Çin Emperyalist mi, Sosyalist mi? - 1

GSYİH açısından eşitsiz gelişme ve sonuçları:

Emperyalist çağda Çin'in dünya GSYİH'sındaki payı, verili yıllarda yüzde 8,9'dan (1913) yüzde 4,5'e (1950) geriler ve sonrasında 1973'te yüzde 4,6'ya ve 20. yüzyılın sonu (1998) itibariyle de yüzde 11,5'e çıkar. 20. yüzyılın sonu itibariyle Çin, GSYİH bazlı dünya ekonomisinde ABD'den sonra 2. sırada yer alır. ABD, verili yıllar bakımından 1870'de yüzde 8,9 oranlık payıyla Çin, Hindistan ve İngiltere'den sonra 4. sıraya çıkar. Sonraki dönemde ABD, dünya GSYİH üretiminde sürekli ilk sırada yer alır. ABD’nin payı 1950’de 27,3’e kadar çıkar,sonraki dönemde bu pay giderek geriler ve 20. yüzyıl sonunda yüzde 21,9'a düşer.

1870-2000 arasında dünya ölçeğinde yükselen ve gerileyen güçler: 

Emperyalist çağda, 1900-2005 yılları arasında, eşitsiz gelişmenin Çin ve ABD bakımından sonucu: ABD, 20. yüzyılın başında ve sonunda dünyanın en büyük ekonomisi olma konumunu sürdürüyor. 20. yüzyılın başında hesapta olmayan Çin ekonomisi ise yüzyılın sonunda 4. sıraya çıkıyor.1  

Çin üzerine analizler birkaç Çin ortaya çıkartmaktadır:

a) “Sosyalist Çin”

b) “Modern sosyalist bir ülke inşa etme yolunda ilerleyen Çin”

c) “Çevre ülke Çin”

d) Kapitalist/emperyalist Çin.

Bu sınıflandırmalara bir de “Çin özgünlüklerine sahip sosyalizm” tanımlamasını eklemek gerekir. 

Ancak, Çin’de mutlaka bir sosyalizm keşfedenlerin, Çin’e sosyalizmden başka bir toplum formasyonu yakıştıramayanların sınırsız oportünizminin hayal dünyasındaki Çin, gerçek yaşamdaki Çin’den tamamen farklıdır.

Dün Sovyetler Birliği dağıldığında Stalin’i yeniden keşfedenler, bugün tutunacak bir dalları kalmadığı için devrimci Çin’i; Mao dönemindeki Çin’i yanlış yoldan giden ülke diyerek her türden iftiralarla mahkum edenlerin kalıntılarıdır. O SBKP-ÇKP polemiklerinde Sovyet modern revizyonistleri Çin hakkında olmadık her şeyi söylediler; sadece söylemekle kalmadılar,  teorileştirdiler. Şimdi sanki hiçbir şey olmamış gibi, Sovyet modern revizyonizminin kalıntıları  “sosyalist” Çin’i keşfettiler ve “kraldan daha çok kralcı” tarzında savunmaktalar. Belki de Xi Jinping önderliğinde Çin yönetiminin dikkatini çekebiliriz umuduyla!

Ancak, Çin yönetiminin, “Çin sosyalisttir” diyenlerden tamamen farklı düşündüğü de ortada. Çin’i sosyalist gören çevrelerin varlığı Çin yönetimini rahatsız etmez, tam tersine uluslararası ilişkilerinde bir nebzecik sosyalizm sosunun olmasının zarardan çok faydası olabilir. Ama biz yine de  ÇKP Genel Sekreteri, Çin Devlet Başkanı ve Merkez Askeri Komisyonu Başkanı Xi Jinping’in tespitlerine bakalım. Xi Jinping, “sosyalizmin 100 yıl devam edecek olan başlangıç aşaması” diye saçmalık derecesinde bir düşüncenin baş savunucusu ve yaygınlaştırıcısıdır.2  Xi Jinping, 100 yıl sürecek “başlangıç aşaması” kavramıyla sosyalizme geçiş aşamasından bahsediyor. Yani “Çin henüz sosyalist bir ülke değildir” diyor. Aslında sosyalizme geçiş aşaması Çin’de yeni demokratik devrimden sonra (1949) gündemdeydi. Mao’nun ölümünden sonra Deng Xiaoping tarafından bu aşama uzatmaları oynar duruma dönüştürülmüş, yani bitmek bilmeyen bir Yeni Ekonomi Politik dönem hala sürmektedir.

Xi Jinping’in “öğretisi”, Çin’i olduğundan farklı değerlendirmek isteyenler için de oldukça öğreticidir. Ara sıra, duruma göre Mao Zedung düşüncelerine, Marksizm’e, Marksizm-Leninizm’e  gönderme yapsa da Xi Jinping, Çin’in, Deng Xiaoping’in görüşleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmasında kalıcı, sonuç alıcı adımlar atan yeni bir Deng Xiaoping’dir. Herhangi biri değil, kendinden öncekilerin dünya kapitalizmiyle bütünleşme adımlarını kararlı biçimde ilerleten biridir. Deng Xiaoping’in temel düşüncesi “zenginleş” (1978) ve “ortak refaha ulaşmak” slogan ve perspektifinde ifadesini bulmaktadır. Xi Jinping, Çin’i tam da bu hatta ilerletmek amacındadır. Görevini çok iyi yapıyor olmalı ki, kendisine kişiye özel yasayla 3. defa seçilme hakkı tanındı.

“Ortak refaha ulaşmak” sloganı veya hedefi burjuva toplumda yaygın olan, burjuva ideolojisinin  farklı ülkelerde farklı görünüm altında da olsa sürekli pompaladığı bir anlayıştır. Nihayetinde bu anlayış burjuva toplumda sınıfsal uyumu veya sınıflar arasındaki çelişkileri göz ardı eder. Bunun diğer adı, zor durumlarında burjuva iktidarların sürekli kullandıkları“hepimiz aynı gemideyiz” anlayışıdır.

Deng Xiaoping’in yolunda giden Xi Jiping: “Deng Xiaoping, sosyalizmin özünün, nihai olarak ortak refahı elde etmek için üretici güçlerin özgürleşmesi ve geliştirilmesi” olduğuna işaret etti.

18. ÇKP Merkez Komitesi’nin Ekim 2015'teki Beşinci Genel Toplantısı: “Ekonomik kalkınmanın sarsılmaz hedefleri olarak insanların refahını artırmak, çok yönlü gelişmelerini ve ortak refah yolunda istikrarlı ilerlemelerini teşvik etmek olarak adlandırıldı. Bunu asla gözden kaçırmamalıyız.”3

“Üretici güçlerin gelişmesi ve özgürleşmesi, sosyalizmin esasını oluşturur” gibi “ortak refaha ulaşmak” anlayışını da günümüz Çin’inde politik ekonomi alanında “büyük bir öncü başarı” olarak tanımlar.

Üretici güçlerin gelişme amacı, buna bağlı olarak sınıfsal içeriği sosyalizmde ve kapitalizmde farklıdır. Ancak ne Deng’in ne de onun takipçisi Xi Jinping’in kafasında sosyalizmde üretici güçlerin gelişmesi olmadığı ve “zenginleşmek”, “ortak refaha ulaşmak” olduğu için Çin’in kapitalist dünyaya açılma politikasının sonucu olarak Çin tekelci burjuvazisi ve yabancı sermaye ile kurdukları ortaklıklarla Çin’de sosyalizm içerikli üretici güçler değil, kapitalist ekonomiye özgün üretici güçler gelişmiştir. Sovyet modern revizyonistlerinden farklı olarak Çin yönetimi, bir taraftan en modern teknolojiyi ve örgütlenme biçimlerini benimserken (dahası Batı’dan çalıp uygularken), diğer taraftan da genel kontrolü elden bırakmamıştır, bırakmamaktadır. Oldukça hızlı gelişen bu dönüşümün sonuçları, hiç kimsenin inkar edemeyeceği biçimde ortada: Çin’de kısa zamanda uluslararasılaşmış tekeller oluşmuştur. 2020 itibariyle dünyanın en büyük 500 tekeli sınıflandırmasına giren Çin tekellerinin sayısı 135 idi. Çin, 21. yüzyılda “dünya imalathanesi” olmuştur.

Daha 1988’de anayasanın 11. maddesine devlet, “özel ekonominin varlığına ve gelişmesine müsaade eder”, “özel ekonominin çıkarlarını ve yasal haklarını korur” eklemesi yapılmıştı.

 Xi Jinping düşüncesinde “toplumsal harmoni” ve “hepimiz aynı gemideyiz” anlayışı, temel sınıfsal çelişkileri, uluslararası alanda rekabeti geri planda göstermek için sürekli ön planda tutulmaktadır. Xi Jinping’ye göre “Toplumsal harmoni, Çin sosyalizminin temel bir bileşenidir.”4 Ancak, Çin’de toplumsal gelişme, sınıf çelişkileri, bu çelişkilerin açık protestolara, sokakta sınıf mücadelesine dönüşmesi, “toplumsal harmoni” anlayışının uzlaştırıcı, yatıştırıcı özelliğinin pek kalmadığını da göstermektedir.

Ancak, “toplumsal harmoni”, “hepimiz aynı gemideyiz” demagojisi uluslararası alanda; Çin’in başka ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkilerinde hala belli bir inandırıcılığa sahiptir. Bu demagojiye inanan çevreler de Xi Jinping’ye rağmen Çin’i hala sosyalist olarak görmekte ısrarcı olanlardır.

Xi Jinping açık konuşuyor: “İnsanlık, nihayetinde hepimizin aynı gemide olduğumuzun, uyum içinde bir arada kalmamız gerektiğinin, ortak gelişme hedeflerimizin ve küresel ortaklık ilişkilerinin yeni biçimlerini kurmamız gerektiğinin bilincine varmalıdır.”5 Bu çağrıya bir de “dünyayı bir kader topluluğu olarak var etmek”6 çağrısını ekleyince, tamamlanmış olmasa da resmin şekli şemali, ana hatları ortaya çıkmış olur.

Xi Jinping kendi makalelerinden oluşan “Çin’i Yönetmek” derlemesindeki hemen her makalesinin başlığında “ortaklık, “işbirliği”, “refah”, “barış” kavramlarına yer vermektedir. Gerçekten Çin ne yapıyorsa sadece kendisi için yapmıyor, (“kendim için bir şey yapıyorsam namerdim” diyor!) Kendisi için yaparken de dünyayı düşünüyor, ekonominin ve toplumsal yaşamın hemen her alanında çıkarların dünya ile ortaklaştırılması, ortaklaştırılmış çıkarlar ve işbirliği, ortaklaştırılmış refah, Çin’in bir varoluş nedeni olarak karşımıza çıkartılıyor.

Bütün bu kavramları alt alta sıralayalım:

-Hepimizin aynı gemideyiz.

-Uyum içinde bir arada kalmamız gerekiyor.

-Ortak gelişme hedeflerimiz olmalıdır.

-Küresel ortaklık ilişkilerinin yeni biçimlerini kurmalıyız.

-Dünyayı bir kader topluluğu olarak var etmeliyiz.

-Harmoni içinde bir dünya kurmalıyız.

Dikkat edilirse bu taleplerin hepsi barışı, ortak yaşamı esas almaktadır. Xi Jinping’in ağzından bal akıyor: “Çin rüyasını gerçekleştirmek için barışçıl kalkınma ilkesine bağlı kalmalıyız. Her zaman barışçıl kalkınma yolunda yürüyeceğiz, her zaman karşılıklı yarar ve ortak fayda için açılma stratejisi izleyerek, yalnızca Çin'in kendi kalkınması için çabalamakla kalmayıp, aynı zamanda dünyanın kalkınmasına olan sorumluluğumuza ve katkımıza da değer vereceğiz. Sadece Çin halkının refahı için değil, aynı zamanda tüm dünya nüfusu için çalışıyoruz. Çin rüyasının gerçekleşmesinin dünyaya getireceği şey, kargaşa değil, barıştır; bu bir tehdit değil, fırsattır.”7

Şimdi bu anlayışları Türkçeye çevirirsek karşımıza şöyle bir dünya çıkıyor:

-Her bir ülkede, dolayısıyla Çin’de de sınıflar (hakim sınıf olarak burjuvazi ve ezilen, sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı ve emekçiler); uluslararası arenada ülkeler; emperyalist ülkeler, sömürge ve bağımlı ülkeler, ama özellikle “sosyalist” Çin ve emperyalist ülkeler olarak “aynı gemideyiz”.

ABD/NATO ile Çin/Rusya arasında keskinleşen çelişkiler dünya savaşı tehlikesini artırırken, dünya hızla çok rekabet merkezli olmaktan çıkarak dörtnala iki kutuplu olmaya doğru evrilirken Xi Jinping “harmoni içinde bir dünyanın inşası”ndan bahsedebiliyor.

Öyle ki, “sosyalist” Çin, uluslararası arenada ulusların, işçi sınıfı ve emekçilerin “isyanı”nı reddediyor; “Çin’in dünya hayalinin gerçekleşmesi isyan değil barış getirecektir” diyor.

“Çin, her türlü hegemonya ve güç politikasını reddettiğini, diğer devletlerin iç işlerine karışmadığını ve asla hakimiyet ve genişlemeyi amaç edinmediğini defalarca kamuoyuna açıkladı.”8 Bu durumda:

-Çin, her türlü hegemonyayı reddediyor.

-Çin, her türlü güç (kullanma) politikasını reddediyor.

-Çin, diğer devletlerin iç işlerine karışmıyor.

-Çin, asla hakimiyet peşinde koşmuyor.

-Çin asla genişlemeyi amaç edinmiyor.

-Çin, sadece kendimi düşünüyorsam namerdim, diyor.

Xi Jinping diyor ki; Çin hiçbir karşılık gözetmeksizin bütün insanlığın refahı için kendini feda etmektedir; bütün gücüyle insanlığın geleceği ve refahı için çalışmaktadır, üretmektedir.

Peki, öyle mi? Çin, dünyanın imalathanesidir. Yurt dışına sermaye ihraç etmektedir, Örneğin Çin’in yıllık doğrudan yurt dışına yatımları 2005 yılında yıllık olarak 39 milyar dolardan 2020 yılında 236 milyar dolara çıkmıştır. Çin “Bir Yol Bir Kuşak Projesi”yle bütün dünyayı ahtapot gibi sarmış, bu proje çerçevesinde özellikle Afrika ülkeleri başta olmak üzere çok sayıda ülkeyle altyapı yatırımları yapmış, bu ülkeleri kredilendirmiş, krediyi geri ödeyemeyenlerin zenginliklerine el koymuştur. Çin, hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi karşılığını almadan yapmamıştır. Bu sorunu yazının 2. bölümünde ele alacağız. Şimdilik bu kadar.

Uzatmalı sosyalizm başlangıcı:

Xi Jinping, yukarıda da belirttiğimiz gibi çok açık ifade ediyor: “Sosyalizmin  başlangıç aşaması, Çin’in sosyalist toplumunun kendine özgün tarihsel bir merhalesidir.”

“Bu aşama, sosyalist modernleşme büyük ölçüde gerçekleşmiş olana kadar en azından 100 yıl devam edecektir.”

Bu anlayış çok farklı açılardan yorumlanabilir. Ancak, burada şunu söylemekle yetinelim: Xi Jinping, Çin’de sosyalizmin inşa edilmediğini, bu inşanın sadece ve sadece başlangıç aşamasının en azından 100 yıl devam edeceğini söylüyor. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi Çin’in sosyalist ülke olduğu sonucuna varanlar da çok bu fani dünyada. Xi Jinping, “Henüz sosyalist ülke değiliz” diyor, kimileri de “Çin sosyalist ülkedir, ancak Xi Jinping henüz bunun farkında değildir” diyor.

Deng’den bu yana Çin’de sosyalizmin inşası dışa açılmanın bir aracı olarak kullanılmıştır; inşa başlangıç aşamasının ötesine geçmemiştir. Deng’in bu demagojisini şimdi Xi Jinping, Çin dört başı mamur, daha doğrusu her bakımdan Amerikan emperyalizmiyle dünya hakimiyeti için jeopolitik it  dalaşına başlayabilecek güce ulaşana kadar devam ettireceğini söylüyor.

Böyle bir “sosyalizm aşaması”nın ciddiye alınması için bu aşamayı başlatacak ve inşasını devam ettirecek olan toplumsal mülkiyete dayalı sektörün de sadece var olması değil, yabancı sermaye de dahil bütün diğer sektörlere önderlik etmesi gerekir. Ancak, önderlik etmesi gereken böyle bir sektör yok Çin’de. Daha doğrusu var, ama önderlik edecek derecede yok. Xi Jinping şöyle diyor bu konuda:“... ulusumuzun temel ekonomik sisteminin Çin'in sosyalist sisteminin önemli bir direği ve sosyalist piyasa ekonomimizin temeli olduğu konusunda mutlak bir açıklık olmalıdır. Dolayısıyla (ulusumuzun ekonomik sistemi) kamu mülkiyetinin hakimiyetini ve devlet sektörünün öncü rolünü değiştirmemelidir.”9 Ancak, “devlet sektörünün önderlik eden rolü” Çin’de bir gerçeklik değil, en fazlasıyla bir demagojidir.

Çin’de dünya ekonomisiyle, yani sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasına katılımla devlet sektörünün ekonomideki önemi giderek gerilemiştir. Her ne kadar bu konuda farklı araştırma ve sonuçlar olsa da devlet sektörünün Çin ekonomisindeki yeri Xi Jinping’in dediği gibi “önder bir rol” alacak durumdan çıkmıştır. Bugün Çin ekonomisinde özel sektörün payı yüzde 70-80 arasındadır.10

Başka bir araştırmaya göre: “Özel şirketler aynı zamanda Çin'in ekonomik büyümesinin ana itici güçleridir. Bazı durumlarda rakamlar büyük farklılıklar gösterse de, Çin'in GSYİH'sındaki paylarının yüzde 70'e kadar çıktığı ve toplam istihdamdaki paylarının yüzde 60 ila 85 civarında olduğu tahmin edilmektedir.”11

Özel sektörün Çin ekonomisindeki belirleyici konuma gelmesi yeni de değildir. Resmi istatistiklere göre daha 2004 yılında sanayi üretim değerinde devlet sektörünün payı, ancak yüzde 33 ve kolektif ekonomi işletmelerinin payı da yüzde 8,9 oranındaydı. Yani sanayi üretiminde devlet sektörünün  toplam payı yüzde 39,9 ve özel sektörün payı da yüzde 60,1 oranındaydı.12

Bugün Çin’in sosyo-ekonomik yapısıyla, nasıl bir ülke olduğuyla bağlam içinde ele alınan konular, analizler, oluşma ve gelişme zemininden kopartılarak ele alınırsa yanıltıcı olmaktan başka bir sonuç vermez. Çin, ne birden bire emperyalist olmuştur ne  ezelden beri sosyalisti ve ne de şimdi Xi Jinping önderliğinde sosyalizm yolunda ilerlemektedir. Çin’de birinci ve ikinci dönem reformları (iktisadi reformların birinci aşaması 1979-1991 dönemini, ikinci aşaması da 1992-2002 dönemini kapsar)  ve alınan başkaca reform kararları; bunların uygulaması dikkate alınmaksızın Çin’in nasıl bir ülke olduğu üzerine değerlendirmeler yanıltıcı olacaktır. Aslında bu yanılgının baş kaynağı Xi Jinping’dir. “Başlangıç aşaması en az 100 sene sürecek olan sosyalizm” inşasından bahseden bizzat O’dur. Ama bazıları O’nun tespitlerini de bir kenara iterek Çin’i “sosyalist” ilan etmekten geri durmuyorlar.

O halde bugünkü Çin’i anlamak için yakın geçmişine kısaca bir göz atalım.

Çin hakkında kafa karışıklığının asıl nedeni mülkiyet biçimlerinden veya farklı mülkiyet biçimlerinin ekonomide aynı anda kullanılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. VIII. Parti Kongresi’nde (1956) ülkenin sanayileştirilmesi, tarımda ve sanayide üretim araçlarının sosyalist mülkiyete geçmesinin sağlanması ve böylece kapitalizmden sosyalizme geçişin tamamlanacağı tespiti yapılıyordu. XIII. Parti Kongresi’nde (1987) bu anlayış  gözden geçirilir. Bu sefer Çin,  henüz sanayileşmemiş olmasına rağmen ”sosyalist“ olmuştur! Yani artık sorun sosyalist toplum koşullarında sanayileşmeyi gerçekleştirmektir! XIII. Parti Kongresi kararları doğrultusunda alınan kararlar nasıl bir sanayileşmeyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir; üretim araçlarının özelleştirilmesi; farklı mülkiyet biçimleri temelinde kapitalizmin geliştirilmesi ve sonuçta da burjuva mülkiyet ilişkilerinin tam hakimiyetini sağlamak için özellikle üstyapı da dahil gerekli bütün koşulların oluşturulması. Burada üstyapı-altyapı ilişkileri Mao’dan sonra umursanmamıştır; hala sürmekte olan, Xi Jinping tarafından derinleştirilerek ve kapsamlaştırılarak yüzyıl süreceği söylenen sosyalizmin başlangıç aşaması Çin gerçeğini ifade eden farklı mülkiyet biçimlerinin varlığı Çin yönetiminden ziyade Çin’i sosyalist görenler, “kapitalizm var ama yine de sosyalisttir” diyenler açısından içinden çıkılamaz bir soruna dönüştürülmüştür. Korkut Borotav bunlardan birisidir.13 Bu temel yanılgı, üstyapı-altyapı arasındaki karşılıklı etkilenmeyi anlayamamanın sonucudur; üstyapı sosyalistse, alt yapı da öyle kalır, yani kapitalizme rağmen o ülke sosyalisttir. Sovyet revizyonistleri kapitalistleşen altyapıyı “sosyalist” üstyapı cenderesinde tutmayı bir marifet saydılar ve ülke dağıldı. Çin yönetimi, Deng’den başlayarak bu çelişkiyi, Sovyet revizyonistlerinin bu hatasını gördü ve Çin’de kapitalizmi teşvik ederken üstyapının da bu teşvike uymasını, önünü kapatmamasını sağladılar. Bu nedenle bugün ÇKP “Marksist-Leninist” partidir, ama Çin toplumunu ve ekonomisini kapitalist ilişkilere göre yönlendirmektedir.

İktisadi reformların genel içerikleri ve sonuçları bu gelişmeyi göstermektedir:

İktisadi reformların birinci aşamasında (1979-1991) esas olan şuydu: Devlet mülkiyetinin ekonomideki belirleyici rolü korunacak, ama aynı zamanda farklı  mülkiyet biçimlerine geçilecek:

Bir taraftan devlet mülkiyetinde olan işletmelerin belli haklarının olmasına ve uygulanmasına özen gösterilecek, ama aynı zamanda devlet denetimli ekonomi yapısı gevşetilecek. Bunun nasıl bir pragmatizm olduğunu bugünkü Çin ekonomisinde devlet sektörü üzerine farklı görüşlerin varlığından da anlıyoruz.

Planlama, pazar ekonomisine, yani klasik kapitalizme göre düzenlenecek; bu bağlamda yabancı sermaye ülkeye çekilecek ve serbest ticaret bölgelerinde pazar ekonomisi ve yabancı sermeye kombinasyonundan tecrübeler elde edilecektir. Yani serbest ticaret bölgelerinde kapitalizm dizginsiz uygulanacak (bunun adı pazar ekonomisi oluyor); bu uygulamalardan ve ülkeye davet edilen yabancı sermaye faaliyetlerinden dersler çıkartılacak.

İlk reform döneminde amaçlanan sonuçlar elde edilmiş olmalı ki, iktisadi reformların ikinci aşamasında (1992-2002) reformların yönü tamamen değişmiştir. Bu dönemde ekonominin  pazar ekonomisine; klasik kapitalizme göre düzenlenmesi esas alınmış ve bunun adı da, devlet ekonomisinin “yeniden örgütlenmesinin stratejik düzenlenmesi”konmuştur. Bu düzenlemeye göre:

-Bir taraftan devlet, ekonomi yönetiminden çekilirken, diğer taraftan ve aynı zamanda anonim şirketlerin kurulmasına geçilmelidir.

-Karma mülkiyet rotası izlenmelidir.

-Kırda ve şehirde küçük ve orta boy işletmelerin özelleştirilmesine geçilmelidir.

İktisadi reformun üçüncü aşaması (2003 ve sonrası), reformlardan amaçlanan sonuçların elde edildiğini göstermektedir:

a)Ulusal ekonominin üç ayağından biri olan ulusal özel sermaye yeni nitelik kazanmıştır.

b)DTÖ’ye girişin sonucu olarak yeni reformların yolu açılmıştır.

c)Çin ve dünya ekonomisi arasındaki yoğun karşılıklı ilişkiler yeni bir aşamaya girmiştir.

Kısacası, reformlar, mülkiyet ilişkilerinde değişikliklerin derinleşmesini beraberinde getirmiştir.

Çin yönetimi devlet sektörünün ekonomide ve devlet güvenliğinde önemli olan sektörlerde yoğunlaşmasını stratejik amaç  olarak açıklamıştı.  ÇKP’nin 15. merkez komite 4. oturumunda (Eylül 1999) devlet sektörünün hakim konumda olması düşünülen sektörler şunlardı: (Bu sektörler aynı zamanda tekel konumundaydı):

1)Ülke savunmasında önemli olan büyük işletmeler

2)Belirleyici önemi olan bankalar

3)Posta, telekomünikasyon, enerji sektörü

4)Önemli kamu hizmetleri (Su şebekesi, çevre koruması)

5)İleri teknoloji, petrol, demir, çelik, petrokimya gibi sanayi dallarının önemli bölümleri.

Ama 25 Şubat 2005’te açıklanan yeni bir karar14 Çin yönetiminin ne denli pragmatik hareket ettiğini de gösteriyordu. Yeni stratejik yönelimlerin yer aldığı bu karara göre, mali pazarlar, elektrik üretimi, sivil havacılık, petrol, kanalizasyon ve çöp, yerel nakliyat, şehirlerin gaz, uzaktan ısıtma şebekesi ve savunma sanayi gibi devlet tekelinde olan sektörler de özel ekonomiye (klasik kapitalist ekonomiye) açılıyordu.

Reformlar döneminde; aslında reformların uygulanmasının doğrudan bir sonucu olarak firma birleşmeleri, satışları ve kira ve iflaslar devlet işletmelerinin ve devlet hisselerinin hakim olduğu işletmelerin sayısı  2001’e kadar üçte iki azalmıştır.15Başka bir kaynak da küçük ve orta boy devlet işletmelerinin sayısının 1995-2003 arasında 245 binden 147 bine düştüğünü belirtiyor.16

Ekonominin yapısı stratejik hedeflere göre yeniden örgütlendi. Bunun sonucu olarak devlet işletmelerinin, o “sosyalist işletme”lerin sayısı, her ne kadar ortalıkta farklı veriler dolaşsa da oldukça azaldı. Devlet, ekonomi alanında çekilmeye başladı ve ekonomik faaliyeti daha ziyade ülke güvenliğini ve ekonomik ve altyapı güvenliğini ilgilendiren alanlarla sınırlandı. Devlet işletmelerinin önemli görülenleri modernleştirildi. Katışıksız devlet işletmeleri giderek önemsizleşirken onun yerini karışık biçimlerde işletmeler almıştır. GSMH’da devlet sektörünün payı yüzde 20 civarındadır.17

Ancak, Xi Jinping’in iktidara gelmesinden bu yana devlet sektörünün önemi yeniden artmaya başlamıştır. Çin, uluslararası rekabette söz sahibi olmak için devlet işletmelerini birleştirerek devasa tekeller oluşturmaktadır. Bunda, işi sağlama bağlama bakımından ABD-Çin arasındaki rekabetin keskinleşmesinin; Çin’in ABD hegemonyasına meydan okumasının doğrudan bir rolü vardır.  

Çin’de üç mülkiyet biçimi var:

a)Devlet mülkiyeti

b)Yabancı sermaye katılımlı ortaklıklar

c)Yerli özel sektör işletmeleri.

Bu üç mülkiyet biçiminin Çin ekonomisindeki yerini Xi Jinping şöyle tanımlıyor:

“Reform ve açılımdan bu yana, partimiz hem olumlu hem de olumsuz deneyimler üzerine düşünmüş ve sosyalizmin ilk aşaması için temel bir ekonomik sistem oluşturmuştur. Bu sistem içinde hem kamu hem de kamu dışı sektörlerin sosyalist piyasa ekonomisinin önemli bileşenleri ve esas temelleri olduğunu açıkça ortaya koyarken, diğer biçimlerde mülkiyetin gelişmesine izin verirken toplumsal mülkiyeti temel dayanak haline getirmeye devam etmenin önemini vurguladık. Ekonominin devlet sektörünü kararlılıkla sağlamlaştırmalı ve geliştirmeliyiz ve ayrıca devlet dışı sektörün gelişimini kararlılıkla teşvik etmeli, desteklemeli ve başlatmalıyız, her türlü mülkiyet biçiminin birbirini güçlendirmesini ve birlikte gelişmesini sağlamalıyız.”18

İşte Çin alt yapı-üstyapı arasındaki etkilenmeyi; üstyapının görevini böyle açıklıyor. Sovyet revizyonistlerinin yapamadığı buydu ve revizyonist Sovyetler Birliği’nin kapitalist karakterini anlayamayanlar bugün de Çin’in kapitalist karakterini anlamıyorlar.

Xi Jinping’e göre Çin ekonomisinde iki farklı mülkiyet biçimi var:

1) Desteklenmesi, güçlendirilmesi ve ekonominin temel direğini oluşturması gereken toplumsal (kamu) mülkiyeti

2) Bu mülkiyetin yanı sıra “devlet dışı sektör”olarak tanımlanan sektörün “gelişimi kararlılıkla teşvik edilmeli, desteklenmeli”dir.

Burada kast edilen yukarıda bahsettiğimiz “yabancı sermaye katılımlı ortaklıklar ve yerli özel sektör işletmeleri”dir. Yani düpedüz, katışıksız kapitalizm. Neresinden bakarsanız bakın, evirin çevirin Xi Jinping Çin ekonomisinde kamu ve özel sektörün birbirini destekleyerek var olmasını ve “modern sosyalist” Çin’in inşası için bunun kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Ancak, Çin gerçeği Xi’yi doğrulamıyor. Görünüşte, tanımlamada kamu mülkiyetinden bahsetmek o mülkiyetin gerçekten de kamu çıkarları, “ortak refah” için var olduğunu göstermez. Kamu mülkiyeti “ortak refah” için önemli olsaydı, bu “ortak refah” kendini Çin toplumunda gösterirdi. Bunun yerine Çin’de ne görüyoruz? İşçi sınıfının mücadelesini; Çin toplumunun gelir düzeyine gör paramparça olduğunu görüyoruz.

Xi Jinping bize burjuva mülkiyetin farklı biçimlerini anlatmaya çalışıyor.19

Xi Jinping’in farklı yere koyduğu ÇKP’ye gelince: O ÇKP’nin XVIII. Kongresi’nde parti inşası bağlamında formüle edilen temel taleplerden bahsederken diğer şeylerin yanı sıra “Son yıllardan bu yana yeni  devasa parti inşa etme projesini tüm yönleriyle ilerletiyoruz“ der.20“Parti inşasının yeni devasa projesi” oldukça iddialı bir söylem. “Devasa” kavramını “mükemmel”, “çok güzel” olarak da çevirebilirsiniz. Her üç kavram da neyi kast ettiğine denk düşer. Her halükarda Xi Jinping, genel sekreteri olduğu ÇKP’nin Çin’in dünya politikasında ve ekonomisinde konumunun; Çin’in Amerikan emperyalizmine meydan okuyuşunun ideolojik yorumlanmasının; Çin ekonomisinde ve toplumunda burjuva sınıf ve mülkiyetin normalliğinin Çin işçi sınıfı ve emekçilerine nasıl anlatılması gerektiğine kafa yormaktadır. Bu çelişkili durum öyle anlatılmalı ki, uluslararası alanda da Çin’in sosyalist, barışçıl ve dünya refahını düşünen ülke olduğundan, nihayetinde ÇKP’nin de Marksist-Leninist parti olduğundan şüphe duyulmasın. Başarısız olduğu da asla söylenemez.

Xi Jinping, ÇKP’nin Çin sermayesinin ve burjuvazisinin partisi haline gelmesi için yoğun çaba sarf edenlerin başında geliyor. Gerçekten de ne Çin’in ne de ÇKP’in ne devrimle ne enternasyonalizmle ne sermaye karşısında işçi sınıfının çıkarlarıyla ne emperyalizme karşı mücadeleyle ne sömürge, yeni sömürge, emperyalizme bağımlı ülkelerin haklı mücadeleleriyle herhangi bir bağı vardır. Çin tekelci burjuvazisi, ÇKP’nin, sermayenin çıkarlarını savunan parti olarak yeniden örgütlenmesini talep etmektedir. Son yıllardaki değişim budur.

ÇKP kendini Marksist-Leninist parti olarak tanımlar. Bu durumda söz konusu olanın gerçekten de bir komünist partisi olması gerekir. İktidarda olan, bazılarına göre sosyalizmi kurmuş olan bir partidir veya Xi Jinping’e göre “Sosyalist modernleşme büyük ölçüde gerçekleşmiş olana kadar en azından 100 sene devam edecektir.” “Sosyalizmin başlangıç aşamasına” siyasi önderlik etmesi gereken bu partide işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmiş olduğunu, partinin onların partisi olması gerektiğini düşünürüz. Ama durum tamamen farklı. ÇKP, sınıf farkı tanımayan bir “Marksist-Leninist” partidir. ÇKP, sınıf partisi değil, Çin’deki mevcut sınıfların ve bütün sosyal katmanların partisidir. Toplumdaki konumlarına göre başlıca beş grupta toplanan bu sosyal katmanların ilk sıralarında: 1) Devlet ve toplum yöneticileri; 2) Menajerler; 3) Özel girişimciler; 4) Uzman teknik personel yer alıyor. En alt sıralar da ise 1) Sanayi işçileri; 2) Tarımda çalışanlar; 3) Mesleği olmayanlar, işsizler bulunuyor.  Çin toplumu gerçeği böyle.

Resmiyette ÇKP, hala işçi sınıfının Marksist-Leninist partisidir. Ama parti üyelerinin sosyal yapısı tamamen değişmiştir.21Sıradan parti üyesi işçilerin ve köylülerin sayısı azalmış, özel girişimcilerin, kapitalistlerin sayısı ise artmıştır. Bu kapitalistler ÇKP üyelerinin yüzde 20’sini oluşturuyorlar.

Çinli kapitalistlerin 1993’te yüzde 13,1’i; 1995’te yüzde 17,1’i; 1997’de yüzde 16,6’sı; 1999’da yüzde 19,8’i ve 2001’de de yüzde 29,9’u ÇKP üyesiydi. Çin’de ÇKP üyesi olmadan milyoner veya milyarder olmak pek kolay olmasa gerek. Çünkü bu parti, Xi Jinping’e göre “Parti inşasının yeni devasa projesi” olan ÇKP’de işçi sınıfı ve emekçilerin sesi yükselmiyor. Sermayenin sesi yükseliyor; daha doğrusu tekelci Çin sermayesinin sesi yükseliyor. Xi Jinping’e göre “mükemmel” olan da bu olsa gerek. Bu parti Maocu tarzda da olsa devrimin, enternasyonalizmin sesi değildir. Bu parti, dünyayı yeniden paylaşmanın; Amerikan emperyalizmine meydan okumanın; “Bir Yol Bir Kuşak Projesi’ni nasıl uygularız”ın, “Çin işçi sınıfı ve emekçilerini ÇKP(devlet)-özel sermaye ortaklığı içinde nasıl sömürürüz”ün strateji ve taktiklerinin belirlendiği siyasal merkezdir. Bu nedenle Xi Jinping için ÇKP “yeni devasa bir proje”dir. Böyle bir projeyi revizyonist Sovyetler Birliği’nde revizyonistler geliştirememişlerdi; SBKP’yi ÇKP gibi dönüştürememişlerdi.

ÇKP’deki dönüşüm bağlamında enteresan olan, ÇKP-özel sektör veya ÇKP-sermaye işbirliğinin nasıl örgütlendiğidir. Xi Jinping yönetiminde, ÇKP komiteleri özel sektörde hem Çinli şirketlerde hem de yabancı sermayeli şirketlerde giderek daha yaygın hale geldi. 2018'e gelindiğinde parti bürolarına sahip özel işletmelerin oranı yüzde 48,3'e ulaştı; 2002'de özel işletmelerin yalnızca yüzde 27,4'ünün parti bürosu veya şubesi vardı. En büyük Çin şirketlerinin yüzde 92’sinin parti şubeleri var. Eylül 2020'de ÇKP, bölgesel sanayi ve ticaret federasyonlarında (FIC) daha fazla parti komitesi kurarak ve FIC'ler ile ÇKP arasında özel bir ilişki sağlayarak özel sektördeki birleşik cephe çalışmasını güçlendireceğini duyurdu.22

Sınıfsal bazlı tanımlayacak olursak ÇKP, bürokratik burjuvazinin, klasik burjuvazinin; kapitalistlerin partisidir.

ÇKP, 16. kongresinde (8–14 Kasım 2002)  kapitalistlerin de parti üyesi olmalarını kabul etmiştir. Parti üyesi kapitalistlerin sayısının hızlı artışının verili yıllardaki özelleştirmeyle bağı var. Bu üyelerin çoğu özelleştirilen işletmelerin yöneticisiydiler, sonra da sahibi oldular.

Çin’in de “kızıl kapitalist”leri var.

Çin ekonomisi üzerinde sermayenin etkisi tartışma götürmez bir gerçekliktir. Çin ekonomisi, eskimiş, elden çıkartılmak istenen, ama bazı alanlarda da modernleştirilmek istenen devlet işletmelerinden, yabancı sermaye katılımlı ortaklık işletmelerinden ve özel sektör işletmelerinden oluşmaktadır. Burada güç dengesi tamamen özel sektör lehinedir. Daha bu yüzyılın ilk yıllarında yabancı ve yerli özel sermayenin ihracattaki payı yüzde 63 ila yüzde 65 arasındaydı ve bu pay her geçen gün artmaktadır.

İş gücü meta olmuştur. Bu anlamda da işçi ile devlet mülkiyeti (güya sosyalist mülkiyet) ayrımı, artık kapanamaz derecede gelişmiştir. Yani, nasıl tanımlanırsa tanımlansın Çin’de devlet mülkiyeti sosyalist mülkiyet değildir ve iş gücünün meta olmasından dolayı olamaz da. Bunun ötesinde kırsal alanda köylülüğün ezici çoğunluğu da kendi hesabına; özel ekonomi ilişkileri içinde üretmektedir.

Çin’in bugün en önemli iç sorunu, ekonomik ve sosyal ilişkiler ile siyasi üstyapı arasındaki temel çelişkinin çözülmesidir. Çin’de üstyapı Mao’dan buyana sürekli “sosyalist”ti. Ama altyapı; ekonomik ilişkiler ve bu ilişkilerin neden olduğu sosyal şekillenme ve toplumun da bu temelde sosyal tabakalara ayrılması artık mevcut üstyapı tarafından temsil edilemiyor. Ya bu üstyapı, SB’nde olduğu gibi yıkılacak ya da süreç içinde tamamen klasik burjuva üstyapıya dönüşecek.
ÇKP, bu sorunları görmekte ve üstyapının sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için adımlar atmaktadır. Tabii her seferinde “Çin’e özgün” olan yönler vurgulanmaktadır.

İkinci makalede Çin’in neden sadece kapitalist bir ülke olmadığını, emperyalist ülke olduğunu ele alacağız.

 

1 İbrahim Okçuoğlu; agk., s. 40.

2 “Sosyalizmin ilk aşaması, Çin’in sosyalist toplumunun spesifik tarihsel bir merhalesidir; bu merhalede Çin gelişmemiş durumunu tedricen aşacak ve  esasen sosyalist modernleşmeyi gerçekleştirecektir.  Bu aşama, 1950'lerde üretim araçlarının özel mülkiyetinin sosyalist dönüşümünün temelden tamamlanmasıyla başladı ve sosyalist modernleşme geniş çapta gerçekleşene kadar en az yüz yıl sürecektir.” (Xi Jinping; “China regieren” – “Çin’i Yönetmek”, 2014, s. 23/24)

3 Bkz.: Xi Jinping; “Neue Grenzen öffnen für die Marxistische politische Ökonomie im hetigen China”, Marxistische Blätter, Beilage zu 6-2020, s. 4

4 “Adalet, Çin sosyalizminin doğal bir gereğidir. Bu nedenle, ekonomik ve sosyal kalkınmanın yanı sıra tüm halkın ortak özlemi temelinde, oldukça etkili bir sosyal adalet sistemi için daha çok çalışmalı ve kademeli olarak bir sosyal adalet sistemi oluşturmalıyız. Ortak refah, Çin sosyalizminin temel bir ilkesidir.”

5 Xi Jinping; agk., s. 552

6 Xi Jinping; agk., s. 246

7 Xi Jinping; agk., s. 68

8 Xi Jinping; agk.,  s. 327

9 Bkz.: Xi Jinping; “Neue Grenzen öffnen für die Marxistische politische Ökonomie im hetigen China”, Marxistische Blätter, Beilage zu 6-2020, s. 5

10 Bkz.: www.swp-berlin.org/publikation

11 www.monopolkommission.de/images/HG23/HGXXIII_Kap4_Chinas_Staatskapitalismus.pdf, s. 253

12 Bkz.: China Staat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 14-2 veya Çin Devriminin ve Toplumunun Sınıfsal Karakteri (II)

13 “Ben bugünkü Çin için “devlet kapitalizmi” ifadesini, bir kavram olarak değil, daha iyisini bulamadığım bir terim olarak kullandım. En yaygın üretim ilişkisi kapitalizmdir. Ama devlet ve “kooperatif” mülkiyet biçimleri, stratejik sanayi kollarında, bankacılıkta, Merkez Bankası rezervlerinde, toprakta yaygındır. Devlet işletmelerinde, 1970 sonrası Sovyet uygulaması ve iş gücünün metalaşması “reform/açılma” döneminde yaygınlaşmıştır. Anayasaya özel mülkiyeti (“haklı edinilmiş” olması kaydıyla) güvenceye alan bir madde eklenmiştir. İktidar ise, hâlâ, işçi, köylü sınıflarını temsil ettiğini ileri süren öncü parti (ÇKP) tekelindedir.” “Çin’i bir sosyal formasyon olarak kesinlikle adlandırmak benim bilgilerimi, melekelerimi aşıyor. Burjuvazi ÇKP yönetimini ve devlet aygıtını fethetmeyi başarmış olsaydı, tereddütsüz kapitalist derdim. Kısacası, “son tahlilde beklenen” durum, yani sermayenin iktidarı bugün Çin’de söz konusu değildir. Üstelik, ekonomiyi denetleme gücü bir hayli etkili olan iktidar, bu tehlikenin fakındadır; “sermayenin başıboş genişlemesini” önleyecek güce sahiptir. 21. yüzyılın ortalarında Şi Jinping’in ‘Çin’i müreffeh, güçlü, demokrat, kültürel olarak gelişmiş, ahenkli, güzel, modern bir sosyalist topluma dönüştürme’ hedefinin gerçekleşmesi, bence, tüm insanlık için bir kazanım olacaktır.” (“Korkut Boratav’la söyleşiden)

14 “Küçük üretim ve özel (kapitalist) sektör gibi ortak mülkiyet dışında kalan ekonominin gelişmesinin yönetimi, desteklenmesi ve teşviki için devlet konseyinin bazı düşünceleri” kararı.

15 Hu Shuli; Zeitschrift “Finanzen”. Fiefang Ribao/Renmin Wang, 19.10. 2004 veya Çin Devriminin ve Toplumunun Sınıfsal Karakteri (II)

16 Renmin Ribao, 20.09.2004 veya Çin Devriminin ve Toplumunun Sınıfsal Karakteri (II)

17 “Dünya Bankası tarafından yapılan daha eski bir araştırma, 1998'den 2010'a kadar kamu işletmelerinin toplam sanayi istihdamındaki payının yaklaşık yüzde 61'den yaklaşık yüzde 19'a   ve toplam sanayi şirketi sayısındaki paylarının yaklaşık yüzde 39'dan yaklaşık yüzde 4,5'e düştüğünü tahmin ediyor.  2015 yılı için Dünya Bankası, finans sektörü dışındaki kamu işletmelerinin Çin'in gayri safi yurt içi hasılasındaki (GSYİH) payının yüzde 52 civarında olduğunu tahmin ediyor.  Başka bir araştırma, kamu işletmelerinin  2017'de Çin'deki toplam istihdamın yaklaşık yüzde 5 ila 16'sını ve Çin'in GSYİH'sının yaklaşık yüzde 23 ila 28'ini oluşturduğunu tahmin ediyor.” https://www.monopolkommission.de/images/HG23/HGXXIII_Kap4_Chinas_Staatskapitalismus.pdf, s. 253

18 Bkz.: Xi Jinping; “Neue Grenzen öffnen für die Marxistische politische Ökonomie im hetigen China”, Marxistische Blätter, Beilage zu 6-2020, s. 5

19 Yabancı sermaye ve özel sektörü 2. makalede ele alacağız.

20 Xi Jinping; agk., s. 17.

21 XVIII. Ulusal Kongre (8-15 Kasım 2012) itibariyle parti üyelerinin yüzde 31’i çiftçilerden; yüzde 9’u işçilerden; yüzde 23’ü "işletmelerde ve kamu kurumlarında yönetici, profesyonel ve teknik personel"den, yüzde 8’i  "diğerleri" kategorisinde yer alanlardan oluşmaktaydı.

"İşletmelerde ve kamu kurumlarında yönetici, profesyonel ve teknik personel" ve "Parti ve hükümet personeli" olanların toplam oranı yüzde 31’e varıyor. Yani ÇKP üyelerinin yüzde 9’u işçilerden, yüzde 31’i çiftçilerden oluşurken, yüzde 31’i de akademisyenlerden, menajerlerden, teknik personelden, bürokratlardan oluşmaktaydı.     http://en.chinagate.cn/archives/18da/2012-11/06/content_27015429.htm

22 Bkz.: Organization_of_the_Chinese_Communist_Party, https://en.wikipedia.org/wiki/Organization_of_the_Chinese_Communist_Party

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi