Sarı Yelekliler: Ezilenlerin Patlayan Öfkesi, Ezenlerin Çaresizliği / Arif Çelebi

17 Kasım’dan 2018’in son gününe kadar sarı yelek giymiş yüz binlerce Fransız, her gün otobanlarda, dönel kavşaklarda blokaj eylemleriyle, her Cumartesi büyük kent merkezlerinde protesto gösterileriyle, kendilerini ezenlere, hiçleştirenlere öfkelerini haykırdı. Lise ve üniversite öğrencileri dersleri boykot ederek, köylüler traktörlerle yolları kapatarak eylemlere katıldı. Eyleme aktif olarak katılmasalar da, Fransızların büyük bölümü eylemi ya meşru gördüğünü ya da desteklediğini belirtti. Öyle ki, bu sempati yüzde 70’ler düzeyinde oldu. 17 Kasım’dan sonra katılımcıların sayısı giderek azalsa da, destekçilerin oranı fazla eksilmedi. Eylemler için yeni çağrılar gelmeye devam ediyor.

Akaryakıta konan yeni vergilerin iptali eylemcilerin ilk temel talebiydi. Sorun yalnızca yakıt vergisi değildi. Zorunlu vergi ve katkılar yükü 2008 krizinden bu yana sürekli arttı, 2009’da GSYİH’nin yüzde 41’inden 2017’de yüzde 45’ine yükseldi. Sadece Macron’un başkanlığının başlangıcından bugüne sekiz ek vergi ve harç oluşturuldu.

Hükümet yüksek yakıt vergisini ekolojiyi finanse etmek için koyduğunu söylese de, Fransız halkı gerçeğin farkında. Sarı Yeleklilerin yayınladıkları bir bildiride belirtildiği üzere, yasa tasarısında ekoloji bütçesinden yaklaşık 570 milyon euro genel bütçeye aktarılacaktı.

Gerçekte bu yeni yüksek vergi yalnızca bardağı taşıran damlaydı. 2016 verilerine göre, Fransızların yüzde 14’ü, yaklaşık olarak 9 milyon kişi, yoksulluk sınırının altında yaşıyor.[1] Bu oran gençlerde yüzde 19,8’dir. Bardak bir kez taşınca işsizlik, sosyal haklardaki kısıtlamalar, fazla çalışma, durmadan konan yeni vergiler, artan fiyatlar, kısacası yoksullaşmaya, geçim sıkıntısına dair ne kadar sorun varsa ortaya döküldü. Bu düpedüz bir sınıf öfkesiydi. Emekçilerin sırtına bindirilen vergilere durmadan yenileri eklenirken, zenginlerden alınan vergiler yürürlükten kaldırılmıştı. Patlayan öfkenin perde arkasında yoksullaştırılmaktan daha çok hiçleştirilme, aşağılanma, görmezlikten gelinme yatıyordu. Kasım 2017’de yapılan bir araştırmaya göre, halkın yüzde 35’i hükümet tarafından umursanmadığını ve ihmal edilmiş bir bölgede yaşadığını düşünmekteydi. Bu hem coğrafi hem de sosyal olarak dışlanma hissinin ne derece yaygın olduğunu gösteriyor. Bu duygu ve düşünce büyük kentsel alanlar dışındaki bölgelerde daha belirgindir. Karanlıkta kişinin görünmesi için kullanılan sarı yeleğin birleştirici bir siyasal simge haline gelmesinin nedeni de buydu. Sarı yelek nesneleştirilmiş, hiçleştirilmiş bireyin bir kolektif özne olarak burjuva egemenlerin karşısına dikilmesine hizmet etti.

Macron, başlangıçta burjuva egemenlik kibri ile göstericileri muhatap dahi almazken, büyüyen öfke ve toplumdaki destek düzeyi karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Önce akaryakıta konan vergilerin 2019’da yürürlüğe sokulmayacağı belirtildi. Daha sonra Macron, göstericilere seslenerek, lütfettiği yeni tavizleri açıkladı. Asgari ücrete 100 euro zam yapılacağını, 2000 euro’nun altındaki emekli maaşlarından ve mesai ücretlerinden yapılan kesintilerin ortadan kaldırılacağını belirtti. Bunların halkın geçim sıkıntısına çare getirmeyeceği ortadaydı. Macron aynı konuşmasında, kaldırılan servet vergisini geri getirmeyeceğini söyledi. Bu, Sarı Yeleklilerin öfkesini daha da biledi.

Sarı Yeleklilerin temel talepleri yoksullaştırılmanın giderilmesinden ibaret değildi. Halkın siyasal sürece doğrudan katılmasını istiyor, “Yurttaşların Referandum İnisiyatifi” ile yasama hakkı talep ediyorlardı. Macron bu talebi gündeme almadı.

Göstericilere karşı devletin saldırı şiddeti arttıkça, eylemcilerin de savunma şiddeti yükseldi. Binlerce gösterici yaralandı. Binlercesi gözaltına alındı, tutuklandı. Lise öğrencileri elleri arkadan bağlı duvar dibinde diz çökertildi. Buna karşılık, barikat kurma ve protesto amacıyla yüzlerce araç ters çevrildi, yakıldı; dükkanların vitrinleri kırıldı, kimi yağma olayları görüldü. Polise karşı saldırılar gerçekleştirildi.

Burjuva medyada polis şiddeti görmezden gelinerek, eylemcilerin savunma şiddeti öne çıkarılarak yapılan manipülasyon başarıya ulaşmadı. Eylemciler, “Yoksullaştırılma acısının bizde yarattığı psikolojik şiddetin yanında bir-iki vitrin camının kırılması nedir ki?!” biçiminde bir yanıt verirken, artan şiddet olayları eylemcilere olan desteği azaltmadı.

Paris cumhuriyet savcısının açıklamasına göre, gözaltına alınan ya da tutuklananlar “çoğunlukla Fransa’nın farklı bölgelerinden, bir sabıka kaydı olmaksızın 40 yaşın altındaki erkekler” idi. Eylemcilerin ezici bölümü hayatında ilk kez bir gösteriye katılıyordu. Gözaltına alınanlar arasında sayısı az olsa da, bilhassa dönel kavşak ve otobanlardaki blokajlarda kadınlar azımsanacak sayıda değildi.

Fransa’nın dört bir yanından, her meslekten kadın ve erkek emekçi, lise ve üniversite öğrencisi eylemlere katıldı. Sarı Yelekliler isyanı, şu ya da bu kesimin değil, Fransız halkının yoksulluğa ve hiçleştirilmeye karşı zenginlere ve onların devletine karşı gerçekleşti. Bu, Fransız ezilenlerinin ezenlere karşı bir ayaklanmasıydı.

Ayaklanmanın Perde Arkası: “Bir Sonraki Kapitalist Devrim”in İmkansızlığı Ya Da Kapitalizmin Varoluşsal Krizi

17 Kasım’da Fransız ezilenleri başta Paris olmak üzere büyük kent meydanlarında bir öfke seli olup aktıkları hafta, The Economist’te bir makale yayınlandı.[2] Tesadüfler belirli zorunlulukların ürünüdür. Ayaklanma ve makale arasındaki tesadüfi bağlantı bunu bir kez daha kanıtladı.

The Economist’teki yazının başlığı “Bir sonraki Kapitalist Devrim” idi.

“Kapitalizmin itibarı son on yılda bir dizi güçlü darbe aldı. İşçiler pahasına sermaye sahiplerine fayda sağlayacak şekilde düzenlenmiş bir sistem duygusu derindir. 2016’da bir anket, genç Amerikalıların yarısından fazlasının artık kapitalizmi desteklemediğini buldu. Bu inanç kaybı tehlikelidir.”

Kapitalizmin lider ülkesinde gençlerin yarısından çoğu kapitalizmden umudunu kesmiş, ona inancını yitirmişse, bu gençlerin yeni bir umut ve inanç arayışında olmaları kadar, “hiççiliğe” savrulmaları da doğaldır. Biri toplumsal, diğeri bireysel düzen dışılığa meyletmenin güçlü zeminini sunuyor. Bu aynı zamanda, burjuvazinin fısıltıyla seslendirdiği korkunun ne denli ciddi olduğu gösterir.

Kapitalizme dair inanç kaybı yalnızca gençlerde, işçi ve ezilenlerde mi? Aslında bu inanç kaybı burjuva aydınlar içinde çok daha derin. Bu ideolojik çaresizlik hali tam anlamıyla bir varoluşsal anlam yitimine neden oluyor. Kapitalizmin krizine çare ararken, bu çarenin imkansızlığının duvarına çarpıyorlar. The Economist’teki makale bu bakımdan da ilginç.

“Eski ekonomideki bazı firmalar çok rahat, yeni ekonomide ise teknoloji firmaları hızlı biçimde pazar gücünü arttırdı” diyor The Economist. Bu “rahatlık” ve “pazar gücünü artırma”nın gerçek içeriği tekelleşmenin ulaştığı düzeydir. Bu haliyle kalırsa kapitalizmi sürdürmek mümkün değil, dünya çapında tekelleşmenin bu düzeyi Marx’ın deyimiyle üretimin ateşini söndürür[3], servetin bu denli küçük bir azınlığın elinde toplandığı hiçbir toplum biçimi ayakta kalamaz.

The Economist de bunun farkında. “Rekabeti serbest bırakan, anormal derecedeki yüksek karları zorlayan ve yeniliğin gelişmesini sağlayacak bir devrim”e ihtiyaç var, diyor. Sonuçta, öyle ya da böyle bir “devrim” olmaksızın sorunlar aşılamaz, ezilenlerin devrimini engellemek için burjuvazi kapitalizm içinde devrim yapmalı, demeye getiriyor The Economist.

Makalede kapitalizmin yeni bir devrimle çözülmesi gereken üç temel sorunu ortaya konuyor. Birincisi, yüksek tekelci karlara rağmen yeni yatırımlardaki cimrilik; ikincisi, ulusal gelir içinde emeğin payının azalması ve tekelci fiyatlar nedeniyle alım gücünün düşmesi; üçüncüsü, yeni sermaye sayısının düşmesi ve verimlilik artışının zayıflığıdır[4]. “Bu, inovasyona yönelik rekabetçi bir baskı eksikliği ile açıklanabilir.”

Demek ki, a) elde edilen yüksek karlar yeniden yatırıma dönmediği için kapitalizm krizden çıkamıyor; b) emek gücü sömürüsü o denli yüksek olduğu ve toplumun ezici çoğunluğu da emek gücünü satarak geçindiği içindir ki, talep düşük kalıyor; c) tekelci sermayenin egemenliği nedeniyle teknolojik devrimler gerçekleşmiyor ve yeni sermayeler sürgün veremiyor.

Bu sorunların kapitalist üretim ilişkileri altında çözülmesi mümkün mü? Böyle bir devrim gerçekleştirilebilir mi? Ya da şöyle soralım: Bu devrimi burjuvazinin hangi kesimi kime dayanarak gerçekleştirecektir?

Burjuvazinin zavallı çaresizliği bu. Bütün bu temel sorunların biricik yolu tekelleşmeyi yok etmek. The Economist’in de önerdiği bu. Peki, bu nasıl gerçekleşebilir? Sanayi, ticaret ve maliye bir avuç dünya tekelinin elinde muazzam biçimde yoğunlaşmışken, burjuva devletler, uluslararası sermaye kurumları bu tekellerin çıkar bekçileri haline gelmişken, küçükten büyüğe bütün sermaye en büyük tekellere bir zincir gibi bağlanmışken, hangi güç bu tekelleşmeyi yok edebilir, onların hizmetindeki devleti ve uluslararası kurumları dağıtabilir ve sermayeler arası bağımlılık zincirini parçalayabilir?

Kapitalist üretim ilişkilerinin bir yanını oluşturan sermaye içinde böyle bir özne yok. Dünya maliyesi, sanayisi ve ticareti birkaç yüz dünya tekeli tarafından kontrol edilecek denli sermaye yoğunlaşması olmuşken, üretim araçları toplumsal mülkiyet altına alınmadıkça, yani sermaye, sermaye olarak ortadan kaldırılmadıkça bir çözüm mümkün değil. Doğru, bu ancak bir devrimle mümkün olabilir, ama bu devrim ancak sermaye karşıtı olursa sorunları çözebilir.

Macron’un Çaresizliği

The Economist’ten bir kaç ay önce, 26 Nisan tarihli Bloomberg sayfalarında “Sosyal Huzursuzluk Fransa'nın En Büyük Riskidir” başlıklı bir makale yayınlandı.[5] “Yakın tarihli bir ankette, Fransız seçmenlerin yüzde 70'inin Fransa'da demokrasinin iyi çalışmadığına inandığı ortaya çıktı. Yalnızca yüzde 11'i siyasi partilere, yüzde 24'ü medyaya güveniyor. Bu bağlamda, bir sonraki Fransız cumhurbaşkanının karşılaşacağı en büyük sorun, uzun süredir sokaklarda da açığa çıkmış olan sosyal bölünmeleri olan bir ülkede sosyal barışı korumaktır.”

Bu “sosyal bölünme” kapitalizmin alametifarikası, yani olmazsa olmazıdır. Fransa’ya özgü de değildir. Sosyal bölünmenin bugün ulaştığı düzeyi, işçi sınıfının temel kazanımlarını yitirmesi, düşük ücretler, artan vergiler, küçük burjuvazinin mülksüzleşmesindeki hızlanma, kronik işsizlik, genç işsizliğin büyük boyutlara ulaşması, eğitimli olmanın halk gençliği için biraz daha yüksek bir ücrete zemin oluşturma özelliğini kaybetmesi, nüfusun en tepedeki yüzde 1’inin servetin büyük bölümünü alması ve bunun yıllar geçtikçe artması gibi olguları dünyanın her yerinde görmek mümkün. Hangi politikacı yönetime gelirse gelsin, kapitalist üretim ilişkileri içinde bu sosyal bölünmeyi ortadan kaldıramaz. Venezuela’da Chavez, Yunanistan’da ise Çipras yönetimi, burjuva üretim ilişkileri dahilinde halkçı önlemlerin sınırını gösterdi. Macron gibi bir büyük patron için bu tür önlemler akla bile getirilemez. Sarı Yelekliler isyanı ile geri adım atsa da, bunlar halkı tatmin etmekten uzak. Mesela, servet vergisini yeniden yürürlüğe koyamam, diyor, çünkü bunu getirirsem sermaye başka ülkelere gider. Bu yalnızca bir bahane değil, gerçek bir çaresizliğin itirafı aynı zamanda. Yoksullar olağanüstü eşitsizliğe isyan ediyor, zenginler eşitsizliği kısmen törpüleyen girişimler karşısında sermayeyi başka yere götürmekle tehdit ediyor. Fransa kendi başına bir ekonomi değil, Avrupa mali oligarşisinin çıkarlarına doğrudan tabi. Bir avuç tekelci patron kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda politik kararlar alıyor, politikacılara bunları kendi halkına kabul ettirmek düşüyor. Politikacıya bir ara yol, bir uzlaştırma imkanı kalmıyor. Ya zenginlere kılıcı indireceksin ya yoksullara savaş açacaksın!

Kaçınılmaz Süreç: Devrimci İç Savaş

The Economist ABD’li gençlerin yarısından fazlasının kapitalizme inancını yitirmesinden bahsederken, Bloomberg “Bastırılmış sosyal hoşnutsuzluk belirtileri her yerde. Genç Fransızların yüzde 63'ü ‘büyük çaplı bir isyan’ için hazır olduğunu iddia ediyor” diyor. Burjuvazi durumu iyi okuyor, üstelik öngörülü de. Burjuvazi en çok gençlikten korkuyor. Genç nüfusun yarısından çoğu kapitalizme inancını kaybetmiş ve üçte ikisi büyük çaplı bir isyana hazır olduğunu söylüyorsa, burjuvazi korkmakta haksız değil. Kapitalist sisteme inancını yitirmiş, öfkesi taşkın gençlerin isyana kalkışması toplumun bütün dokusunu darmaduman eder.

Aslında salt bu iki anketten çıkan sonuçlar bile burjuva toplum biçiminin ne derece çözüldüğünü ve kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülemez olduğunu göstermek için yeterli.

Bırakalım daha iyi bir hayat yaşamayı, mevcut şartları dahi koruyamayacağını düşünen bir emekçi ile daha nitelikli olsa da ebeveyninden de kötü hayat koşulları kendisini bekleyen bir genç için burjuva toplum biçiminin tüm kapsayıcılığı tükenmiş demektir. Muazzam derecede birikmiş sermayenin büyük bölümü, yeni yatırıma dönmediği için üretici bir güç olmaktan çıkarak, kendi varoluşsal niteliğini, artıdeğer üretme yeteneğini yitirmektedir. Diğer yandan, nüfusun ezici çoğunluğu herhangi bir üretim aracı mülkiyetinden yoksunlaşarak, emek gücünü satmaktan başka çaresi olmayan bir işçiye dönüşmüştür. Buna karşın işçilerin önemli bölümü, sermaye tarafından kapsanamadığı için bir üretici güç haline gelememekte, daha tam ifadeyle işsiz bir üretici güç olarak çürümektedir. Sermaye tarafından çalıştırılan emekçi de aldığı ücretin düşmesi, sosyal haklarının kısıtlanması, vergi ve artan fiyatlar nedeniyle önceki varlık koşullarını yeniden üretmemektedir. Dolayısıyla sermaye, hem işsiz işçileri hem de işçilerin büyük bölümünü kapsama yeteneğini kaybetmiştir. Sermaye ve emeğin kendilerini ve birbirlerini üretme olanakları bu denli zayıflamışsa, sermaye-emek ilişkisine dayalı burjuva üretim biçiminin ölüm çanları çalıyor demektir.

Kapitalizm öncesi toplum biçimlerine ne olduysa, bu toplumun başını da aynı bela sarmıştır. Feodaller, pazar için üretime daha fazla yer açmak için serfleri topraklarından sürdüklerinde, feodallerle serfler arasındaki birbirinin varlık nedeni olma ilişkisini de dinamitlemiş oluyorlardı. Toplumdaki sosyal bölünme bir toplumun varlık nedeni olmaktan çıktığında, birbirinin yıkım nedeni haline gelir. Bunun pratikteki karşılığı, yeni toplumun kurucu bilincinin egemen olmasına kadar geçen süreçte, ideolojide, politikada, değer yargılarında, kısacası egemen düşünsel ve moral değerlerde çözülme, durmadan ve art arda patlayan isyanlardır. Bu isyanların çoğu eninde sonunda bir iç savaşa doğru gelişmek zorundadır, çünkü bölünmenin her iki tarafının da birbirine tahammülü kalmamıştır.

Sarı Yelekliler isyanı tam da böyle bir sürecin ürünüdür, tıpkı kendinden önceki Arap isyanları ve Gezi-Haziran ayaklanması gibi. Bunun ayırt edici özelliği, Fransa gibi kapitalizmin ana yataklarından birinde patlamasıdır. Bu bakımdan bütün burjuva toplum biçiminin varoluşsal bunalımını çok daha saf biçimde ortaya sermektedir. Bundan dolayıdır ki, Fransa’da koşulları giderek olgunlaşan iç savaşın sonuçları, hem sınıfsal niteliği ile çok daha saf, hem de etki gücü bakımından çok daha dünyasal olacaktır.

O halde Sarı Yelekliler isyanı, bir kerede başlayan ve biten bir hareket değil, bir isyanlar sürecinin basamaklarından biridir ve her isyan bir sonrakine yataklık edecek ve giderek iç savaşlara evrilecektir. Her iki taraf da bunun bilincindedir: “Fransa’nın iç güvenlik genel müdürü, geçen yıl yapılan parlamento komisyonunda ülkenin ‘iç savaşın eşiğinde olduğu’ konusunda uyardı.” Sarı Yeleklilerden birinin söyledikleriyse bu eşiğin her an aşılabileceğini gösteriyor: “Tek yol, insanları dinlemek ve dinlemek için düzenlemeler yapacak geçici bir hükumeti devreye sokmak. Bildiğim bir şey var ki, kaçınılmazdır, iç savaşa gideceğiz. Halk daha fazla acı çekmeyecek, açık ve net ve özellikle de birimiz mermilerin altına düşerse, iç savaş olur.” Öfkenin ve isyanın sıcaklığıyla hemen şimdi bir iç savaş beklentisi içinde olan bu eylemciyi hayalci bulabiliriz, ama çelişkilerin şiddetinin tolere edilemediği durumlarda, şiddetin bin bir kılıkta yıkıcı olduğu kadar çözücü bir güç olarak zuhur ettiğini de biliriz. Diğer yandan, söz konusu ülke Fransa olunca, mücadelenin tarihsel birikimini göz önünde tutmakta fayda var. 1789, 1830, 1848, 1871, 1936, 1968'de ve son olarak 2018’de ayaklanmış bir halk gerçekliği hesaba katılmalı.

Oligarşiye Karşı Halkın Kendi Kendini Yönetme Arayışı

Bütün bu ayaklanmalar serisine, ikinci paylaşım savaşında faşist Alman işgaline karşı yürütülen partizan savaşını ve sayısız genel grev, boykot ve banliyö isyanlarını ekleyin, Fransız emekçilerinin demokrasi savaşımının, hak elde etme bilinci ve mücadelesinin ve diktatörlüklere karşı başkaldırmasının tesadüfi olmadığı, onun kendiliğinden hareketinin de böyle bir arka plandan beslendiği kolayca anlaşılır.

Yine de bugünkü durum öncekilere kıyasla farklıdır. Önceki bütün ayaklanmaların ortaya çıktığı süreçler, kapitalizmin iktisadi olduğu kadar siyasi olarak da manevra kabiliyetini geliştirdiği ya da bu potansiyeli henüz barındırdığı döneme denk gelir. Ayaklanmalar sonunda ezilse de, burjuvazi belli düzeylerde iktisadi ve siyasi tavizler verme yoluna girmiş, böylece sınıf çelişkilerini görece yumuşatabilmişti.

Bugün ise ne iktisadi ne de siyasi koşullar böyle bir yumuşamaya olanak tanımaktadır. Nasıl sermaye bir avuç patronun mülkiyetinde muazzam derecede merkezileşmiş ve yoğunlaşmışsa, siyasi güç de bu en uçtakilerin elinde toplanmıştır. Parlamento seçimleri emekçi kitleler için anlamını yitirmiştir. Hangi hükümet ya da lider yönetirse yönetsin, bu en tepedeki oligarşinin hizmetine girmek zorundadır. Küçükten büyüğe bütün sermayenin birbirine bağlandığı bir muhtaçlık ilişkisi, burjuva sınıf tabakaları arasındaki program farklarını da silikleştirmiştir. Bu koşullar altında hiçbir burjuva hükümet tekellerin çıkarını tehlikeye sokacak adımlar atamaz. Kapitalistler arasındaki rekabet, üretim, teknoloji geliştirmek yoluyla verimi artırmaktan çıkarak, emek gücüne ayrılan payı mutlak olarak aşağı indirmeye odaklanınca, sermaye ya ucuz işgücü cehennemlerine gidecek ya da üslendiği ülkeyi ucuz işgücü cehennemine çevirecektir. Bunun da yolu, emekçileri örgütsüzleştirmek, sınıf bilincinden koparmak ve itirazlarını şiddetle bastırmaktır.

Serbest rekabetin yerini tekelci rekabet alsa da, önceki dönemde bilimin teknolojiye uygulanmasına dayalı rekabet henüz varlığını koruyor, tekel dışı burjuvazi ile tekeller arasında program farklılıkları burjuva siyasette karşılığını bir ölçüde bulmaya devam ediyordu. Dünya tekellerinin hakimiyetinin bu denli yoğunlaştığı günümüzde, burjuva demokrasisi bir kabuk olarak dahi işlev görmüyor artık. Temsili burjuva demokrasisi gerçekte yalnızca bir mali oligarşi diktatörlüğüdür.

Dünyanın her yerinde işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, ezilenler bu temsili kılıklı diktatörlüğü reddediyor, bir politik özne olarak kendini yeniden kuruyor ve doğrudan demokrasinin yollarını arıyor.

Bu yollar bugün her zamankinden çok daha açık. Eski Yunan sitelerinin meydanları doğrudan demokrasi için yeterliydi, bugün internet siteleri böyle bir işlev görmek için elverişli. Sarı Yelekliler halkın siyasi sürece doğrudan katılmasına olanak tanıyan bir öneriyle ortaya çıktılar. RİC, “Yurttaşların Referandum İnisiyatifi”, herkesin kullanabileceği basit bir site açılmasını, bu sitede yayınlanacak yasa önerileri 700 bin imza desteğini alırsa halkın genel oyuna, yani referanduma sunulmaya hak kazanmasını, referandumda onaylanırsa da bir yasa olarak yürürlüğe girmesini içeren bir kampanyanın adı.

Bu, aşağıdan yukarıya komün ve konseylere dayalı sosyalist demokrasiyle birleştiğinde, bugüne kadar uygulanmamış yeni bir demokrasi, doğrudan demokrasiye bir adım daha yaklaşan yeni bir halk örgütlenmesinin doğmakta olduğunu gösterir. Marx, “insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar”[6] der. İşte bugün burjuva toplum biçiminin çözüldüğü koşullarda, halkın kendi kendini yönetmesinin sorunları, bilişim teknolojisinin sağladığı yeni zeminle çözüm imkanına kavuşmuştur. Kuşkusuz mali oligarşinin politik iktidarı yıkılmadan bu imkan gerçek içeriğiyle ortaya konamaz. Tarihsel olarak yeni yönetim modeli önceki toplumun içinde ortaya çıkmıştır. Burjuva temsili demokrasi feodalizmin hakimiyeti altında, sovyet demokrasisi de burjuva-feodal çarlık yönetimi altında belirdi. Dünyanın şu ya da bu yerinde farklı biçimleri görülen doğrudan demokrasiye bir adım daha yaklaştıran örnekler ve öneriler ise bugün mali oligarşinin hegemonyasının karşısına dikilmektedir.

Yabancılaşmanın Kırılmasının Yeni Olanakları

Sarı Yelekliler isyanında ortaya çıkan yeni eylem ve örgüt modeli, iş süreçlerinde ve toplumsal yaşamda birbirinden kopartılan, yalnızlaştırılan, emeğine olduğu kadar emekçi yoldaşına ve çevresine yabancılaştırılan emekçilerin yeni tipte bir toplumsal ilişki içine girmelerine yol açtı. Emekçiler, gençler, kadınlar arasında toplumsal ilişkilerin yeni düzeyde kuruluşuna tanıklık ediliyor. Dün fabrikada, grevde, okulda, boykotta örülen toplumsal bağlar, bugün ulusal sınırlar içindeki hemen her otobanda, her dönel kavşakta her gün, büyük şehir meydanlarında haftada bir yeni düzeyde kurulmaktadır. Bu yeni tipte bir sosyalleşmedir. Hemen her mahallede, her kavşakta kurulan komiteler, seçtikleri sözcüler aracılığıyla taleplerini dile getirmekle kalmıyor, birbiriyle aracısız tanışıyor, burjuva bireyciliğine karşı emekçi paylaşımın tadını çıkarıyorlar.

Eylemcilerden birinin anlattıkları bu yeni tipte sosyalleşmenin ne demek olduğunu özetliyor: “Orada, toplumsal hareketler için iyi bilinen bir şey bulduk, aslında arkadaşlarımızı bulduğumuz, yeni arkadaşlar edindiğimiz, tanıştığımız, değerleri paylaştığımız ya da ortak çıkarları olan hareketler. Diğer insanlar ve bizler çok daha güçlü hissediyoruz, çünkü günleri birlikte düşünerek, tartışarak, gösteriler düzenleyerek, slogan yazarak, eleştirerek, vb. geçiriyoruz.”

Bu buluşmalar işçi, emekçi, kadın, genç öznenin yeni bir düzeyde kurulmasına olanak tanıyor.

Yüz yüze, omuz omuza sosyalleşmenin yanı sıra, yüz binlerce insan sosyal medya üzerinden birbiriyle yeni tipte ilişkiler geliştiriyor, örgütleniyor, ezilenlerin ne kadar çok ve dertlerinin birbirine benzer olduğunu öğreniyorlar. Bireysel paylaşım platformları toplumsal dayanışma ve örgütlenme alanına dönüşüyor. Çeşitli tipte on binlerce paylaşım sayfası üzerinden yüz binler, milyonlar, burjuva medya tekelinin dışında politika tartışma ve birbirinden öğrenme imkanı buluyor. Kuşkusuz bu platformlar da tekelci sermayenin mülkiyetinde, ama buraya yatırılan sermayenin kar etmesi için bu platformların bir biçimde açık tutulması gerekiyor ve bu da ezilenlere burjuva hegemonyanın dışına çıkma olanağı sağlıyor.

Kaos Ve Anarşi

Her kafadan bir ses çıkması, birbiriyle çelişkili taleplerin aynı zeminde dile getirilmesi, tekelci medyanın deyişiyle aşırı sağcılar ve solcuların yan yana gelmesi neden anlaşılmaz olsun? Burjuva toplum biçiminin çimentosu tutmuyor, komünizm de henüz birleştirici bir ideoloji olarak yeniden etkinleşmedi. Bu durumda, kapitalizme öfke duyanların bilinçlerinde ne varsa onunla sokağa çıkmalarından başka ne beklenir ki?!

İsyanı itibarsızlaştırmak ve bölmek için tekelci burjuva medya, aşırı sağcıların, ırkçıların, homofobik yaklaşımların varlığını öne çıkardı. Doğru, bunların hepsi eylemlerde boy gösterdi, ama egemen değildi. Halk kendi geri bilinciyle yola çıkıyor, eylemden öğreniyor ve dönüşüyor. Onları birleştiren kapitalizmin insanlık dışı uygulamalarından çektikleri ıstıraptır. Steril, saf bir isyancı topluluğu dünyanın hiçbir yerinde yok.

Faşist partinin etkisinde olan emekçilerle solcuların yan yana polise direnmesi, barikatlar kurması kimilerine tuhaf gelebilir. Emperyalist ülkelerdeki yeni faşist hareketleri öncekilerle karıştırmamak gerekir. Dün emperyalist ülkelerdeki faşizmin ulusalcılığı yayılmacı-ırkçı, emperyalist karakterdeydi. Dün emperyalist ülkenin işçisi emperyalist sermayenin dünyayı soyarak elde ettiği kazançtan örgütlü mücadele gücü ile nemalanabiliyordu. Bugün ne mali sermayenin kendi ülkesine gelişi ona bir fayda sağlıyor, ne de kendi ülkesindeki tekelci burjuvazinin başka ülkelere giderek emperyalist yağmaya girişmesinin ona bir yararı var. Dahası, sermaye başka ülkelere kaydıkça işsizleşiyor ve ücreti sürekli eriyor, çünkü ücret artık ulusal düzeyde değil dünyasal düzeydeki pazar rekabetinde belirleniyor. Bu durumda, içe dönmeci yeni tipte bir ulusalcılık ortaya çıkıyor. Yıkılmakta, mülksüzleşmekte olan küçük burjuvazi ile ayrıcalıkları elinden almış emekçilerin politik bir eğilimi olarak gelişen bu yeni tipte gerici burjuva ulusalcılığı, yeni faşist hareketlerin ana ideolojik omurgasını oluşturuyor. Nihayetinde bu hareketin peşinden gidenler düzenden umudunu kesenlerdir. Bunları faşist yöneticilerinin niteliğinden ayrı olarak ele almak gerekir. Eylemlere bunların da katılmaları neden şaşkınlık ya da rahatsızlık yaratsın? Bunların pek çoğu dün komünist partiye oy verenlerdir. Yeni faşist hareketlere karşı mücadele eski taktiklerle sürdürülürse, milyonlarca işçi ve emekçi bu yeni faşizmin etki alanına terk edilmiş olur. Yapılması gereken, devrimci bir programla onların karşısına çıkmak, antikapitalist bir mücadele zemininde onlarla buluşmaktır. Bu partilerin tabanı ırkçı oldukları için buralara meyil etmediler, bu partilerin ulusalcı programları onlar için hiç değil bir kurtuluş umudu yarattığı için oraya kaydılar.

Nitekim Sarı Yelekliler isyanına katılan, daha önce faşist ulusalcı cepheye oy vermiş pek çok kişi, ırkçı-ulusalcı söylemden uzak durdu. Bunda ısrar edenler kitlenin kimi kez şiddetli tepkisi ile geri çekildi.

Dışarıdan seyredenler ve burjuva tekelci medya, kimi yağma olaylarını ve “vandalizm” olarak tanımladıkları kitle şiddetini öne çıkararak, isyanı aşağılamaya çalıştı. Bu tür bir propaganda 1 Mayıs 1996 sonrası estirilen burjuva ideolojik terörü ve Gezi-Haziran ayaklanmasındaki burjuva medyanın tutumunu hatırlattı. Ezilenler gibi ezenlerin de sınıfsal refleksi birbirine benzer. Yine de Fransa’daki emekçi kamuoyu, Türkiye ve Kürdistan’dan farklı olarak, bu ideolojik teröre prim vermedi. Tam da olması gerektiği gibi, göstericilerin değil polisin şiddetini işaret etti.

Kaos ve anarşi ancak yeni bir dünya, komünist dünya programıyla ortadan kaldırılabilir. O güne kadar kaos ve anarşiden burjuvazi korksun; emekçiler neden şikayet etsin ki, burjuvazi zaten onların hayatını kaos ve anarşi içine sokmuş durumda. Ezilenler komünist bir program altında toplanana kadar, kaos ve anarşi devrimci bir rol oynayacaktır. Komünistlerin görevi bu kaos ve anarşiden uzak durmak değil, tekinsizce içine dalmak ve fikirlerini benimsetmek için mücadele etmektir. Devrim başka hangi yoldan gerçekleşebilir ki?!

Yeni Eylem Biçimleri

Sarı Yelekliler isyanını zaman zaman 1830, 1848 ya da 1871 Paris Komünü ile karşılaştıranlar oldu. Böyle bir karşılaştırma kökten yanlıştır. Her şeyden önce, koşullar o günden farklı olarak ezilenlerin lehinedir.

Engels, 1848 devrimlerinin yenilgilerine dair şu dersi çıkarıyordu: “Tarih gösterdi ki, kıta üzerindeki iktisadi gelişme durumu, o zaman, kapitalist üretimin kaldırılması için henüz yeterince olgunlaşmamıştır.”[7] Engels’in 1848 için söyledikleri 1871 için de geçerlidir. Bir de bugüne bakalım. İktisadi gelişme kapitalist üretimin kaldırılması için, bırakalım kıta Avrupa’yı, dünyanın her yerinde olgunlaşmış, dahası bu iktisadi gelişme, olgunlaşmaktan öte çürüme evresine girmiştir.

1968’de kapitalizm olgunlaşmıştı, ama henüz gelişme kabiliyetini yitirmemişti, bu nedenle işçi sınıfı ve gençliğe büyük tavizler verme pahasına Fransız burjuvazisi ‘68’de devrim tehlikesini savuşturabilmişti. Bugün ise böyle bir taviz vererek kurtulma şansına sahip değil. Tekelci rekabette varlığını koruyabilmesi için isyanı bastırmak ya da manipüle ederek saptırmak dışında bir seçeneği yok. Nitekim Macron’un konuşması tam da bu çaresizliğin dışavurumuydu.

İster 1848 isterse 1968’i ele alalım, ilkinde yaygın bir küçük burjuvaziden, ikincisinde ayrıcalıklı bir işçi sınıfından bahsedilirdi. Bugün ne yaygın bir küçük burjuvaziden, ne de o düzeyde ayrıcalıklı bir tabakadan söz etmek mümkün. Bugün saflar ideolojik olarak ne kadar dağınık olursa olsun, nesnel maddi bir güç olarak proletarya nüfusun ezici çoğunluğunu oluştururken, burjuvazi küçük bir azınlığı temsil etmektedir.

Bu avantajlar bir yana, üretim sürecinin dünyasallaşmasına karşın kapitalist merkezlerde üretim sürecinin parçalanarak birbirinden ayrıştırılması ve farklı mekanlara taşınması, hizmet sektörünün ağırlık kazanması, üretimden gelen gücün kullanılması ve örgütlenme imkanları bakımından yeni dönemin dezavantajlarıdır.

Ezilenler boyun eğerken dezavantajlar, başkaldırırken avantajlar öne çıkar. Fransa’da da böyle oldu. Blokaj eylemleri öyle etkin oldu ki, Fransız ekonomisini şimdiden pek çok genel grevden daha çok zarara uğrattı.

Ekonomi ve maliye bakanı, 10 Aralık 2018'de yaptığı açıklamada, hareketin, 2018'in son çeyreğinde yüzde 0,3'e çıkacak olan Fransız ekonomik büyümesi üzerinde yüzde 0,1'i olumsuz yönde etkileyeceğini açıkladı.[8]

1995 yılında büyük çaplı genel grevler, GSYH’yi yüzde 0,2 ile 0,3 arasında buharlaştırmıştı. 1968'de büyüme ikinci çeyrekte yüzde 5,3 oranında düştü, buna karşın üçüncü çeyrekte yüzde 8 oranında şiddetli bir toparlanma oldu.

Fransız burjuvazisi, hemen hiçbir grev olmadan GSYİH’nin yüzde 0,1’i düzeyindeki negatif bir etkinin çok daha tehlikeli olduğu fikrinde. Blokaj eylemleri buna neden oldu. Eylemin bir süresinin olmaması en büyük korku kaynağı. Blokaj eylemlerinin grevlerle birleştirilmesi halinde, Fransız kapitalizmi çok daha derinden sarsılacaktır. 1968’de ekonomi bir çeyrek sonra hızla yükselişe geçti. Günümüzde ise kapitalizm 2008’den beri sürünüyor, bu nedenle 0,1’lik bir küçülme etkisinin sonuçları hem daha ağır olur, hem de sürmesi halinde telafisi çok daha zorlaşır.

Diğer yandan, her gün Fransa’nın dört bir yanında dönel kavşakların, otobanların, her hafta büyük kent meydanlarının, sokaklarının eylem alanı olması, devlet güçlerinin eylemlere müdahalesini zorlaştırmaktadır. On binlerce polis ve jandarma ne zamana kadar her gün teyakkuz halinde kalabilir? Eylemci sayısı birkaç katına çıktığında, devlet için durum çok daha yönetilemez hale gelecektir. Eylem yönetiminin dikey bir örgütlemeden yoksunluğu da devleti zora sokmaktadır. Klasik burjuva devlet refleksi, ya yöneticilerle uzlaşma ya da onları tutuklayarak hareketi öndersiz bırakmaktır. Sarı Yeleklilerde bu taktikler işe yaramıyor.

Kuşkusuz hareket bu biçimde sonuca gidemez. Eylemlerin yeniden ivme kazanması halinde, Fransız oligarşisi er ya da geç çok daha şiddetli saldıracaktır. Buna karşı hazırlıklı olmak, yeni savunma ve saldırı taktikleri geliştirmek kaçınılmaz olacaktır ve saflaşma yeni biçimlerde kurulacaktır.

Dünyasallaşma

Sarı Yelekliler isyanı ortaya çıktığı andan itibaren dünya ezilenleri arasında sempati yarattı, dünya burjuvazisi arasında korku ve tedirginliğe yol açtı. Mısır sarı yelek satışını yasakladı, Türkiye sarı yelek alanları izleyeceğini ilan etti. Dünyanın her yerinde burjuvazi arasında “her an bir isyan başlayabilir” tedirginliği hüküm sürüyor.

Tedirgin olmakta haklılar, bütün dünya bir bozkır şimdi, bir ülkede başlayan ateş hızla ve kolayca bir başka ülkeye sıçrayabiliyor. Sarı Yelekliler isyanı da Belçika’dan Lübnan’a, Tunus’tan Hollanda’ya kadar pek çok ülkede yankılandı.

Bu daha başlangıç!

On lache rien! - Asla vazgeçmeyeceğiz!

Dipnotlar

[1] https://www.insee.fr

[2] https://www.economist.com/leaders/2018/11/15/the-next-capitalist-revolution

[3] “Sermaye oluşumu, düşen kar oranının kar kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Yok olup gider.” (Kapital cilt 3, Karl Marx, Sol Yayınları, 1990, s. 230)

[4] “Kapitalist üretim tarzı(nın) ... tarihsel görevi insan emeğinin üretkenliğini, hiçbir sınır tanımadan geometrik dizi içinde geliştirmektir. Burada olduğu gibi üretkenlikteki gelişmesini engellediği her zaman, tarihsel görevine ihanet eder. Böylece o, gittikçe yaşlandığını ve miadını doldurduğunu bir kez daha göstermiş oluyor.” (Age, s. 233)

[5] https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2017-04-26/social-unrest-is-france-s-biggest-risk

[6] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz, Sol Yayınları, 1979, s. 26

[7] Fransa’da Sınıf Savaşları, Karl Marx, Friedrich Engels’in önsözü, Sol Yayınları, 1988, s. 15

[8] https://www.lemonde.fr/economie/article/2018/12/10

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi