Perinçek’in Erdoğan Kuyrukçusu Stratejisi

Perinçek ve partisi, şaşkınlık uyandıran gerici ve faşist argümanları benimsemesiyle ünlendi. Bunu ‘90’lı yıllardan itibaren çok daha belirgin hale getirdi.

Kimi zaman Ermeni soykırımı üzerine İttihatçı paşaların mirasını, kimi zaman Ergenekoncu generalleri, kimi zaman Erdoğan’ı ve soykırımcı katliamlarını, kimi zaman da demokratik hakların daha saldırganca tasfiyesini savundu.

Fakat bu argümanların temelinde/arka planında Perinçek’in Türk burjuvazisinin hakimiyetini ve devletini siyasi istikrara kavuşturma, devrimci tehlikelerden kurtarma amacı ve bu amaca bağlı bir strateji var. Stratejisinde zamana ve döneme göre değişmeyen esas bu.

“Milli Cephe-Milli Hükümet”: Emperyalizme Değil Devrim Tehlikesine Karşı

Perinçek, ‘90’lı yıllardan itibaren, gerçekte Kürt ulusal özgürlük mücadelesine ve birleşik devrim imkanına karşı Türk burjuvazisinin devletini korumak amacına sıkıca bağlandı.

Bu amacı doğrultusunda ilerici kitleleri etkilemek için, “ABD ve Batılı emperyalizme karşı ulusu/ulusal devleti savunmak” teorik tezini dayanak yaptı. Antifaşist potansiyel taşıyan kitlelerin bir bölümü şovenizmden etkilenme eğilimine girerken, bu eğilimin ideolojik önderliğini yaptı.

Saddam, Miloseviç, İran mollaları gibi rejimler de, bugün Perinçek’in Türk burjuvazisi ve devleti için yapmaya çalıştığı gibi, yerel burjuvazinin özgün gerici çıkarlarının politikasını gütmeyi antiemperyalizm göstererek kitle dayanaklarını güçlendirmeye ve iktidarlarını ayakta tutmaya çalıştılar.

Oysa emperyalist küreselleşme döneminde, özellikle ABD’nin dünya emperyalist sisteminin tek süper gücü haline geldiği dönemde, 1990 öncesindeki gibi, ABD-SSCB arasındaki dünya çapındaki çelişkiden yararlanarak özgün gerici politikaları uygulama imkanı kalmamıştı. ABD liderliğinde Batılı emperyalizm, ulus-devletlerin ulusal özelliklerini tasfiye etmekle kalmadı, geçmişteki söz konusu çelişkiden yararlanma imkanını da ortadan kaldırdı, bütünleşmiş dünya pazarında mali-ekonomik sömürgeleştirmeyi geliştirdi.

Geçmişin yeni-sömürge ülkelerindeki ulus-devletler bu gelişmenin başlıca dayanakları oldular. Çünkü bu ülke burjuvazilerinin çıkarları dünya tekellerine eklemlenerek dünya pazarından yararlanmaktan yanaydı. Dünya tekelleriyle işbirliği içinde ülkelerinin ucuz işgücünü sömürme temeli üzerinde sermayelerini büyütmek onların sınıfsal çıkarlarının gereği idi.

Buna karşı direnen söz konusu rejimler ve Türkiye’de Avrasyacı generaller tasfiye edildiler. Türkiye’deki Avrasyacı generaller kliği, iktidar bileşimi içinde en üst yönetici ayrıcalığını korumak için Avrasyacı çizgiyi benimsemişti. ABD ve AB emperyalistleri ile TÜSİAD, çıkarları önünde engel gördükleri bu durumu tasfiye ettiler.

‘90’lar boyunca Perinçek, kaderini Avrasyacı generalleri destekleme stratejisine bağladı, onların memuru ve sözcüsü işlevini gördü. Bu yolla, Kürt ulusal özgürlük hareketi (KUÖH) ve devrimci hareketin gelişme tehlikesi ile Erbakan RP’sinin hükümet olma olasılığına karşı mücadele etti. Avrasyacı generallerin darbe imkanını destekledi. Ulusalcı akımın gelişmesine ideolojik tezler ve taktikler hazırladı. Ünlü cumhuriyet mitingleri ve Anıtkabir yürüyüşlerini düzenleyenleri ideolojik bakımdan besledi. “Milli Cephe, Milli Hükümet” o dönem önerdiği rejim ve örgütlenmelerdi. Bu, Ecevit’in DSP’si ile Baykal’ın CHP’sinin koalisyonuna dayanan bir hükümeti generallerin yönetimine bağımlı olarak inşa etme, olabilirse bu hükümet içinde kendisine de yer açma stratejisiydi. Esasen Kürt ulusal devrimci hareketine ve Türkiye’de birleşik devrim tehlikesine karşı burjuva devleti korumak içindi.

Perinçek, bu amacı doğrultusunda bolca teori, politika, taktik ve yöntem üretti. Koşullar DSP ile CHP’yi ulusalcı çizgiye itmiş olmasına, hem de bu partiler burjuva gerici ulusalcılığı isteyerek benimsemelerine rağmen, Perinçek, bu iki partiyi ne generallerin egemenliğinde ne de parlamenter koalisyon için milli cephede birleştirebildi.

28 Şubat askeri müdahalesi burjuva cephede Ecevit ve DSP’sini hükümete taşımaktan ve Erbakan’ı başbakanlıktan indirmekten başka bir rol oynayamadı. Generaller ve hükümete getirdikleri Ecevit, devrim cephesine karşı önemli roller üstlendi. KUÖH’ne ve devrimci harekete karşı, Öcalan’ı tutsak alma ve 19 Aralık katliamıyla F tipi zindanı yerleştirme gibi stratejik önemdeki saldırıları gerçekleştirdi. Perinçek bütün bu saldırıları destekledi. Milli cephe ve milli hükümet fiilen gerçekleşmişti, fakat ABD ve AB’ye karşı değil. Emperyalistler ve İsrail devletiyle işbirliği içinde, KUÖH başta gelmek üzere devrimci harekete karşı.

Devrimci Tehlikeyi Ezmek İçin Erdoğan Liderliğinde Birlik

Erdoğan-AKP’nin 2010’da iktidar bileşiminde hakimiyeti ele geçirmesinden sonra, Perinçek ulusalcı stratejisini eski biçimiyle bir süre daha devam ettirdi. Fakat Erdoğan-Gülen iktidar dalaşıyla yeni bir imkan doğdu. 17-25 Aralık 2013 sonrası, Erdoğan, Gülencileri tasfiye etmeye başlarken başka ittifak güçleri aramaya koyuldu. Avrasyacı generalleri ve Perinçek’i cezaevinden çıkararak yedeğine aldı. Ardından Bahçeli’nin MHP’sini de yedeğine alacaktı.

Perinçek ve Avrasyacı generaller Erdoğan’ın ateşli destekçileri haline geldiler. Bu yolla hapisten kurtuldukları gibi, Avrasyacı subaylar TSK’da yeniden görev alma imkanına kavuştular. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası TSK’da mevzi kazandılar.

2013 sonunda başlayan bu süreçte, dışta ve içte başka önemli gelişmeler gerçekleşti.

Suriye gerici iç savaşını ABD ve Avrupalı emperyalistlerle birlikte yöneten Erdoğan, müttefikleriyle çelişkiye düştü. Batılı emperyalistler, özellikle ABD, Suriye’de Esad’ı devirmekten vazgeçmek, IŞİD’i tasfiye etmeyi öne almak zorunda kaldılar. Fakat, Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler hükümetleri ve örgütlülüğüne dayanarak bölge liderliğini Türk burjuvazisine ve kendisine kazandırma stratejisi yenilgiye uğrayan Erdoğan, efendilerini ve müttefiklerini, Esad rejimini devirme amacını sürdürmeleri için iknaya çalıştı ve Sisi darbesine karşı çıktı.

Suriye gerici iç savaşını Rojava devrimini ezme amacına bağlayarak bir süre daha sürdürmek, ABD’yi yeniden Esad’ı devirmeye ikna etmek istedi. Kara ordusuyla işgal görevinin kendisine verilmesinde bir süre daha ısrar etti.

İçte ise, başkanlık rejimine geçmeye ve saldırı dozajı çok yüksek bir politik islamcı faşizmle saray diktatörlüğü etrafında Türk burjuvazisinin istikrarını sağlamaya yöneldi. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası “çözüm süreci”ni bitirdi. 24 Ekim 2014 MGK’sında karara bağladığı “Çöktürme Planı”ıyla harekete geçti.

Bu önemli gelişmeler Perinçek kliğinin Erdoğan faşizmine sıkıca bağlanmasına ve onun ayrılmaz kuyrukçusu olmasına yol açtı. Perinçek ve Bahçeli MHP’si, birlikte politik islamcı saray faşizminin yardımcıları oldular. Erdoğan’dan daha çok Erdoğancı kesildiler.

Perinçek, yargının Erdoğan’ın emrine verilmesini kutsadı: “Türk yargısı son 50 yılın altın devrini yaşıyor.” (Cumhuriyet, 21.06.17)

HDP’nin kapatılmasını ve vekillerin dokunulmazlığının kaldırılmasını, hatta OHAL’i faşist müttefiklerinden önce o istedi: “HDP kesinlikle kapatılması gereken bir örgüttür... Meclise terörist giremez... HDP milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılmalıdır... Terör ortamında demokrasi olmaz.” (Cumhuriyet, 20.06.17) “Sözde milletvekillerinin tutuklanması yasalara uygun ve haklıdır.” (Vatan Partisi’nin “Bölücü Teröre Son Vermek İçin HDP Kapatılsın” bildirisi, 17.11.16)

Demokrat, ilerici akademisyenlerin tasfiyesini saldırganca savunan Perinçek, akademisyenler için “bir kısmı terör örgütünün üyesi, bir kısmı da yetersiz olduğu için işten atıldı” diyerek bunu haklı göstermeye çalıştı. (Cumhuriyet, 20.06.17)

Dahası Kürt halkımıza, KUÖH’ne, devrimci harekete karşı, 2015 baharından itibaren saray faşizminin yürüttüğü soykırımcı tasfiyeci savaşı Erdoğan’dan geri kalmayan bir saldırganlıkla savundu. 2015’teki 5 Haziran Amed, 20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara katliamlarını sevinç çığlıklarıyla destekledi. Ulusal Kanal’da HDP’ye ilişkin sözlerin sarf edildiği 20 Haziran 2017 tarihli tartışmada, Cizre-Sur vahşetini eleştiren Y. Küçük’ün “elleri havada, aç susuz gencecik çocukları öldürmek doğru değil” sözüne bile tahammülsüzlük göstererek, “sen karşı tarafa geçmişsin”, “teröristi temizleyeceksin... TSK terörü temizliyor, tepeliyor” sözleriyle saldırdı.

Perinçek, Erdoğan faşizminin Çöktürme Planı’yla yaptığı tüm saldırıları sevinç sloganlarıyla desteklemekle yetinmiyor. “Hükümet olduğumuz zaman Kandil'e 1 ayda beyaz bayrak çektireceğiz… İran-Türkiye-Irak-Suriye işbirliği yaptığında Kandil'in beyaz bayrak çekmek dışında bir çözümü yok” (Cumhuriyet, 13.08.17) ajitasyonu yaparak, saray faşizminin ve ordunun tüm saldırılarına rağmen zafer kazanılamadığı için saflarda başlayacak çözülmeyi engellemeye çalışıyor. Kürdistan’ın sömürgecisi bölge devletleriyle askeri olarak da birleşik bir savaşı, Kürt düşmanı faşist şeflere öneriyor. 1 ayda bitirme ajitasyonu yaptığına göre, sömürgecilerin birleşik savaşında, belki de 1988’de Saddam’ın Enfal Savaşı’ında yaptığı ve 182 bin Kürdün ölümüne yol açan soykırımdaki gibi, kimyasal silah kullanmayı Erdoğan faşizminin askeri-polis şeflerine ima yoluyla hatırlatıyor.

Perinçek, daha fazla faşizm ve milliyetçilik, daha fazla Kürt ve devrimci düşmanlığı çizgisini, rıza üretmesi için “sistem dışı program üretmek” gibi gösteriyor. Tarihte faşist hareketler de, kendilerini parlamenter burjuva sistemden farklı, sistem dışı göstererek, burjuva parlamenter kokuşmuşluğa tepki duyan kitleleri etkilemeye çalıştılar. Perinçek, bu yanıyla onlara benzerken, onların antikomünizmle “sistem karşıtlığı”nı birleştirmelerinin tersine, “sistem karşıtlığı”nı Çin tipi burjuva “sosyalizm”iyle birleştirerek ya da şimdi öne çıkarmakta olduğu gibi “üretim ekonomisi” ve “devletçilik”le birleştirerek faşizmi destekleme stratejisini etkili kılmaya çalışıyor: “Sözün özü, Türkiye köklü çözümlerin içine girmiştir. Devrimci programlar geçerlidir… Türkiye’nin önündeki programı ana çizgileriyle dört maddede özetliyoruz. Önem ve öncelik sırasıyla: PKK’yı içte ve sınırlarımızın ötesinde temizleyeceğiz. Ülkemize huzur ve barış getireceğiz. Vatan bütünlüğünü sağlayacağız.” (Aydınlık, 09.09.2017)

Perinçek, dilin ağrıyan dişe gitmesi gibi, sorunların ve programının en başına “PKK’yı ezme” görevini koyuyor. Asıl derdi ve mücadele amacı da bu. Böylece Özal, Demirel, Çiller, Ecevit, Evren, Güreş, Kıvrıkoğlu, Büyükanıt gibi, hatta bazılarından daha şiddetli ve soykırımcı saldırılarla, faşist devlet terörüyle demokratik tüm hakların, devrimci ve demokratik güçlerin tasfiyesini öneriyor.

Perinçek, Erdoğan faşizmine desteğinin taktik değil stratejik olduğunu, 16 Nisan gayrimeşru referandumu döneminde de vurgulamaya özen gösterdi: “Halk Oylamasındaki saflaşma ikincildir ve geçicidir... Halk Oylamasında AKP iktidarını ve MHP yönetimini düşman ilan eden strateji, ABD ve PKK ile birlikte ‘diktatörü’ yıkma stratejisidir.” (Vatan Stratejisi ve Halk Oylaması Stratejisi, 17.02.17, www.vatanpartisi.org.tr)

Ulusalcıları ve laik kitleleri Erdoğan faşizmine kuyrukçuluğa ikna edebilmek için, Perinçek önce, “AKP, CHP, MHP ve Vatan Partisi’nin oluşturacağı Millî Seferberlik Hükümeti” (Aydınlık, 10.01.2017) önerdi. Fakat, gerek TÜSİAD’ın teşvikiyle gerekse Erdoğan’ın genel başkanını da tutuklama kılıcını sallaması karşısında CHP adalet yürüyüşü yapmak zorunda kalınca, CHP’yi saflaşmanın karşı tarafına, devleti yıkacak güçler kategorisine soktu. “Yürüyüş CHP’nin Bonzaisidir”, “CHP Batılı emperyalistlere müdahale etmeleri için sesleniyor” saldırısını yöneltti. Yeniden sert formülasyonlarla, ulusalcı kitle tabanı içinde de saflaşma yaratarak, tabanın liberal burjuva demokrasisine gidişini önlemeye ve Erdoğan faşizmi arkasında toplanmasını sağlamaya çalıştı.

Perinçek ve ideolojik önderliğini yaptığı ulusalcı cephenin kalemleri, 28 Şubat’a oynarlarken ve geçmiş süreçlerde, politik islamcı Erbakan’ı ve sonrasında AKP’yi baş düşman aldıklarında da, “Güneydoğu’da oylar bölücüler karşısında Erbakan’a verilmeli” görüşünü işliyorlardı. Böylece, Kürt ulusuna karşı Türk burjuvazisi ve devletinin sömürgeci boyunduruğunu savunmada birlik oluyorlardı. Şimdi Perinçek aynı politikayı doğrudan Erdoğan’a destek vererek, Erdoğan’ın politik islamcı faşizmi inşasını güçlendirerek yapıyor.

Perinçek’in stratejisinin ana politikası, soykırımcı askeri-polisiye katliamlar ve yasaklamalarla, KUÖH’ni ve devrimci hareketi ezmek, bütün demokratik hakları ve güçleri tasfiye ederek ve demirden faşist yumruk altında, Türk burjuvazisi ve devletinin istikrarını sağlamaktır. Bu sonucu sağladığı ölçüde, Çin-Rusya blokuyla ittifak halinde, olmayacak bir hayal olarak “üçüncü dünya devletlerinin birliği” dahilinde, Türk burjuva devletini kapitalist dünyanın “lider ülkeler”i içinde bir konuma yükseltmektir.

Perinçek ‘90’ dönemeci sonrasından başlayarak bu amaç doğrultusunda hareket etmekte, oluşturduğu strateji, politika ve taktiklerin tümü de ya bu amaca gidecek yolu çizmekte ya da bu amacın gerçek yüzünü kitleler nezdinde gizleyip onları ikna etmenin aracı olmaktadır.

Vatan Savaşı Mı, Sarayın Savaşı Mı?

Perinçek bu amacı doğrultusunda, 2014’e değin, ulusalcı faşist bir kitle temeli oluşturup güçlendirmeye çalışırken, stratejisinin bağlı olduğu hedefi “Milli Hükümet-Milli Cephe” olarak sunuyordu. Söylem ve önerileri MHP’lileri bile şaşırtacak denli faşist nitelikteyken, sol “teorik” dayanaklarla, kemalist cumhuriyet savunusu ve antiemperyalist demagojiyle, yanı sıra politik islamcılık karşıtı ajitasyonla, şovenizmden etkilenen kitleyi Avrasyacı generallerin arkasında toplamaya çalışıyordu.

2014’ten bu yana, özellikle Erdoğan’ın “müzakere ve çözüm süreci”ni sona erdirmesiyle başlattığı içte ve dışta soykırımcı ve işgalci savaş saldırganlığından itibaren ise, Erdoğan faşizmini bu amacı doğrultusunda var gücüyle, yetenekleriyle ve demagojisiyle destekliyor. Diktatörlüğe rıza üretebilmesi için bu desteğini “vatan savaşı” ajitasyonuyla ve uydurma teorisiyle donatıyor.

Vatan savaşı” uyduruk teorisi, “ABD ve AB emperyalizmi Türkiye’yi bölmek istiyor. Bunun için Kürt hareketini kullanıyor. Bu nedenle Kürt hareketini ezmek emperyalistlerin oyununu bozarak vatanı bölünmekten kurtarmaktır” mantığına dayanıyor. Perinçek, Ağustos 2016’dan itibaren de, Cerablus-Bab-Azez işgalini aynı mantığı ileri sürerek savundu. Rojava devrimine ve “Kürt koridoru”na karşı işgalin vatanı savunma olduğunu uydurdu.

Perinçek, 90’lı yıllardan itibaren Ermeni soykırımını savunarak, soykırımın birinci derecede sorumlusu İttihatçı şef adına “Talat Paşa Komitesi” kurarak, 1. emperyalist paylaşım savaşına İttihatçıların katılmasını vatan savaşı göstererek zaten gerici emperyalist mirası savunmuş, bu yolla Avrasycı generallere, kontrgerillacı Veli Küçüklere güven vermeyi başarmıştı. Daha sonra kirli savaşın en eli kanlı şefleri ve tetikçilerini (Öcalan’ı ABD ve Mossad ajanlarından teslim alan albay Hasan Atilla Uğur’dan Kürdistan’da kanlı katliamların şefliğini yapan general Hasan Kundakçı’ya kadar) partisinde toplayarak, Kürt düşmanı şovenist faşizm çizgisinde olanlara güvenilir olduğunu tam anlamıyla ispatladı. 2014’ten itibaren de, Erdoğan faşizminin önce içte ve sonra dışta Kürtlere karşı sömürgeci savaşını vatan savaşı diye lanse ederek, faşizme “sol”dan kitle temeli sağlamaya çalışıyor:

Yaşanan olay, Türkiye-Amerika savaşıdır. Ülke içinde Bölücü ve Yobaz (Erdoğan’ın faşist-gerici politik islamcı örgütlere karşı mücadele verdiği yalanını laik ulusalcı tabanı aldatmak için uyduruyor -bn) Terör örgütlerine karşı verilen mücadele de, Türkiye-Amerika Savaşıdır. Sınırların ötesinde Fırat Kalkanıyla yürüttüğümüz savaş da, Türkiye-Amerika Savaşıdır. Bugün dünyada güncel olarak ya da taktik düzlemde, ABD’nin hedef aldığı birinci ülke, Türkiye’dir. Şu anda ABD, stratejik düşman saydığı Çin ve Rusya’dan önce Türkiye’yi hedef alıyor. Yine ABD, bölgemizde Suriye, Irak ve İran’dan çok Türkiye’ye düşman.” (Doğu Perinçek, Aydınlık, 10.01.2017)

Vatan savaşı, Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşı faşist milliyetçiliğin uydurması ve basbayağı kara propagandasıdır. KUÖH’ne karşı ABD ve AB emperyalistleri 30 yılı aşkın süredir Türk burjuva sömürgeciliğini destekledi. Aynı şeyi İsrail siyonizmi yaptı. Öcalan’ı 1999’da bizzat ABD ve İsrail yakalayıp Türk devletine verdi. Kürt gerillalara karşı, Heron ve Predatörleri Türk sömürgecilerinin emrine veren yine bu iki güç.

Ama Perinçek için bu yetmiyor. “Çözüm süreci”yle uzlaşma arama taktiğini bile kirli savaşın amansızlığından verilen bir taviz, bir tereddüt gördüğü için, Erdoğan’ın bu taktiğini geçmişte desteklemiş, hatta önermiş olan ABD ve AB’yi, “Türkiye’yi bölmeye çalışıyorlar” diye gösteriyor. Şimdi de, Erdoğan’ın politik islamcı faşizmi inşa etmek için masayı devirip Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşı amansız bir savaş başlatmasını, ABD ve AB’nin sözüm ona Türkiye’yi KUÖH yoluyla bölme oyununa karşı vatan savaşı göstererek, bu kirli savaşa zafer kazandırmak istiyor. Vatan savaşı uydurmasının, bu amaç doğrultusunda ırkçı faşist kitle temelini oluşturma ajitasyonundan başka bir şey olmadığı açık.

Perinçek, benzer bir politikayı Rojava devrimine karşı da izliyor. Erdoğan iktidarı ve Türk burjuva devletinin temel politikası, mücadelenin fiilen kazandığı bireysel kültürel hakları silahlı mücadeleyi sona erdirme koşuluyla tanımak, ama Kürt ulusunun hiçbir kolektif hak ve statü elde etmemesi için soykırımcı biçimlere varacak derecede kirli savaşla Kürt ulusal özgürlük mücadelesini ezmektir. Rojava devrimiyle kazanılan federasyonu da sömürgeci işgalle ezmektir. Erdoğan, politik islamcı saray faşizmini inşa ederken uzlaşma veya oyalama taktiklerini bir yana atınca, saray savaşının adını, demagojiyle, “İstiklal savaşı”na dönüştürdü: “Bugün Türkiye yeni bir istiklal mücadelesi içindedir... Kaybedersek, 100 yıl önce başarılamayan bir Sevr tezgahı yeniden önümüze getirilecek.” (TRT Haber, 04.01.2016)

Erdoğan, Esad’ı devirmek ve politik islamcı bir iktidar kurmak için, Suriye gerici iç savaşını ABD ve AB emperyalistleri, Suudi ve Katar monarklarıyla birlikte örgütledi. Emperyalistler, Esad’ı devirmeyi askıya almak zorunda kalarak, kontrolden çıkıp zarar vermeye başlayan IŞİD’i yenme, Nusra’yı desteklemekten vazgeçme politikasına geçtiler. Erdoğan vazgeçmedi. Hatta bunun için Rus uçağını düşürerek, bölgede doğrudan iki emperyalist odağın savaşını tutuşturmayı bile göze aldı.

Şimdi ise, ABD ile Rusya arasındaki çelişkiden yararlanarak işgal gerçekleştirirken, zaman zaman işgali Güney’e, Suriye içlerine taşıma girişimlerinde bulunuyor. Erdoğan, ABD Esad’ı devirmekten vazgeçtiği için, “Esad’ı devirmeyecek bir kara savaşına girmeyi gereksiz” görerek, ABD’yle birlikte Rakka’ya girmeyi önce reddetti. Sonra, ABD YPG/SDG’yle taktik ittifakla Rakka seferine hazırlandığında, “ABD, Rakka savaşını YPG’yle değil bizim gücümüzle yapmalı” çağrılarını defalarca yaptı: “Sırada Münbiç var, Amerika ile el ele verirsek Rakka var.” (Yeni Akit, 24.12.2016) Olmayınca, Rusya ve Esad’la anlaşarak Halep’i verdi, Cerablus-Azez-Bab üçgenini aldı.

Erdoğan faşizminin işgali, Rojava devrimine karşı bir işgal ve tehdit olduğu gibi, aynı zamanda durumdan yararlanarak daha geniş bir yayılmacılığı da hedefliyor. Erdoğan'ın, Yemen savaşında Suudilerin öncülüğünde oluşturulan İslam Ordusu’na girmeyi kabul etmesi ve Suudi monarşisinin Yemen işgalini desteklemesi de bu yayılmacılığa işaret ediyor.

Erdoğan’ın Ortadoğu'da silahlandırıp eğittiği karşıdevrimci çeteler, dolaysızca yönettiği savaşlar ile desteklediği savaşlar ve Cerablus-Azez-Bab işgali, bölgesel hakimiyet kurma amacıyla yayılmacı stratejisinin parçalarıdır. Onun Kuzey Kürdistan üzerindeki sömürgeci savaşı ile dün PKK’ye karşı destek verdiği Barzani’nin bugün bağımsızlık referandumunu savaşla tehdidi, Şengal ve Musul’da işgal girişimi aynı stratejinin unsurlarıdır.

Perinçek, taraftarlarına seçmeci biçimde, Erdoğan’ın Yemen savaşını desteklemesinin ve Esad’ı devirme amacıyla gerici iç savaşı yönetmesinin “yanlış” olduğu, ama Kuzey Suriye işgali ile Rojava devrimini ezme savaşının ve Barzani’nin bağımsızlık referandumuna karşı savaş tehdidinin “vatan savaşı” olduğunu ileri sürebilir. Fakat burjuva bir iktidarın dış politika stratejisinin bir yarısının haksız ve işgalci, diğer yarısınınsa haklı ve vatan savaşı olabilecek şekilde karşıt iki niteliğe ayrılabileceği ancak sosyal şovenlerin uydurması olabilir. Perinçek de onu yapıyor. Ya da Erdoğan’ın Esad’ı devirme politikası ve Yemen savaşına desteğinin “haksız”, ama “içte” KUÖH’ne ve devrimci harekete karşı yürüttüğü savaşın “haklı” olduğunu, yani iç ve dış politikasının karşıt nitelikte olduğunu iddia etmek ancak şovenistlerin devrimci ve demokratik “iç” tehlikeye karşı kendi ulusundan burjuvaziyi destekleme yönlü öznel isteğinin uydurma ve eklektik tavrı olabilir. Bu tavır, kaçınılmaz olarak, dıştaki yayılmacı ve savaşçı politikayı da hararetle desteklemek yönünde daha fazla gelişecektir.

Perinçek, Kürtlerin statü elde etmesi nedeniyle başından beri Rojava devrimini, “Akdeniz’e uzanan ABD koridoru”, “ikinci İsrail” olmakla suçladı. Erdoğan’ın savaş tezkerelerine, 2012’de Esad rejimine yönelik olduğu gerekçesiyle karşı çıkarken, 2014 Eylül’ünde “vatan savunması” gerekçesiyle destek verdi. Belirtmek gerekir ki, bu ikinci tarih, Erdoğan’ın Ergenekoncuları anlaşmayla serbest bırakmasından sonradır.

Erdoğan “Kobanê düştü düşecek” çığlığı atmıştı. Perinçek de, Erdoğan’a benzer biçimde, “Ayn El Arap’da (Kobanê adını bilinçli kullanmıyor -bn) PKK bozguna uğradı” (İnternethaber, 22.09.14) diye sevinç çığlığı atarak, bunun hem PKK hem de ABD yenilgisi olduğunu iddia etti. Tabii ki Erdoğan’a paralel biçimde, IŞİD’in kazanmasını istedi.

Sonraki süreçte Perinçek, Cerablus-Azez-Bab işgalini teşvik etti, histerik “vatan savaşı” ajitasyonuyla Erdoğan'ın faşist kitle temelini güçlendirmeye çalıştı. Erdoğan’a muhalif olan Sanatçılar Girişimi’nin kendisinden koparak işgal karşıtı deklarasyon yayınlamasına hakaretler yağdırdı. ABD’nin geçici askeri bir taktik olarak SDG ve YPG’ye destek vermesini ise işgali haklı göstermek için kullanmaya çalıştı.

Perinçek’in başından beri Rojava devrimine çamur atması ve devrimin IŞİD eliyle yenilgisini istemesi, 2014’ten itibaren Erdoğan’ı işgal için tezkerelerde desteklemesi ve işgalin en histerik ajitatörü kesilmesi, onun Kürt devrimini canlı tutacak her şeyi ezme isteğini gösteriyor. Ayrıca, Kürdistan üzerindeki sömürgeci boyunduruğun devamı için, Kürdistan'ın sömürgecisi olan devletlerin her türlü savaşına gönüllü destek vereceğini kanıtlıyor.

Erdoğan Kemalistlere Değil, Kemalistler Erdoğan’a Teslim Oldu

Perinçek’in, ulusalcı ve laik tabanı Erdoğan faşizmini desteklemeye iknada kullandığı diğer bir argüman, Erdoğan’ın kendi çizgilerine geldiği, kemalistlere teslim olduğu iddiasıdır: “Tayyip Erdoğanların son iki yılına bakarsak Atatürk’e teslim olma sürecine girmişlerdir… 24 Temmuz 2015’ten bu yana … Atatürk Devrimine teslim olmuşlardır… Başbakan Binali Yıldırım açıkladı: Atatürk’ün 2013 hedefine yürüyoruz.” (Birgün, 21.06.2016)

Oysa gerçekte, KUÖH’ni katliamlarla ezmek amacı uğruna Erdoğan’ın politik islamcı faşizmine teslim olan Perinçek ve kemalistlerdir. Erdoğan ve AKP’nin 2013 hedefi, bu işin teorisyeni Davutoğlu’nun defalarca vurguladığı gibi, yüzyıllık kemalizm parantezini kapatıp Türkiye’yi yeniden Osmanlı çizgisine yerleştirmektir. Tabii ki bugünün koşullarında. Perinçek, bu durumu bile bile, Erdoğan ve AKP’nin zaman zaman açığa vurduğu amacını gizlemekte, Türk devleti ve burjuvazisinin egemenliğini istikrara kavuşturmak uğruna kemalistleri ve laikleri aldatmaktadır. Uydurduğu yalan, AKP’nin faşist politik islamcı rejimini kalıcı istikrara kavuşturma, hatta kemalizmi tarihin müzesine gömme hedefi ve tarihini, kemalizme varmanın hedefi ve tarihi olarak gösterecek denli kaba.

Perinçek’in, Erdoğan’ın kemalistlerin çizgisine geldiğinin kanıtı olarak sunduğu örneklerden bir diğeri de, Erdoğan’ın Avrasyacılığa, Rusya-Çin’le stratejik ittifaka kaydığı iddiasıdır: “Türkiye ABD emperyalizmine kafa tutuyor, Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti ile stratejik işbirliği yoluna girdi.” (İyi Şeyler Oluyor, Aydınlık, 08.09.2016)

Erdoğan ittifaklarında son derece faydacı. Bunu dış politikada da deniyor. Suriye gerici iç savaşında, kara harekatını üstlenmek ve Esad’ı devirmek amacıyla, ABD/NATO’yu Rusya’yla savaşa tutuşturmak istedi, bu amaçla Rus uçağını düşürdü. Sonra, daha 1 yıl geçmeden, 15 Temmuz’da ilk “geçmiş olsun”u yapan veya darbe girişimine dair önceden istihbarat verdiği rivayet edilen Putin’le “aziz dost” oldu. Rusya’yla yakınlaşma tavrıyla ve S-400 füzeleri satın almakla ABD ve Avrupa’ya şantaj yapmayı denedi. Açıkçası Erdoğan, süper emperyalist ABD’nin dünya hakimiyetinin düşüşe geçtiği koşullarda, onun Rusya-Çin güç odağıyla çelişkisinden yararlanmaya çalışıyor. O Trump’tan daha yakın bir işbirliği bekledi. Bu işbirliğini bugün bulamadıysa bile yarın bulursa, ABD başkanına da “aziz dostum” diye seslenir. Rotasını yeniden ve daha güçlü olarak ABD ve NATO’ya döner.

Perinçek, bu durumu, Erdoğan’ın Türkiye’yi Çin-Rusya liderliğindeki Avrasya blokuna götürmesi diye yorumluyor. Bu yolla, bu denli büyük bir değişikliğe öncülük etmiş lider havasında kendi propagandasının yanı sıra, ulusalcıların anti-ABD ve laiklerin antiemperyalist duygusunu Erdoğan faşizmini desteklemeleri için kullanıyor.

Vurgulamak gerekir ki, Perinçek Çin’le öteden beri sağlam ve bağlı bir ilişki içinde. Emperyalistleşen Çin’in ABD karşısında şimdilik daha yumuşak yöntemlerle dünyada nüfuz kazanması için çaba harcama misyonunu üstlenen biri. Perinçek'in Çin-Rusya blokunun Türk egemen sınıfları ve devleti üzerinde etki sağlamasından memnunluk duyması bu nedenle normaldir.

Erdoğan, ulusalcıları yedeğine almak için, zaten Kürtlere karşı soykırımcı savaş saldırganlığını kullanıyor. Ama bunun yanına, “ikinci istiklal savaşımız”, “milli ve yerli olma” demagojisini de ekliyor. Erdoğan’ın tetikçileri, ABD ve Batı’nın Erdoğan’ı yıkmaya ve Türkiye’yi bölmeye çalıştığı, Erdoğan’ın da emperyalizme karşı kurtuluş savaşı verdiği demagojisini yapıyorlar. Darbe girişiminin nedeninin de bu olduğunu vurguluyorlar.

Bu basit demagojiler ile Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü’ne girme şantajı ve Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması, ulusalcı kemalist tabanın Erdoğan’ın arkasına bağlanması için ikna enstrümanı yapıldılar.

Fakat bütün bunlar, Erdoğan ve saray faşizminin, kendisine müttefikler bularak gücünü korumasının, yanı sıra kitle tabanını büyütmesinin araçları. Erdoğan faşizmi, Gülencileri tasfiye ettikten ve kendi kitle tabanını politik islamcı ideolojik yönde sağlamlaştırdıktan sonra, yedeklediği müttefikleri ve kullandığı yedek argümanları atmakta tereddüt etmeyecektir. Bunu, geçmiş dönemde AB’ye girişi “demokrasi açılımı” diye liberalleri yedeklemenin aracı olarak kullandıktan sonra bir kenara atmasından anlamak zor da değil.

Üstelik Erdoğan daha şimdiden söylemlerinde, yayılmacılıktaki yetersizliği bakımından kemalizme saldırmaya da başladı: “Lozan, adaları Yunanistan’a verdi”, “Misak-ı Milli’yi terk etmek yanlıştı”. Erdoğan'ın M. Kemal’i ve ideolojisini eğitim müfredatından çıkarmaya başlayarak ve müfredatı politik islamcılıkla doldurarak zaten kemalizmi bir yana bırakması, kimin kime teslim olduğunu açıkça gösteriyor.

Erdoğan’ın darbe girişimine karşı ortak tavır nedeniyle Avrasyacı/ulusalcı kemalist subaylara TSK’da mevzi vermesi, Perinçek’in ulusalcı ve laik kesimleri Erdoğan’a bağlamada kullandığı, adeta “Ergenekoncular TSK’da güçlendi, ileride darbe yapabilecek gücü bulabilirler” kanaati yaratarak etki sağlayacağı diğer bir enstrüman. Ama Erdoğan’ın, kemalizmi TSK’da üreten ve sürdüren mekanizmayı, askeri okulları tümüyle tasfiye etmesi, yerine müfredatını kendisinin belirleyeceği milli savunma üniversitesini geçirmiş olması bile, kemalistleri teslim alıp yedek ve geçici bir araç olarak kullandığını göstermeye yeterli pratik bir kanıt.

Perinçek, kemalistleri ve laikleri “kutsal devlet” amacı uğruna satarken, kendisine ve partisine küçük bir güvence sağlamayı ihmal etmiyor. Batılı devletlerin “diktatör” diyerek devirmeye çalıştığı Erdoğan’ın, “ikinci istiklal savaşı” çizgisinde “milli seferberlik” ilan ettiğine göre, hükümeti millici güçlere kadar genişletmesi gerektiğini vurgulayarak yapıyor bunu: “Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği … AKP'yi tamamen kenara ittiğiniz zaman … milli hükümet olmaz. Milli hükümet, AKP içindeki millicileri de almak zorundadır… Geçmişte kalan saflaşmalarla yolumuza devam edemeyiz. Bugüne bakacağız.” (İzmir Kitap Fuarı'ndaki söyleşi, Evrensel, 27.04.17)

Perinçek, faşist rejimlerin deneylerini bilen biri olarak, Erdoğan faşizminin, eğer istikrar kazanırsa, bir dönem ittifak yaptıklarını da harcayabileceğinin bilincinde. Erdoğan faşizminin hükümetinde kendisine yer açarak, desteklediği rejimin zindanına düşmemek için güvence sağlamaya çalışıyor.

Fakat varsayalım ki, Erdoğan Avrasyacı çizgiye kaydı. Bundan halkların hiçbir şey kazanamayacağı, eğer bir şey kazanacaksa Erdoğan ve temsilcisi olduğu Türk burjuvazisinin kazanacağı açık değil mi? İran politik islamcı despotizmi de Avrasyacı blok içinde. Ama İran halklarına, işçi sınıfına, kadınlara, aydınlara şiddetli zulüm, yasak ve sömürüden başka bir şey vermiyor.

Sonuç Yerine

Türk burjuvazisinin sömürgeci sistemi, KUÖH’nin öncülüğündeki Kürdistan devrimini yenilgiye uğratamamanın krizini yaşıyor. Bu, birleşik devrim tehlikesine ve Türk halk kitlelerinde büyük çaplı demokratik hareketlere zemin oluşturuyor.

Sömürgeci sisteme öncülük eden Erdoğan’ın saray faşizmi ise, soykırımcı ve imhacı saldırılarla, demokratik hakları ve güçleri tasfiye ederek, kalıcı bir politik islamcı rejim kurarak krize çözüm olmayı deniyor.

Soykırımcı faşist rejimin ağır bedellerini Kürt halkımız, tasfiyeci-imhacı saldırılarını devrimci-demokratik hareketimiz göğüslüyor. Erdoğan faşizminin içte ve dışta işgalci kirli savaşı, Türk halkında yeniden şovenizmi tırmandırıyor, linç saldırganlığını faşizmin yığınsal desteği olarak yayıyor.

Ağırlaşan kriz ve tırmanan şovenizm koşullarında, Erdoğan faşizminin soykırımcı ve imhacı saldırılarına karşı direniş koşullarında, saflaşma yeniden keskinleşiyor. Şovenizmin ve sosyal-şovenizmin etkilediği yığınlar saray faşizmi saflarına doğru çekilirken, ulusalcı hareketin ideologu Perinçek, yeniden ve bu kez daha tavizsiz bir faşist misyonu üstleniyor. Bu misyon doğrultusunda, olmadık demagojilere dayanan politika, taktik ve yöntemlerle rolünü oynamaya çalışıyor.

Fakat saray faşizmine ve onun Bahçeli ile Perinçek gibi soykırımcı yardakçılarına karşı, demokratik özlemlerinde ısrar eden geniş kitleler var. Gezi isyanı, HDP’nin 7 Haziran çıkışı, 6-8 Ekim serhildanı, 16 Nisan “hayır” hareketi antifaşist halk mücadelesinin yakın dönem birikiminin başlıca uğrakları arasındadır.

KUÖH’nin kahramanca silahlı direnişi, Kürt gençlerinin soykırımcı vahşete karşı “hendek/barikat” direnişindeki kahramanlığı, devrimci hareketin faşist imhacı ve tasfiyeci saldırganlığa karşı kahramanca direnişi, Rojava devriminin ilerleyişi ve sahiplenilişi saray faşizminin zaferi asla tadamayacağının kanıtlarıdır. Saray faşizmini de, Perinçek ve Bahçeli gibi yardakçılarını da korkutan, işte demokratik özlemlerinde ısrar eden bu geniş kitleler ile bükülmeyen devrimci direniştir.

Perinçeklerin yolu, işçi sınıfımızı ve halklarımızı saray faşizminin karanlığına mahkum ediyor. Saray faşizmine karşı direnişi sürdüren kitlelerin demokratik hareketi, komünist ve devrimci güçlerin feda ruhunu kuşanan direnişi ise halklarımıza özgürlük ve sosyalizm yolunu gösteriyor.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi