"Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa” 31.05.2012 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. 2001 yılından beri kentsel dönüşüm zaman zaman gündeme getirildi ve birçok yasa taslağı hazırlandı. Son seçim sürecinde, başbakanın İstanbul Boğazı’nda üzerinden tren hattı geçen 3. köprü, Kanal İstanbul, Taksim projesi gibi projeleriyle birlikte kentsel dönüşüm yasasına da hız verilmiştir. Özellikle İstanbul’un küresel bir kent olma iddiası, kentsel dönüşüm alanı ilan edilecek arazilerin bir zamanlar kentin dışında kalan ancak şu an merkezde, kentin değerli ve önemli arazileri haline gelmeleri, küresel finans kuruluşlarının ve çeşitli rant odaklarının ilgisini artırmaktadır. Geçmiş yıllarda, önceki hükümetlere olduğu gibi, AKP hükümetlerinin yıkım saldırılarına karşı da kitleler direnişler sergilediler. Direnişler karşısında amacına ulaşmada zorlanan AKP hükümeti, depreme önlem gibi haklı bir gerekçenin arkasına sığınarak bu yasayı çıkarmıştır.
Siyasal iktidar tarafından radyo ve televizyonlardan yayınlanan kamu spotlarıyla yasaya meşruiyet kazandırılmaya ve toplumsal muhalefet azaltılmaya çalışılmaktadır. Kadıköy Fikirtepe’de kentsel dönüşüm alanı ilan edilen bölgenin emsal hakkının yükseltilmesinden sonra burada yaşayan insanların inşaat şirketleriyle anlaşmaları ve televizyona çıkarılarak ne kadar mutlu oldukları ve kendilerine piyango vurduğu yolunda haberler verilerek bu insanlar tüm İstanbullulara örnek olarak gösterilmektedir. Halkta Fikirtepe’de yaşananların tüm kentsel dönüşüm alanlarında da yaşanacağı izlenimi yaratılmaya çalışılmaktadır.
Yasa, yargı ve yasama denetiminden muaf tutarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ’yi emlak piyasasında tek yetkili yapmıştır. Bu keyfi yetkiyle, özellikle inşaat sektöründe krizde bile büyümenin durmadığı ancak satılamayan bina stokunun yüksek olduğu, 10 ilin yoksul semtlerinde yaşayan halkın küçük mülkiyeti yağmalanacak.
Bu yasayla aynı dönemde çıkarılan 2B Yasasıyla orman arazilerinin satışa sunulması olanağı yaratıldı, Tapu Kadastro Yasasında değişiklikle yabancılara arazi satışında azami sınır 2,5 hektardan 30 hektara çıkarıldı. Bu yasalar birlikte değerlendirildiğinde kent merkezleri ve kıyı arazileri sermayenin rant alanları haline getirilmektedir.
Yasanın 1. maddesinde amaç “afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek” olarak belirtilmiştir. Ancak yasanın bütününden, “afet riski” ile kastedilenin asıl olarak “deprem” olduğu anlaşılmaktadır. Bunun dışında diğer “afetlere” ilişkin hiçbir düzenlemeye yer verilmediği de görülmektedir.
Yasanın 1. maddesinde “riskli alan” ve “riskli yapıların bulunduğu arsa ve araziler”de iyileştirme, tasfiye ve yenilemelerin amaçlandığı belirtilmiş. Ancak yasanın geneline bakıldığında asıl amaçlananın kentsel dönüşüm olduğu açıktır. Bu dönüşüm yapılırken de afet olgusunun kullanılacağı görülmektedir.
Yasanın 2. Maddesinde tanımlar düzenlenmiştir. İdare tanımı yapılırken ilçe belediyelerinin Belediye Kanunu’ndan kaynaklı yetkilerinin sınırlandırıldığını ancak büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerinin, “Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi halinde”, sürece dahil olacağı belirlenmiştir. Bu maddeyle de asıl amaçlananın AKP’li belediyeler dışındaki belediyelerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında yaşanacak sorun ve engelleri kaldırmaktır.
2. maddede yer alan tanımlardan “rezerv yapı alanı”nın TOKİ’nin talebiyle veya re’sen Bakanlıkça belirlenebileceği belirtilmiş olup yerel yönetimlerin yetkileri yine bertaraf edilmektedir. Ancak bu alanların hangi kriterlerin gözetileceği belirtilmemekte, bu iki kuruma verilen yetki tekeli kriter açısından da keyfice kullanılabilir hale getirilmektedir.
“Riskli alan” tanımında da yetki tamamen bakanlığa verilmiş olup yerel yönetimler dışarda tutulmuştur. Yine bu alanların belirlenmesinde hangi kriterlerin kullanılacağı, bilimsel verilere dayanılıp dayanılmayacağı da belirtilmemiş.
“Riskli yapı” tanımında ilmi ve teknik verilere dayanılarak tespit yapılacağı belirtilse de kullanılacak bilimsel ve teknik verilerin ne olacağı konusunda herhangi bir açıklama söz konusu değil.
Yasanın 3. maddesinde ise tespit, taşınamaz devri ve tescili düzenlenmektedir. Bakanlık ve İdare yapı maliklerine süre vererek yapılarının riskli olup olmadığının tespitini isteyebilecektir. Yapı malikleri tespiti, masrafları kendilerine ait olmak üzere bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılacaktır. Bu kurum ve kuruluşların hangi kriterlere göre oluşturulacağı ve niteliğinin ne olacağı belirtilmemektedir. Eğer verilen süre içinde tespit yaptırılmadığı takdirde bakanlık veya idare tarafından yaptırılacak, yapılan masraflar için taşınmazın tapu kaydına ipotek konulacaktır.
Yapılan tespite 15 gün içinde itiraz hakkı tanınmış ancak itirazı inceleyecek olan heyetin dördü bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce görevlendirilen kişilerden, üçü ise Bakanlıktaki görevlilerden oluşturulacaktır. Bilimsel ölçütlere ve şehircilik planlamasına önem veren, iktidardan bağımsız ve halkın yararını gözeten TMMOB tamamen devre dışı tutulmaktadır.
3. maddenin 3. fıkrasında ise, riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazların bakanlığa tahsis edileceği ve bakanlığın talebi üzerine yerel yönetimlere ya da TOKİ’ye bedelsiz olarak devredilebileceği düzenlenmiştir.
Yasanın 3. maddesinin 4. fıkrasında, riskli alanda bulunma koşulu aranmaksızın hazine dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazların Şehircilik Bakanlığı’na tahsisine olanak sağlanmıştır. Bu alanlar bedelsiz olarak TOKİ ve bakanlığa devredilecektir. TOKİ’nin bu alanları özel şirketlere proje kapsamında satacağı düşünüldüğünde kamu mülkiyetindeki alanların bedelsiz özelleştirilmesinin önü açılacak ve bu alanlar yapılaşmaya açılacaktır.
Yasanın 3. maddesinin 6. fıkrasında, meralar yapılaşmaya açılmaktadır. Bu maddeyle meraların talanına olanak sağlanacaktır.
Yasanın 3. maddesinin 7. fıkrasında ise risk taşımayan yapıların da “uygulama bütünlüğü” gerekçesiyle kanun hükümlerine tabi olacağı belirtilmiştir. Kentsel dönüşüm alanı ilan edilen bölgede kalan risk taşımayan taşınmazlar da bu düzenleme ile yıkılabilecektir. Bu fıkra ile uygulama bütünlüğü kavramı gerekçe gösterilerek risk taşımayan yapılarda oturan kişilerin hukuki güvenceleri, barınma hakları, konut dokunulmazlıkları ve mülkiyet hakları ihlal edilmektedir. Bu durum Anayasanın 21. maddesinde düzenlenen konut dokunulmazlığı ve 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının açık ihlalidir. Burjuva hukukunda en kutsal hak olarak kabul edilen mülkiyet hakkı söz konusu yoksul halk olunca AKP iktidarı tarafından görmezden gelinmektedir.
Yine Yasanın 4. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen tasarrufların kısıtlanması ise, yoksulların küçük mülkiyet hakkının kullanılmasını önlemektedir. Fıkrada söz konusu alanlarda “uygulama süresince her türlü imar ve yapılaşma faaliyetini geçici olarak durdurabilir” denmektedir.
Yasanın 4’üncü maddesinin 3. fıkrasında de “bu kanunun uygulanma sırasında, bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından talep edilmesi hâlinde, riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılara elektrik, su ve doğalgaz hizmetleri verilmez ve verilen hizmetler ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından durdurulur” denilmektedir. Bu hüküm ile yalnızca bu yapılarda yaşayan yoksul halk ve kiracıların barınma hakkı, barınma hakkının tasfiyesiyle kalınmamakta, en zorunlu yaşam ihtiyaçlarına ulaşabilme hakkı da gasp edilmektedir.
Yasanın 5. maddesinin 1. fıkrasında “anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine, kiracılarına veya bu yapılarda işyeri bulunanlara geçici konut veya işyeri tahsisi ya da kira yardımı yapılabilir.” cümlesindeki “yapılabilir” belirsizliği ile direnmeyenlere bile teşvik edici yardım keyfiyete bırakılmaktadır. Yine belirlilik ilkesine göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Halkın evi yıktırıldığında yerine bir ev verileceğinin veya ev verilinceye kadar kira yardımı yapılacağının hiçbir garantisi yok. Bu durumda kimlere ev ve kira yardımı yapılıp yapılmayacağı tamamen idarenin keyfiyetine bırakılmıştır. Anlaşmayı kabul etmeyenler ise ileri sürülen hakların dışında tutulmuştur. Yasanın bu maddesi Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan “eşitlik” ilkesine aykırıdır. Yasa aynı hukuksal durumda bulunanlar arasında farklı düzenlemeye gitmeyi amaçlamaktadır.
Yasanın 5’inci maddesinin 3, 4 ve 5. fıkraları ile bu yapıların yıkım masrafları halktan talep edilmekte ve halk borçlandırılmaktadır. Yıkım masraflarının halktan talep edilmesi Anayasa’nın “hukuk devleti ve sosyal devlet” ilkelerine aykırıdır. Düzenlemede gönüllülük esas değil, zor kullanma söz konusudur.
Yine Yasanın 6. maddesinin 2. fıkrasında “binası yıkılan malikler kendilerine yapılan tebligatı takip eden 30 gün içinde anlaşma sağlayamazlarsa acele kamulaştırma ile taşınmazlarına el konulacaktır. “Bu fıkra ile de Anayasa’da düzenlenen mülkiyet hakkı söz konusu yoksullar ve alt sınıflar olunca yok sayılmaktadır.
Yasanın, 6’ncı maddenin 4. fıkrasıyla “gerekli görüldüğünde Bakanlar Kurulu kararıyla sosyal donatı ve altyapı harcamaları uygulama maliyetine dahil edilmeyebilir” cümlesiyle yıktırma masrafları dışında altyapı ve sosyal donatı alanlarının maliyetinin de halka ödetilmesi amaçlanmaktadır. “dahil edilmeyebilir” ifadesi de yasanın neredeyse tamamı gibi muğlak kalmaktadır. Sosyal donatı ve altyapı maliyetinin konutlarını yıktıranlara ödetilmesi Anayasa’nın hem “hukuk devleti ve sosyal devlet” hem de “belirlilik” ilkelerine aykırıdır.
Yasanın 6. maddesinin 6. fıkrasında “bakanlık, riskli alanlardaki ve rezerv yapı alanlarındaki uygulamalarda faydalanılmak üzere; özel kanunlar ile öngörülen alanlara ilişkin olanlar da dâhil, her tür ve ölçekteki planlama işlemlerine esas teşkil edecek standartları belirlemeye ve gerek görülmesi hâlinde bu standartları plan kararları ile tayin etmeye veya özel standartlar ihtiva eden planlar yapmaya, onaylamaya ve kent tasarımları hazırlamaya yetkilidir” denilmektedir. Bu durumda Bakanlığa bu alanlarda plan yaparken özel standart belirleme yetkisi verilmiştir. Yine yasada bu yasa ile diğer yasaların çelişmesi durumunda bu yasanın hükümlerinin uygulanacağını belirterek; bakanlığa imar yasası ve yönetmeliğine aykırı plan yapma yetkisi tanınmıştır. Zira İmar Yasasında plan yapımına ilişkin yer alan düzenlemeler sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması amacıyla belirlenmiş standartlardır. Yasanın 6. maddesindeki düzenleme insanların planlı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını ihlal etmektedir. Zira bu fıkra Anayasa’nın 56. maddesinde “devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır” hükmünü ihlal etmektedir.
Bu madde ile hukuksuz uygulamalara karşı yargıya başvurma hakkı otuz güne düşürülerek, İdare karşısında eşit güçte olmayan halkın dava açma süresinin kısıtlanması ve açılan davalarda da yürütmeyi durdurma kararı verilemeyeceğinin belirtilmesi hak arama hürriyetinin ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Yasa ile 1984 yılında yürürlüğe giren gecekondulara tapu tahsis belgelerinin verildiği İmar Affı Kanunu ortadan kaldırmaktadır.
Yasanın 9. maddesinin 2. fıkrasında “3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun, 6831 sayılı Orman Kanununun, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun, 189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanunun, 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun, 3621 sayılı Kıyı Kanununun, 4342 sayılı Mera Kanununun, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun, 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun, bu Kanun’un uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu Kanun’a aykırı hükümleri uygulanmaz” denilmiştir. Bu madde ile orman alanları, kıyılar, tarım alanları, meralar, zeytinlikler ve sit alanları imara açılmakta ve bu alanların talanının önü açılmaktadır.
Bu yasayla kazanılmış birçok hak yok sayılarak yürürlükte bulunan 27 yasanın da Afet Yasasına aykırı hükümlerini ortadan kaldırmaktadır. Bu yasayla Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan olan sosyal ve hukuk devleti ilkesi, 10. maddesinde yer alan “eşitlik” ilkesi, 21. maddesinde yer alan “konut dokunulmazlığı”, 35. maddesinde yer alan “mülkiyet hakkı”, 36’ncı maddesinde yer alan “hak arama hürriyeti”, 56 ve 57’nci maddelerinde yer alan “sağlık, çevre ve konut “ilkeleri,125. maddesinde yer alan “idarenin her türlü işlem ve eylemlerinden dolayı karşı yargı yolunun açık olması” ilkesi ihlal edilmektedir.
AKP iktidarı halkın deprem korkusunu kullanarak dönüşümü amaçlamaktadır. Halkın elinden değerli araziler bu yasanın yaptırım gücü kullanılarak alınacak ve halk şehir dışına sürülecektir. Asıl amaçlanan budur. Ayazma örneği ortadadır. Küçükçekmece Ayazma’da “kentsel dönüşüm projesi uygulayacağız” diyerek, halkın elinden evleri alındı. Burada yaşayan insanlar bir yıl çadırlarda yaşamak zorunda bırakıldı. Sonrasında TOKİ’nin Bezirgânbahçe’de yaptığı konutlara senetler imzalatılarak, borçlandırılarak yerleştirildiler. TOKİ konutlarının alt yapısı bir yılı geçmeden çöktü ve birçok insanda borçlandıkları senetleri ödeyemediğinden bu evlerden çıkarıldılar. Şu an Ayazma’da ise Ağaoğlu’nun gökdelenleri yükselmekte, AKP iktidarının kentsel dönüşüm projelerinin kime ve neye hizmet ettiğine kanıt olarak.
Yine Sulukule örneği var. Sulukule’de yaşayan halk bu alanın kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesiyle borçlandırılarak şehrin dışına Taşoluk’a yerleştirilmeye çalışıldı. Birçok kişi gitmedi, gidenler ise bu konutlarda yaşayamadığından şehre geri döndüler. İnsanlar sosyal ve kültürel olarak bu binalarda yaşayamadılar. Sulukule’de kentsel dönüşüm ilan edilen alanın ise kimi milletvekili çocuklarına ve cemaat üyelerine satıldığı ortaya çıktı. Mahkeme projeyi tarihi dokuya uymadığından iptal etmesine rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projeden vazgeçmeyeceklerini belirtmekte.
Bu iki örnek dahi AKP iktidarının asıl amacını göstermektedir. Van depremi de AKP iktidarının halkı afetten korumaya ya da afet sonrasına yönelik hiçbir çalışmasının olmadığı hatta 1999 yılından bugüne toplanan deprem vergilerinin dahi bu amaçlarla kullanılmadığı ortaya çıktı. Şimdi bu iktidar mı afet riskinden korumak amacıyla çalışma yapacak? Bu TOKİ mi afetlere dayanıklı konutlar üretecek? Samsun’da meydana gelen sel felaketi de gösterdi ki TOKİ hiçbir bilimsel veriye dayanmadan hiçbir şehircilik ilkesini dikkate almadan binalarını gelişigüzel yerlere yapmaktadır. Bu yasayla birlikte insanların sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı görmezden gelinerek, halk yaşadığı sosyal ve kültürel çevreden koparılarak bu alanlar rant odaklarına açılmaktadır.
Elbette AKP iktidarının 12 Eylül anayasasının bu konudaki lafızlarına bile aykırı hareket ettiğine ilişkin yorumları, onun kentsel dönüşümle sermayeye yeni rant alanları sağlamak için, tabi olmakla yükümlü olduğu anayasa ve yasaları çiğneyen pratiğini ve yasal değişiklik yapma pervasızlığını göstermek için yaptık.
Burjuvazi, AKP ve anayasanın dokunulmaz kıldığı mülkiyet hakkı, üretim araçları ve sermayenin mülkiyeti hakkıdır. Onlar için yoksul halkın konutu üzerindeki mülkiyetini korumanın, sıra sermaye için rant alanları yaratmaya gelince, fazla bir önemi yoktur. Sermaye genellikle iktisaden ranttan kırıntılar vererek yoksulların kentsel ranttan yararlanan yerleşim alanlarını ellerinden alır. Ama yoksulların direnişi varsa, hükümetler ya kitlesel taban kaybetmeme kaygısıyla tavizler vermek ve dolayısıyla anayasa-yasalarındaki lafızları kısmen de olsa dikkate almak zorunda kalırlar ya da fiili ve yeni yasal değişiklikle daha sert bir saldırıya girişirler. Şimdi AKP bu ikinci yolu seçimlerde aldığı geniş oy desteğine güvenerek tutuyor.
Diğer yandan egemenler ve AKP özellikle İstanbul’da antifaşist semtleri dağıtma isteği nedeniyle de kentsel dönüşümde gözü dönük bir saldırganlığa girişiyorlar.
Ayrıca burjuva hükümetler kent ve turizm rantına konu olan hazine ve diğer devlet kurumlarının arazilerini, eğer halkın mücadelesi engelleyemiyorsa, sermayeye ucuza vererek peşkeş çekerler. AKP’nin bu konudaki açgözlü hırsla saldırganlığını belirtmeye gerek yok.
Anayasadaki sosyal devlet, barınma hakkı, iktisadi anlaşmazlıklarda devlete karşı yargıya başvurma haklarına gelince. Faşist 12 Eylül anayasası bunlara daha çok önceleyen dönemlerde sosyalizm ve emekçilerin mücadelesi karşısında lafzen ve biçimsel olarak bunlara yer vermek zorunda kalmıştı. Özellikle siyasal alanda faşizmi kurumlaştırmaya ağırlık verirken, ikincil planda tuttuğu bu konularda kitleleri aldatabilme ihtiyacı nedeniyle de bu tip lafızlara yer vermeyi önemsedi. Ancak önceki hükümetler gibi, hatta onlardan daha fazla, kapitalist hegemonyanın güçlü olduğu dönemde anayasadan ve yasalardan bu alandaki lafızları silebilecek bir saldırganlığı uygulayan AKP, bu lafızları çiğnemede bir sakınca görmüyor. Adeta ‘%100 kâr için sermayenin işlemeyeceği cinayet yoktur’ özdeyişindeki gibi yoksulların spekülatif rant alanları haline gelen mahallelerine ve konutlarına saldırıyor. Bu saldırıya karşı zafere ulaşsın ya da ulaşmasın mutlaka önemli mücadele deneyimi yaratacak olan emekçi semtlerin mücadelesi sürecek, önemli bir bilinç ve birikim yaratacaktır.