Kimin Tarafındayız ya da Bizim Tarafımız Neresi?

Atina’da Balkanlar bölgesinden antiemperyalistlerin toplantısı gerçekleştirildi. Bu konferansa Dünya Antiemperyalist Platformu organizatörleri tarafından gönderilen mesaj pek çok bakımdan dünyanın kimi ilerici güçleri arasındaki kafa karışıklığını resmediyor. Söz konusu mesajda şöyle deniliyor: “Dünya pazarı derin bir krize sürüklenirken, tekelci ülkelerin finans ağaları birbirleri pahasına hayatta kalmak için mücadele ediyorlar. Bir yandan, yaşam standartlarını ezerek ve emeğimizden son zerresine kadar kâr elde ederek krizin yükünü işçilerin sırtına yıkmaya çalışıyorlar. Öte yandan, dünyanın ganimetinden kimin ne kadar pay alacağı konusunda birbirleriyle rekabet ederken bile, yağma ve egemenlik arzularına direnen her ülkeyi yok etmek için birleşiyorlar.” Bu, yerinde ama eksik bir tespit. Emperyalizmin yeni evresi emperyalist küreselleşme ve onun varoluşsal krizi kavranmadan işçi sınıfının devrimci siyaseti ortaya çıkarılamaz. Kapitalist dünya pazarı derin bir kriz içinde. Peki bu krizin mahiyeti nedir? Bu kapitalist emperyalizmin bir varoluşsal krizidir.

1970’lerden bu yana içinde bulunduğumuz emperyalizmin yeni bir evresi olan emperyalist küreselleşmenin krizidir. Küba ve Kuzey Kore’yi dışta tutarak söyleyebiliriz ki dünyanın bütün ülkeleri dünya tekellerinin hakimiyeti altındaki kapitalist dünya pazarına entegredir. Bütün bu ülkeler kapitalist dünyanın bir parçasıdır. Bu ülkelerden bazıları dünya tekellerinin üssüdür. Çin’in kapitalist dünyaya iltihak etmesi ve Sovyet blokunun yıkılması ile birlikte ABD hegemonyasında kapitalist emperyalist yeni dünya düzeni ilan edildi. Böylece sermayenin dünyayı yağmalaması için önüne dikilen büyük iki engel de ortadan kaldırılmış oldu. Rusya bütünüyle neoliberal kapitalizmin bir parçası olurken Çin tek parti yönetimi altında devlet kapitalizmini dünya pazarına entegre biçimde sürdürmeyi esas aldı. Her iki ülke de dünya tekellerinin karlarına kar kattığı birer sermaye birikim üssü haline geldi. Ama bu aynı zamanda bu ülkelerin de sermaye olarak büyümelerine ve yeni emperyalist güç haline gelmelerine imkan yarattı. Rusya enerji merkezi Çin ise dünya fabrikası olarak büyüdü. Çin’in kapitalist dünyaya iltihak etmesinin ve Sovyet blokunun yıkılması ile hızlanan emperyalist küreselleşme 2007/08 dünya ekonomik krizi ile birlikte bu varoluşsal krize saplandı. Kapitalist emperyalizm kendi gelişim sınırlarına dayanmıştı. Ulusal tekellerin dünya tekellerine dönüştüğü, finans kapitalin tam hakimiyet kurduğu emperyalizmin bu aşamasında içine girilen krizden çıkılması mümkün değildir. Çünkü dünya tekellerinde gerçekleşen sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi düzeyi sermeyenin bir krizle kendini yeniden toparlamasını imkansız hale getirmiştir. Sermaye sermayenin engelidir artık. Tekelci sermaye bu krizi üretici güçlerde yeni bir gelişme ile atlatamadığı ve atlatamayacağı için krizin bütün yükünü emekçi sınıflara yıkarak ve finansal egemenliği yoluyla bağımlı ülkeleri soyarak krizin şiddetini bir müddet düşürmeyi başardı. Ne var ki bu da yetmiyor. Kapitalist eşitsiz gelişme tek kutuplu kapitalist emperyalist hegemonyayı sarsıyor. Ucuz iş gücü olarak değerlendirilen Rusya ve Çin gibi ülkelerin birer kapitalist sermaye gücü olarak yükselmeleri, Rusya’nın enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetinin gelişmesi, Çin’in bir sermaye gücü olarak dünyada kendini hissettirmesi merkezinde ABD’nin durduğu emperyalist bloku daha saldırgan hale getirdi. Emperyalistler bir kez daha krizi yıkıcı bir savaşla aşmaya çalışıyor. Rusya’nın kuşatılarak bağımsız bir güç olarak yükselmesinin önlenmesi, Çin’in hegemonya alanlarının sınırlandırılması ve giderek siyasal sisteminin yıkılarak liberalleştirilmesi batılı emperyalistlerin öncelikli hedefleri arasındadır. Rusya-Ukrayna savaşı gerçekte ufukta görünen dünya savaşının bir çeşit deneme sahasıdır. Batılı emperyalistler ekonominin militarizasyonu yoluyla tekelci sermayeye yeni bir nefes olanağı yaratırken diğer yandan savaşın bütün yükünü emekçi sınıflara yıkmaktadır. Yeni hegemonya dayatması ve dünya savaşı ihtimali dünyanın bütün ülkelerini yeni bir saflaşmaya zorlamaktadır. Şimdi bütün ülkeler yeniden mevzilenmektedir.

Kime Karşı Kimden Yana

“Rusya dünyayı kontrol etmeye ve sömürmeye çalışan saldırgan bir emperyalist güç değildir, Çin de öyle. Bunlar sadece sosyalist devrimleriyle halklarına yağmacı NATO canavarına karşı kendilerini savunma iradesi ve yeteneği kazandırmış ülkelerdir” deniyor mesajda. Peki bu ülkeler nasıl ülkelerdir? Bu sorunun yanıtı mesajda verilmiyor. Bugün batılı emperyalist tekeller ve ülkeler finans kapitalin merkezidir. Rusya ve Çin yükselmekte olan kapitalist emperyalist kuvvetlerdir. Batılı emperyalistler bu iki ülkenin yükselmesini durdurma ve onlar üzerinde tam hakimiyet kurmak için giderek artan bir saldırganlık siyaseti izlemektedir. Rusya ve Çin henüz egemen emperyalist blokla dünya hegemonyası yürütecek düzeyde gelişmiş birer güç değildir. Ne var ki bu onları ne kapitalist ne de emperyalist olmaktan çıkarır. Bu her iki ülke de kapitalisttir. Sermaye birikimlerinin büyümesi oranında sermayelerinin dünyaya yayılması, yeni sömürü alanları araması, bunu yaparken başka sermayelerle rekabete girişmesi, enerji kaynaklarına ulaşımı kolaylaştırma ve onlar üzerindeki hakimiyeti garantileme isteği kaçınılmazdır. Kapitalizmin varoluşsal kriz içine girdiği koşullarda büyük sermaye birikim imkanı yakalamış ülkelerin ve bu ülkelerde merkezleri bulunan tekellerin yeni gelişme imkanları yaratması eşyanın tabiatıdır. Bu zorunlu olarak daha büyük emperyalistlerle gelişmekte olan emperyalistler arasındaki rekabeti kızıştıracak, birileri genişlemek diğerleri onları durdurmak için ekonomik savaşı şiddetlendirecek yetmediği yerde askeri savaşa başvuracaklardır. Olmakta olan budur. Burada sorun Rusya ve Çin’in emperyalist olup olmaması değildir. Bu her iki ülkenin de gelişmekte olan emperyalist kuvvetler olmadığını kabul edelim. Bu neyi değiştirir? Bu her iki ülke de kapitalist midir değil midir? Yanıtlanması gereken soru budur. Rusya’nın kapitalist bir ülke olduğu açık değil mi? Çin’in ekonomisinin kapitalist olduğu reddedilebilir mi? Bu her iki ülkenin ekonomisi sermaye birikimine dayanmıyor mu? Çin kapitalist sömürünün en vahşi biçimlerinin uygulandığı ülkelerden biri değil mi? Bu her iki ülkede yoksul ve zengin sınıflar arasında giderek derinleşen bir uçurum yok mu? Mesajı yazan partiler bu sorulara yanıt vermeden “Bu savaşta tarafsızlık diye bir şey yoktur” diyor ve herkesi “Emperyalistlerin yanında mı yoksa emperyalizme karşı olanların yanında mı yer alacaksınız?” sorusuna yanıt vermeye davet ediyor. Onlara göre Rusya ve Çin emperyalizme karşı ülkelerdir, batılı emperyalistler onları yıkmaya çalışıyor, onlar da kendilerini emperyalizme karşı savunuyor, o halde Çin ve Rusya’nın yanında batılı emperyalistlere karşı aynı safta buluşmalıyız. Bir başka deyişle Rusya ve Çin işçi ve emekçilerini kendilerini sömüren kapitalistlerini desteklemeye, onların etrafında birleşmeye, dünya işçi ve emekçilerini de Rus ve Çin kapitalistlerini desteklemeye çağrıdır bu. Rus ve Çin’in işçi ve emekçileri de dünyanın bütün ilerici güçleri de bu çağrıyı mahkum etmelidir. Bu sınıf işbirlikçiliğine bir davet, bir kapitalist blok karşısında bir başka kapitalist blok etrafında birleşme çağrısıdır. Bu, işçi sınıfının bağımsız bir politik duruş göstermesini ortadan kaldıran, işçi sınıfını kapitalist-emperyalist savaşta bloklardan birine yedekleyen bir siyasettir.

Tarafsızlık Değil 3. Cephe

Sovyet blokunun yıkılmasından bu yana işçi ve emekçiler hep aynı cehennemi ikilime mahkum edildiler. Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde NATO saldırılarına karşı soykırımcı Miloseviç’i desteklememizi istediler. “Ya NATO’dan yanasınız ya Miloseviç’den, üçüncü bir yol yoktur” deniyordu. Miloseviç’i desteklemiyorsanız bu NATO’dan yana olduğunuz anlamına gelir. Ardından Saddam ikilemi ortaya çıktı. ABD ve Avrupalı emperyalistler Irak’taki Saddam egemenliğini yıkmak için işgale girişti. Bunun emperyalist bir saldırganlık olduğu açıktı. Bu nedenle Kürtleri vahşi bir soykırıma tabi tutan Saddam’ı desteklememiz gerektiği ileri sürüldü. Bir süre sonra Suriye ikilemi önümüze konuldu. Emperyalistler Suriye’deki isyanı kendi denetimlerinin altına alarak Esad rejimini yıkmaya yöneltmişti, bu kez de diktatör Esad’ı desteklemenin antiemperyalist bir tutum olduğu belirtildi. Ve şimdi de her antiemperyalistin Çin ve Rusya’nın yanında, aynı safta buluşması gerektiği söyleniyor. Bütün bunlar, kendini komünist olarak tanımlayan partiler ve dünya ilerici hareketindeki kafa karışıklığının ne derece derin olduğunu gösteriyor. Yukarıda da belirtildiği gibi emperyalizmin yeni evresi emperyalist küreselleşme ve onun varoluşsal krizi kavranmadan işçi sınıfının devrimci siyaseti ortaya çıkarılamaz. Aksi taktirde batı emperyalizmine yedeklenmekten kaçınmak adına soykırımcı faşist diktatörlere, gericilere yedeklenmek dışında bir yol kalmaz. Bunun en yakın örneği İran’dır. İran’da faşist molla rejimine karşı, devrimci bir halk ayaklanması, bir halk hareketi var. Diğer yandan İran Ortadoğu’da emperyalist hegemonyaya karşı mevzi tutan bir devlettir ve emperyalistler onu bu mevziden sökmek istiyor. Söz konusu partilerin görüş açısından hareket edersek bu durum bizi yine bir gerici ikilemle karşı karşıya bırakıyor. Ya emperyalistlerden yanayız ya da molla rejiminden. Emperyalist küreselleşme süreci aynı zamanda dünya ekonomi ve siyasetinin dünya tekellerinin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu. Gelişkin sanayi ülkeleri finans kapitalin merkez ülkeleri haline gelirken Çin, Hindistan, Vietnam gibi ülkeler bu finans kapitale bağlı sanayi ülkelerine dönüşüyor; dünün yeni sömürge ülkeleri kapitalist emperyalizmin birer mali ekonomik sömürgeleri olarak yeniden dizayn ediliyordu. Yeni sömürge ülkeler dünya pazarına sıkıca entegre edilirken, bu ülkeler dünya tekellerinin birer iç pazarı, üretim üssü ve finansal araçlarla serbest soygun merkezlerine çevriliyordu. Kimi ülkelerdeki egemen sınıflar bu sürece gönüllü biçimde uyum sağlarken kimi ülke yönetimleri, dünün emperyalizm uşağı veya halklarını ezen acımasız diktatörler gerici iktidarlarını kaybetme korkusu ile direnmeyi tercih etti. Miloseviç, Saddam, Türkiye’deki MGK-Ergenekon iktidarı, Molla rejimi, Esad yönetimi bunlardan ilk akla gelenler. Emperyalist dayatmalara