Sovyetler Birliği’nin Kürt Politikası II

Pragmatizm Ya Da SB'nin Kürt Politikasının Açmazı

SB'nin Kürt sorununa ilişkin politika değişikliğini, 2. Dünya Savaşı sırasında İran ve Türkiye'de iktidarda Nazi yanlısı eğilimlerin güçlenmesi tetikler. SB’nin değişik düzeylerdeki yetkililerinin, 1944 sonbaharından itibaren Rojava Kürdistan'da bulunan yurtsever Kürt aydınlarıyla ilişkiye geçerek, Bakur Kürdistan'da silahlı ulusal direnişe destek verebileceklerini açıkça dile getirmeleri, Suriye siyasi sınırları içinde Kürtlerin ulusal demokratik taleplerine sahip çıkmaları, özerk Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin kurulmasına ve inşasına destek vermeleri, o sırada Rojhilat Kürdistan'da bulunan Molla Mustafa Barzani'yle ilişki kurmaları, politika değişikliğinin önemli hamleleri olmakla birlikte, savaştan sonra bu yönelim istikrar kazanmaz.

Sorunun Yeniden Keşfi (1944-1947)

Sovyetler’in Rojhilat Kürdistan’daki varlığı, Kürdistan'ın diğer parçalarını da kapsayacak tarzda Kürt ulusal sorununa ilgisini yükseltir. SB, savaşta elde ettiği başarılara dayanarak, Ortadoğu'da daha etkili bir politikaya girişir. Kemalist ve şah iktidarları gibi Nazilerle flört etmiş rejimleri sınırlandırmak için, Kürt sorununun etkili bir rol oynayabileceğini anlamıştır.

Suriye'de 1944 Eylül'ünde açılan Sovyet temsilciliğine bağlı kurulan bir büro, bölgede ezilen ulusal toplulukların hareketleriyle bağ kurmakla ve Sovyet çıkarları doğrultusunda ilişkilenmekle görevlendirilir. Kürt sorunu, bu büronun faaliyetleri içinde özel bir yer bulur. 19 Mart 1945'te Sovyetler ile kemalist iktidar arasındaki “dostluk ve tarafsızlık” anlaşmasının yenilenmesinin Kars ve Ardahan'ın Sovyet Ermenistan'ına bırakılması şartına bağlanması, büro faaliyetlerinin önemini daha da artırır.

Sovyet temsilcileri, bağımsız Kürdistan devleti kurma hedefiyle “Türkiye Kürdistanı”nda hemen silahlı mücadeleye girişme şartıyla Kürt ulusal mücadelesine diplomatik destek verebileceklerini belirten Molotov imzalı siyasi bir belgeyle, ilki Şam'da (8 Mayıs 1945), ikincisi Beyrut'ta (5 Eylül 1945) olmak üzere, ileri gelen Kürt aydınlarından oluşan bir heyetle iki görüşme yapar. Bakur Kürdistan'da Dersim Tertelesi’nden beri Kürt ulusal mücadelesinde durgunluk yaşandığından, kısa sürede etkili silahlı mücadele verebilecek bir örgüt kurulamaz, Sovyet heyetine olumlu bir cevap verilemez.

Molotov'un yaklaşımı ilkesel bakış açısından uzak olduğu gibi, uzun vadeli bir perspektiften de yoksundur. Silahlı bir direniş örgütünün yaratılmasında kendilerine herhangi bir rol de biçilmemektedir. Kürt heyetine getirilen önerinin Türk devletine verilen notanın hemen sonrasına denk gelmesinden dolayı, Kürt ulusal direnişine destek yöneliminin sözü edilen iki kenti alma amacına bağlanmış olabileceğini düşünmek abartılı bir çıkarsama olmasa gerek.

1944-47 yılları arasında SB, Kürt sorunuyla dört parçada ilişkilenmek istemektedir. Nazi ordusunun 1944 sonlarından itibaren yenilgisi için gün sayılmaktadır. Sovyet yönetimi artık rahatlar ve savaş sonrasını düşünmeye başlar. SB Ortadoğu'da etki alanını genişletmek istemektedir. Savaş sırasında yüzünü Hitler'e, sonuna doğru da ABD ve İngiltere'ye dönmeye başlayan kemalist ve şah iktidarının Sovyet karşıtı eğilimleri bu kadar aleni hale gelmişken, onları sınırlandırıp geriletme amacı öne çıkar. Kürt ulusal sorunuyla ilişkilenmekle, Kürtlerin aynı zamanda gerici ve emperyalizm işbirlikçisi Irak ve Suriye devletlerine karşı devrimci bir odak olma potansiyeli, SB yönetimi tarafından görülür.

SB'nin yönelimiyle Kürt ulusal mücadelesinin ihtiyaçları kısmen çakışmıştır. SB, elde ettiği zaferlerin etkisiyle, esasta atak davranmaktadır. Ancak ABD'nin atom silahını kullanması ve oluşmakta olan yeni uluslararası denge ve gerilim altında SB, Kürt sorunu gibi önemli birkaç meselede geri adım atmaya başlayarak, savunmacı bir stratejiye yönelir. Bölge gerici devletleri ve emperyalist kampla yeni gerilimler yaşamamak için Kürt sorunuyla doğrudan ilişkilenmekten imtina eder.

Kürtler cephesinden ise, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunda SB’nin oynadığı rol, Sovyet temsilcilerine, SB'ye ve sosyalizme ilgiyi büyütür.

Kızıl Ordu’nun Getirdiği Özgürlük: Mahabad Cumhuriyeti

İran'da, Nazi destekli Rıza Şah iktidarının olası saldırılarını engellemek için SB, İngiltere ile birlikte, “Batı İran” olarak adlandırılan, Rojhilat Kürdistan ve Güney Azerbaycan'ı 25 Ağustos 1941'de işgal eder.

SB, başlangıçta Doğu Kürdistan'da ve Güney Azerbaycan'da ulusal statüye yönelik çalışmalara mesafelidir. Müttefiklere “Kürt ayrılıkçıları”nı desteklemeyeceğine dair güvence verir. İlk 3-4 yıl bu taahhüdüne bağlı kalır. Pratikte Kürt ve Azeri ulusal önderleri ve aşiret yöneticileriyle İran devleti arasında arabuluculuk yapar, Nazi saldırılarına karşı bölgede bir güvenlik bariyeri oluşturmaya çalışır. Hatta öyle ki, yereldeki SB temsilcilerinin Kürtlere ve ulusal taleplerine olumlu yaklaşımları, SB merkezi yönetiminden Molotov tarafından eleştirilir. Kürt yurtsever liderlerin demokratik nitelikleri göz ardı edilerek feodal güçlerin egemenliği vurgulanır ve İran ordusunun Urmiye’yi yeniden işgalini engellemenin hata olduğu belirtilir:

Yetkililerimiz İran askeri güçlerinin asayiş ve güvenliği sağlamak, Kürdleri kontrol altına almak önüne engeller çıkardılar ve Kürdler kontrol dışı kaldılar.” Temsilcilerimizin yaptıkları hatalar açık bir şekilde gösteriyor ki, onlar İran’daki ulusal ve sosyal sorunları yanlış anlamışlar. Onlar, İran Kürdlerinin otonomi ve bağımsızlık mücadelelerinin sosyal içerik açısından gerici olduğunu anlamamışlardır. Yapılanlar merkezileştirmeye karşı feodal, ayrılıkçı Kürd aşiret liderlerini savunmaktır.”[1]

1939'da Komelê Jiyanewê Kurdistan’ın (Kürdistan Diriliş Örgütü-KJK) ilişki geliştirmek ve yardım talep etmek için SB'ye heyet gönderme kararı, “Kürt sorununun İran-Sovyet ilişkileri ile Batı Asya'daki uluslararası ilişkilerde bir takım komplikasyonlara yol açmaması için İran'ın içişlerine müdahale etmeme ilkesi”[2] gereği kabul edilmez. 1941'de bunun aksine, bazı Kürt aşiret yöneticileri Bakü'ye davet edilir.

SB, zamanla daha ileri adımlar atsa da, başlangıçta Kürtlere statü, askeri ve ekonomik yardımlar konularında isteksizdir. 1941 yılında Kürt heyetiyle görüşmeyi kabul etse de, görüşmede, Güney Azerbaycan için olduğu gibi Rojhilat Kürdistan için de ulusal herhangi bir statü talebi, SB ile müttefikleri arasında sorunlara yol açabileceği kaygısıyla reddedilir. Zira o dönem, SB Nazilerin saldırısına uğramıştır ve zor durumdadır. ABD ve İngiltere ile ilişkilerde soruna yol açabilecek adımlar atmaktan kaçınmaktadır.

Buna karşın kesin zafer yaklaşırken, büyüyen uluslararası siyasal prestije, elde edilen devrimci mevzilere, Rojhilat Kürdistan ile Güney Azerbaycan'da gelişen Sovyet sempatisine, komünist ve devrimci-demokratik ulusal örgütlülüğe dayanarak (fiilen TUDEH, TUDEH’in Azerbaycan örgütünün dönüştürüldüğü Azerbaycan Demokrat Partisi ve Komelê Jiyanewê Kurdistan arasında halk cephesi kurulur), Güney Azerbaycan merkezli ulusal-demokratik özerk bir statü kurma amacına yönelir.

Bu süreç, SB'nin Kürt ulusal sorunuyla doğrudan temas etmesini sağlar. SB, Kürt aşiretleri ve devrimci-demokratik ulusal güçleriyle ilişkiler geliştirir. Kürdistan'daki devrimci dinamikleri yeniden keşfeder. Kızıl Ordu'nun uzmanları Kürt ulusal devrimci-demokratik gruplara askeri eğitim verir.

Fakat 2. Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın yapılan ikinci görüşmede, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti Başkanı Cafer Bakırov'un yaklaşımı Türk-Azeri milliyetçi eğilimler taşımaktadır. Bakırov, ilk önerisinde İran'da farklı uluslara dayanan dört özerk bölge kurulması gerektiğini belirterek, ama devamında “Kürtlerin kendi özerkliklerini kurmak için acele etmelerini gerektirecek bir durum yoktur” diyerek, özerkliği belirsiz bir zamana ertelemektedir. Bakırov “Kürtlerin özgürlüğünün sağlam temellere dayanması gerekir. Bu temel de ancak halkçı güçlerin yalnız İran'da değil, Irak'ta da başarıya ulaşmasıyla atılabilir. Bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması konusunun ise ileride tüm halkın birleşmesi için fırsat doğduktan sonra ele alınması daha uygun düşer. Şu sırada ise, bir özerk yönetimle yetinmelidir”[3] demektedir. Burada Bakırov iki noktada Türk-Azeri milliyetçi eğilim sergiler. Birincisi, Rojhilat Kürdistan’a özerklik değil, Azeri özerk bölgesi içinde herhangi bir ulusal statü olmaksızın yaşamayı önerir. Azami programatik hedef olarak ileride kurulacak bağımsız Kürdistan devletinden söz ederken de, Bakur Kürdistan'ı yok sayıp Türkiye'nin bir parçası olarak görerek yine sosyal-şoven bir refleks verir.

Bakırov'un yaklaşımı, aynı günlerde Beyrut'ta Kürt heyetiyle Molotov adına görüşen SB heyetinin önerileriyle çelişmektedir. Zira Beyrut toplantısında Molotov yazılı olarak Bakur Kürdistan'da silahlı direnişe ve bağımsız Kürt devleti kurma mücadelesine destek vereceklerini iletirken, Bakırov bağımsız bileşik Kürdistan'dan söz ettiğinde sadece Rojhilat ve Başûr'un birliğine değinir. Bakur Kürdistan'a değinmez.

Sovyetler, Kürt yurtsever ve devrimci-demokratik güçleriyle ilişki geliştirmek ve Güney Azerileriyle aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek için, 3 Eylül 1945'te Bakü'de bir heyeti ağırlar: “Kürt heyeti Bakü'de, Azerbaycan Sovyetler Birliği Başkanı Cafer Bakırov ile görüştü. Cafer Bakırov Kürtlere, ısrarla, Azerbaycan özerk bölgesi içinde yer almalarını öneriyordu. Kürt isteklerinin başındaysa, bağımsız bir devlet geliyordu. Kürtler, Sovyetler’in bu devlete ekonomik ve askeri yardımlar yapmalarını istiyordu. Görüşmelerin sonunda Cafer Bakırov 'SB var oldukça, Kürtler özgürlüklerine mutlaka kavuşacaktır' dedi. Kürtlere tank, top, makineli tüfek ve gerekli savaş araç-gereçlerinin gönderileceğini vadetti.”[4]

Sovyet heyeti, Kürt heyetinin ulusal statü talebindeki ısrarlarını dikkate alarak, Kürt heyeti de, Sovyet heyetinin bağımsız devlet için koşulların henüz oluşmadığı tespitinden hareketle, karşılıklı geri adım atıp, Mahabad ve çevresini kapsayacak bir ulusal özerklik statüsünde anlaşırlar. Dönüşte, daha önce kurulmuş yurtsever demokrat KJK örgütü ile Irak ve Suriye Kürdistanı kökenli örgütler birleştirilerek, Gazi Muhammed'in başkanlığında, ulusal özerkliği program edinmiş İran-Kürdistan Demokratik Partisi (İ-KDP) kurulur. Sovyetler’in desteğiyle, Aralık 1945'te Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, Ocak 1946'da da Mahabad Kürt Cumhuriyeti (MKC) ilan edilir. Anlaşmazlıkları gidermek için, Sovyetler’in arabuluculuğuyla iki özerk cumhuriyetin başkanları arasında 1946 Nisan'ında işbirliği anlaşması imzalanır.

Sovyetler, Kürtlerin bireysel silahlanmalarının önünü açar. İran jandarmasından alınan tüfeklerden 1200'ü gizlice Komel üyelerine daha önce dağıtılmıştır. MKC'nin kurulmasıyla birlikte, tüfek, makineli tüfek ve tabancalardan oluşan 5 bin silah yardımı yapılır. Müttefikler ve İran'la ilişkileri germemek adına, söz verilen top ve tanklar gönderilmez, bunların yerine zırh deliciler ve fitilli gaz lambaları gönderilir. Ayrıca bir matbaa ve radyo istasyonu için teknik malzeme yardımı yapılır. 80 Kürt çocuğun SB'de eğitim görmesi sağlanır. MKC yıkıldıktan sonra da Sovyetler Kürt çocukların eğitimi için verdiği söze bağlı kalmaya devam eder.

SB’nin Sonraki Yaklaşımı

Savaşın bitmesinden sonra, ABD ve İngiltere'nin desteğiyle İran, BM'de SB’nin askeri güçlerini çekmesi için süre verilmesini talep eder.

Bu süre dolup da İran Azerbaycanı’nda üslenmiş bulunan Sovyet kuvvetlerinde çekilme belirtisi olabilecek bir hareket görülmeyince, İngiliz Hükümeti 4 Mart günü Sovyetler Birliği'ne bir resmi protesto notası verdi. İki gün sonra da Amerika Birleşik Devletleri aynı yola başvurdu. (…) Olaylar bir bunalıma dönüşmek üzereydi ki, Sovyetler Birliği ansızın tutumunu değiştirdi. Birleşmiş Milletler'deki Sovyet Temsilcisi Gromiko, 26 Mart 1945'te yaptığı açıklamada, hesapta olmayan bir durum baş göstermediği takdirde, Sovyet kuvvetlerinin beş ya da altı hafta içinde İran’ı terk edeceklerini bildirdi. 5 Nisan tarihinde İran Başbakanı Kıvamussaltana ile Tahran'daki Sovyet Büyükelçisi İ.G. Sadçikof arasında, Sovyetler Birliği'nin en geç 6 Mayıs 1946 tarihine kadar İran'daki kuvvetlerini çekmeyi taahhüt ettiği konusunda bir anlaşma yapıldı.”[5]

 İran ordusu, Azerbaycan ve Mahabad özerk cumhuriyetlerine saldırarak, idamlar ve katliamlarla özerk statülerine son verir. Çok geçmeden İran meclisi, SB'yle yapılan ortak petrol çıkarma şirketi kurma anlaşmasını onaylamayarak iptal eder. Her ne kadar uluslararası burjuva hukuk açısından Kızıl Ordu bölgede işgalci görünse de, gerçekte Kızıl Ordu Kürt ve Azeri halkının desteğine sahiptir. İşgalci olan, halkların iradesine rağmen katliam yaparak hakimiyetini sağlayan İran devletidir. SB ise uluslararası konjonktürün bütün zorluklarına göğüs gererek, halkların haklı davasının arkasında durarak bir çözüm bulmak yerine, esasen, atom bombasına sahip ABD’nin ve İngiltere’nin SB’ye karşı tehditlerine, yeni bir dünya savaşı başlatmaları tehlikesine boyun eğer, Azeri ve Kürt halklarını, onların özerk yönetim statülerini, emperyalistlerin savaş tehdidi karşısında askeri güçle savunmayı göze alamaz. Baba Barzani’nin, İlhanzade aşiret reislerine durumu analizi de bu yöndedir: “Aslında İran ordusu Kürtleri yenmedi, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri Sovyetler Birliği'ni yendiler.”[6]

SB’nin bu tavrı, Rojhilat Kürdistan’ın bazı illeri İngiliz işgal bölgesinde olduğundan, Mahabad güçlerinin cumhuriyeti güneye doğru genişletmek için aradaki İran askeri güçleriyle savaşmasına desteksizlikte de yansır. Ayrıca SB, İran’ın işgale bahane olarak kullandığı bir gelişmeyi, yani yapılacak seçimlerde TUDEH’in parlamentoda etkinlik kazanacağını hesaba katmaktadır. Başbakan Ahmed Kıvamussaltana, 3 TUDEH üyesini 2 Ağustos’ta geçici bir süreliğine hükümete alarak manevra da yapmıştır. Bunların, SB’nin söz konusu geri adımını kolaylaştırıcı rol oynadığını geçerken belirtelim.

Bir Daha “Keşif”: Peşmergeler SB'de

Sovyetler’in Kürt ulusal sorunuyla ilişkilenişte ikinci önemli sıçrama eşiği 1951 yılıdır. Bunun yolu, Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin düşmesinden sonra Molla Mustafa Barzani'nin önderliğindeki Kürt ulusal direnişçilerinin, İran askeri kuvvetlerine karşı savaşarak geri çekilmesi ve beş yüz kişiyle Sovyetler’e sığınmasıyla açılır. 1951 yılına kadar geçen ilk dört yılda, SB’nin mülteci peşmergelere yönelik uygulamaları ciddi sorunlar taşımaktadır. Son yedi yılda ise, SB’nin hem mülteci peşmergelere yaklaşımı hem de Kürt sorunuyla ilişkilenişi tamamen değişir.

Peşmergeler SB’ye geçtiklerinde, Soğuk Savaş gerilimi ve dengesinin temelleri atılmaktadır. SB'nin Kürt sorunuyla ilişkilenişi ikirciklidir. Kürdistan'daki ulusal devrimci potansiyeli açığa çıkarmak ile emperyalizm ve bölge gerici devletleriyle kontrollü bir gerilim siyaseti izlemek arasında salınır. Peşmergelerin kabul edilişi ve maruz kaldıkları uygulamalar, bu çelişkili yaklaşımın yanı sıra, Azerbaycan ve Özbekistan Sovyet cumhuriyetleri yöneticilerinin milliyetçi yaklaşımlarının da izlerini taşır.

Peşmergeler, Azerbaycan'da kalmayı kendileri tercih etmelerine rağmen, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti hükümeti tarafından baskı ve tehditle sınırlandırılmaya, iradeleri tabi kılınmaya çalışılır. Bakırov, peşmergelerin Sovyetler’de yürüttüğü faaliyetlerin durdurulması amacıyla İran'ın muhtıra vermesi, KGB şefi L. Beria'nın dostu Bakırov'u destekleyen raporlar hazırlatması ve Sovyetler’e davet edilen bazı Rojihat Kürdistanlıların “Sovyet ajanı” gibi kullanılması gerçeklerinden yararlanarak, Moskova'daki SSCB üst yönetimini etkilemeyi başarır.

Bakırov, Barzani'nin iradesini kıramayınca, onun başka bir sovyet cumhuriyetine geçme talebinden de yararlanarak, peşmergelerin 29 Ağustos 1948'de Özbekistan'a gönderilmelerini sağlar. Mültecilerin koşulları daha da kötüleşir. Küçük gruplar halinde dağıtılarak, birbirlerinden tecrit halde ve mecburi ikametgaha tabi tutulurlar. Gerek Özbekistan Komünist Partisi MK Sekreteri Yusufov'la Barzani'nin yaptığı görüşmelere, gerekse peşmergelerin zaman zaman çalışmayı reddetmeleri, açlık grevleri ve oturma eylemleri yapmaları gibi çeşitli protestolara rağmen bir sonuç elde edemezler.

Bir yandan da, Barzani Stalin'e yaşananlarla ilgili mektuplar yazmaktadır. Bu onlarca mektubun ilkini SB’ye gelmeden 1945'te ve ikincisini 1947'de Sovyet dışişleri temsilcileri kanalıyla, diğerlerini Azeri ve Özbek hükümetleri veya posta kanalıyla gönderir. İlk ikisi dışında hiçbiri Moskova'ya ulaşmaz. Bu durumu sezen Barzani, seyahat yasağı olduğundan, Moskova'ya giden bir Sovyet yurttaşı aracılığıyla bir mektup daha gönderir. Bu mektup Stalin'e ulaşır ve Mart 1951'de bir soruşturma heyeti oluşturulur. Soruşturma sonucunda Azerbaycanlı ve Özbekistanlı Sovyet yetkililerinin haksız olduklarına karar verilerek, Barzani'den “resmi özür” dilenir, peşmergeler bir araya getirilir ve yaşam koşulları düzeltilir, politik, ideolojik ve askeri eğitimleri için olanaklar sunulur.

Bu gelişme, Sovyetler’in Kürt sorununu yeni bir perspektifle ele alışının yeni momenti olur. Stalin'in ölümünden sonra, Kruşçev'in de içinde olduğu Sovyet üst yönetimi Kremlin'de Barzani ile görüşür. Barzani’yle gitgide daha sıkı ve merkezi düzeyde ilişki kurulur. Çalışmalarını Moskova'da yürütmesi için imkanlar sağlanır, akademiye alınır. Avrupa'da eğitim gören Kürt gençlerle görüşmesi ve mektuplaşmasına izin verilir, Kürdistan'da faaliyet yürüten komünist partilerin bazı yöneticileriyle görüştürülür. Özbekistan ve Ermenistan'da ağırlanır. Mülteci peşmergeler ve Sovyet Kürtlerinin koşullarıyla ilgili bilgilendirilir, önerileri alınır. Erivan ve Leningrad'da Kürt Araştırma Merkezi açılır, Erivan Radyosu'nun Kürtçe yayını bir buçuk saate çıkarılır. Daha önce sınırlı da olsa yapılan Kürtçe müzik ve kültürel program yayınlarına, Kürt ulusal mücadelesinin sorunları başta olmak üzere politik yayınlar da eklenir.

Bu olgulardan anlaşılıyor ki, Moskova'daki SB üst yönetiminin 1951'e kadar Kürdistanlı Kürtlerle doğrudan teması yoktur. Kürt ulusal mücadelesine dair Sovyet politikasının belirlenmesinde Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti yönetimi etkilidir. SSCB Dışişleri Bakanlığı'nın 1947-51 arasında Kürt sorununa dair bir aktivitesi görülmemektedir. KGB, Bakırov'un yaklaşımlarına paralel raporlar hazırlayıp Moskova'ya gönderir. Azerbaycan yönetimi Kürtler üzerinde hakimiyet kurarak kendine bağlama eksenli milliyetçi saiklerle ilişkilenir, Moskova'yı da bu doğrultuda yönlendirir. Özbekistan'daki baskıcı politikalarda da Bakırov'un etkisi vardır. SSCB İçişleri Bakanı S. Kroglov’un Stalin'e sunulmak üzere hazırladığı 10 Şubat 1949 tarihli rapor da aynı çizgidedir. Hatta daha da ileri giderek, Barzani için “siyasi olarak bilgisiz, okuma, yazması olmayan bir adamdır, (...) niyeti Kürt aşiretlerden bir şeyh devleti kurmak ve başkanı olmaktır”[7] gibi gerçek olmayan ve spekülatif iddialarla dolu, konunun önemini anlamaktan uzak bir içeriğe sahiptir.

1951'de kurulan soruşturma heyeti, bu gidişatı tersine çevirir. 1953'ten itibaren Sovyetler en üst düzeyde Barzani'yle görüşür. SB'nin Kürt sorununa yaklaşım ve Kürt ulusal mücadelesiyle ilişkilenme düzeyi gelişmeye başlar. Ancak Kürt ulusal mücadelesinin Ortadoğu'da SB'nin etki alanını genişletmek için taşıdığı önemle orantılı olarak, pragmatizmle lekeli bir ilişki kurulur.

Sonuç

Kürt ulusal sorununda SB'nin politikası, Lenin ve Stalin'in söylediklerinin ötesinde bir anlama sahiptir. Bir devlet politikasıdır. Sovyet devlet çıkarları ile marksist-leninist ilkeler arasında çelişkiler ortaya çıkabileceğini gösterir. Zamanla devlet çıkarları baskın gelir. Zorluklar ve zorunlulukların baskısıyla atılan adımlar gitgide çizgileşir. Hem Türk burjuva ulusal mücadelesiyle ve kemalizmle ilişkilenişte, hem de Kürt ulusal kurtuluş mücadelesiyle ilişkilenişte, 1921'den itibaren Sovyet devletinin çıkarları, ilkelerinin karşısına dikilir.

Türkiye'yle 1921'de yapılan anlaşmayı, Azerbaycan Sovyet Başkanı N. Nerimanov'un ısrarlı çabaları ve Lenin'in yönlendirmesiyle, Stalin'in başında bulunduğu heyet imzalar. İran ve İngiltere ile imzalanan anlaşmaların içeriğini Lenin'in bilmemesi mümkün değildir. Başlangıçta bu anlaşmalarda taktik saiklere taviz verilmiş olduğu akla yatkındır. Ancak zamanla, Türk devletiyle kurulan işbirliği taktik olmaktan çıkar. 1925'te yeni bir anlaşma imzalanmasıyla, 1935'te de bunun on yıllığına yenilenmesiyle, Türkiye karşıtı hareketleri desteklememe tavizi bir çizgiye dönüştürülür.

Stalin, 1927'de Çin devrimi üzerine yaptığı iki değerlendirmede, karşılaştırmalı bir tarzda Türk ulusal mücadelesine ve kemalizme atıfta bulunur. Türk burjuvazisinin işgal karşıtı mücadelesini, “Kemalistlerin güdük antiemperyalist devrimi”[8] olarak tanımlar. Ayrıca, “karakteristik olan ise (...) gelişmesinin ikinci aşamasına, tarım devrimi aşamasına geçmeye teşebbüs dahi etmeksizin, 'ilk adımda', gelişmesinin birinci aşamasında burjuva kurtuluş hareketi aşamasında çakılıp kalmış olmasıdır”[9] diyerek, onun burjuva demokratik devrime yönelmediğine dikkat çeker. “Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimidir (...) aslında köylülere ve işçilere karşı, evet bir tarım devrimi imkanlarına karşı yönelen, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir”[10] dediğinde de, bu devrimin halkçı bir karaktere sahip olmadığını vurgular.

“Güdük antiemperyalist devrim”, “burjuva kurtuluş hareketi” tespitleri tartışmalı olmakla birlikte, M. Kemal liderliğindeki hareketin karşıdevrimci yöneliminin ana unsurlarından biri vurgulanarak, “köylülere ve işçilere karşı” yöneldiği ifade edilir. Kürt ulusuna ve ulusal topluluklara karşı da yöneldiğinin vurgulanmaması ise eleştiriyi hak eden önemli bir hatadır.

Stalin'in yaptığı değerlendirmeler, Sovyetler’in izlediği resmi çizgiden daha ileri bir noktada durur. SB dışişleri komiserliği ve bölge temsilcilikleri ile kimi Sovyet yayın organlarında, Kürt isyanlarına dair, kemalist iktidarın toprak reformu yönelimine karşı çıkarlarını tehdit altında gören feodal ağaların kışkırttığı isyanlar tespiti yapılır. Arazilerine el konularak Türkiye'ye sürülen Kürtlerin toprağının ağırlıkla Türklere ve muhacirlere verilmesine, “çekingen toprak reformu girişimi” yakıştırmasında bile bulunulur.

Bütün bunlardan şu sonuç çıkar ki, söz konusu Türkiye ve Kürdistan olunca, sadece Stalin'in ne söylediğine bakılarak SB'nin politikası anlaşılamaz. Sahada yaşanan pratiklere, dışişleri sözcülerinin ne söyleyip ne yaptıklarına ve resmi yayınlarda çıkan başkaca değerlendirmelere de bakmak gerekir. SB'nin Kürt politikası, Türk ulusal mücadelesi ve kemalizm değerlendirmesine göre şekillenir. Ulusal mücadeleye önderlik eden Türk burjuvazisi ve kemalizmde antiemperyalizm, antifeodalizm, devrimcilik ve ilericilik görülür. Kürt ulusal ayaklanmaları karşı kutba konularak, aksi sıfatlarla tanımlanır. Bu tespitlerin altında yatan temel unsur, Sovyetler’in devlet çıkarlarıdır. Türk burjuvazisi Nazilere yanaşınca, SB'nin kemalizm değerlendirmesi tamamen değişir, “dostluk ve tarafsızlık” anlaşması rafa kaldırılır. Kürt sorunundaki devrimci dinamikler görülmeye başlanır.

TKP’nin Komintern ve SB'nin Kürt politikasını belirleme kudreti yoktur. TKP yöneticilerinin, esasen, Türk burjuva basınını tarayarak, bu politikanın içeriğini doldurmaya yarayan veriler toplamakta katkısı olur. Hem Komintern'in işleyişinde TKP'nin ciddi bir ağırlığa sahip olmaması ve hem de Komintern-SSCB ilişkisinin tarzı, TKP’nin istese dahi SB’nin Kürt politikasını değiştirmesini zaten imkansız kılmaktadır. Nitekim TKP'den Ali Cevdet'in Komintern VI. Kongresi’nde kemalizm değerlendirmesine getirdiği itirazların tartışılmaksızın sessizlikle geçiştirilmesi bunun kanıtıdır. Komintern yürütmesinde yer alan TKP önderlerinin, kemalizm ve Kürt politikasında Sovyet devletinin çıkarlarını gözeten bir politikayı benimsedikleri ne kadar gerçekse, güçlü sosyal-şoven etkiler taşıdıkları da bir o kadar gerçektir. TKP, 1921 ve ‘26 programlarındaki demokratik özgürlükçü yaklaşımının tersine, Kürt ulusal sorununa pratikte sosyal-şoven yaklaştıysa, SB’nin devlet politikasını gözetmesi ve kemalizme kuyrukçuluğunun sosyal-şovenizm üretmesi sonucu bu tavra düşmüştür.

Bugün, Kürdistan ulusal özgürlük devriminin sürdüğü koşullarda, Türkiye emekçi sol hareketi üzerinde yeniden nükseden sosyal-şovenizme karşı mücadele ederken, geçmişte SBKP ve SSCB’nin bu pragmatik zaaflarını eleştirmek daha da önemlidir.

SBKP ve SSCB’nin revizyonist döneminde Kürt ulusal sorununa ilişkin politikasının eleştirisi de başka bir yazının konusu olsun.

 

Dipnotlar

[1] Molotov’un Büyükelçi Smirnov’a 31.08.1942 tarihli mektubu, alayekiti.com

[2] Kürdistan Tarihi, Ed. M.S. Lazerev ve Ş.X. Mihoyan, Avesta Yay., 2001, s. 254

[3] Kürtlerin Yakınçağ Tarihi, Tori, Doz Yay., 2006, s. 288

[4] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi Cilt 4, İletişim Yay., 1988, s. 1346

[5] Mahabad Kürt Cumhuriyeti 1946, W. Eagleton, Koral Yay., 1990, s. 172-173-174

[6] Agk, s. 263

[7] Tarih Boyunca Kürtlerde Diplomasi Cilt 1, Faik Bulut, Evrensel Basım Yayın, 2015, s. 304

[8] Eserler Cilt 9, J.V. Stalin, İnter Yay., 1991, s. 206

[9] Eserler Cilt 10, J.V. Stalin, İnter Yay., 1992, s. 14

[10] Eserler Cilt 9, Stalin, s. 204

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi