Sermaye oligarşisi çeyrek asırdır rejim krizine burjuva bir çözüm üretemedi. Kürt ulusal hakları boyutuyla devletin tekçi varoluşunu da kapsadığından, rejim krizi derin ve şiddetli. Onu şu ya da bu biçimde yönetmeye çalışmak gayreti, yeni kriz etkenlerinin sahneye çıkışıyla giderek zorlaştı. Aynı süreçte burjuvazinin iç kavgaları da şiddetlendi, çeşitlendi. Devlet örgütleri karşıdevrimin iç çatışmalarının arenasına dönüştüler. "Kemalizm" olarak adlandırılan resmi ideoloji işlevini ve tahtını kaybetti. Bu ideolojiyle bağlı silahlı ve silahsız devlet bürokrasisi güçleri siyasi rejim içindeki konumlarını önemli ölçüde yitirdiler. Tüm bunlar, Kürt halkımızın, işçi sınıfı ve emekçilerin, kadınların, demokratik taleplerle politik mücadele sahasına çıkan Alevilerin ve ulusal toplulukların ağır bedellerle yürüttüğü savaşım toprağında oluştu. Bu zeminde ve bir aşamadan itibaren, politik islamcıların, egemen burjuva ideolojiyle -"laik" devlet ideolojisi- ve kendilerine bu temelde konulan yasaklarla çatışkısı da, rejim krizini etkileyen dinamiklerden biri haline geldi.
Rejim Krizi Koşullarında Faşist Politik İslamcı Örgütlerin Egemenlik Kavgası
Politik islamcı cephe bu koşullardan yararlanarak, "demokrasi", "AB üyeliği kriterleri" ve emperyalist küreselleşme politikalarına bağlılık bayrağıyla sermaye oligarşisinin, ABD'nin ve AB'nin kuvvetli desteğini elde etti. BOP konusundaki desteğiyle ABD'den daha özel bir ilgi gördü.
Burjuva "değişim" programı, "demokrasi" vaadi temelinde, 2002 Kasım'ından başlayarak AKP şahsında çok geniş bir kitle desteği kazandı. AKP'nin kitle mücadelesini, "çalıştay" ve "görüşme" taktikleriyle yatıştırma, halklarımıza karşı işlenmiş suçlar zemininde ırkçı-faşist generaller partisini hedefleyerek "demokrasi" talebini arkalamayı sürdürme ve esasen de politik islamcı iktidar alanını genişletme çalışmaları belirli başarılarla ilerledi. Bu dönemde sermaye düzeni ordusu derin bir itibar kaybına uğradı. Generaller partisi faşist MGK diktatörlüğü içindeki egemenliğini kaybetti. AKP'nin öncülüğünde politik islamcı güçler rejime egemen oldular.
15 Temmuz askeri darbe girişimi, 2002'den başlayarak on yıl boyunca cephesel birlik yapan iki politik islamcı güç arasında, faşist rejime hakimiyet mücadelesinin kader belirleyici muharebesi oldu. AKP ile Fethullah Gülen teşkilatı arasında 2012'den itibaren alevlenen bu mücadele, 17-25 Aralık çarpışmasıyla en açık ve en sert görünümünü kazanmıştı. 17-25 Aralık muharebesi, iki gücü, fakat daha fazla Fethullah Gülen teşkilatını moral yıpranmaya ve ağır mevzi kayıplarına uğratırken, 15 Temmuz muharebesi, Tayyip Erdoğan çetesine, devlet örgütündeki "ikili egemenliğe" son verme, iktidarını geliştirip perçinleme olanağı verdi. "Hizmet Hareketi" adlı Fethullah Gülen teşkilatının yenilgisini ilan etti.
Yarı-askeri faşist rejimin sivil faşist dönüşümünün ve restorasyonunun temel gücü AKP'nin içten fethedilemeyişi, Tayyip Erdoğan'ın rejim içindeki egemenliğini kaybetmiş generaller partisinin politik çizgisini benimseyip, onlarla kader birliğine girişmesi, canlılığını koruyan kitle desteği ve "başkanlık sistemi" yoluyla tüm gücü ele geçirme yolunda ilerlemesi, 2012'den sonra değişik mevzi çarpışmaları sonucu, devletin silahsız bürokrasisi içindeki örgütlenmesi ağır biçimde darbelenen, silahlı bürokrasinin polis kanadında da önemli bir tasfiyeye uğratılan faşist politik islamcı "Hizmet Hareketi"nin zorunlu bir hamle olarak, burjuva ordusu içindeki güçlerini harekete geçirmesine yol açtı. Zorunlu, çünkü, sermaye düzeni ordusunun rütbe yükseltme ve tasfiye kurumu olan YAŞ'ın çok yakınlaşan toplantısında büyük bir tasfiyeyle yüz yüze gelecekti. Bu ise, Tayyip Erdoğan ve AKP'yle mücadeleyi devlet örgütü içindeki gücüne dayanarak kazanma iddiasını kaybetmesi demekti. Oysa egemenlik mücadelesinde sonuç alabileceği başkaca bir dayanağa, güce de sahip değildi. Hareketsiz kalmak, yenilgiyi peşinen kabul etmek, onlarca yıllık hazırlığı çöpe atmak olurdu. Gülen, askeri darbeyle başarmayı deneme yolunu seçti.
Fethullah Gülen teşkilatı, 15 Temmuz saldırısına girişirken, ABD'nin, Almanya ve başkaca AB devletlerinin Tayyip Erdoğan ve hükümetinin yanında tavır almayacağına da güveniyordu. Bunda yanılmadığına şüphe yok. ABD'nin, "darbe girişiminden habersiz olduğu" iddiasının gülünçlüğü şahit gerektirmiyor. ABD ve diğerleri "başarırsanız sahip çıkarım, başaramazsanız sizi tanımam" çizgisinde hareket ettiler. Yenilgi kesinleşene değin, ABD, yanı sıra Almanya gibi AB devletleri, darbecilere cepheden bir tavır almadılar. Bu, Tayyip Erdoğan ve hükümetinin bölgesel politikaları ve yönelimleri karşısındaki güncel duruşlarının, bir başka ifadeyle darbe yönetimini tanımaya hazır olduklarının göstergesiydi.
Darbenin Politik Muhtevası Ve Darbecilerin Yenilgisinin Dinamikleri
Darbe faşist politik islamcı karakterdeydi. Yöneticilerin görevden alındığını, sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyuran darbe bildirisindeki, "gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde olan cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri"ni tutuklayıp yargılama, "bürokrasi içindeki yolsuzluk ve hırsızlık"la mücadele, "vatanın bölünmez bütünlüğünü, milletin ve devletin bekasını devam ettirme", "terörizm ve terörün her türlüsü ile etkin mücadele yolunu açma", "devletimizin ve milletimizin kaybedilen uluslararası itibarını yeniden kazanma", "uluslararası ortamda barış, istikrar ve huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve işbirliği tesis etme" ifadeleri darbecilerin temel hedeflerini ve uluslararası politikalarını yansıtır.
Onyıllara dayalı planlı bir çalışmayla sermaye düzeni ordusunda çok kritik ve geniş mevziler kazandığı açığa çıkan Fethullah Gülen teşkilatı, şu ya da bu nedenle Tayyip Erdoğan'a düşmanlık besleyen kendi dışındaki burjuva ordu subaylarının bir kısmını darbe planına yedeklemeyi başarsa da, bu, bütün içinde önemsiz kaldı. Daha da mühimi, genelkurmayın desteğini sağlayamadı. "Emir-komuta zinciri" içinde hareket edememenin dezavantajlarını gidermek için giriştiği, orgeneralleri esir alma-Akıncılar üssüne hapsetme yöntemi ise dizginleri ele geçirecek, burjuva ordu gövdesini sokağa çıkaracak bir etkinlik imkanı yaratamadı.
Tayyip Erdoğan, Binali Yıldırım ve Hakan Fidan gibi yüksek bürokrasinin kimi temsilcilerini esir alma girişimlerinin başarısızlığı, özellikle hava kuvvetlerinde ve kontrgerillada (özel harp dairesinde) emir kurumlarının en üst temsilcisi olmak için yapılan baskınlardan beklenen sonuçları alamamak, darbecilerin, hızla fiili ve psikolojik hakimiyet kurma planlarını bozdu.
Ordunun bir bölümünün ve polisin ana gövdesinin Tayyip Erdoğan ve hükümetinin yanında saf tutması, silahlarını Fethullah Gülen teşkilatına doğrultması darbecilerin önünde önemli bir barikat oluştururken, AKP'li politik islamcı yığınların ve askeri diktatörlüğe, yanı sıra Fethullah Gülen teşkilatına öfke duyan değişik ideolojik-siyasi görüşlerin etkisi altındaki kitlenin sokağa çıkması, tank ve insan sayısı sınırlı askerlere karşı durması, onları engellemesi, cuntacılara en öldürücü darbe oldu.
Meydanları, caddeleri tank ve askerlerle işgal edemeyen, kitlelerin sokağa çıkmasını engelleyemeyen, Tayyip Erdoğan ve hükümetin kurumsal çağrılar yapmasını önleyemeyen, polisi eylemine katamayan, en güvendiği ordu kurumu olan hava kuvvetlerinde umduğu hakimiyeti sağlayamayan darbeciler hızla inisiyatif kaybederek bozguna uğradılar. ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerinin sessiz desteğinin yenilgiyi önleme imkanı zaten yoktu.
Darbe Girişimine Karşı Sokağa Çıkan Kitlenin Yapısı
15 Temmuz ve izleyen birkaç gün içinde sokağa çıkan kitleler homojen değildi. Ana gövdesini Tayyip Erdoğan'ın etkisi altındaki güçlerin oluşturduğu kitlelerin ortak özelliği, askeri cunta yönetime duydukları nefretti.
Burjuva sağın etkisi altındaki kitlelerin, generaller partisinin politik yaşamın emir-komuta merkezi olmasına 2007 yazında, Çankaya seçimlerinde gösterdikleri "sessiz" tepkinin buharlaşmadığı, tersine güçlendiği açığa çıktı.
Tayyip Erdoğan'ı ve hükümet mevzisini, dinsel inançların daha açık, daha geniş ölçekte yaşanması ve bunun yasal tanınması biçimindeki politik islamcı kazanımları, AKP hükümetleri döneminde elde edilen mali, iktisadi ayrıcalık ve konumu kaybetmemek için sokağa dökülen, ölmeyi göze alan kitle, aynı zamanda, bağrında faşist politik islamcı bir potansiyelin biriktiğini de ortaya koydu. Bu potansiyel, vurucu bir sokak gücü olmanın, yaşam alanlarında ve okullarda halklarımızın ilerici kesimlerine karşı kitlesel korkutma, sindirme yöntemleri uygulamanın, hayatın politik islamcı düzenlenişinin baskı kuvveti olarak hareket etmenin, ihbarcılık mekanizmasının bir parçası olmanın ve genişletmenin hazır kuvvetine dönüşme özellikleri taşımaktadır.
Darbe Girişimi Burjuva Orduyu Çözdü
Genelkurmayı darbeci subaylar tarafından esir alınan, generallerinin yüzde 30'unun ve saraydaki faşist diktatörün emireri Binali Yıldırım'ın açıkladığına göre, teğmenlerden başlayıp yarbay rütbesine kadar olan kadrolarının yüzde 60-80'inin "hain" ve "terörist" olduğu açığa çıkan sermaye düzeni ordusu, 16 Temmuz'dan itibaren yıkıcı bir moral çözülmeye, ağır bir kadro erozyonuna, bütünde kurumsal bir çözülmeye uğradı.
Generallerin ve diğer yüksek rütbeli subayların, iç çamaşırlarıyla yerde otururken veya hırpalanmış, moral yıkıma uğramış, sivil giysiler içindeki halleriyle kameralara isimlerini söylerken çekilmiş görüntülerinin televizyonlarda yayınlanması, darbe gününe ait politik islamcı kitlenin erlere yönelik linç saldırıları ve bir askerin boğazının kesilmesi gibi görüntüler, kontrgerilla merkezine girmeye, orada yönetimi ele almaya gelen darbeci generali askerlerin önünde kurşunlayan subayın adeta aziz ilan edilmesi, darbecilerin cenaze törenlerine izin verilmemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın emrindeki devlet imamlarına "cenaze namazı kıldırmama" emri vermesi, darbeci subay ve erlerin "hainler mezarlığı" adı verilen bir mezarlığa gömülmeleri vb, sermaye düzeni ordusunu uzun yıllar atlatamayacağı bir moral çöküntünün, özgüven kaybının derinlerine itti. Geçmişte generaller partisini ve genel olarak burjuva orduyu güçlendiren olağanüstü halin, bu kez ordunun özerkliğini sonlandıran düzenlemelerin dayanağı olması, polis özel tim başta olmak üzere, genel olarak polis teşkilatının öne çıkarılması vb bunu perçinledi.
Yığınlar nezdindeki geleneksel itibarı en alt seviyeye düşen sermaye ordusu, iç güven ilişkilerinde, mesleki birlik geleneğinde de ciddi bir yıkıma uğradı. Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarıyla sarsılan kibirli özgüveni 16 Temmuz'dan sonra paramparça oldu. Faşist politik islamcı diktatörün, şiddetlendirdiği inkarcı sömürgeci savaşla, burjuva orduya ruhsal birlik kazandırma hevesinin karşılık bulması da, 15 Temmuz'la birlikte yaşanan kadro kayıplarının yerini hızla doldurmaları da mümkün olmayacaktır.
Bütün bunlar aynı zamanda, kolayca iyileştirilemeyecek ve kitle bilincinde burjuva devlet ve resmi kurumları konusunda derinleşecek bir kuşku ve güvensizlik yarığı açacaktır.
Tayyip Erdoğan Ve Hükümetinin Krizi Fırsata Dönüştürme Atağı
2007-2010 arasında tedrici biçimde, 2010'dan sonra sıçramalarla rejim içindeki etkisini geliştiren, yarı-askeri faşist diktatörlüğün, yarı-askeri karakterini ortadan kaldırıp resmi ideolojiyi tahtından indiren faşist restorasyona öncülük eden Tayyip Erdoğan ve AKP, 2014'te ise, "darbeciler" suçlamasıyla hapishanelere gönderdiği generallerle uzlaşmaya yöneldi. Son bir yıldır tam bir ittifaka, inisiyatifin saray cuntasında olması kaydıyla, devlet örgütlerinde "koltuk paylaşmaya" dönüşen bu yönelimin temel hedefi, Kürt halkının ulusal demokratik kitle hareketini, PKK'yi ve devrimci hareketi ezip dağıtmak, işçi sınıfı ve ezilenlerin politik özgürlük talebini boğmak, Fethullah Gülen teşkilatını tasfiye etmekti.
Tayyip Erdoğan böyle bir programla Temmuz 2015'te bir saray darbesi gerçekleştirdi. "Başkanlık" olarak adlandırdığı, faşist politik islamcı Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü fiilen uygulamaya soktu. Bir saray cuntası kurdu, hükümeti yönetme işini üstüne aldı, yeni bir başbakan atadı, faşist şeflik sistemi ekseninde bir anayasa için koşulları zorlamaya başladı. "Ez ve çöz" programını, daha önceki örneklerinden çok daha kapsamlı, çok daha kan dökücü, çok daha geniş kesimleri kapsayacak biçimde uygulayarak sonuç alma yönelimine girdi.
15 Temmuz faşist politik islamcı askeri darbe girişiminin bozguna uğramasıyla ilan edilen olağanüstü hal ve bağlı tüm saldırılar (yaygın gözaltı ve tutuklamalar, gözaltı koşullarının polisin isteklerine göre düzenlenmesi, yurtsever emekçi memurların kitlesel işten çıkarılması, belediye başkanlıklarına sömürgeciliğin valilik-kaymakamlık temsilcilerince el konulması, akademisyenlerin üniversitelerden atılması, hapishanelerde 19 Aralık rejimine geçilmesi, yurtsever basının yasaklanması, öncesinde dayanışma için görev üstlenenlerin tutuklanması vb), Kuzey Kürdistan'da gerilla alanlarına yönelik sömürgeci saldırıların şiddetlendirilmesi, Medya Savunma Alanları'nın bombalanmasının olağan hale getirilmesi, kentlerde polise tam bir faşist terör egemenliği imkanı yaratılması, Rojava politikası çerçevesinde Cerablus'un işgali vb, faşist politik islamcı saray darbesinin, bir başka ifadeyle Tayyip Erdoğan cuntasının programının uygulanmasından ibarettir.
Yeri gelmişken vurgulamalıyız ki, bunların her biri için ayrı ayrı "darbe" nitelemesinin kullanılması ağaçlardan ormanı görememek hatasına yol açar. Bu hata, hem verili politik durumu bütünsel kavramayı, hem de gelişmenin gelecekteki yönünü sezmeyi, anlamayı, görmeyi engeller.
Bozguna uğrayan 15 Temmuz askeri darbe girişimi Tayyip Erdoğan'a darbe programını en hızlı ve en kestirme yöntemlerle uygulama fırsatı yarattı. Erdoğan tam bir kararlılıkla bundan yararlanmaya yöneldi. Olağanüstü hal ilanı ve kararname rejimiyle bütün ipleri ellerinde topladı ve burjuva meclisi fiilen işlevsiz kılarak devre dışı bıraktı. Şefi olduğu saray cuntasının programı temelinde MHP'nin sunduğu gönüllü destek ve işbirliğine, "tek devlet, tek dil" zemininde CHP'yi de ortak etmeyi başardı. Saray toplantısı ve Yenikapı mitingi faşist politik islamcı diktatörün otoritesinin tanınmasından ibaretti. İktidardan düşmüş generaller partisinin, kontrgerilla şeflerinin AKP'yle ittifakını rehber alan CHP, tabanındaki "özgürlük", "laiklik", "emek" vb özlemler içindeki kitleleri yatıştırmak için, 15 Temmuz darbe girişimini kalkan yaparak, AKP ve MHP'yle anayasa değişikliklerini görüşmeye, birlikte çalışmaya devam etti. Halkçı, ulusal demokratik belediye başkanlarının yerine faşist politik islamcı vali yardımcılarının, kaymakamların atanmasına destek verdi.
AKP Rejimin Politik İslamcı Restorasyonunu Tamamlıyor
Saray cuntası, 15 Temmuz darbe girişimi bozgununu, programını daha etkin uygulama fırsatına dönüştürmekle kalmadı, bunu, rejimin faşist politik islamcı restorasyonunu tamamlama atağıyla bütünledi. MGK ve YAŞ'ta siyaset sınıfının egemenliğinin yasallaştırılması, kara, hava, deniz ordularının ve jandarmanın başındaki generallerin sivil siyasetteki muhataplarıyla ilgili düzenlemeler, askeri mahkemelerle ve askeri okullarla ilgili yapısal düzenlemeler, askeri yaver uygulamasına son verilmesi, kimi koruma, tören vb görevlerinin polise devredilmesi, kışlaların kent merkezlerinden taşınması gibi bir dizi uygulamanın amacı, rejimin yönetici gücü olmaktan çıkarılmış olan sermaye düzeni ordusunun, özerkliğinin de sonlandırılmasıdır. Saray cuntası 15 Temmuz darbe girişimi koşullarından, özellikle de Fethullah Gülen teşkilatının burjuva ordu subayları içinde ve askeri okullardaki gücünün kitlelerde yarattığı "dehşetten" yararlanarak bu doğrultuda niteliksel adımlar attı.
Restorasyonu simgeleyebilecek önemdeki hamle ise, politik islamcı ideolojinin resmi devlet ideolojisi dönüştürülmesi adımlarıdır. Saraylı diktatörün ve hükümetinin bu doğrultudaki adımları burjuvazinin hiçbir kesiminin ciddi bir engelleme çabasıyla karşılaşmıyor. Politik islamcı dönüşüme paralel olarak toplumsal yaşamda dinsel uygulama ve ölçülerin etkinleşmesi, bir baskı gücü haline gelmesi ve yasallık kazanması adımları atılıyor. "Kalpsiz dünyanın kalbi"nin "halkın afyonu"olarak politikleştirilmesine hız veriliyor.
Tüm bunlar, saray ve burjuva meclis hakimiyetiyle birlikte, geniş bir kitle temeline ve devlet örgütü içinde giderek derinleşen bir egemenliğe, kadrolaşmaya dayanılarak gerçekleştiriliyor.
15 Temmuz ve izleyen günlerde görüldüğü gibi sarayın faşist diktatörü ve partisi, AKP'nin kitle gücü içinde önemli bir ideolojik etki yaratmış durumda. Bu etki, aynı zamanda, karşıdevrimci terörün kitlesel, grupsal ve bireysel biçimlerini uygulama yönünde geliştirilmiş ve örgütlendirilmiş bulunuyor. Politik islamcılık ve ırkçılık kaynaşması faşist bir ideolojik zihniyete ve politik inanca çekilmiş böylesi kitleler linç güruhları zemininde, nispeten dar gruplar ise karşıdevrimci terör zemininde, zalimlikte ve insan onurunu hiçe saymakta DAİŞ’çilik eşiğini hızla aşabilirler. 15 Temmuz'da öldürülen darbe girişimcileri için geliştirilen "hainler mezarlığı" ve cenazelere dinsel tören yasağı gibi uygulamalar, gırtlağı kesilmiş asker-linçe uğramış asker görüntüleri, kadınlara yönelik cinsiyetçi saldırılar faşist politik islamcı çetelerin gerçeğini anlamak için önemlidir. Kontrgerilla, sivil örgütlerini esas olarak MHP (ve kuruluşundan sonra BBP) içinde oluşturuyordu, giderek bu zemin genişlemekte, AKP, bağlı örgütler (Osmanlı Ocakları vb) ve değişik politik islamcı gruplar kontrgerilla yuvaları olarak öne çıkmaktadır.
Tayyip Erdoğan, yeni dönemde, rejimin faşist politik islamcı restorasyonunu tamamlamanın hem simgesel, hem de pratik bir ifadesi olarak, fiilen elde ettiği faşist politik islamcı diktatör konumunu resmileştirmek, anayasal hale getirmek yolunda ilerleyecektir.
Faşist politik islamcı saray cuntasının programının "başkanlık" dahil kimi hedefleri, kapitalist düzenin egemenleri ve faşist, inkarcı sömürgeci rejimin hakim güçleri içinde yeni "iç mücadeleleri" mayalayacak, rejimin uluslararası ilişkilerinde değişik sürtünmeler üretecektir.
Faşist Politik İslamcı Saray Cuntasının Politik Yönü
Tayyip Erdoğan ve hükümeti, Kürt ulusal demokratik kitle hareketini, PKK'yi ve devrimci hareketi ezip dağıtmak, işçi sınıfı ve ezilenlerin politik özgürlük talebini boğmak için kentlerde ve kırlarda faşist ve sömürgeci bir kudurganlıkla hareket etmeyi, Medya Savunma Alanları'nı bombalamayı, Kürt halkının Rojava kazanımını darbeleme saldırganlığını sürdürecektir. Kontrgerilla yöntemleriyle ve insansız silahlı hava araçlarıyla suikastler gerçekleştirmek dahil, olanaklı tüm yollara başvurmak isteyecek, ulusal demokratik hareketi yenilgiye uğratmak için bölge gericiliğine ve emperyalistlere çeşitli türden tavizler vermekte, ayrıcalıklar sunmakta duraksamayacaktır.
Bağrında ilerici, devrimci birikim taşıyan emekçi semtlerinin dağıtılması veya nüfus bileşimin değiştirilmesi, üniversitelerin "dinci nesil" yetiştirme merkezlerine dönüştürülmesi, mücadeleci sendikal hareketin ve demokratik kitle örgütlerinin cendereye alınması, devrimci ve antifaşist medyanın susturulması politik islamcı faşist saray cuntasının hedefleri arasındadır.
İşçi sınıfı ve ezilenlerin demokratik kazanımları, kadınlar, Alevi halkımız, lbgti bireyler, laik yaşam tarzı ve kültürünü benimsemiş halk kitleleri ciddi bir tehditle yüz yüzedir.
Faşist politik islamcı saray cuntasını durduracak tek şey halklarımızın faşizme karşı savaşımın tüm araç ve biçimleriyle yürüteceği mücadeledir. Yatıştırma politikaları izlemek, savunmada kalmak, yalnızca diktatörlüğü güçlendirecektir. Saray cuntasının burjuva çözüm yoluna gireceği yanılgısını taşıyanlar ve değişik gelişmeler karşısındaki tutumlarını bu beklenti temelinde saptayanlar önemli politik hatalar yapmaktan, Tayyip Erdoğan'ın faşist şefliğini yasallaştırmasını kolaylaştırmaktan kurtulamaz. Yine, öncü cüreti, dişe diş mücadeleyi, bedel ödemeyi göze alamayanlar, dönemi ölü taklidiyle atlatmak isteyenler sürecin antifaşist ve devrimci görevlerine sırt çevirmekten başka bir yere varamazlar.
Güncel Politik Görev Faşist Politik İslamcı Saray Cuntasını Yenilgiye Uğratmaktır
Ne marksist leninist komünistlerin de öznelerinden biri olduğu birleşik kitle cephesi, ne de şu ya da bu devrimci, antifaşist parti ve grup, faşist politik islamcı Fethullah Gülen teşkilatının askeri darbe girişimine karşı kitleleri sokağa yöneltmede, emekçi solun öncü bir direniş odağı olarak öne çıkmasında başarılı bir politika geliştirebildi. Oysa bu, yalnızca, kitle meşruiyeti imkanları çok dar olan darbecilerin askeri faşist diktatörlük ve sıkıyönetim planını akamete uğratmanın değil, sarayın faşist diktatörünün ve hükümetinin, 15 Temmuz darbe girişimini fırsata dönüştürerek, saray cuntası programını daha hızlı ve sert biçimde uygulamasını önlemenin, bu konudaki meşruiyet arayışlarını boşa çıkarmanın da en etkili yolu ve imkanıydı. Üstelik bunun örgütü de hazırdı. Birleşik kitle cephesi böyle bir zeminde güçlü bir yükselişe geçebilir, "ez ve çöz" programına yeni bir barikat oluşturabilir, hücuma geçişi örgütleyebilir, emekçi sol safları genişletebilirdi.
Ne var ki, HDP'nin ulusal demokratik hareket bileşeninden kimi sözcüler tam ters bir yol izlediler. Bir süre Tayyip Erdoğan'ın "parlamenter demokrasi"yi savunma eksenli taktiğine yedeklendiler, sarayın faşist diktatörünün ve AKP'nin darbe girişiminden ders alacağını, politik rotayı "Dolmabahçe mutabakatı" yönünde kıracağını umut ettiler. İyimser beklentili demeçler verdiler. Hükümetin Abdullah Öcalan hakkındaki açıklamalarını yeterli bulup halklarımıza duyurdular. Haziran ayaklanmasının ilk günlerinde, 6-8 Ekim serhildanında, özyönetim-özsavunma direnişlerinde sergilenen, olguları doğru anlamlandıramayan, tereddütlü, halk meşruiyeti yerine, burjuva düzen meşruiyetini önde tutan anlayışı bir kez daha ürettiler. Doğaldır ki, bu politik zihniyetin yanlışlığı, yol açtığı olumsuz politik sonuçlar son örnekte daha acı biçimde görüldü.
"Ne darbe, ne diktatörlük" sloganıyla duruma müdahale edildiğinde ve mitinglerle meydanlara inmeye karar kılındığında, artık olayların hızının çok gerisinde kalınmış, sarayın faşist diktatörünün ve hükümetinin saray cuntası programı için "milli cephe" atağını, "demokrasi" bayraktarlığı demagojilerini püskürtebilecek zemin hiç değilse güncel olarak daralmıştı. "Boşluk", HDP aracılığıyla emekçi sol tarafından değil, faşist politik islamcı saray cuntası ve hükümetinin inisiyatifindeki Yenikapı ittifakı tarafından dolduruldu.
HDP (=bileşenleri) dışındaki emekçi sol partilerin, grupların, kitle örgütlerinin de yer alacağı, HDP'den daha geniş bir hareket oluşturma tartışmalarının, CHP'nin veya içindeki "iyi niyetli" vekillerin de kapsanması yönünde zorlanması, geçmişte TÜSİAD'ın, günümüzde AKP'nin zehirli yem haline getirdiği "demokrasi" kavramının bulanıklığına sürüklenmesi, faşist diktatör Erdoğan başkanlığındaki saray toplantısı, aynı güçlerin Yenikapı cephesi, halkçı yurtsever belediye yönetimlerinin gaspı, sömürgeci savaşın yoğunlaştırılması vb konularda CHP'nin AKP'yle giriştiği işbirliği koşullarında bu sürüklenmede ısrar edilmesi ise, EMEP ve ÖDP'nin politik sefaletinin, yasalcı parlamenter varoluşlarının vardığı düzeyi göstermesi bakımından önemlidir.
Halklarımıza, fiili meşru mücadeleye, antifaşist, devrimci imkan ve yöntemlere inanan, güvenen emekçi sol parti ve örgütlerin bu yönelime karşı kararlı bir tutum içinde olmak, "sol" tercih adına CHP'nin etki alanına girmiş emekçi, yoksul ve ezilen kitlelerin CHP'den kopuşması için çaba harcamak, bu doğrultuda CHP'nin, sarayın faşist diktatörü ve hükümetiyle işbirliğini en geniş kitleler önünde teşhir etmek sorumluluğu vardır.
Yüzünü halklarımıza dönmek, fiili meşru mücadele çizgisinde yürümek, kitlelerin sokak ve meydan mücadelelerine çekilmesine öncülük etmek, işçi grev ve direnişleriyle, köylülerin çevre kıyımına, emekçi semt halkının faşist devlet terörüne ve yoksulluğa, kadınların, devlet ve bireylerin cinsiyetçi erkek şiddetine ve cinsiyetçi uygulamalarına, Kürt halkımızın, Alevilerin, ulusal toplulukların inkara ve eşit sayılmamaya karşı mücadelesiyle, gençliğin onurlu ve özgür bir gelecek savaşımıyla etkin tarzda, her bir mevzinin bileşeni olma pratiğiyle ilişkilenmek, lgbti'ler üzerinde artacak homofobik baskı ve şiddete, sarayın faşist diktatörü ve hükümetinin Türkiye'de faşist devlet terörü kampanyasına ve Kürdistan'da sömürgeci savaşına karşı öncü bir duruş sergilemek, politik varoluşunu böyle bir zeminde üretmede ısrar etmek, emekçi solun hem görevi, hem de gelişip güçlenmesinin, daha geniş kitlelerle buluşmasının ana imkanıdır.
Bu imkanı değerlendirmenin hazır birleşik örgütleri mevcuttur. Bunların genişletilmesinin veya başkaca öznelerle ittifak yapmasının önünde bir engel yoktur. Yeter ki "çok, daha çok imza" adına, amaçtan kopuk, bürokratik, mevcut enerji ve kararlılığı da bloke edecek "beyanat birlikleri" tuzağına düşülmesin. "Birlik" eyleminin amacının, daha büyük bir mücadele, bu "daha büyük" mücadelenin güçlerinin bir araya getirilmesi olduğu unutulmasın!
HDP ve HDK, kitlelerin sorunlarından, taleplerinden, özlemlerinden hareket eden bir çizgide, fiili meşru mücadeleyi temel alarak, yasal hakları, burjuva meclis içinde ve dışındaki temsil olanaklarını son sınırına kadar değerlendirerek, Türk ve Kürt işçilerinin, ezilenlerinin, yoksullarının birleşik mücadelesinin öncülüğünü yürütebilir. MİT-DAİŞ işbirliğine dayalı kitle katliamlarının, faşist devlet terörü kampanyasının, inkarcı sömürgeci savaşın, özyönetim direnişlerine yönelik soykırımcı katliamların etkisiyle geriye çekilen, daralan, cüret kaybına uğrayan kitle hareketini, öncü kesimlerden başlayarak yeniden ayağa kaldırabilir. Milyonlarca işçinin, kadının, gencin, yoksulun, kent ve kır emekçisinin durumdan memnun olmadığını ve itiraz için bir fırsat aradığını gösteren yeterince alamet belirdi. Bardağı taşıran damlanın ne olacağını önceden kestiremesek bile, halklarımızın bağrında mayalanan öfkeyi değişik verilerde görebiliriz. HDP-HDK, politikasını bu devrimci imkan üzerine kurmalıdır. Düşünce, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem özgürlüğü talebi, adalet ve halkların eşitliği talepleri, rejimin politik islamcı restorasyonuna paralel biçimde, yaşamın dinselleştirilmesine karşı gelişecek demokratik öfke, faşist politik islamcı diktatörü yıkma mücadelesinin güçlü dayanaklarıdır. Halklarımızın, ezilenlerin birleşik kitle cephesi araçları olarak HDP ve HDK, ister yeni katılımlarla, isterse de kendileri dışındaki kuvvet veya kuvvetlerle kurulacak birlikler yoluyla büyük bir halk isyanı geliştirebilirler. En fazla imzayı yan yana yazmak peşinde değil, gücü ne olursa olsun, sokağa çıkma, mücadele yürütme kararlılığı taşıyan kuvvetlerin eylemini birleşik hale getirmek peşinde koşulmalıdır. Bu yoldan ilerlenemiyorsa, HDP-HDK, birleşik kitle savaşımına öncülük görevini yerine getirmelidir.
Politik savaşımı, mücadelenin yasadışı, kitle şiddetine, askeri araç ve biçimlerine dayalı tarzda yürütmek üzere kurulmuş, emekçi solun önemli partilerini bağrında toplayan HBDH, dönemin bir başka önemli şansıdır. Yapısının, politik savaşım araç ve biçimlerinin de gösterdiği gibi, HBDH, birleşik cephenin yerüstü formunun alternatifi olmadığı gibi, onun işlevlerini üslenmek gibi bir yaklaşımın ürünü de değildir. Birleşik cephenin bu yeraltı formunun kentlerde ve kırlarda yaygınlaşması, resmi ve sivil faşist çetelerin emekçilere ve ezilenlere saldırısına, politik islamcı saray cuntasının faşist, inkarcı-sömürgeci planlarına karşı etkili bir barikat örülmesi, devrimci hücumun ve otoritenin geliştirilmesi, rejimin yönetici merkezlerinde irade kırılmasına varacak bir irade parçalanmasının oluşturulması, başta işçi, öğrenci ve köylü gençlik olmak üzere, kitlelerin yeni kesimlerinin mücadeleye yönelmesi, moral üstünlüğün emekçi sola geçmesi sonuçlarını yaratacaktır. HBDH'nin özellikle milislerde maddileşecek varlığı, emekçi semtlerde, işçi havzalarında, üniversite kampüslerinde, yurtlarda, lise bölgelerinde emekçilerin ve ezilenlerin örgütlülüğünü yayan ve etkinleştiren, devrimci otoritenin serpilip gelişmesini sağlayan, devrimci kitle şiddeti için elverişli moral ve pratik koşullar yaratan bir atılım sağlayacaktır. Bu aynı zamanda politikanın askeri araçlarla yürütülüşü için çok geniş bir kitle temeli oluşması demektir. Böyle bir temelin yaratılması için kararlı, iradi bir çalışma içinde olunmalıdır.
Faşizme ve inkarcı sömürgeciliğe karşı çok ağır bedellerle kazanılmış demokratik hak ve özgürlükler ağır bir tehlike altındadır. Faşist politik islamcı saray cuntasıyla, onun hükümetiyle, ve yine onun generaller partisi artıklarından, kontrgerilla çetelerinden oluşan ırkçı faşist ittifak güçleriyle çelişkisi olan işçilerin ve ezilenlerin, Kürt halkının, kadınların, ulusal toplulukların, Alevilerin, onur, özgürlük, adalet, uluslar ve cinsler arasında eşitlik saflarında saf tutmuş güçleri, tehlike altındadır. Yaşamın politik islamcı tarzda düzenlenmesine itirazı olan işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler tehlike altındadır. Rojava tehlike altındadır.
İşçiler, kadınlar, gençler, yoksullar, emekçiler, Aleviler, ulusal topluluklar haklarını, onurlarını, can güvenliklerini, devrimci ve demokratik taleplerini savunmak için silahlanmalı, yaşam alanlarında, faşizme, inkarcı sömürgeciliğe karşı emekçilerin ve ezilenlerin devrimci otoritesini oluşturup geliştirmek yolundan ilerlemelidir.
Faşist politik islamcı saray cuntasının "ez ve çöz" programına karşı, zafere kilitlenmiş bir savaşım döneminin kritik bir evresindeyiz. Gerek birleşik cephenin yerüstü ve yeraltı örgütleri gerekse tek tek parti ve gruplar tarafından yükseltilecek mücadele, kitlelerin, faşist-sömürgeci "ez ve çöz" programına itiraz istek, duygu ve arayışı uyanacak olan yeni kesimleriyle buluşma kanallarını da genişletecektir.