrensel ‘soyut bütünsel’ bir düşünce sistemi olmasıyla Marksist hareketin her coğrafyada somut-özgül bir gerçeklik olarak varlık kazanması 20. yüzyılı devrimlerinin ve sosyalizm deneylerinin de açığa çıkardığı teorik ve politik derstir.

Zizek’in teorik politik güzergahında son dönemlerde daha da belirginleşen bir tema ezilenlerin devrimci şiddetinin ilkesel düzeyde savunulmasıdır. ‘Ahir Zamanlarda Yaşarken’ adlı eserinde ezilenlerin devrimci şiddeti konusunda net ve ilkesel duruş düzeyine vardığı görülür. Bu tavrıyla, Kıta Avrupası’nda liberalizmin ideolojik mabetlerinden ve kalelerinden olan akademi sahasında Marksist filozof kimliğiyle ezilenlerin devrimci şiddetini savunmasıyla ayırıcı bir konum işgal eder. Zizek ezilenlerin devrimci şiddetinin siyasal kullanım biçimleri ve düzeyi konusunda sağ ve ürkek bir anlayışı savunmakla birlikte bu jestin Batı aydınlarından bir kopuş ve meydan okuma olduğu vurgulanmalıdır. Entelektüel ve politik bir meydan okuma içine giren filozofumuz ezilenlerin devrimci şiddetini siyasal kullanım biçimleri konusunda bir dizi kayd-ı şart getirir. RAF’ın devrimci şiddet pratiğini onaylamaz, öncünün devrimci siyasal terörüne çeşitli rezervler koyar vs. vb. Tüm bu sınırlılığına karşı Zizek’in ezilenlerin devrimci şiddetini savunma için açtığı ‘bayrak devrimci’dir.

Lenin’i geri kazanmak ve yüzünü Lenin’e dönmek baştan başlamak ve devrimi yeniden düşünmek, kapitalizm sınırlarına dayandığı ve varoluşsal kriz içinde olduğu, Frankfurt okuluna karşı ideolojik ve eleştirel tutum Zizek’in diğer önemli teorik politik felsefi güzergâhları olarak işaretlenmeli ve bu noktalardan da devrimci ilişkilenme ve edinimler düşünülmelidir.

  1. yüzyıl sosyalizminin kurumsal ve pratik varoluşunun ete kemiğe bürünmesinin temel bir yordamı, statükocu Marksizm’in muhafazakâr tepkici ve kendi kendine yeten teorik ideolojik savunmalarından uzak durmak, bilakis Marksizm’in devrimci yenilenmesinde ve gelişmesinde dünyaya ve teorik edinimlere, eleştirel çözümlemelere açık olmak durumundadır. ML teorisinin geliştirilmesinin güzergâhı rahatlığa ve alışkanlığa gömülmüş statükoculuk yıkılarak açılabilir; teori ve pratiğin tüm alanlarına stratejik bir plan doğrultusunda devrimci hamleler düzenlenerek gerçekleştirilebilir.

Dünya kapitalizminin krizinin sürdüğü ve ezilen sömürülen sınıflar cephesinde öfke ve uyanışların tutuşup eyleme döküldüğü günümüzde, Marksist hareketin uzun bunalım döneminden çıkma imkânları ve koşulları da birikip olgunlaşmaktadır. Dibe vurmuş hareketin yükselişe geçme çaba ve arayışları çok değişik veçhelerden sürmektedir. Bu bağlamda S. Zizek’in Marksizm’i devrimci yöne doğru yorumlayan arayışları önemsenmeli yeni bir devrimci döneme girişini yüzeye vuran dip akıntısı işareti olarak okunmalıdır.* Dünya kapitalizminin krizi koşullarında Marksist Leninist devrimciliğin yeniden tarih sahnesine çıkarak dünyayı sarsma olasılık ve imkânı ancak kendini güçlü bir stratejik hazırlıklı ve pratikle gerçekleştirebilir. Teorik olanda Marksist Leninist hareket, 20. yüzyıldaki tüm eleştirel teorilerle ilişkilenerek kapitalizmi yıkmanın teorik politik bütünlüğünü yeniden kurarak ve kendini geliştirerek ilerlemek zorundadır.

 

 

*Marksist Teori Yayın Kurulunun notu: Ama aynı zamanda Marksizm’in kavramsal çerçevesini bulanıklaştıran, denge çubuğunu Lacan’ın oluşturduğu bir ucunda Marks, diğer ucunda Hegel’in durduğu bir tahterevalli kuran biri olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Keza tüm radikal söylemine karşın ABD’de “işgal et” hareketine açıkça reformist programa sarılmasını öneren, büyük beklentiler gelip geçici, önemli olan elde edilecek küçük ama somut kazanımlardır diyen de aynı Zizek’tir. Mülteci akını karşısında “batılı değerler”e uymayan mültecilere karşı askeri önlemden bahseden de aynı filozofumuzdur. Filozofumuzu yani “özne” yi gıdıklayan nedir acaba? Bunlar bir düşünsel bunalımın işaretleri olabilir mi? Evet tam da böyledir. Kapitalizmin varoluş krizi yaşadığı koşullarda düşünce dünyasının bundan azade olması düşünülemez. Zizek bu bunalımın yüzeye doğru ittiği aydınlardan biridir. Ama aynı bunalım onu bir taraftan da dibe doğru çekmektedir.

 

Dipnotlar

1-Biri Totalitarizm Mi Dedi, S. 9, Epos Yayınları

2- Paralaks, S. 17, Encore Yayınları

3-İdeolojinin Yüce Nesnesi, S. 23/24, Metis Yayınları Dördüncü Basım

4- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.7

5- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.41

6- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.47

7- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.47/48

8- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.46

9- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.66

10- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.67

11- İdeolojinin Yüce Nesnesi, S.103-104

12- Kırılgan Temas, S-93, Metis Yayınları

Kaynaklar

İdeolojinin Yüce Nesnesi, Metis Yayınları, dördüncü baskı, Age/05 2011

Gıdıklanan Özne, Epos Yayınları, Mayıs 2005

Biri Totolitarizm mi Dedi, Epos Yayınları, birinci basım Haziran 2006

Kırılgan Temas, Metis Yayınları, 3. basım 2011

Olumsuzla Oyalanma, İmge Yayınları, 1. Basım Eylül 2001

Paralaks, Encore Yayınları, Mart 2008

Yamuk Bakmak

Ahir Zamanları Yaşarken, Metis Yayınları, ikinci basım Kasım 2011

*

Tin Kemiktir, cep kitap serisi

Stalinizm, Encore Yayınları

Ant Roposen’e Hoş geldiniz, Encore Yayınları

Kıyametin Versiyonları, Encore Yayınları

Komünist Ufuk, Encore Yayınları

*

Bilinmeyen Bilinenler Serisi

David Lynch

Hitchcock

Matrix

Mimari Paralaks

Janan

İdeolojinin Aile Miti

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi