Beş Yılın Aynasından Antifaşist-Antişovenist Mücadelenin Güncel Görevleri

Üzerinde çokça söz tüketilen, faşizme, somutta Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki faşist şeflik rejimine ve özgürlüğün sivil faşist düşmanlarına karşı mücadele görevleri kendini dayatmakta, gelinen aşamada, seyirciliğin ve yorumculuğun uçuruma sürükleyeceği alarmı vermektedir. Bilinenleri en kısa biçimde hatırlayalım.

1) 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde, AKP’nin tek başına hükümet saltanatı yıkıldı. Tayyip Erdoğan’ın, diktatörlüğü, faşist şeflik rejimine dönüştürme planı reddedildi.

2) Halklarımızın antifaşist, antişovenist birleşik cephesi olarak HDP, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın her köşesinden aldığı destekle, TC tarihinde emekçi solun hiç erişemediği bir oy yüzdesine erişti. Kazanılan başarı yalnızca faşist sömürgeci diktatörlüğe değil, onun koltuk değneği olarak işçilerin ve ezilenlerin enerjisini hapseden, boğan burjuva sola da indirilmiş bir darbe oldu. Bir emekçi sol kitle hareketi dalgasının mayalandığını müjdeledi.

3) Faşist şef buna 20 Temmuz 2015 Saray darbesiyle cevap verdi. Saray cuntası, yığınların uyanışını, daha geniş kitlelerin antifaşist, antişovenist cephe etrafında birleşmesini durdurmak, devrimci ve ulusal demokratik hareketi fiziki olarak ezip yok etmek, emekçi solun yasal-barışçıl mücadele çizgisindeki parti ve gruplarını ölü taklidine mahkûm etmek hedefli bir faşist sömürgeci savaş başlattı.

4) 20 Temmuz’da Suruç Katliamı ve 24 Temmuz’da Güney Kürdistan’daki Medya Savunma Alanları’na karşı hava saldırısıyla, faşist sömürgeciliğin hedefleri ve yöntemleri ilan edildi.

5) Faşist politik İslamcı şefin elebaşılığındaki bu savaş sürecinde, diktatörlük, fiilen faşist şeflik rejimine dönüştürüldü; faşist yasaklar ve sınır tanımaz bir faşist teröre dayanarak fiili olanın yasallaştırılmasının koşulları hazırlandı.

6) Fethullah Gülen’in “Hizmet Hareketi” adını verdiği, polis ve ordu güçleri aracılığıyla halklarımıza karşı çok ağır suçlar işlemiş örgütünün, 15 Temmuz 2016’da ordu ve polisteki güçlerine dayanarak başlattığı darbe girişimini kolayca yenilgiye uğratan, faşist şeflik rejimi, durumu OHAL fırsatına dönüştürdü.

7) Faşist politik İslamcı şef, hiçbir yasa, kural, değer tanımayacağını ilan etti. Faşist sömürgeci saldırılarını yoğunlaştırdı. Faşist zorbalık, filen ve yasal görünümlerle sokağı, fabrikayı, mahalleyi, lise ve üniversiteyi, meydanı, köyü kuşattı; saldırganlık işçi sınıfı ve ezilenlerin tüm politik kazanımlarına, yaşam ve çalışma koşullarıyla bağlı haklarına değin genişledi. Gündelik yaşam faşizmin gbt’ciliğinin, haftalık “huzur” saldırılarının, kamera sisteminin, sosyal medya tutuklamalarının cenderesine alındı. General korkunun ve general umutsuzluğun görünmez orduları dört yanı işgal etmeye başladı.

8) Devrimci demokrat yazılı basın, internet yayıncılığı, radyo ve televizyon kanalları, kültür kurumları, dernekler faşist saldırılara uğradılar. Yasaklandılar veya yaşamaları çok ağır bedellere bağlandı.

9) HDP’nin eş genel başkanları, HDP yöneticileri, vekilleri, Amed başta olmak üzere, Kuzey Kürdistan kentlerinin, ilçelerinin HDP’li eşbaşkanları faşist devletin yürürlükteki anayasası ve yasalarına uyma gereği bile duyulmaksızın tutuklandılar. HDP’nin örgütsel sürekliliğini engellemek için her düzeyden örgütleri tutuklamalarla tekrar tekrar yıkıldı.

10) Hapishanelerde tecrit koşulları ağırlaştırıldı ve aynı zamanda sürgün-tecrit çarkı pervasızca işletilmeye başladı. Faşizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelede tutsak düşenler, sokaktan, dünyadan olanaklı en ağır biçimde tecrit edilmeye çalışıldılar. Yayın ve kitap hakları gasp edildi, mektup sansürü birkaç misli koyulaştırıldı. Yazılı üretimlerini basına, yayınevlerine ulaştırmaları engellendi. Toplumsal-siyasi gericiliğin egemen olduğu il ve ilçelerdeki hapishanelere sürgünlerle aileleri ve ziyaretçileriyle ilişkileri asgariye indirildi. Hasta tutsakların tedavi ve tahliyelerini önleyerek katledilmesi, faşizmin özgür tutsaklarla ve sokaktaki mücadeleci kitlelerle savaş yöntemine dönüştürüldü. Hapishanelerdeki nüfus yüzbinlerle sayılmaya başlandı. Devrimci ve ulusal demokratik hareketten tutsakların sayısı 20 Temmuz 2015’e göre birkaç misli çoğaldı.

11) Söz, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem hakkı kapsamında kazanılmış, anayasaya kaydettirilmiş ve yasalaştırılmış hak ve özgürlükler fiilen veya yeni yasal düzenlemelerle en dar sınırlara hapsedildi ya da kullanılamaz hale getirildi.

12) Üniversitelerde faşist politik İslamcı egemenlik kurmak için öğrencilere dönük faşist terör, devrimci, demokrat, ilerici, sömürgeci savaşa itiraz eden, mesleki onurla hareket eden eğitimcilerin üniversitelerden atılmalarına, hapishaneye veya fiilen sürgüne gönderilmesine değin genişletildi.

13) İşçi sınıfının, kent ve kır yoksullarının, kadınların, sömürgeci boyunduruk altındaki halkların, inanç özgürlüğünden yoksun bırakılmış inanışların, geleceği ellerinden alınmış gençlerin, faşist ırkçı baskı altındaki ulusal toplulukların gerçeklerini, özlemlerini, umutlarını, isyanlarını dile getiren kültür-sanat çalışmaları, kültür-sanat merkezleri yasak ve saldırı cenderesine alındı; halklarımızın sesi, soluğu olan sanatçılar çalışma yürütemez hale getirildi, yoksulluk ve açlıkla cezalandırılmak istendi.

14) Cumartesi Meydanı faşist terörle barışçıl gösteriye kapatıldı, alanı bir politik yüzleşme ve hesap sorma meydanına dönüştürmüş kayıp yakınları Saray polisinin kudurgan faşist saldırganlığıyla engellendiler.

15) Başta Avrupa olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde çalışan, öğrenim gören ve yaşayan Türkiye ve Kürdistan halklarımızın ilerici, demokrat, devrimci, yurtsever evlatları, TC’nin sınır girişlerinde veya giriş sonrası, sosyal medya paylaşımları, gösterilere katılmak veya kitle örgütlerinde yönetime seçilmiş olmak nedeniyle gözaltı ve tutuklama terörüyle yüz yüze bırakıldı. MİT, göçmen kitleler içinde antifaşist, antisömürgeci insanları saptamak, fotoğraflamak için faaliyetlerini genişletti ve yoğunlaştırıldı.

16) Vekil tutuklamaları, vekillikten çıkarma, belediye başkanlarını tutuklayıp yerlerine faşist şefin emir erlerini atama yoluyla, burjuva düzen partilerine oy vermeyen işçiler ve ezilenlerin seçme, oy kullanma hakları fiilen ortadan kaldırıldı; bu yolla, Kuzey Kürdistan için sömürgeci seçim sistemi başlatıldı.

17) Kürt ulusal demokratik hareketi, devrimci parti ve gruplar, tüm bu saldırganlığın en gaddar, en kuralsız biçimleriyle yok edilmeye çalışıldı. DAİŞ-MİT işbirliğine dayalı kitle katliamları, süreklileşmiş gözaltı ve tutuklama terörü, işkence ve kaçırma, kentlerde kuşatılmış üslerdeki devrimcileri katletmeyi hedefleyen saldırılar, kitle çalışması araçlarının faşist yasaklama veya abluka terörü altında tutulması, hapis hükümleri, “adli kontrol” adı altında bireylerin yaşamına yeni faşist engeller konması, kırsal alanın ve dağların hava araçları ve kamera sistemleriyle izlenmesine dayalı olarak gerillanın savaş uçaklarıyla bombalanması, özgürlük mücadelesine destek veren kitlelerin sistematik baskı ve faşist terör cenderesine alınması, özgürlük şehitlerinin gömüldüğü mezarlıkların bombalanması, şehit uğurlamalarının faşist terörle engellenmesi, mezar taşlarının kırılması, anıtından çıkarılan cansız bedenlerin yüzlerce kilometre öteye götürülüp kutularda kaldırımın altına gömülmesi, mücadele içindeki genç devrimcilerin ailelerine baskılar ve zindanlarda artan terör, faşist şeflik rejiminin saldırıların bir boyutuydu. Özyönetim direnişlerinin olabilecek en kanlı biçimde, tam bir sömürgeci cellatlıkla bastırılması, Medya Savunma Alanları’na hava saldırılarının süreklileştirilmesi, Şengal ve Maxmur kampının bombalanması, önder kadrolar yönelik suikast saldırılarının sistematik hale getirilmesi, Efrîn ve Serêkaniyê işgalleri, Güney Kürdistan’da özgür gerilla bölgelerinin ve aynı bölgelerdeki halkın yaşam alanlarının işgalci sömürgeci saldırılara maruz bırakılması, faşist şeflik rejiminin saldırılarının ikinci boyutunu oluşturdu.

18) Aynı süreçte, devlet makinası, faşist ve sömürgeci terör, işgal, yalan ve demagoji çarkını sınırsızca destekleyecek biçimde kadrosal olarak yeniden örgütlendi. Ordu, polis, MİT, Yargıtay, Sayıştay, hâkim, savcı atama kurumları, mahkemeler, diyanet faşist politik İslamcı ve kısmen ırkçı faşistlerin yönetimine verildi. Polis baştan aşağı faşist politik İslamcı ve ırkçı faşist halk düşmanı kişilerden kurulu hale getirilirken, ordu da aynı nitelikte kişilerle oluşturulan uzman çavuş, uzman onbaşı adı altındaki paralı asker birlikleriyle takviye edildi. Ve nihayet bekçi örgütü biçimi altında, faşist şefin emrindeki terör, istihbarat ve gözdağı çetelerine bir yenisi eklendi.

19) Gazete, televizyon, radyo yayıncılığı alanında faşist şef ve Saray cuntası tekeli kuruldu. Faşist demagojinin ve yalanın yığınlar üzerindeki etkisini artırmak ve canlı tutmak için, aynı egemenliğin internet medyasında da elde edilmesi için yalnızca antifaşist, antisömürgeci olanlar değil, faşist şefe ve partisine muhalefet eden burjuva çizgideki internet siteleri, televizyonları ve radyoları da yeni faşist yasalarla ve fiili uygulamalarla engellenmeye çalışıldı.

Gelişmelerin bütününü kapsamasa ve önemli detayları dışta bıraksa da bu tablo, politik İslamcı faşist rejimin beş yıllık dönem içinde özgürlük, adalet, halklara eşitlik savaşımı ve kitlelerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesi karşısındaki tavrını, konumunu yansıtmaya yeterlidir.

Bunlara, geldiğimiz aşamada faşist şeflik rejiminin durumunu ve hedefini anlamayı sağlayacak üç yeni fotoğrafı eklemek gerçeğe daha yakından bakmaya katkıda bulunacaktır:

Bir: İki Kürt köylüsüne işkence yapıldı ve helikopterden atıldılar. Faşist şeflik rejimi, bunda fiilen yürürlükte olan kontrgerilla yasallığı bakımından bir sorun görmedi.

İki: İki Kürt köylüsünün helikopterden atıldıklarını belgeleyerek haber yapan dört gazeteci tutuklandı. Faşist şeflik rejimi bunun da kontrgerilla yasallığına uygun olduğunu ilan etti.

Üç: İşçi sınıfının, yoksulların, kadınların, gençlerin, Kürt halkımızın, Alevilerin, ulusal toplulukların eli kanlı düşmanları, işkencecilik, kelle ve kulak avcılığı, illegal devlet cinayeti, gözaltında kayıp ve uyuşturucu tacirliği suçları sabit olan Mehmet Ağar, Korkut Eken, Alaattin Çakıcı ve Engin Alan faşist Saray cuntasının gölgedeki yüzleri, dayanakları, akıl hocaları olarak birlikte çektirdikleri fotoğrafla basın önüne çıktılar. Faşist şeflik rejiminin kontrgerilla yasallığına dayandığını bir de bu fotoğrafla tescillediler.

Bu üç fotoğrafın bir tesadüfün eseri veya konjonktürel bir sapmayı yansıttığı ileri sürülebilir. Salt “aynı” takvim yaprağında yer almalarından hareket edilirlerse, bu görüş akla, mantığa uygundur. Fakat, bir başka etken, bu tesadüfü koşullayan zorunluluk denkleme dahil edildiğinde, “tesadüf” veya “konjonktürel sapma” yargısı isabetli olmaktan çıkar. Bu koşullayıcı zorunluluk, faşist şeflik rejiminin beş yıldır uyguladığı politik program ve bunun uygulanmasının araçları, yöntemleridir.

O politik programın akışı, PKK’yi yok etmekten Kürt ulusunun, ulusal varlığının, anadilde eğitimin, özerklik hakkının kabul edilmesini düşünen, destekleyen her Kürdün “son ferde kadar yok edilmesi”ne, Rojava ve Güney Kürdistan’ın işgaline ve DAİŞ versiyonu çetelere teslimine, petrol kaynaklarına el koymaya varmış bulunuyor. Devrimci parti ve örgütleri fiziken yok etmek ve legal-evrimci veya illegal-evrimci antifaşist parti ve örgütleri ölü taklidine hapsetmekten, faşist şefe boyun eğmeyi reddeden, TMMOB, TTB ve TBB gibi mesleki kitle örgütlerini ortadan kaldırmaya, yerlerine faşist örgütler kurmaya varmış bulunuyor.

Direniş faşist şeflik rejiminin planlarını bozdu

Bu beş yılın sonunda, faşist şeflik rejimi, dizginsiz teröre, katliamlara, gözaltı ve tutuklama kampanyalarına, yeni faşist yasaklara, halklarımızın geniş kesimlerine yayılan zulme, işten, yurttan, okuldan atma saldırılarına dayanarak, sağladığı kimi başarılara ve elde ettiği avantajlara rağmen kazandığını, hedefine ulaştığını ilan edemedi. Edemiyor.

Yaşadığı gerilemeye, kaybettiği mevzilere ve faşist sömürgeci düşmanın bazı avantajlar elde etmesine rağmen özgürlük, adalet ve halklara eşitlik savaşımı kesintisizce devam etti. Bir aşamadan itibaren öncülere, fiili meşru mücadele cephesi güçlerinin, kır ve kent gerillasının büyük fedakarlık ve kahramanlığına, özgür tutsakların boyun eğmezliğine dayalı olarak süren direniş ve mücadele, o koşullarda, 8 Mart, Gazi ayaklanması, Newroz, 1 Mayıs, ‘71 önderlerinin ölümsüzlük yıldönümleri, Suruç Katliamı’nın yıldönümü, 25 Kasım gibi tarihin Türkiye ve Kuzey Kürdistan için özel bazı günlerinde, tek tek işçi direnişlerinde, doğal çevreyi savunma eylemlerinde, seçim muharebelerinde kitle gövdesine kavuştu.

Binlerce canın fedası başta olmak üzere, ödenen ağır bedellere rağmen süren bu cüretli, bu onur ve cesaret kazandıran direniş, işçi sınıfı ve ezilenlerin bağrındaki direnme, mücadele etme arzusunu canlı tuttu, teslimiyet ruh halinin yayılıp katılaşmasını, başarma umudunun küllenmesini engelledi. Direniş aynı zamanda, faşist şeflik rejiminin kitle desteğini her geçen yıl biraz daha zayıflattı. Onu, en sınırlı ekonomik, demokratik taleplerde bulunan kitleleri bile karşısına almak zorunda bıraktı, çıplak terör dışında yönetemez hale getirdi. İttifak güçlerinin daraldığı, uluslararası ilişkilerinin kaygan bir zemine sürüklendiği, ekonomik ve mali gelişmelerle bağlı toplumsal sonuçların acısını çeken yığınların yeni kesimleriyle kavgalı hale geldiği koşullara sürükledi. Durum öyledir ki, faşist şeflik rejimi yeni ve daha sert saldırılara hazırlanmak, halklarımızın yeni kesimleriyle karşıtlaşmak, hatta dolaysızca düşmanlaşmak dışında bir yol bulamıyor. Ekonomik, mali ve politik yatıştırıcılar olarak işlevlendireceği tavizler temelinde çözüm üretmeyi gündemine bile alamıyor.

Faşist şeflik rejimine karşı beş yıllık direnişin iki zeminde yürütüldüğünü biliyoruz.

1) Tek tek parti ve örgütlerin özgüçlerine dayalı eylem hattı.

2) Birleşik cephe hattı.

Tek tek parti ve örgütlerin, bağımsız eylemler yoluyla kendini ortaya koyuşlarında, bedel ödeme çıta ve kapasitelerinde, sürekliliği sağlama düzeylerinde somutlaşan direniş içindeki yerleri yazının amacının dışında. Yine de bir durum saptaması olarak, özellikle 2017 başlarından itibaren, süreklilik, birden çok alana yaygınlık ve değişik mücadele biçimleri ölçülerinden az çok anlamlı bir varoluşun, birkaç özneye daraldığını not edelim.

Demokratik ve devrimci “kanatları”yla antifaşist-antişovenist birleşik cephe ise düz bir çizgide gelişmese de, toparlayıcılık, en atıl enerjinin bile işlevli kılınması, aynı hedefe vuruşta etki ve sürekliliğin belirli bir düzeyde tutulması, emekçi sol kitlelerin birleşik mücadele beklentilerine cevap olunması, tek tek bireylere değin mücadeleye katkıda bulunmak isteyen insanlara, çevrelere alan açılması, kitle seferberliği ve kitle örgütlülüğü imkanının korunması işlevleriyle özgün bir varoluş kazandı ve pratikte faşist şeflik rejimine karşı direnişi canlı tuttu.

Tüm öznelerinin bağımsız eylem haklarıyla yer aldıkları HDP, kuvvetlerin, deneylerin, mücadele yeteneklerinin faşizme karşı, ayrı veya yan yana olduklarından çok daha yüksek bir etki gücü kazanmasını olanaklı kıldı. Ağır güç kayıplarının göğüslenmesi, mücadele sürekliliği, kitlelerin birliğinin, umut ve moralinin canlı tutulması gibi önemli kazanımlar üretti. Sert kavgalara hazırlıklı olmadıkları için bir başlarına savaşa dahil olamayacak, kabuklarına çekilecek, atalete sürüklenecek veya dönemin ideolojik-siyasi tasfiyecilik akıntısına kapılabilecek değişik parti ve gruplara kendi konumlarından direnişe katılma imkânı yarattı.

Keza yine, tüm öznelerinin bağımsız eylem haklarıyla yer aldıkları, HBDH, faşist şeflik rejiminin, büyük ölçüde devlet terörü ve kontrgerilla çeteleriyle politika yaptığı koşullarda, Dersim, Serhad ve değişik alanlardaki kır gerillası pratikleriyle, son iki yıldır ise kentlerdeki yaygın milis eylemleriyle, politikanın askeri araçlarla yürütülmesi ihtiyaç ve beklentisine cevap verdi. Daha büyük mücadeleler için istek uyandırdı, başarıya inancı güçlendirdi. Faşist şeflik rejimin psikolojik savaşını ve moralini darbeledi.

Birleşik mücadelede daha ileri gitme zorunluluğu

Faşist şeflik rejimi, ulusal demokratik hareketi, devrimci ve antifaşist örgütlülükleri yıkıp dağıtmak, direniş güçlerini kitleden yalıtmak konusunda umutsuz fakat çıkışsız durumda. O yüzden saldırı şiddetini artırmayı sürdürüyor. Ve aynı hatta devam edecek. Dün “parlamenter sistem”le yönetilmiyor, diyordu, bugün seçimlerle yönetilmiyor, faşist şefin emir eri olmayan, farklı burjuva eğilimlerden birkaç insanın görevi sürdürdüğü Anayasa Mahkemesi’yle yönetilmiyor, mevcut barolarla, tabip odalarıyla, mimar mühendis odalarıyla yönetilmiyor, faşist yasaların biraz “gevşek” görünen mevcut halleriyle yönetilmiyor, demekte. Türkiye’deki büyükşehir belediyelerinin başında burjuva muhalefet partilerinden başkanların bulunuşunun veya idam cezasının yokluğunun da yönetmeyi zorlaştırdığı, engellediği iddiasında. O yüzden salt, ulusal demokratik harekete, komünistlere, mücadelede ısrar eden devrimci ve antifaşist partilere, gruplara dönük faşist saldırıları şiddetlendirmeyi değil, hedeflerini genişletmeyi, başarabilirse bir mezar sessizliği, bir işçi kullar, köle yığınlar toplumu yaratmayı amaçlıyor. Bunun için yeni planlar hazırlıyor.

Bu konudaki sadık yardımcısını, “sol”, “emek”, “yoksuldan, ezilenden yana olmak”, “faşizme karşıtlık”, “laiklik”, “çağdaşlık” odaklı demagojik söylemlerle işçilerin, kadınların, yoksulların, gençlerin, Alevilerin, aydın ve sanatçıların önemli bir kitlesinin desteğini alan ve onlardan değişik talepleri için burjuva meclisten çıkacak yasal düzenlemeleri veya Anayasa Mahkemesi kararlarını beklemelerini, fabrikalarda, işçi havzalarında, sokaklarda, meydanlarda hak mücadelesine girişmemelerini isteyerek, enerjilerini, mücadele istek ve kuvvetlerini boğan CHP’yi de ayrıca not edelim.

Bu koşullarda, faşist şeflik rejiminin saldırılarının püskürtülmesi, saltanatına son verilmesi yolundaki mücadelenin şiddetlendirilmesi, yaygınlaştırılması, daha etkili kılınmasıyla bağlı güncel görevlerin en vazgeçilmezinin birleşik mücadelenin büyütülmesi, antifaşist antişovenist cephenin genişleme olanaklarının zorlanması olduğu gerçeği bir adım öne çıkıyor. Bu çerçevede iki acil görev var:

1) Görevlerin ilki, HDP’nin haklarımızın birleşik demokratik cephesi olarak, 7 Haziran 2015’ten bu yana her seçimde desteğini aldığı milyonlarca işçiye, kadına, gence, köylüye, yoksula, inkârcı sömürgeci boyunduruk altında tutulan Kürt halkımıza, ezilen inanç ve ulusal topluluklardan insanlarımıza büyük bir güven duymasını, onları siyasi olarak seferber edecek bir cesaret, kararlılık, ısrar ve netlikle hareket etmesini, bu temeldeki öncülük görevlerine dört ele sarılmasını gerektiriyor. HDP’den faşist şeflik rejimi koşullarında yüzünü burjuva meclis imkanlarına, burjuva düzen partileriyle şöyle ya da böyle ittifaklara dönmenin, kitlelerde bu temelde beklentiler örgütlemenin, faşizme karşı mücadeleyi zayıflatmak dışında bir sonuç üretmeyeceğini hiç değilse yerel seçimler sonrası sürecin dersleri temelinde idrak etmesini, bütün dikkatini, halklarımızın örgütlenmesine, ezilenler arasındaki dayanışmanın ve işbirliğinin güçlendirilmesine, kitlelerin fiili meşru mücadele hattındaki eylemliliğinin somut talepler etrafında büyütülmesine, genişletilmesine ve yığınlar içinden yeni kesimleri kendine çekecek bir etkinlik düzeyine vardırmaya odaklamasını istiyor.

2) Görevlerin ikincisi, uzun zamandır emekçi solun bütünü tarafından görüldüğünü, kavrandığını umduğumuz Saray’ın faşist yok etme programı ve karşı karşıya olunan tehlikenin güncelliği karşısında, tek bir gün bile kaybetmeden, HDP ile, şu ya da bu nedenle, HDP’de somutlanan antifaşist-antişovenist birleşik cepheye katılmamış devrimci ve antifaşist partilerin, grupların, faşizme karşı geniş bir mücadele birliği kurmalarını gerektiriyor. Meslek odalarının ve sendikaların birer özne olarak katılmalarına açık tutulacak böyle bir mücadele birliğiyle, bir militan kitle savaşımı cephesi örgütlemeyi, emekçi sol kitlenin birleşik gücüne dayanarak fiili meşru mücadele zemininde direniş barikatını yükseltmeyi ve saldırıya geçmeyi emrediyor. Bugün böyle bir birliğin kurulmasının önünde, öznelerinin görevden kaçmaları, sorumsuzlukları, iradesizlikleri dışında bir engel bulunmuyor.

Faşist şeflik rejiminin yıkılmasını hedeflemesi gereken bu birlik (platform mu, güç birliği mi, cephe mi veya yalnızca birlik mi, adına ne deneceği, meselenin hayatiliği yanında ikincil bir konudur), emekçi sol kuvvetlerin, söz, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem özgürlüğü çerçevesindeki demokratik haklar, polis, bekçi, asker zorbalık ve zulümleri, değişik tipte fiili OHAL uygulamaları, işsizlik, yoksulluk, pahalılık, kayıt dışı çalışma, kadın cinayetleri, İstanbul Sözleşmesi’yle bağlı talepler, işçi sağlığı ve iş güvencesi, sendikal haklar, belediyelerin gaspı, antifaşist antişovenist vekillerin ve belediye başkanlarının hapishanelerde rehin tutulması, üniversiteli ve liseli gençliğin zincire vurulmuş akademik-demokratik hakları, sanatçılar, akademisyenler, sağlıkçılar üzerindeki faşist baskılar, doğal çevrenin talan ve tahrip edilmesi, KHK’larla işten atılanlar, İmralı zindanındaki keyfi uygulamalar ve ağırlaştırılmış tecrit, tüm zindanlara yayılan sürgün, tecrit ve yayın yasakları, hasta tutsakların durumu, Kürtçe ve Kürt kültürü üzerindeki zorbalıklar, anadilde eğitim hakkı, mezarlıklara ve mezarlara yönelik insanlık dışı saldırılar, Suruç ve Ankara Gar katliamlarından keyfi ve temelsiz hapis kararlarına, Soma madenci katliamı ve diğer iş cinayetlerinden Çorlu hızlı tren ölümleri gibi devlet suçlarına değin adalet gündemli pek çok konu, göçmenlere dönük ırkçı politika ve saldırılar, çevre bölgelere dönük savaş saldırganlığı ve işgaller gibi, güncel ve kitlelerle bağlı “sayısız” gündem etrafında faşizme karşı, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında ajitasyon, propaganda ve fiili meşru mücadeleye dayalı eylemler yürütmesi imkanı yaratacak, kitle moralini, kitle cesaretini, kitle örgütlenmesini ayağa kaldıracak, işçilerin, kadınların, gençlerin sürükleyici güç olarak bir adım öne çıkmasını, faşizmin önünde duramayacağı bir kitle seli oluşmasını sağlayacaktır. Yasal, barışçıl, fiili meşru ve devrimci kitle şiddetine dayalı birleşik eylem ve mücadeleler toplumsal psikolojiyi baştan aşağı değiştirecek, geniş yığınların hapsedildiği korku duvarlarının yıkılmasını sağlayacak, geri çekilmiş kitle hareketinin doğrulmasının ve atılıma geçmesinin koşullarını yaratacaktır.

Bu geniş antifaşist birlik, kendi merkeziliğinin dışında, gençlik, kadın, semt güçleri temelinde farklı merkezilikler de örgütleyerek daha geniş kesimlerle temas imkanları ve özgün gündemlere görece hızlı ve etkin müdahalede bulunma olanağı elde edebilir. Hali hazırdaki “Gençlik Örgütleri” ve “Kadınlar Birlikte Güçlü” örnekleri bunun hem olanaklı hem isabetli olduğunun kanıtıdır.

Mevcut olandan daha geniş bir antifaşist cephe kurmaya, ona dayanarak daha etkili, geniş alanlara yayılan ve sürekliliği sağlanmış bir mücadele yürütmeye uzak durmak, bu konuda tarihin önüne koyduğu sorumlulukları yerine getirmemek, özgürlük, adalet ve halklara eşitlik mücadelesine karşı ağır bir suç olacaktır.

Antifaşist mücadelenin güncel görevlerinin birleşik devrimci cepheye yüklediği başlıca görev ise, faşist şeflik rejimine, onun mahallelerde, okullarda, işçi havzalarında terör estiren halk düşmanı militarist güçlerine, muhbirlere, direniş ve grev kırıcılarına, kadına karşı suç işleyenlere, işçilerin ve ezilenlerin eylemlerine saldıran politik İslamcı ve ırkçı sivil faşistlere, polis ve kontrgerilla güdümündeki uyuşturucu ve yozlaştırma çetelerine karşı mücadeleyi etkin ve yaygın tarzda yürütecek birleşik milisi tüm yaşam, çalışma ve eğitim alanlarına yaygınlaştırmaktır. Bu açıdan HBDH bileşeni parti ve gruplar, güç seferberliği ve örgütleme çalışmaları için geride kalan dönemin zayıflıklarını yenecek bir irade geliştirmek sorumluluğuyla yüz yüzeler.

Birleşik milis, faşist psikolojik savaşın etkisini dağıtmak, şu ya da bu düzeyde bedel ödeterek halk düşmanlarının saldırganlığını kırmak, pek çok alanda kitle ruh halinin değişimine hız katmak, özellikle genç kadın ve erkeklerin mücadele istek ve yönelimlerini güçlendirmek işlevleriyle kentlerin özgürleşmesine çok önemli katkılarda bulunacaktır. Yaygınlığı ve eylem kuvveti ölçüsünde, işçilerin ve ezilenlerin kendilerini savunma hakları konusunda görüş açısı ve pratik ilgi kazanmalarına hizmet etmesi onun bir başka önemli katkısı olacaktır.

Kuşku yok ki, antifaşist mücadelenin güncel görevleri ve halklarımız, birleşik devrimci cepheden, birleşik milis atağının yanı sıra, hesap sorma niteliği önde, etkili siyasi pratikler beklemekte, istemektedir. Faşist şeflik rejiminin, polis ve bekçi sürülerine dayanarak işçilerin ve ezilenlerin yaşam ve çalışma alanlarına, hayatlarının gündelik akışlarına, değişik taleplerle örgütledikleri eylemlere faşist devlet terörüyle müdahale ve saldırıyı olağanlaştırdığı, polisin himayesindeki ve hizmetindeki çetelerin emekçi semtlerde iyice pervasızlaştığı, ilçe meydanlarında gösteri yapan gençlerin, kadınların bölgede örgütlü politik İslamcı veya ırkçı faşistlerin saldırılarına uğradığı koşulların gerektirdiği zor araçlarının ve biçimlerinin kullanılamaması, siyasi mücadele için olduğu kadar, kitle beklentileri ve kitle ruh hali bakımından da önemli bir boşluk yaratmakta, devrimci hareketi güçten düşürmektedir. Bu zayıflığın giderilmesi hem politik hem de moral bir ihtiyaçtır.

Milis ve müfrezeyle bağlı güncel antifaşist mücadele görevlerinin, tek başına birleşik devrimci cepheye havale edilemeyeceği, tek tek parti ve grupların bu konuda bağımsız pratikler örgütleme sorumluluğu taşıdığı herkesçe bilinen bir gerçektir.

Faşist kontrgerilla makinasına dönüşmüş bulunan diktatörlüğün, militarist yığınak, faşist psikolojik savaş ve hala belirli bir kitle tabanına dayanıyor olmak nedeniyle yarattığı güçlülük görünümüne karşın, sınıfsal, ulusal, cinsel çelişkilerin keskinliğiyle ve öncü kuvvetlerin varlığıyla bağlı antifaşist, antisömürgeci tehdidin bu görünümü hızla ters yüz etme imkânı çok büyüktür. Bu imkânı maddi bir kuvvete dönüştürmek emekçi solun halklarımız ve bölge halkları önündeki güncel politik görev ve sorumluluğudur.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi