Sosyalist sözcüğünün ilk kez R. Owen’cı bir yayında kullanılması, kelimenin siyaset alanında ütopik sosyalistlere mal edilmesini beraberinde getirdi. Marx ve Engels bilhassa siyaseten ortaya çıktıkları dönemde ütopik sosyalistlerle aralarına duvar çekerken ‘sosyalist’ kelimesini genellikle negatif bir içerikle ele aldılar. Komünizm kelimesi de aynı sıralarda dolaşımdaydı ancak komünizm şu ya da bu siyasal çevreye mal edilmiş ve bu arada yıpranmış değildi. Temelde sosyalizm ile uzak anlamları ve çağrışımları olmayan komünizmi benimseyerek yapıp ettiklerini o kavram etrafında ifadelendirdiler.
1848 yılındaki broşürün adı bilindiği gibi Komünist Manifesto’dur ve Avrupa’da eli kulağında olan isyan dalgasını da haber verir. 1848 devrimleri Avrupa’da geniş bir sahaya yayıldı ve sonra yenildiğinde mücadelenin yasaları devreye girdi -ki bu da ısrarlı karşı devrim saldırılarının gelişmesi demekti. Marx dahil dönemin birçok ismi şehir ve ülke değiştirmek zorunda kaldı. Sonrası uzun bir sessizlik dönemidir. Marx teorik eserlerine odaklanır, başarılı olduğu söylenemeyecek amorf karakterli, gevşek örgütlü ilk Enternasyonal çabası -arayışı araya girer ancak herhangi bir yerde dişe dokunur başarılar elde edemez.
Fransa’nın Almanya yenilgisinin ardından gayet özgün şartlarda Paris Komünü deneyimi başladığında yıl 1871’dir. Komün Marx için de sürprizdir ve Marx’a göre Komün’ün yenilgisi neredeyse kaçınılmazdır. Onu Victor Hugo benzetmesini kullanarak ‘duru gökte çakan şimşek’, sayması bundandır. Komün’de Marksist sayılacak isimlerin sayısı da pek azdır. Bununla birlikte Komün daha uzun sürebilsin diye Marx karşı devrim cephesinden aldığı haberleri ve kişisel önerilerini Komün yönetimine iletir.
On binlerin katliyle sonuçlanan Komün yenildiğinde Marx bu ölçüde bir yenilginin yol açacağı yıkımın ve teorik umutsuzluğun farkındadır. Komün arayışı türündeki eylemlere karşı çıkmasının, yenilginin moral bozucu yaygın etkisini öngörmesiyle de ilişkili olduğu söylenebilir. Geride 1848 devrimlerinin başarısızlığı ve yıkıcı sonuçları uzun süren sessizlik yılları vardır çünkü. ‘48 devrimleri büyük bir hızla başka topraklara yayılmış ama yenilince, diğer coğrafyalardaki kalkışmalar aynı hızla dağılmıştı. Hepimizin bildiği, ömrünün sonuna doğru fanatik bir Rus milliyetçisi olan Dostoyevski, tam da o etkinin yayıldığı dönemde köleliğin kaldırılması, Batı tipi reformlar yapılması amacıyla gizlice teşkilatlanan dar kapsamlı bir siyasi gruba dahil olmuştur. I. Aleksandr karşıtı grubun üyeleri idama gönderildiğinde aralarında Dostoyevski de vardır. İdam kararı son anda süreli hapisliğe çevrilince herkes bir yere dağılır, Dostoyevski de dinci milliyetçiliğe sürüklenir. Merkezindeki sıradan görünen yenilgilerin silsileler halinde dışarıya doğru yansımaları vardır ve özellikle devrim denemelerinde bunun kavurucu etkisi barizdir.
1871 Komün yenilgisi genel bir karamsarlık dalgası yaratmıştır. Nesnel durum yenilgidir ve bunun ideolojik, felsefi okumalarından, hatta yarattığı olası imkanlardan, daha ötesi bir tarihsel tecrübe olmasından önce nesnel durum itibariyle Komün’ün yenilgi aldığı tespit edilmelidir. Marx kimi yerde bunu yapar ve fakat yenilgiden söz açtığında tartışılanın nihayet küçük bir kent mücadelesi olduğunu vurgular. Fakat bu arada Komün kavramı da yıpranmıştır. Komünle komünizm arasında çok detaya inilirse farklılıklar bulunabilir ama tarihsel tecrübelerde, halk kitleleri teorik davranmaz ve sonuca bakar. İşin diğer kısmı ideolojik okumaya girer ki dar çevreler dışında ikna gücü taşımaz. Dolayısıyla Komün yenilgisi en genel anlamda “komünizm” kavramının da yıpranmasını getirir. O dönem aralığında bir Komünist Parti tecrübesine rastlamıyoruz. Lenin’den farklı olarak Marx ve Engels’te parti kavrayışı daha kendiliğindenci içeriktedir. Onlar toplumsal hareketlerin akış yönüne fazla önem atfetmiştir ki bu problemli, hiç değilse istismara açık yaklaşımı giderecek olan Lenin’dir.
Ulusal birliğini henüz gerçekleştiren Almanya. felsefi düşünce alanında gelişkin olduğu kadar siyasal parti arayışları da diri olan bir ülkeydi. Orada kurulan partide ‘Sosyal Demokrat’ ifadesini görüyoruz. Marx ve özellikle Engels o partiyi önemser. Hatta ömrünün son döneminde Engels parti işlerinden fiilen dışlandığından yakınır. Dışlayıcılar, Marx ve Engels’in siyasal varisleri sayılan Bernstein ve Kautsky’dir. Oysa Engels’in beklentilerinin aksine verimsiz, işlevsiz ve II. Enternasyonal zihniyetinin üreticisi olacaktır Alman Sosyal Demokrat Partisi.
Engels henüz ölmüşken Rusya’da örgütlü sosyalizm mücadelesi küçük çevreler halinde başlar. Mücadele grupları dönemi kısa sürer ve ardından bir parti formu oluşur. Adında yine sosyal demokrat ibaresi vardır. Komünizm arayanlar, bunun için hayatlarını ortaya koyanlar sosyal demokrat adından rahatsız değildir ve 1917 devrimini gerçekleştiren partinin adı “Sosyal Demokrat”dır. Leninistler bu partinin neredeyse ilk yıllarından itibaren ‘Bolşevik’ hizbidir ve onlar da müstakil bir Komünist Parti kurma arayışında olmamıştır.
Lenin’in sosyal demokrasi isminden hazzetmediğini şu ifadelerden anlayabiliriz: “Marx ve Engels’in bilerek, doğru olmayan ve oportünist sosyal demokrasi adına tahammül ettikleri 1871- 1894 yılları.” Tahammül demektedir ve bunun sebebi yenilgi yıllarıdır. Dogmatik veya siyasal doğrucu değil içinde bulunulan şartların gereğini öne çıkarmışlardır. Komün yenilgisiyle birlikte “günün görevleri” değişmiştir. Devrim daha uzak bir geleceğin sorunudur ve eylemlerin içeriği, sloganlar; tümü birden değişmiştir. Diğer taraftan adınızın ne olduğu yakın gelecekte kimlere hangi perspektifle yaklaşacağınızı, nasıl bir eksende ilişkileneceğinize de işaret eder. Güç toplama, kitleler arasına yayılma, taraftar toplama faaliyeti için o günün şartlarında sosyal demokrat ifadesi yeğlenmiş ve sonrasında, devrim günleri çatana dek isim konusunda esaslı bir sorun olmamıştır. Bir sorunu hangi zaman aralığında edindiğiniz, herhangi strateji taktik bütünüyle yaklaştığınız ve sonucunda ne umduğunuz sizi başka zamanlarda farklı sonuçlara ulaştırabilir. Dolayısıyla tüm zamanlar için tek doğru yoktur ve bin yıllık tekrarları savunmak, klişe halini alan genellemeleri ilkelere bağlı kalmak adına tekrarlamak meziyete değil düşünsel yüzeyselliğe işaret eder.
Diğer yandan Rosa Lüksemburg ve Karl Liebneckt ile anılan ‘Spartakist’ grubunun kökü de Almanya’daki sosyal demokrat partidir ve bir başka örnekte, devrim koşullarında dahi isim çok önemli olmayabilmektedir. Lenin isim konusunu devrimden sonra tümüyle politik nedenlerle öne çıkarıyor. İkinci Enternasyonal partilerinde sosyal demokrat ibaresi yaygındır. Orası bazı bakımlardan bir tür “Lordlar Kulübü”dür ve bu nedenle Lenin’i önemsemez, yazdıklarını mecbur kalmadıkça değerlendirme gereği duymazlar. Basel-Zimemrvald Solu gibi ayrışmalar özellikle I. Dünya Savaşı arifesinde ve günlerinde kavgaya dönüşmüştür. Sovyet Devrimi de neredeyse tamamının iddialarının aksine başarılmıştır. Devrimden sonra yeni bir Enternasyonal arayışı öne çıkarıldığında Lenin sosyal demokrat ifadesine ilişkin olarak “İkinci Enternasyonal kadar kokuşmuş bu eski ve modası geçmiş parti adı” demektedir.
Emperyalizm dönemiyle birlikte dünyanın geneli ile tek tek ülkelerin gerçeği arasında bir paradoks meydana gelmiştir. Çağın adı kapitalizmden komünizme geçiş olarak konulur, proleter devrimler çağı biçiminde nitelendirilir ancak tek tek ülkelere baktığımızda buna uygun örgütlenme ve hazırlıklar görülmez. Lenin’in parti içi tartışmada örgüt ve üyelik gibi başlıklarda bütünü ikna kapasitesi olmamıştır -ki savunduklarının etki sahası ‘Bolşevikler’ olarak tanımlanan, sosyal demokrat partideki küçük gruplardan biriyle sınırlıdır. 1916’da devlet sorunu üzerine çalıştığı sıralarda dahi Lenin genel olarak devrimden umutlu olmakla birlikte Rusya şartlarında yakın zamanlı bir devrime pek ihtimal vermez, hatta bunun sonraki kuşakların işi olduğunu düşünür. Hemen ardından, gayet özgün koşullar içinde, 1917 Şubat/Mart devrimi olur. Olur, çünkü yoksulluk, savaştan usanmışlık, ekonomik kriz gibi nesnel zemin bileşenleri kuvvetlidir ama henüz ortada bir devrim yapacak güç, örgütlülük bulunmamaktadır. Dolayısıyla 1917’deki ilk devrim adeta “olmuştur”. Bu şartlar altında kendiliğindenlik ya da dar grup dünyasında hapsolmak gibi sinik tutumlara gerilemek yerine olanı anlamaya çalışan Lenin sürece hızla müdahil olmanın yollarını arar. Devrimi gerçekleştirmeyi sonraki kuşaklara devreden ve orada bu bakış açısıyla yazıp konuşan da yeni bir durum ortaya çıkınca bunu hızla kavrayıp içine girmeye çalışan da aynı kişidir.
Şunu sorabiliriz: Neden diğerlerinin tamamından farklı olarak Lenin bu olanağı görüp siyasal yaşamı dahil her şeyi riske ederek oraya yüklendi? Biyografisi eşliğinde düşünelim.
Lenin’in ağabeyi Aleksandr 1887’de Çar’a (III Aleksandr) suikast gerekçesiyle asılarak idam edilir. Arkadaşlarını kurtarmak için hepsini koruyup eylem hazırlıklarının tamamını üstlenmiştir. Ağabeyi Lenin’in idolüdür. Lenin on yedisindedir ve bu kaybın etkisi güçlüdür. Bir başka etki, idam günlerinde en yakın akrabaları tarafından yalnız bırakılmalarıdır. Bu deneyim de Lenin’in siyasetinde esaslı etkileri olacaktır. Çok sonraları, Lenin’in hocası olarak görülen Akselrod ve diğerlerinden ayrışmasında, “entrikacı” diye yaftalanmaya aldırmamasında, liberallere güvensizliğinde ve devrim günlerinde Menşevikler ile arasında duvar çekmesinde bu ilk tecrübelerin sonuçları vardır.
Aile geçmişindeki Narondnik etki ile bu aksiyoner duygunun üzerine bina edilmiş Marksist bakış açısı onda birbirine aykırı olamayan iki durum olarak varlığını sürdürmüştür. Lenin’e baktığımızda, kritik anlarda Marksizm'e aksiyonerlik aşısı yaptığını görebiliriz. Devrimde zorun rolü konusunda yazdıkları da bu kapsamdadır, parti formuna dair değerlendirmeleri de. 1903’de de 1917’de de benzer bir davranış çizgisi geliştirir. Sözgelimi ‘Ne Yapmalı’da yürüttüğü sert tartışmalarla Marksizmi determinizme sabitleyen, devrimin profesyonel devrimciler örgütü olmadan da gerçekleştirilebileceğini savunan ezici çoğunluğa karşı bayrak açmıştır. Diğerleri genellikle bir akımın militanıyken güçlü bir teorik akla sahip olan Lenin’in farklı olana açıklığı kimi zaman yol arkadaşlarıyla yolunu ayırma cesaretini kimi zaman olaylara bir başkasının aklına gelmeyen yerlerden bakarak olanaklara işaret ederek oraya yüklenen aksiyonerliğinde hemen hissedilir.
Senelerdir Rusya dışında bulunan Lenin, ilk devrimle birlikte geri dönüş için harekete geçerek Mühürlü Tren ile yola çıkar. Mesele şudur: Bolşevikler Alman Hükümeti’nin denetimindeki topraklardan bir mühürlü trenle Rusya’ya seyahat izni istemiştir. Bunun sağladığı olanak, yolculuk boyunca vagonların muharip ülke askeri tarafından denetlenmemesiydi. Buna karşın Alman hükümetine şu vaat edilir: Hapisteki Alman esirlerin bırakılması için çaba gösterecektir. İki taraf da birbirinden hazzetmemektedir ki bunu daha sonra Brest Litovsk’da en trajik biçimde görürüz ancak böyle bir somut olay etrafında görüşürler. Lenin trenden indiğinde Pertograd Sovyeti tarafından karşılanır, çıkıp zırhlı vagonun üstünden kalabalığa konuşur. Orada söylediği ilk cümleler bir dünya devriminin ufukta göründüğü iddiasına dayanır. Bu coşkun eda herkesin dikkatini çeker. İnandırıcı ve ikna edici midir, hayır. Daha dün devrimi geleceğe bırakan biri konuşuyordur nihayet, kaldı ki Lenin en yakın arkadaşlarını bile ikna edememektedir.
Sadece üç ay sonra, pek çok ithamla karşılaşınca Finlandiya’ya kaçacak, devrimden birkaç hafta önce Viborg mahallesine gizli saklı dönebilecek bir devrim önderinin fırtınalı hayatından bahsediyoruz. Esneme kapasitesi bağlamında ele alındığında devrimi geleceğe bırakmak, sokaklarda isyan patlayınca hızla içine girmek, mühürlü tren girişiminde bulunmak, o nüvede dünya devrimi gibi o günler için imkansıza yakın bir ihtimali görmek, düz okumayla bir diğerini tekzip eden, çelişkiler yumağı görünen adımlar serisidir. Lenin’in bütün yapıp söyledikleri böylesine özgün, hareketli, akışkan zaman aralığı içinde düşünüldüğünde bağlam kazanır.
Ancak asıl değişim Stalin ve Kamenev’in Bolşeviklerin onayıyla yürüttüğü yayın politikasını, dolayısıyla devrimle ilişkilenme biçimini Lenin’in artık geçersiz saymasıyla ortaya çıkar. Lenin, düne kadar savunduklarını bir kenara atmış, şimdi yeni tezler öne sürmektedir ve Bolşeviklerin neredeyse tamamı onun gerisinde kalarak eski doğruları savunmaktadır. Geçici Hükümete karşı tutum bunlardan biridir, mühürlü vagonun üzerindeki ifadelerinden ne düşündüğü belli olan Lenin, geçici hükümete destek veya hayırhah yaklaşım yerine devrimin yeni evresine geçilmesini savunurken Bolşevikler bu fikirde değildir -ki onlar hala aşamalı düşünmekte, Geçici Hükümeti desteklemeyi devrimin demokratik aşamasında bir tür görev saymaktadır. Kırılma anlarında çok az sayıda ismin yeni döneme ayak uyduracağı ve genelin, ortalamanın eskide direneceği belirlemesi tam da bir devrim anında ispatlanmıştır. Direnç o denli yoğundur ki Lenin, bir defaya mahsus olmayan bir biçimde orada istifa restini kullanacaktır.
Arkadaşlarını ikna etmekte yaşadığı güçlük, kimi isimlerde görülen kariyerist emeller ve kendini gösterip vitrine çıkma hastalığı Rus devrim sürecinin önde gelen fakat nedense pek üzerinde durulmayan başlıklardan biridir. Zinovyev, Troçki veya tek tek diğer isimlerden önemli bir kısmı devrimin ruhunu kemiren siyasal fraksiyonerliğe yatkın insan tipolojisidir. Devrim anında ve sonrasında bu meseleyle durmaksızın karşılaşacaktır. Çarlık döneminde yoğun baskı kişilerin iradelerini ortadan kaldırmıştır. O kadar ki, nihilizm bir Rus kültür bileşenidir. Çarlığın zorlanma ve yıkılma aşamasında nihilist eğilim karşıt biçimlerde dışa vurmaya başlamıştır. Rusya gibi toplumlarda bireyin özgün tarihi yoktur. Ya isyan edilir ya kul olunur. Rusya’da iki eğilim birden vardı. Devrim anında yenisiyle karşılaşıldı ve devrim yeni insan meselesine yeterince eğilmeyince sonraki yıllarda trajik tablolar yaşandı.
Buradan bakınca Rus devrim sürecinin adeta kadrosuz bir devrim olduğunu, en azından Bolşevikler bakımından Lenin’in bir yalnız devrimci sıfatını her bakımdan taşıdığını görmek mümkün. Kadro sorunu hiç bitmez, her zaman ihtiyaç vardır ama Lenin’in onca yalnız kalması ve bırakılması trajiktir ve aslında devrimi bekleyen yakın tehlikelere işaret etmektedir. Benzerini Türkiye devrim mücadelesinde, 1971 devrimci çıkışında görmek mümkün. İmkanlar ve insanlar gayet sınırlı, var olanların da kültürel siyasal kimliği zayıftır. Rahatlıkla söylenebilir, meseleyi erken fark edip önlem alan, sadece siyasal düzeyde değil, en az onun kadar önemli olan yeni bir kültür etrafında genç kuşaklar yetiştirmeyi hayati önemde gören yegane siyasal aktör Kürdistan siyasal direniş hareketi olmuştur. Kadro kayıpları dar anlamda kolektifi ilgilendiren sorunlar olmanın ötesinde bir kültürün, değer sisteminin, yüksek yaşam ölçülerinin ortadan kaybolması anlamına gelir.İnsan her zaman vardır, geçici durgunluklar mümkün olmakla birlikte yoksul halk çocukları devrimlere öyle ya da böyle akmıştır ve akar.
Eğer kültürel değer sistemi aşınmışsa ortalama kadrodaki yüksek maneviyat ve adanmışlık ölçüleri yıpranacak, kapitalist özel mülkiyet dünyasında ve onun eğitim, kültür, iş hayatına bir ucundan da olsa bulaşıp gelenler kendi alışkanlık, beklenti veya arayışlarını, hatta bireysel travmalarını ilgili kolektifin yeni çıtası haline getirecek ve türlü biçimleriyle çürüme güncel bir mesele halini alacaktır. Türlü mekanizmalarla bunun önünü almak, bazı hallerde devrimin zaferi kadar önemlidir. Hayat ve deneyimler bize başlangıç koşullarında önemsenmeyen kültürel-etik aşınmaların zaman aktıkça devasa problemlere dönüşeceğini söylemektedir.
Sovyet devriminin kadrosuzluk ortamında bir önceki Çarlık dönemi kadroları devrim ile birlikte çalışmayı sürdürdü. Kültürel tahribatın etkisi zamanla anlaşıldı ve bir bütün olarak bakıldığında yeni insan sorununa çözüm bulamamak devrimin bizzat kendisine mal olacak sorunlara yol açtı. Tekrar etmek gerekirse savaşta verilen kayıplar, kıymetli insanların kaybı ve diğerleri birer vakıa olmakla birlikte, kadro tartışması çerçevesinde Sovyet devriminin sonunu getiren fiziksel kayıplar değil, kayıpların yol açtığı boşluğun devrimci kültürel ruhla giderilememesiydi.
Nisan Tezleri’nin ortaya atılmasının o bağlamda ayrı bir yeri vardır. Tezler sonunda kabul edilir. Buna rağmen, Pravda’da, tezlerin Lenin’in kişisel görüşü olduğu yazılır. Onlara göre bir burjuva demokratik devrim aşamasının yaşanması ve tüketilmesi gerekmektedir. Lenin bu kafa yapısıyla mücadele etmektedir. Çünkü iktidar artık proletarya ve yoksul köylülük tarafından ele geçirilmelidir. Tuhaf bir biçimde Bolşevikler, Lenin’in düşüncelerine karşı adeta Menşevikleşmişlerdir. Devrimin görevleri ve taktik hüner günden güne gösterilemez, Bolşevikler dünkü doğrularına bağlı kalırlarsa sıradanlaşacaklardır. Buna rağmen Ekim/Kasım’a kadar Lenin adım adım sürece hakim olacak, çoklarını şaşırtacak adımlar atacaktır.
Dikkat çeken bir detay da şudur. Lenin, olağan şartlarda Bolşeviklerle ideolojik bakımdan daha yakın duran Menşeviklerden uzak durulmasını istemektedir. Bir de Menşeviklerin ve Bolşeviklerin birleşmesi amacını taşıyan arayışların önünü keser. Aynı Lenin, Narodnik mirasın izinden yürüyen sosyalist devrimcilerden uzak durma eğilimi taşımamaktadır. O kadar ki toprak sorunu konusunda klasik Marksist yaklaşımı üreten Lenin o programı kenara iter ve yoksul köylüye toprak dağıtımını içeren Narodnik tarım programını kabul eder. Henüz dünya savaşı sürmektedir ve Rus ordusu perişandır. Ordu denilen nüfus da yoksul köylü çocuklarından oluşur. Plehanov’un da savunucusu olduğu bakış açısına göre kapitalizm köylülüğü tasfiye edecek, sanayi gelişecek, köylüler işçi olacak, bilinç kazanacaktır vb. “Ölme eşeğim ölme” diyen Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi boş beklentidir bu.
Bütün Menşevikler ve büyük oranda Bolşevikler toprak sorunu konusunda klasik beklenti içindeyken, 1917 yılında devrimi duyan askerler ordudan kaçıp köylerine dönmekte, zengin köylülerin toprağına el koymaya girişmekteydi. Lenin durumu görmüş ve oraya hücum etmişti. Sadece bu mu, ‘Emperyalizm’ çalışmasında Buharin ve Hilferding’in görüşlerinden geniş ölçüde yararlanmıştı. Bu denli rahat, pratik ve yazdıklarının da esiri olmayan, bütün hüneriyle devrimi zafere taşımaya kilitlenen bir Lenin vardır karşımızda. Şunu da tespit etmek gerek: Bütün diğer bileşenler sabit kalmak koşuluyla, ‘normal şartlar altında’, yapılan analizler ancak ve sadece orada o zaman aralığında geçerli olur. Sonraki bütün devrimlerde de göreceğimiz gibi, hiçbiri kitapta yazılana, hatta genel kabullere bağlı kalmadan hayata geçmiş ve bu nedenle devrim pratikleri de devrim teorisine hala derinleştirmeyi bekleyen girdiler sağlanmıştır.
Lenin en zor zamanlarda dahi en uzak görünen kesimlerle iletişimi ve birlikte neler yapılabileceğini düşünen bir bakış açısına sahipti. Kadetler mi, onlarla da iletişim mümkündür. Devrim anlarındaysa Lenin’in kendi sağına kapıyı kapattığını görebiliyoruz. Sol Sosyalist Devrimciler gibi Anarşistlerle de dirsek teması bunu anlatır. Durumu ele almak ve temel ilkeleri o somuta uygulamak ancak bunu da bütün teorik politik yetkinliğiyle yapmak kendisinin alametifarikasıdır. Menşeviklerin Lenin’i kast ederek biraz da alaycı edayla “Bakunin’in boş tahtına oturdu”, demesi ve buradan hareketle ajitasyon yapması dikkate değerdir. Sosyalist Devrimciler ile Anarşist grupların, 1905 devrimi yenilgisi, ardından gelen Stolypin gericiliği döneminde dört bin civarında polis, bürokrat ve çiftlik sahibini öldürdüğünü, bu arada halk kitleleri arasında yaygın bir sempati topladığını da kaydetmek gerek.
Bütün o zaman aralığında Menşevikler Lenin’in itibar etmediği en somut politik adres. Şunu da kaydetmek gerek: Menşevikler ağır sanayide Bolşevikler ise daha “geri” sayılan iş kollarında örgütlenmişlerdi ve Lenin bizzat Troçki tarafından “Rusya işçi sınıfındaki geriliğin profesyonel istismarcısı” sayılıyordu. Bunda Lenin’in din ve milliyetler sorunu gibi başlıklarda toplumsal gelenek ve kültürü dikkate almasının, teorik snopluğa karşı sosyalist halkçı bir yerde durmasının payı bulunuyordu. Ezber yapmakla Teori bir olmadığı gibi bakış açısına yatkın olmakla düşünce üretmek aynı değildir. Rus devriminin bilinen isimleri genellikle Marx ve Engels’ten okuduklarını basitçe kopyalayıp çoğaltarak yol alamaya çalıştı, nihayet ve nihayet onlardan bugüne pek bir şey kalmadı. Lenin, neredeyse bütün zamanlarda yolunu kendi başına açmak zorunda kaldı, bu gibi dayanışmalardan veya ortak düşünce havuzundan yoksun kaldı.
Devrimden bir süre sonra, Lenin dünya devrimi arayışı ile birlikte yeni bir Enternasyonal düşündüyse de devrim dalgası umudu gerçekleşmedi. Enternasyonal, ona biçilen misyonun aksine, giderek savunmaya çekilen, ihtiyat kuvvet arayan bir araç olarak ortaya çıktı. 1920’deyse bu kez dünya devrimini arayan Lenin gitmiş yerine sanki bir başkası gelmiştir ve reel politika etrafında bir perspektifle yazıyordur: “Sol Komünizm- Çocukluk Hastalığı”. Bir önceki yılın Lenin’i artık yoktur ve başka şeyler söylemektedir. Sabit, durmaksızın tekrar eden, kelimelere takılan, “Marksizm şudur budur” diye kuru polemiklere giren değil, Marksizm’e irade aşısı alabildiğine cesaretle yapan bir Lenin portresi, devrimci ve sosyalist hareketlerin, daha özel olarak devrimci Marksist akım ve grupların bugünkü çok boyutlu teorik politik krizi neden aşamadıkları hakkında da kimi fikirler veriyor.
Bir de şuradan düşünelim: Lenin 1917’de Rusya’ya döndüğünde, iki yıl içinde yanlışlanacak bir tez ileri sürüyordu: Sosyalist Dünya Devrimi. Evet Lenin bunu çok zorladı, Avrupa’dan başlayacağını düşündü, böyle bir devrimler serisi Rusya coğrafyasındaki devrimi rahatlatacaktı. Hatta Sovyet Devrimi bu sayede ayakta kalabilecekti. Ne var ki 1919 yılı geride kaldığında Lenin devrimlerin yenildiğini gördü. Dolayısıyla dünyanın ilk devrimi bir bakıma yanlış bir beklentiye yaslanan sloganla başarıldı.
Yazı kapsamında konuya eğildiğimizde devrimler için öncelikli olanın harika fikirler olmadığını, yanlış tez veya fikirlerle de devrimlerin mümkün olduğunu görebiliriz. Ancak bir bundan daha önemli ve bu arada sonuç tayin edici olan, Lenin’in sağlam bir örgütünün olması ve söz konusu örgütün de halk kitleleri içinde varlığını sürdürerek, işçi emekçilerin gündelik hayatında yer alması ve kendi grupsal ihtiyaçları yerine halkın taleplerini öne çıkarmasıydı. Devasa kadro
sorununa karşın devrimde Troçki, Kamenev, Zinonyev gibi figürlere rastlanır. Bunların sonraki siyasal yönelimleri ve kişisel zaafları ne olursa olsun mesela birinin hitabet gücü, diğerinin etkileyici günlük pratiği, berikinin sahada olması gibi pek çok detay eşliğinde ele alındığında devrimin bu gibi isimlerle birlikte düşünülmesi gerçek tabloyu ortaya koymaya yarar.
Bütün o hız içinde devrimin, dolayısıyla onun lideri sıfatıyla Lenin’in hatası, devrimden sonra olayların akışına kapılmak ve devrimden önceki gibi davranarak stratejik düzlemde sosyalist demokrasinin ortadan kalkmasına yol açan adımları engellememekti. Devrim bileşeni siyasal güçlerin geri çekilmesinin önemsenmemesi ve daha sonra 1918 yazında Fanya Kaplan suikastının ardından muhalefete dönük kontrolsüz şiddet dalgasını durdurmamak, sonuçları ağır ciddi bir siyasal kırılmaydı.
Parti içinde sosyalist demokrasi çerçevesinde farklı fikirlerin mücadelesini partinin teorik ve siyasal üretiminin dinamizmine çevirme, eleştirilerle birlikte ortak bir geleceğe yürüme iradesi korunamadığı için Sovyetler zamanla komünist Parti’nin bir aparatına dönerek işlevselliğini kaybetti. Parti içindeki mücadelede şiddetin kullanılması öne geçti. Beklenen Avrupa devrimi de yenilince içeride, iradesini birbirine zor yoluyla dayatmaya çalışan parçalı bir yapı ortaya çıktı ve Bolşeviklerin zaferi yara aldı. Çok değil on yıl içinde, sekterizm Komünist Parti’yi kemirecek ve parti içinde de farklı sesler türlü biçimlerde susturulacaktı.
Ekim devrimi sırasında ölenlerin sayısı yirmiyi bulmaz. Bu açıdan devrim- ayaklanma anının kısalığı, profesyonel hazırlığı zayıf Bolşeviklerin yararınaydı. Lenin’in, bazen merkez komitesinin düz ayak bakışlı isimleri yüzünden darbelense bile, devrimin zaferine kilitlenmiş adımları olmasa doğru zamanda doğru hamleleri yapmak muhtemelen mümkün olmayacaktı. O kısacık zaman aralığı hızlı kitleselleşme dönemidir.
Devrim yılında Bolşevikler, halkın içinde olma ve onların sahipleneceği sloganları öne süren becerileriyle öne çıkar ve çekirdek kadro sayısını binlere çıkarır. Kısacası elinizde her zaman kuvvetli, taktik esnekliği olan, ilkeleri ayak bağına dönüştürmeyen, pratik zekası kuvvetli bir örgüt olmak zorundadır. Türkiye siyasi coğrafyasında, on binleri bulan kadro kaynağına rağmen en temel sorununun kadro olduğunu her zaman söyleyen Kürt siyasal hareketinin fiziksel kayıp veya politik virajlarda çok sayıda kadro kaybına karşın yoluna devam edebilmesi, hareketin asıl yığınağı, doğru biçimde kadro alanına yaptığını gösterir. Türkiye devrimci hareketi genellikle bütün gücünü açığa çıkaran, hatta zaman zaman bunu abartan eğilimler taşırken Kürt hareketinin bundan ısrarla uzak durarak rezervini genişletme, nitelikli hale getirme kültürü onu polisiye adımlarla denetlenebilen bir grup olmaktan çıkararak devrimci halk hareketine dönüştürmüştür. Uzun süreli siyasal özgürlük mücadelelerinde, ideolojileri, doğru veya yanlış teorik politik analizlerden bağımsız olarak, dar grup gücüyle yol almaya çalışanların nefesinin kesilmesi neredeyse kaçınılmazken her an her politik manevraya hazır, dogmatik koşullanması olmayan insan kaynağı bulunan kültürel ve siyasal bakımdan halk kitlelerine dayanan akımların sonuca ulaşma kapasitesi günden güne kuvvetlenir. Türkiye’de ilki denendi, pek çok araçla- yöntemle zorlandı ancak en geniş haliyle bile devrimci hareket bir gruplar dünyası dilinden, sınırlılıklarından, toplumsal- tarihsel kültüre uzaklık handikabından sürekliliği sağlanmış biçimlerle kurtulamadı. En genel anlamıyla ezilenler dünyası bileşenleriyle kuşatıcı, kalıcı ve onlardan öğrenme hissini diri tutan bir ilişki geliştirildiğinde esneme kapasitesi artacaktır. Yeni devrimler bu karşılıklı etkileşim sahasında yaratılan imkanlarla zafere ulaşacaktır.