karşı mevzilerini korumaya çalışan bu diktatörlerin hiçbir antiemperyalist siyaseti yoktu, onlar halk düşmanı iktidarlarını korumak istiyordu. Onların bu direnişlerinin hiçbir ilerici yanı yoktu. Bunlar emperyalist küreselleşmeye karşı direnmeye çalışan gerici diktatörlerden başkası değildi. Kimi ilerici, devrimci, kendisini komünist olarak tanımlayan çevreler gerici diktatörlerin bu direnişlerinin antiemperyalist bir içerikte olduğu yanılgısına düştüler. Bunun başlıca nedeni kapitalizmin emperyalizm evresi ile emperyalist küreselleşme evresi arasında meydana gelen değişimleri görememeleridir. Emperyalizm döneminde direnişe geçenlerin büyük çoğunluğu ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veriyordu. Onların direnişi emperyalizmin dünya hakimiyetini işçi sınıfı ve ezilen halkların çıkarına sınırlandırıyordu. Oysa bugün bu tür direnişe geçen burjuva egemenler halk düşmanı kanlı diktatörlerdir, bunların direnişinin emekçiler nezdinde hiçbir yararı olmadığı gibi, bunları desteklemek halk düşmanı bu gericilere yedeklenmek anlamına geliyor. Ukrayna-Rusya savaşında dünya işçi ve emekçilerini, ilericilerini, komünistleri Rusya’nın safında direnişe çağıranlar da bizi bir emperyaliste karşı diğer emperyalistin yedeğine geçmeye çağırıyor. Her iki cephede gericidir. Halk düşmanıdır. İşçi sınıfı birine ya da diğerine mahkum değildir. Batılı emperyalistler Rusya ve Çin’e boyun eğdirerek emperyalist kapitalizmin içine düştüğü varoluşsal krizi biraz olsun aşmayı Rusya ve Çin ise kazandıkları mevzileri korumayı, batılı emperyalistleri durdurmayı hedefliyor. Rusya ve Çin’in batılı emperyalistleri durdurmasının subjektif anlamda işçi sınıfına, emekçilere bir yararı yoktur. Her iki ülke de kapitalisttir ve bölgesel emperyalist güçlerini yeni bir düzeye çıkarmak istemektedirler. İşçi sınıfı ve emekçiler her iki cepheye de karşı durmalıdır. Bu bir tarafsızlık politikası değildir. Tam aksine işçi sınıf ve emekçiler kendi çıkarları doğrultusunda bağımsız bir hat çizmeli, kendi yolunu açmalı her iki cepheye karşı üçüncü bir cephe, kapitalizmden kurtuluş cephesi açmalıdır. Aksi tutum burjuvazinin, emperyalistlerin bir kampına karşı diğerine yedeklenmekten başka bir sonuç doğurmaz. Emperyalistler arasındaki hegemonya kavgasında güçlü emperyaliste karşı zayıf emperyalistin yanında yer almak böylece güçlü emperyalistin gücünü kırmak siyaseti işçi sınıfına hiçbir yarar sağlamaz. Buna karşın işçi sınıfı emperyalist bloklar arasındaki rekabeti, kapitalist emperyalizmin her biçimini teşhir etmek ve kendi bağımsız politik alanını genişletmek için değerlendirerek, bu rekabeti dolaylı bir yedek olarak kavrayarak bir devrimci strateji oluşturmalıdır. İşçi sınıfının komünist öncüleri ancak bu yoldan işçi sınıfı ve ezilenlere öncülük edebilir ancak bu yoldan gerici bloklardan birinin yedeği olmaktan kendini kurtarabilir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi