Kendi Zemininde Politikada Yeni Bir Dil Olarak ESP

Tarihte daima böyle olmuştur. Yeni bir düşünce, yeni hareket tarzı, yeni yöntem ve araçlar... Hatta yalnızca kullananlar için yeni olduğunda bile “yeni bir dil” gerekir, yeni, yeni bir dil ihtiyacıyla ve bizzat ihtiyaç duyduğu dili yaratmaya, üretmeye başlayarak gelir. Öyle olduğu içindir ki, Ezilenlerin Sosyalist Partisi politikada “yeni bir dil” arayışı olarak da düşünülebilir ve düşünülmelidir. Ve keza dilinin de, politikalarının da ESP ile birlikte gelişeceğini düşünmek ve öngörmek de tamamen doğrudur. O halde “üsluba”, “dile” dair düşünce, öngörü ve öneriler, “dil sorununu” bugünden hemen doğrudan çözmek anlamına gelmez. Ama belli temel taşları konabilir. Ve bir yön tayini yapılabilir. Hareket geliştikçe dili de belirginleşecektir.

“Dil” ve “üslup”, yaygın bir şekilde sanıldığı gibi, kullanılacak sözcüklerin seçimi, sıralanışı ve kurulacak cümlelerin yapısı konu ve sorunu değildir. Belki bunları da kapsar, ama açıkçası farklı bir şey ve başka bir şeydir de.

“Yeni bir dil” derken, yeni bir politikadan, bu politikanın içeriğiyle olduğu gibi sözü, eylemi ve moral-ahlaki yapısıyla da kendini var edişi anlatılmaktadır. İçeriğiyle ve formuyla politikanın dilidir bu. ESP’nin ayağını bastığı toprakta, Türkiye siyasal coğrafyasında, Türk ve Kürt ulusu ve birçok ulusal topluluk, kardeş halklar yaşıyor. Özellikle tarihsel olarak şekillenmiş “iki ulus gerçeği” hemen her bakımdan çok temel ve belirleyici bir durum.

Her iki ulus gerçeğinde ekonomik ve toplumsal koşullar, siyasal koşullar, tarih, kültür ve gelenekler farklıdır. Keza toplumsal, siyasal çelişkilerin sıralanışı, temel devrimci görevlerin yapısı, öncelikleri vb. çok farklıdır. Yani ezen ve ezilen ulus (ve ulusal topluluklar) temel gerçekliği söz konusudur burada.

Fırat’ın Doğu yakasında Mezopotamya’da, Fırat’ın Batı yakasında Anadolu’da politikanın kendisi de, dili de farklı-çok farklı olmak zorunda... Ezen ulus devrimciliği, ezilen ulus devrimciliği; bu “iki ayrı devrimci dil” demektir.

Tam da burada Fırat’ın Batısında devrimciliğin yaşamakta olduğu “ulusal kimlik krizini” hatırlayalım. Birçok devrimci parti ve grup, kendisini, aynı zamanda, hem ezen ulus devrimcisi, hem de ezilen ulus devrimcisi olarak tanımlıyor! Tuhaf bir durum ama yürütmekte oldukları “politikaları” ile, aynı anda, hem ezilen, hem de ezen ulus devrimciliğini temsil ettiklerini ve edebileceklerini zannediyorlar.

Tehlikeli bir yanılgı ve büyük bir yanılmasa içerisindeler. Sosyal şovenizm üreten ve bataklığa çeken vahim bir yanılgı bu.

Fırat’ın doğusunda ESP’nin dili Kürtçedir, ezilen ulusun işçi ve emekçilerinin devrimci dilidir. Sömürgeci inkâr, imha ve asimilasyona karşı mücadelenin merkezde durduğu, Kürdistan işçi ve emekçilerinin sosyalist yurtsever politikasının dilidir.

Fırat’ın batısında ise ESP’nin dili Türkçedir, ezen ulus işçileri ve emekçilerinin devrimci dilidir. Bütün sorunlar ezen ulusun, Türkiye devrimciliğinin görüş açısından ele alınır, çözümlenir. Devrimci politikanın merkezinde, burjuvazi ve egemen sınıflara, onların ırkçı, militarist terörist diktatörlüğüne karşı politik özgürlük ve siyasal demokrasi biçimi altında kendini gösteren sınıf mücadelesi vardır. Fakat bu, üst üste yığılmış ve acil çözüm isteyen sorunların tam merkezinde duran Kürt ulusunun varlığının kabulü ve kendini yönetme mücadelesine ilgisizlik anlamına gelmez. Batıdan, Kürt ulusal demokratik mücadelesi ile ezen ulus işçilerinin ve ezilenlerinin toplumsal konumlarından, sosyalist ve tutarlı demokratik görüş açısından ilgilenildiği ve ilişkilenildiği anlamına gelir.

Türkiye’deki politik özgürlük ve siyasal demokrasi mücadelesi, Kürdistan’daki ulusal demokratik mücadelenin yoldaşıdır. Tabii tersi de doğru. Her iki durumda da “emekçi çözüm perspektifi” geçerlidir, ama “emekçi çözüm perspektifinin” gerekleri farklı somutlaşır, özgündür.

İşte, “politik dil” böyle bir şey, içerik de var, içeriğin kendini ifade edişi dili, üslubu da var. Yeni dil, yeni politikanın dilidir. “Politika dili” konusunda ilk söylenmesi gereken, Türkiye’de ezen ulus; Kürdistan’da ezilen ulus devrimciliğinin dilinin geliştirilmesi sorumluluğudur.

Bu dil, Fırat’ın doğusunda Kürt işçi ve emekçilerinin, yoksullarının ve ezilenlerinin, Kürt halkının sosyalist yurtsever temsilcilerinin dilidir.

Fırat’ın batısında ise, Türk işçi ve emekçilerinin, Türk ezilenlerinin, Türk halkının devrimci sosyalist temsilcilerinin dilidir.

Bu durum tutarlı devrimci enternasyonalist olmakla çelişmez, bilakis bu ayrım tutarlı proletarya enternasyonalizmin gereğidir. Bu görüş açısının ufuk çizgisinde bölge ve dünya devrimi durmaktadır.

Politik dil; değişmek, yenilenmek, gelişmek zorundadır. Örneğin, “Ey Türk halkı, Kürt halkının sana uzattığı barış elini tut” deniyor. Bu “politik dil”de, “biz” devrimci sosyalistler nerede duruyoruz? Bu politik çağrının “ezilen ulus devrimciliğinin diliyle” konuştuğu ne kadar söylenebilir? Oysa şöyle de söylenebilir:

“Biz Türk işçi ve emekçilerinin, Türk halkının sosyalist temsilcileri olarak, Kürt halkının uzattığı barış elini tutmaktan onur duyuyoruz, tüm halkımızı Kürt halkının barış elini tutmaya, kardeşleşmeye çağırıyoruz.” Bir hayli farklı değil mi?

Birden çok ulus ve ulusal topluluktan yoldaşların oluşturduğu parti gerçekliğimiz koşullarında, bu tarzda bir ajitasyon, propaganda çalışması için, Türk ulusundan yoldaşların görevlendirilmesi meselenin çözümü için yeterli olacaktır. Gereken şey iradedir, örgütlemedir.

Devrimci sosyalistlerin politik dili, bu alanda dönüşümünü tamamlamalı, olgunlaşıp netleşmelidir. İşaret ettiğimiz gerçeklik; devrimci sosyalistlerin bir ulustan olmayı/veya bir ulusa “ait” olmayı, bir sınıfı ve halkı temsil etmeyi sindirebilmiş olmadıklarını yansıtıyor. Burada hem bir düşünüş ve hem de ideolojik-moral yanı olan bir öz güven zayıflığı sorunu var. O temsiliyet sorumluluğunu içselleştirmek ve bu temsiliyetin zihniyete, politika sorunlarına çözüm arayışının özüne ve ruhuna sirayet etmesini sağlamak, her halde, oldukça anlamlı bir gelişme, ilerleme olur. Türk işçi ve emekçileri, Türk ezilenleri, Türk proletaryası ve halkı ile aradaki mesafeyi kapatmak, yabancılığı, dışındalığı, yabancılaşmayı ifade eden, yansıtan her şeyle helalleşmek, kopmak, “arınmak”, güvenmek ve bağlanmaktır. İşçileri ve ezilenleri, halkımızı temsil etme özgüvenine tam bir kesinlikle kavuşmak, hemen çözülmesi gereken yakıcı bir görev ve sorumluluktur.

Politikanın dili, aynı zamanda ESP’nin kendini pratik-politik olarak ortaya koyuşu olabilir. “Fiili meşru mücadele tarzı” ESP’nin politika dilinin temel bir çizgisidir. Geride kalan yıllarda uygulamalı olarak geliştirip, denenmiş, sınanıp test edilmiştir.

Fakat politikada fiili meşru mücadele tarzının dili olmuş, bitmiş tamamlanmış bir şey de değildir. Onun nasıl ve hangi yönde geliştirileceği hâlâ temel önemdedir. ESP’nin bütün örgütleri ve militanları, bu konuya kafa yormakla yükümlüdür. Fiili meşru mücadele tarzının nasıl ve hangi yönde geliştirilebileceği konusu/sorunu şimdi ESP’nin misyonu ve vizyonu, keza barındırdığı imkânları bağlamında düşünülebilir ve düşünülmelidir.

ESP’nin devrimci sosyalistler ile işçilerin ve ezilenlerin, politik sınıf bilinci uyanan, birleşme ve mücadele isteği gelişen kesimleri/kitleleri politik mücadelenin bütün süreçlerinde birleştiren bir fermantasyon potası olması, bu birleşmenin dilini geliştirmeyi hem gerektiriyor ve hem de olanaklı, gerçekleştirilebilir kılıyor. Bu dil özneleşmekte, iradeleşmekte olan kitlelerin, kitlelere hücumun ötesine geçen, kitlelerle buluşan, “birleşen”, “kitlelerle birlikte ve kitleler için” haline gelen politika dili sökün edebilmelidir. Burada artık kitleler ile sosyalistler etkileşime girmekte, önderleşmenin dili, politika tarzı doğmakta, filiz vermektedir.

ESP’nin tanımlanmış misyon ve vizyonuna, yani işçi sınıfı ve ezilenleri aydınlatmak, birleştirip örgütleyerek özneleştirip iradeleştirerek, politik deneyim, politik bakımdan kolektif hareket etme yetenek ve disiplini kazandırarak, işçi sınıfı ve ezilenlerin, halklarımızın yüzleşme, hesaplaşma ve değişim isteğini en yakıcı temel sorunların köklü, işçi-emekçi halkçı çözümüne yöneltmenin gereklerine ve ihtiyaçlarına denk düşen politika dilidir, geliştirilmesi gereken ve beklenen.

Şu basit gerçeği, sıkı sıkıya elde ve akılda tutmak gerekir.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin kır ve kent yoksullarının gücü her şeyden önce sayısal çokluklarındandır. Milyonlarla ve on milyonlarla sayılan nüfusun ezici çoğunluğudur onlar. Fakat bu toplumsal güç, hem politik bakımdan kendi çıkarlarının bilinciyle aydınlanmış değildir ve hem de dağınık, parçalanmış ve atomize durumdadır. Bu kaotik duruma müdahalenin muazzam zorlukları inkâr edilemez. Burada politikanın dili bu kaotik, atomize duruma müdahalenin dili olmakla yükümlüdür. Atomize olmaktan, yalnız tek başına ve güçsüz, sermaye egemenliğinin katı ve zalim sistemi karşısında dayanışmadan yoksun ve çaresiz durumdaki işçi, yoksul, emekçi, ezilen kadın ve erkek bireyi, dayanışma ve örgütlenmeyle, birleşik sınıf mücadelesiyle bütünün bilinçli iradeli parçası haline getirerek, güçlendirmenin dili olmalıdır. ESP, hem işçileri ve ezilenleri birleştiren mayayı üreten fermantasyon kabı, hem de bu aydınlatıcı birleştirici iksirden payını alan işçileri, ezilenleri birleştiren araçtır, örgüttür.

Devrimci hareketin kronikleşmiş politik güçsüzlüğünü kamufle eden ve meşrulaştıran “önemli olan nicelik değil niteliktir” formülasyonunda yansıyan zihniyetle hesaplaşmak ve kopuşmak, kitlelere yönelimin güçlenmesi için önemlidir. Nitelik kuşkusuz önemlidir, fakat sosyalizm ve devrimcilik işçi sınıfı ve ezilenler adına hareket eden, ama onları aydınlatıp örgütlemeyen; özneleştiremeyen, iradeleştiremeyen, sermaye egemenliğine ve diktatörlüğe karşı politik iktidar mücadelesinde ordulaştıramayan nitelik, nasıl bir niteliktir!

Evet, nitelik önemlidir, burada bir sorun yok. Fakat “nicelik” niçin önemsiz olsun ki! Niceliğin sınırlılığı, zayıflığı, yetmezliği acaba niteliği boğmaz mı? Politik gücümüzün zayıflığı gerçeğini, ondan korkup görmezden mi geleceğiz? Gizleyecek ve göstermemeye mi çalışacağız? Niceliği önemsiz gören, gösteren yaklaşımlarla, düşünüş ve zihniyetle araya kesin, koyu ve geniş bir çizgi/sınır çekmek, niceliği, niceliğin her zerresini, her atomunu önemseyen, titizlenen duyarlı bir görüş açısını geliştirip yerleştirme çabası, hiç kuşkusuz ESP’nin politika diline de yansıyacaktır. Her işçi, emekçi, ezilen, kadın erkek, genç önemlidir, değerlidir. Sınıf bilinci, sınıf aidiyetiyle yönelmek, ilişkilenmek, sahip çıkmak, dayanışmak, aydınlatmaya çalışmak, kolektif mücadeleye çağırmak gerekir. Politik bakımdan sınıf bilinci aydınlanmakta, birleşme ve mücadele isteği uyanmakta olan her kadın ve erkek işçi, emekçi, yoksul, ezilen değerlidir! Zaten onlar olmaksızın istenen, beklenen ve hedeflenen niteliği yaratmak, elde etmek de olanaklı değildir. Her birinin yanına koşacak, adeta kaostan çekip alacak, emek verecek, enerji ve tutkuyu üretecek, politika ve çalışma tarzının dilini aramak, kurmak vb... ESP’nin politika dilinin gelişim yönüne işaret etmektedir.

Bilindiği gibi, politikada fiili meşru mücadele tarzı, uygulayıcısının öncü güçler olması gerçekliği ile sınırlanmıştır. Politikada fiili meşru mücadele tarzının/dilinin öncü ile kitlelerin politik birliği, işbirliği temelinde kitleselleşme rotasında gelişebileceğini öngörmek zor değildir. Bu bakımdan, siyaset kavramının, siyaseti algılayışın özellikle şu yönde derinleşmesi oldukça anlamlı görünmektedir.

“Siyaset; kitlelerin bulunduğu yerde başlar ve ciddi siyasetin başladığı yer, binlerin değil, milyonların olduğu yerdir.” (Lenin, aktaran E. H. Carr, Tarih Nedir?)

Yüzlerce ve hatta binlerce devrimcinin, kendi başına ele alındığında politik bakımdan küçük ve ihmal edilebilir “bir güç” olduğu düşünülebilir. Bu küçük güç, on binler ve yüz binlerle sayılan kitlelere yönelerek örgütlü hareket ettiğinde ve kitlelerle ilişkilendiğinde, milyonlar ve on milyonları sarsıp uyandıran, aydınlatan, harekete geçiren, örgütleyen, özneleştiren, iradeleştiren güç ve enerjiyi açığa çıkartabilir. Zaten siyasallaşmak da böyle bir şeydir.

Devrimci hareketi çölleştiren apolitizmi aşmak, yalnızca işçi sınıfı ve ezilenleri ilgilendiren her önemli gelişmeye, sorun, durum ve talebe müdahale olarak değil, bununla birlikte aynı zamanda politik kitle ajitasyonu, aydınlatma çalışmasında milyonlara ve on milyonlara gitmeyi, seslenmeyi, politik eylemde binlerle birleşmek, işbirliği ve birlikte mücadeleye atılmak olarak anlaşılmalıdır. Yani siyasallaşmayı, on binler ve yüz binlerle politik eylemde buluşmayı, politik işbirliğini, politik pratiği yönlendiren bir kriter, bir politika ilkesi gibi kavramak ve uygulamak gerekecektir. ESP’li sosyalistler olarak bu bağlamda kitlelere yönelimde nasıl bir değişim başarmamız gerektiğine kafa yormak, düşüncede ve eylemde yanıtlamak durumundayız.

ESP’nin politika dilini düşünürken bir bütün olarak politik etkinliklerde (nerede, ne zaman ve) kime seslenildiği, çağrıların hangi toplumsal kesime, hangi sınıfsal güçlere yöneltildiği bir an bile göz ardı ve ihmal edilemez. Anlaşılabilmek için; hitap ettiğimiz, seslendiğimiz kitleyi, toplumsal gerçekliği, halk gerçekliğini, bilincini, kültürünü, alışkanlıklarını, ulusal, inançsal özelliklerini vs. hesaba katmak, gözetmek ve derinliğine kavramak, devrimci kitle partisinin politika dilini açığa çıkartacak görevler, sorumluluklar arasındadır. On binler ve yüz binler, kitapların, teorik formüllerin, klişelerin dilinden anlamaz. ESP’nin politika dili, yığınları politikaya katan, etkinleştiren bir dil, yani canlı, dinamik, rengârenk, cıvıl cıvıl, gürül gürül akıp giden yaşamın, bilhassa işçilerin ve ezilenlerin yaşamının dili olmalıdır. Bu teoriyi, sosyalist ilkeleri, devrimci programı, işçilerin ve ezilenlerin yaşamının diline çevirmeyi başarmakla, onlar için anlaşılır olmakla mükelleftir ESP’nin politika dili.

ESP’nin dili, kitlelerle bağlanma, kitleleri özneleştirme, iradeleştirme devrimci eyleminden doğacağı içindir ki, “kitlelerle bağ” konusunun doğru anlaşılması oldukça önemlidir.

“Kitlelerle bağ”, kitlelerle dolaysız fiziki temastan önce ve her şeyden önce, kitlelerin talep ve sorunları üzerinde kurulabilir ve kurulmalıdır. Parti örgütünün her kademesinde ve bütün parti sathında inkârcı sömürgeciliğin yürüttüğü kirli savaş gerçekliği ve ezilenler cephesinden yükseltilecek adil, onurlu, demokratik barış talebinden tutalım da, politik özgürlük ve siyasal demokrasiye, işsizlik ve yoksulluktan, kadına yönelik şiddete, demokratik Alevi hareketinin taleplerinden, türbanlı genç kadınların üniversite eğitimi hakkı talebine, emekçi memurların grev ve toplu iş sözleşmesi hakkına vb. kitlelerin sorun ve taleplerini anlama, çözümleme, kapsam, önem ve aciliyetini, sorun ya da taleple nasıl ilişkilenileceği, nasıl bir tavır takınılacağı, nasıl bir hareket tarzı izleneceği vb. bağlamında kitlelerle doğru bağ kurabilmek gerekir. Kuşkusuz kitlelerin kendi talep ve sorunlarıyla, işçilerin ezilenlerin diğer bölüklerinin ve genel talep ve sorunlarıyla nasıl ve hangi düzeyde ilişkilendiklerini anlamak, çözümlemek de oldukça önemlidir. Kitlelerin sözcüsü ve temsilcisi olabilmek, kitlelerle bağ kurmak, sorunlarını doğru çözümlemekten, taleplerini doğru ifade etmek, çıkarlarını açıklık ve kararlılıkla yükseltmekten, savunmaktan ve keza mücadelesini doğru sahiplenmekten başlar.

Eğer kitlelerle bağ konusu öncelikle böyle anlaşılamazsa, siyasal düşünce ve aydınlanma gelişemez. “Kitlelerle bağ” dendiğinde ilk akla gelenin fiziki temas, örgütsel bağ olması, devrimci kadro ve aktivistlerin, işçilerin, ezilenlerin sorun ve taleplerini anlama yönelimini zaafa uğratmakta ve zayıflatmaktadır. Böyle anlaşılırsa içerik ve organik bağ ihmal edilebilir. Devrimcilerin, sosyalistlerin kitlelerle kurdukları bağın değiştirici gücünün zayıflığı buradan da düşünülmelidir.

Kuşkusuz, fiziki-örgütsel bağ da büyük öneme sahiptir, ihmal edilemez. Ancak organik bağ fiziki-örgütsel bağa ön gelmezse, fiziki-örgütsel ilişki içeriksiz kalır kurur.

Açıklanagelenlerden şu sonuç çıkartılabilir: ESP’nin dili, tamı tamına teori ile pratiğin sosyalistler ile kitlelerin buluşmasının, birleşmesinin gerçekleşme güzergâhlarında açığa çıkabilir ve çıkacaktır. Önemli olan bu yolda, tam bir tutkuyla beyin ve yürek gücünü, sezgi, bilgi, akıl ve duygu gücünü harekete geçirebilmektir.

ESP’nin dili, devrimin, devrimciliğin, sosyalizmin, sosyalistliğin açık politik mücadelede meşruiyetinden güç almalı ve bizzat bu meşruiyet tarafından şekillendirilmelidir. Tarihin bu anında, devrimciliğin, sosyalistliğin meşruiyetinde düşünsel ve keza, zihniyet ve duygu olarak muazzam derinleşmek, pürüzsüz bir berraklık elde etmek esastır. İşçi sınıfı ve ezilenleri özneleştirip, iradeleştirerek, siyasi bir ordu olarak geliştirecek devrimci çalışma için, güç ve enerji, inanç ve tutku, parti çalışmasında adanmışlık ancak böyle bir pürüzsüz meşruiyet zihniyetinden sökün edebilir.

Devrimciliğin, yani emperyalizmi ve kapitalist sömürü düzenini mezara göndermek, faşist diktatörlüğü ve burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkmak, inkârcı sömürgeciliğe son vermek için mücadelenin meşruiyetiyle bilenmiş devrimciler, tarihin önlerine koyduğu görkemli ve muazzam büyüklükte görevlerin üstesinden gelebilirler.

“Devrimi, bütün yüreklerin dönüşmesi ve özgür insan onuru adına bütün ellerin havaya kalkması olarak anlıyorum” diyordu, Marks.

Çok duygusal, çok insancıl ve çok romantik bir tanım. Bu mükemmel tanımda teori; teori ile yaşamın, teori ile insanın birleştiği yerde duruyor.

Marks ve Engels, birçok kez, işçiler ve ezilenlerin devrim yaparak kendilerini, kendi bilinç ve alışkanlıklarını, kendi zihniyetlerini değiştirdiklerini/değiştireceklerini vurgularlar.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin, milyonlarca ve on milyonlarca kadın ve erkek emekçinin akılları ve yürekleri, düşünceleri ve duyguları, “özgür insan onuru adına dönüşmezse” ve keza onların elleri birlikte “havaya kalkmazsa” asla ve asla gerçek bir halk devriminden söz edilemez.

Devrimci bir partinin işi, rolü/misyonu tam da burada düğümlenmektedir. Bu, işçilerin, ezilenlerin verili bilincinin (kuşkusuz sınıf bilincinin) geri düzeyinin, duygu ve alışkanlıklarının değişimi, devrimci dönüşümü için çalışmaktır. Onları dağınık, örgütsüz, kaos içerisinde atomize olmuş, kendini, kendi çıkarlarını ifade edemeyen, savunamayan bir kalabalık olmaktan çıkartarak, aydınlanan, birleşen, örgütlenen, kendi çıkarlarını ifade edip, savunabilen, “kendisi için sınıf” düzeyine sıçratan, özneleşmelerine, iradeleşmelerine, sermaye egemenliği düzenine karşı politik iktidar mücadelesi yürüten bir politik ordu olarak geliştirilmelerine çalışmak, hizmet etmek! Hem de işçi sınıfı ve ezilenlerin politik eğitiminin, daima pratiğin, politik eylemin içinde geliştiğini ve gelişebileceğini unutmadan.

“Politik devrim”, kuşkusuz faşist diktatörlüğün veya aynı zamanda işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğinin yıkılması demektir. Bu toprakların devrimcileri, diktatörlüğe karşı yiğitçe; özverili, can bedeli mücadeleler yürüttüler, tüm mücadele biçimleri kullanıldı, denendi.

Ancak özellikle de son çeyrek yüzyıllık dönemde kitleleri anlamada, kitlelere gitmede, kitlelerle buluşma ve “birleşmede”, işçileri ve emekçileri, ezilenleri dönüştürmede, aydınlatma ve inandırmada, birleştirme ve mücadeleye seferber etmede çok da kayda değer başarılar kazanamadılar. Hatta kendilerine döndüler, kitlelere yabancılaşmanın girdabına yuvarlandılar. Keza halen feci biçimde apolitizmden mustaripler.

Kuşkusuz devrimcilik, daima mücadelenin yıkacağı hedefleri göstermeyi gerektirir. Ancak çeyrek yüz yıldır, bu devrimci görevi doğrultusunda kitleleri aydınlatma, birleştirme ve seferber etme söz konusu olduğunda maalesef devrimciliğimiz sınıfta kalmıştır. Her şeyden önce bu nedenle önderleşilemiyor.

Doğru sınıfsal ve siyasal hedefleri belirlemekten ve onlara yönelmekten vazgeçmeksizin, şimdi devrimci siyaset çubuğunu kitlelerin dönüştürülmesi yönünde bükmek gerekiyor. Devrimcilik, işçi sınıfı ve ezilenleri, halklarımızı aydınlatma ve birleştirme, özneleştirme, iradeleştirme ve politik iktidar mücadelesine yöneltme, seferber etme güç ve yeteneğiyle ölçülmelidir. Kuşkusuz bu, kitlelere güvende, onları anlama çabasında derinleşmeyi ve keza onları küçümseyen, önemsemeyen, tepeden bakan, güvenmeyen, anlamayan, anlama çabasına bile girmeyen tavır, düşünce ve yaklaşımlarla mücadeleyi gerektirir.

Halklarımızın saflarında mayalanmakta olan yüzleşme, hesaplaşma ve değişim isteğinin devrime yöneltilebilmesi, üst üste yığılmış bütün temel sorunların ve çözümsüzlüklerin sorumlusu burjuva kurum ve kesimleri hedef haline getirmeyi, onlara karşı, devrimci mücadelenin meşruiyetiyle işçi sınıfı ve ezilenleri aydınlatılabil- meyi gerektirir.

Eğer emperyalist sömürü ve tahakküm dünyamız için bir gerçekse, o halde insanlığı bu beladan kurtarmak için mücadele de meşrudur.

Eğer ulusal baskı bir gerçekse, eğer Türk burjuva devleti, Kürt ulusunu ve ulusal toplulukları boyunduruk altında tutuyorsa, bu boyunduruğu kırmak için mücadele de meşrudur.

Eğer sermaye egemenliği ile birleşmiş erkek egemenliği bir gerçekse, erkek egemenliğine son vermek ve toplumsal cinsiyet bölünmesini ortadan kaldırmak için mücadele de meşrudur.

Bu yaklaşım içinde devrimci meşruiyetin dili zenginleştirilebilir.

“Kitleler adına devrimciliği” aşmak, “kitlelerle birlikte devrimcilik”, “kitlelerin devrimciliği” biçiminde gelişebilmelidir. ESP’nin politik varoluşunun, politika tarzının ve dilinin temel bir karakteristiği olabilmelidir bu.

ESP’nin dili, her şeyden önce faşist 12 Eylül zulmüyle, darbenin kurumlaştırdığı diktatörlükle, onun kurumları ve yapılarıyla, faşist anayasadan, YÖK’e, asker-sivil bürokrasinin dokunulmazlığı ile toplumu yüzleştirme ve hesaplaşmanın dilidir.

Kitlelere tepeden bakan, küçümseyen tarzın iz ve etkilerinin parti saflarına yansımasına, bulaşmasına izin verilmemelidir.

Keza Cumhuriyet tarihi boyunca işçilerin ve ezilenlerin politik özgürlük ve siyasal demokrasiden yoksunluğunun, burjuvazinin ve asker-sivil bürokrasisinin boyunduruğu altında tutulmasıyla yüzleşmenin hesaplaşmanın dilidir. İşçiler ve ezilenlerin politik özgürlüğü ve siyasal demokrasiyi fiilen gerçekleştirmesinin dilidir.

Türk halkını, halklarımızı Kürt ulusunun varlığıyla, gerçekliğiyle, yaşadığı, had safhaya varmış baskıyla ve boyunduruk altında tutulmasıyla, asimilasyon, inkâr ve katliamlarla yüzleştirme, bütün bunların sorumlusu burjuva cumhuriyet, ırkçı, militarist terörist iktidarlarla yüzleştirmenin hesaplaşmanın dilidir.

Alevi kültür ve inancından halkın varlığını yok sayan, baskı ve katliamlara uğratan, zorla asimile ederek sinikleştirme politikalarıyla toplumu yüzleştirme, yalanlarla, katliamlarla yüzleştirme, hesap sormanın dilidir.

Müslüman-Sünni inancından halka zorla dayatılan devlet dini gerçeği ile yüzleşmenin, buna son vermenin dilidir.

Cumhuriyetin sahiplendiği Ermeni tehciri, soykırımı ya da “büyük felaket”i ile toplumumuzu yüzleştirme, acıları paylaşma ve hesap sormanın dilidir.

Keza Rum ve Yahudi halkının, Süryanilerin yaşadıkları baskı ve zulümle, katliamlarla/linçlerle, göçertmelerle, ayrımcılık ve aşağılamalarla toplumu yüzleştirme ve hesaplaştırmanın dilidir.

Bütün bunlar, birleşik demokratik devrimin, özgün, yakıcı güncel görevleridir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin, halklarımızın demokratik bilincinin atılım yapacağı, şovenizm, ırkçılık ve militarizmle, özgürlük ve demokrasi düşmanı terörist diktatörlükle yüzleşme ve hesaplaşmanın dilidir. Devrimci parti, toplumun değişim isteğini kendi etrafında, kendi potasında birleştirip, diktatörlüğü yıkma hedefine yöneltebilmek için, özgürleştirici, siyasal demokrasiyi kazanıcı yüzleşme ve hesaplaşma bayrağını eline almalı, politik özgürlük ve siyasi demokrasi mücadelesinin öncüsü ve önderi olmayı başarabilmelidir. Bu onun politika dili olarak gelişmelidir.

ESP’nin dili, devrimci hareketin politik zaaflarının, yetmezliklerinin sınırlıklarının aşılması çizgisinde gelişebilir. Yeri geldikçe bu bakımdan birçok gerçekliğe değinilmiştir. Devrimci hareketin cumhuriyetin siyasi kültüründen etkilenmiş olduğu durumlar vardır. Özellikle cumhuriyetin Sünni inancından halkımızı gerici kabul eden, varsayan laiklik anlayışı, politik duruş ve zihniyeti, devrimci harekete de güçlü bir biçimde sirayet etmiştir. Bu, devrimciler, sosyalistler ile Sünni inancından işçiler, emekçiler, ezilenler arasında katı ideolojik psikolojik bir duvarın oluşmasını getirmiştir.

‘60’lı ve ‘70’li yıllar boyunca ABD ve NATO’nun geliştirdiği SSCB’ye karşı yeşil kuşak stratejisinin bir ifadesi olarak, komünizmle mücadele derneklerinde Müslüman gençler örgütlenerek devrimcilerin üzerine salındılar. Ellerinde devrimcilerin kanı vardır. Keza Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta Sünni halkın inançları, gerici iç savaş için kullanılmış, bütün bu gelişmeler, ilerici güçlerle Müslüman Sünni inancından halkımız arasında muazzam bir ideoloji-psikolojik ve politik duvar örmüştür. 12 Eylül Cuntası da halkın dinsel duygu ve inançlarını kullanarak bu duvarı güçlendirmiştir.

Diğer yandan devrimci, ilerici güçlerin dine ve inanan kitlelere yaklaşımı da devrimci eleştirinin konusu olabilmelidir. Bu bakımdan Marks’ın “din halkın afyonudur” sözü de doğru algılanamamış, kendi bağlamından kopuk yanlış bir yorum egemen olmuştur. Ayrıca devrimciler, sosyalistler dine ve İslam’a oldukça yüzeysel ve üstünkörü yaklaşmışlardır. Müslümanlığın kurulduğu, geliştiği koşulların “dünyasını”, Arap yarımadasının toplumsal gerçekliğini, o tarihi koşullarda, İslam peygamberi Muhammed ve İslam’ın rolünü anlamaya ve çözümlemeye yönelmemişlerdir. Bu bakımdan devrimci hareketimizin cehalet içerisinde olduğunu dürüst ve açık yüreklilikle kabul etmek, ivedilikle gidermeye yönelmek gerekir. Ayrıca Cumhuriyetin en sağlam ve bağlı dayanakları olan asker sivil bürokrasi ve burjuva aydın tabakanın dine/İslam’a karşı mücadele tarzının da ilerici hareket üzerinde etkileri olmuştur.

Kuşkusuz bunlar sorunun yeterli bir konuluşu olamaz. Ancak yeni bir başlangıç gerçekleştirilmekte olunduğuna göre, bu sorunu ertelemenin, ötelemenin kabul edilebilir yanı da olamaz. Bir yerden başlanmalıdır.

‘90’lı yıllarda türbanlı genç kadınların üniversite eğitimi hakkı için yürüttüğü mücadele karşısında kimi yapıların istisna oluşturan destek tavrını saymazsak ve keza TKP’nin direnişçi kadınlara karşı generallerle lanetli işbirliğini dışta tutarsak, ilerici/devrimci hareketin seyirciliği olumsuz bir sicil kaydıdır. Diktatörlüğe karşı, mazlumun, ezilenin yanında saf tutmamak, türbanlı genç kadınların üniversite eğitimi hakkını, inanç ve vicdan özgürlüğünü, yani devrimcilerin demokratik programlarının gereğini tarihsel yargılar ve gericiliği güçlendirebilir kaygısıyla yapamamaları, devrimci ilerici hareketin Müslüman halk nezdindeki inandırıcılığını, saygınlığını zedeleyici olmuştur.

ESP’nin dili ve tarzı, devrimciliğin Müslüman halka yönelimini ilkesel ve pratik bakımdan daha baştan itibaren düzeltmelidir.

Tutarlı demokratik tavır, din ile devlet işlerinin ayrılığını kapsar. Devlet, dini bireysel bir sorun olarak görür. Hiçbir inanç grubuna, ya da dinsel inanç taşımayan topluluğa ayrıcalıklı davranamaz. Devletin dini yoktur, inancı yoktur. Bireylerin dini, inancı, inançsızlığı söz konusu olabilir. Bu bakımdan, Diyanet İşleri Başkanlığı, burjuva devletini dini kendi çıkarlarına uyarlamasının, kontrol ve finanse etmesinin temel aracıdır, lağvedilmelidir.

Diyanet işleri başkanlığının lağvedilmesi talebi demokrasinin, laikliğin gereğidir, asla Müslümanlığa karşı, Müslüman/Sünni halka karşı mücadele olarak anlaşılamaz, sunulamaz. ESP, türbanlı genç kadınların üniversite eğitimi hakkını kararlılıkla savunabilmeli, keza demokratik alevi hareketini tutarlılıkla destekleme, Hıristiyan inanç toplulukları ve keza Musevi inancından halkın yaşadığı ayrımcılığa ve antisemitizme karşı mücadelenin dilini geliştirmelidir.

Türk burjuvazisi ve egemen sınıfları; “Alevi ya da Sünni halkın inançlarını” onları yedeklemenin, rakiplerine üstünlük sağlamanın bir aracı olarak kullanmakta ustalaştığı gibi, aynı zamanda büyük kitleleri kontrol etmenin ve yönetmenin aracı olarak da kullanıyor. Sömürücü sınıfların ve devletin halkın dini duygularını ve inançlarını istismar etmesine karşı mücadele sınıf mücadelesinin bir biçimidir. İşçi sınıfı ve ezilenleri burjuvazi ve sömürücü sınıflardan, burjuva devletten koparmak, bağımsızlaştırmak için duyarlılıkla yürütülmesi, yeni politikanın şaşmaz bir gereğidir.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci kitle partisi olarak ESP, Sünni inancına mensup halka, işçilere ve ezilenlere yönelimin önündeki ideolojik/psikolojik engelleri kaldırabilmeli, onları anlama, onlar tarafından anlaşılma sorununu çözme iddia ve yönelimini açığa çıkartabilmelidir. Müslüman-Sünni Türk işçilere ve ezilenlere gitmeyi, ulaşmayı, onları sarsıp uyandırmayı, bütün farklı inançlardan işçileri ve ezilenleri siyasal bir sınıf ordusu olarak birleştirmeyi kendine sorun etmeyen devrimcilik iddiasının başarı şansı olabilir mi?

ESP’nin politika tarzı ve dili, seslendiği, toplumsal sınıflar ve onların varlık alanları bakımından ele alınabilir, düşünülebilir.

Devrimci kitle partisinin dili, toplumsal sorunlar ve çelişkilerin katmanlar halinde üst üste yığıldığı, yıkıcı güçlerin biriktiği varoşların anlayacağı dil ve hatta “varoşların dili” olmalıdır. Yani özgürleşen ev emekçisi kadının, çaresizliğini, birleşme, mücadeleye atılma ve dayanışmayla yenmekte olan işsizin, yoksulun özlemlerinin, insanca bir yaşam, özgür bir gelecek arayışının dili olabilmelidir.

Şiddete, tacize direnen, ev hapsinden kurtulmakta olan ev emekçisi kadınların, işçi, emekçi genç kadınların sermaye egemenliği ve erkek egemenliğine karşı mücadelesinin, kendi kurtuluşunun patikasına tırmanmaya yönelmiş özgürleşmekte olan kadınların, kadın devrimi mücadelesinin dili olabilmelidir.

İş ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, ücret artışı, güvencesiz sigortasız çalışmaya, esnek üretime, sendikalaşmak için ya da sendikasızlaştırma terörüne karşı vb. grevlerle, işgallerle, havza direnişleriyle, grevleriyle, Ankara yürüyüşleriyle, toplantı, gösteri ve yürüyüşlerle direnen işçilerin dili olmalıdır.

Hükümetin harç zamlarını geri püskürten üniversite gençliğinin dili olmalıdır.

Ya da konut hakkı için yıkımlara direnen gecekondu emekçilerinin dili olabilmelidir.

Ve tabi “serhıldanların” dili olabilmelidir.

ESP’nin dili, işçilerin ezilenlerin kaderlerini ellerine almalarının, kendi geleceklerini belirlemelerinin, politik özgürlük ve siyasal demokrasiyi fiilen elde etmenin, kullanmanın ve kurmanın dilidir.

Kuşkusuz burjuva parlamento da önemli bir sınıf mücadelesi alanıdır.

İşçi sınıfı ve ezilenler oraya temsilcilerini göndererek, orada da sınıf mücadelesi, politik özgürlük ve siyasal demokrasi mücadelesi yürütmelidir. Ama bir sorunun çözümünü burjuva meclise havale edip, ellerini kollarını bağlayıp bekleme tarzıyla değil. Politik özgürlük ve siyasal demokrasiyi kendi güçlerine dayanarak fiilen elde etme yolundan, fiili meşru mücadele yolundan ilerleyerek.

ESP’nin politika tarzı ve dili, işçi sınıfı ve ezilenleri özneleştirmek, iradeleştirmek iddiasında başarılı olabilmek için, devrimci hareketin bürokratik, buyurgan, uzaktan, dışından, üst perdeden direktifler yağdıran, kitle bilinci ve iradesini-öznelliği bu düzeyini önemsemeyen, dikkate almayan ve hatta hiçe sayan, herşeyin en iyisini, en doğrusunu devrimcilerin bildiğini, devrimcilerin hakikat mührünü elinde tuttuğunu zanneden, kitlelere tepeden bakan, küçümseyen tarzın iz ve etkilerinin parti saflarına yansımasına, bulaşmasına izin verilmemelidir. Kavgası verilen politika, önderlik anlayış ve tarzı tam olarak, sosyalistler ile kitlelerin buluşmasından, etkileşmesinden açığa çıkabilir. Öznelliğin, kitle bilinci, istek ve iradesi düzeyine daima, ama özellikle de politik eylemin pratik biçimleri söz konusu olduğunda dikkate almak zorundadır. Kitleler ancak harekete geçirilerek dönüştürülebilir. O halde kitlelerin nabzı, ESP örgütlerinde atıyorsa, ancak o zaman gerçek bir önderleşme dili gelişebilir.

Politikanın başlıca merkezlerde üretildiği, bütün hareketin o merkezi veya merkezleri beklediği politika üretim tarzının, ESP’nin politika tarzıyla da diliyle de bağdaşmayacağı iyi kavranmalıdır. Sosyalistler ile kitleleri birleştiren bir devrimci partide, politika üretiminin bütün örgüt sathına yayılması, bütün örgütlerin kendi konumlarından bir politik inisiyatif odağı, bir politika üretim merkezi olarak gelişebilmesi temel önemdedir. ESP’nin politika dili, politik yapılanış, işleyiş ve politikanın üretilme süreçlerinin işleyişinden ayrı, bağımsız düşünülemez.

Sosyalistlerle kitleleri bir araya getiren parti, ancak yapılanışı ve işleyişi her iki elemanın etkin tarzda ilişkileniş ve etkileşimini sağlayabilecek özellikte ise, bir fermantasyon potası işlevi taşır. Bu bakımdan, diyaloğa, görüş alışverişine, dinlemeye, anlatmaya, eleştiri ve tartışma özgürlüğüne dayanan, örgütlenmenin bütün basamak düzeylerinde yürüyen, kararları oluşturan, kolektivizmi içeren bir demokrasi olmaksızın önderleşmeyi mayalayıp var edecek fermantasyon gelişemez, gerçekleşemez.

Bütün teşkilatlanma sathında politik inisiyatif ve politika üretim enerji ve yeteneğini geliştirmek, yeni politikanın oluşturucu unsurlarından birisidir. Merkezden politik yönlendirmeye alışmış, inisiyatif göstermeyen, politik sorumluluk üstlenmeyen devrimci tipi, değişmek, dönüşmek, hatta yeniden yapılanmak zorundadır. Tipik devrimci; diyalogdan, kolektivizm ve demokrasiden daha çok yönlendirmeye, açık ve kesin direktiflere gereksinim duyar. Oysa ESP’nin politika dili ve tarzı, parti örgütlenmesinin bütün sathında politik inisiyatif gösterilmesini, politik sorumluluk üstlenilmesini gerektirdiği için örgütlerin dakik işleyişi, sorunların, gelişmelerin görüşülüp tartışılması, politik kararların, planların vb. oluşturulması diyalog, kolektivizm ve demokrasi, ilk adımlardan itibaren kurulmak zorundadır. Diyalog; demokrasi ve kolektivizm, işçileri ve ezilenleri özneleştirme iradeleştirme misyonuyla yüklü ESP’nin politika üretim tarzının dayanacağı temeldir.

Diyalog, demokrasi ve kolektivizm fiili meşru mücadele tarzının kitleselleşmesinin de itici gücü olacaktır. Fiili meşru mücadele tarzı, özsel olarak kendi gücüne dayanma, güvenme temelinde gelişmiştir. “Kendi gücüne-hazır güçlerine” ve keza “kitlelerin gücüne-potansiyel güçlerine” güvenme ve dayanma, ESP’nin politika tarzı ve dilinin ilerleme güzergâhını göstermektedir. İşçi sınıfı ve ezilenleri özneleştirmek, iradeleştirmek isteyen ESP, onların gücünü açığa çıkarmayı, kendilerine, öz güçlerine güveni geliştirmeyi özel bir sorun kabul etmelidir.

ESP’nin politika dili, politika üretiminden örgütlenmeye, hareketin tüm sorunlarının çözümünde kendi gücüne, işçilerin ve ezilenlerin gücüne güvenme ve dayanma, gerçekliğinin rengini yansıtabilmelidir. Aydınlatıldığında, birleştirilip örgütlendiğinde, özneleştirilip iradeleştirildiğinde kitlelerin gücünün çözemeyeceği üstesinden gelemeyeceği bir sorun yoktur. ESP’nin politika dili, kitlelere güvenin, kendine güvenin dili olabilmelidir.

Kuşkusuz işçi sınıfı ve ezilenlerin özneleştirilmeleri, iradeleştirilmeleri konusu ve sorunu, yalnızca onların politik bilinci aydınlanan, birleşme ve mücadele etme isteği uyanan kesimlerinin devrimci politik siyasal ordu disiplini içerisinde, devrimci demokratik iktidar mücadelesine seferber edilmelerinden ibaret değildir. Aynı zamanda devrimci partinin, işçi sınıfı ve ezilenlerin daha geniş ve daha büyük güçlerini politik iktidar mücadelesinde birleştirecek, cepheleştirecek politikaları geliştirebilmesi gerekir.

Tam da burada emekçi sol kavramı içerisinde değerlendirilebilecek ilerici, antifaşist, devrimci, sosyalist güçlerin cepheleşme yeteneğinin adeta dumura uğramış olması gerçekliği, birleşik antifaşist, antişovenist, antiemperyalist bir merkez yaratmanın önündeki temel zaaftır. Elbette ki, son yıllarda bu alanda yaşanan olumlu gelişmeler yabana atılmamalıdır. ESP’nin dili, cepheleştirme yeteneğiyle yüklü alternatif politika tarzını geliştirmenin dili olmalıdır. Fabrika ve işletmelerden varoşlara- semtlere, ilçeler ve iller düzeyinden tüm coğrafya düzeyine, derneklerden, meslek kuruluşlarından, işçi ve emekçi memur sendikalarına, envai çeşit platformdan siyasal örgüt ve partilere, her alan ve her düzeyde işçi sınıfı ve ezilenlerin, halklarımızın güçlerini cepheleştirmenin politik dili olabildiğince geliştirilmelidir. O halde ESP’nin politika dilinde, her alanda, her düzeyde cepheleştirme çabasının gerektirdiği politik inisiyatif, yaratıcılık ve sorumluluk kendini ortaya koyabilmelidir. Bu bakımdan işçilerin ve ezilenlerin üretim ve yerleşim alanlarında, kitleler içinde yürütülecek cepheleştirme çalışmasının hiçbir durumda ihmal edilmemesi, aksatılmaması özellikle vurgulanmalıdır.

Özetle ESP’nin politika dili, işçileri ve ezilenleri, onların sendikal, mesleki, siyasal bütün örgütlenmelerinin ve güçlerinin diktatörlüğe karşı birleştirilmesinin, cepheleştirilmesinin pratiği olmalı, devrimci parti teşkilatlanmasının geliştiği her yerde güçlü biçimde filiz verebilmelidir.

Devrimi başaracak güç on milyonlarla sayılan işçiler ve ezilenlerdir. Kuşkusuz bu potansiyel bir güçtür. Harekete geçirilmesi, realize edilmesi gerekir. Bir devrimci kitle partisi olarak ESP’nin politik dili, bu muazzam potansiyel gücü açığa çıkartacak, aktivize edecek, dönüştürecek mayalanmanın dilidir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi