Petras'ın 20. Yüzyıl Sosyalizminden Çıkarttığı Dersler Üzerine: Memleket Dayanışması Mı? Proleter Dünya Devrimi Mi?

ABD’li sosyalist aydın James Petras’ın “21. Yüzyıl Sosyalizmi üzerine düşünceler” başlıklı makalesi, sendika.org sitesince çevrilerek yayımlandı. (Yazıyı EK’te yayımlıyoruz.) Bu kısa makalede Petras, yayıncılarının ifadesiyle “Bir taraftan 20. yy. deneyimleri üzerinden 21. yy. sosyalizmine ilişkin kimi dersler çıkarırken, bir taraftan da isim vermeden Küba ve Venezüella devrimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor”.(1) Tartışmanın arka planını oluşturan, Petras ile Castro arasındaki polemik, “Küba’yı Savunmak” başlığı altında kitaplaştmlmıştı.(2)

Gerçekten de makale, Petras’ın sosyalizme yaklaşımlarını genelde Küba örneği üzerinden ortaya koyuyor. Bu bakımdan dar deneyci bir yazı olduğu söylenebilir. Küba’da sosyalist bir ekonominin ne denli var olduğu ayrı bir tartışma olmakla birlikte, bu küçük adanın pratiğinden hiçbir koşulda, sosyalizm adına genel evrensel sonuçlar çıkarılamayacağı aşikâr bir durumdur.

Ancak nihayetinde yazı “20. yy. sosyalizmi” ile ilgilidir ve fikirler bu deneyimlerin genel eleştirisi adına öne sürülüyor! Dolayısıyla burada daha genel olarak, Petras’ın “21. yy. sosyalistlerine önerileri” ile ilgiliyiz.

Yazıda 20. yüzyılda sosyalist hükümetlerin eşitliği sağlayamadığı, bunu “onur ve haysiyet” üzerine boş sözlerle ikame etmeye çalıştığı belirtiliyor. Petras, sosyalizmin öncelikle iyi yaşam standartları sunması gerektiğini düşünüyor. Sosyalist topluma özgü ahlakın, adanmışlığın, toplum için çalışmanın, kısacası sosyalizmin yeni insanını inşa edecek ideolojik parametrelerin değil, halkın tüketim arzu ve taleplerinin esas alınmasını öneriyor.

“En temel anlamda ‘sosyalizm’in, kapitalizm altında olduğundan daha iyi bir maddi hayata dönük bir araç olduğunu hatırlamak önemlidir: Daha yüksek yaşam standartları, daha geniş siyasi özgürlük, koşullarda toplumsal eşitlik ve iç ve dış güvenlik. ‘Saygı’, ‘haysiyet’ ve ‘dayanışma’, sadece bu temel maddi hedeflere eşlik eden şeyler olarak anlaşılmalıdır, ikameler olarak değil. ... Adalelin soyut ilkeleri adına maddi yaşam standartlarından 'fedakârlığı’ idealleştirerek ‘sosyalist’ olduklarını iddia eden hükümetler, modem dinamik bir sosyalist hükümetten çok, dini düzenin ‘ruhani sosyalizmi’ne yakındırlar.”

Yazının temel vurgusu bu, bir “tüketici sosyalizmi” eğilimi ortaya koyuyor.

Ancak bu geniş kaynaklarının nasıl yaratılacağı yazı boyunca bir muamma olarak kalıyor.

Diğer taraftan Petras, örneğin sosyalist hükümetlerin dünya devrimine ve enternasyonal dayanışmaya yönelik politikalarını, bunlara ayrılan kaynaklan da eleştiriyor:

“Denizaşırı dayanışma ve misyonlar, sosyalist rejimin başlıca dahili sınıf tabanı için maddi yatırımları arttırmak ve derinleştirmenin yerine önceliğe alınmamalıdır. Dayanışma memlekette başlar. ... 20. yüzyıl sosyalist hükümetleri, büyük miktarlarda yardımı (çoğu ilerici bile olmayan!) denizaşırı rejimlere yönlendirerek, çoğunlukla kendi işçilerine yabancılaştılar. Sonuç olarak, ‘uluslararası dayanışma’ adına yerel ihtiyaçlar ihmal edildi. 21. yüzyıl sosyalizminin ilk önceliği, memlekette dayanışmadır.”

Bu iki anlayış arasındaki göz çıkaran çelişki, Petras’ın sosyalizmi “ulusal” ölçekler içinde düşündüğünü ve ele aldığını gösteriyor. Anlaşılan Petras, 20. yüzyılın tek ülkede sosyalizm pratiğini idealleştirerek teori katma yükseltmeye yönelmiş. Yeni bir tek ülkede sosyalizm modeli kurmaya girişmiş. Yani Petras’ın istediği öyle bir “sosyalizm” ki; hem halka büyük maddi olanaklar ve ileri bir yaşam standardı sunacak (ki bu, üretici güçlerin çok geniş bir ölçek üzerinde ve ileri düzeyde örgütlenmesi demektir), hem de bunu tek bir ülkenin maddi kaynaklarına dayanarak yapacak! Dayanışma memlekette başlayacak; sosyalizm o tek ülkenin sınırları içinde mükemmelleşerek her türlü tüketim olanağım sunacak.

Buraya kadar gelen fikre şu soruyu sormamız şarttır: Bölüşüm (ve tüketim) ilişkileri, üretim ilişkilerinin bir uzantısı ve sonucu değil mi? Sosyalist bir ülkede üretici güçlerin gelişim düzeyi, üretim ilişkilerinin niteliği, dünya devriminden ve dünyada sosyalizmin gelişiminden (bir zerre dahi olsa) koparılabilir mi? Tek tek sosyalist ülkelerde ekonominin (dolayısıyla halkın yaşam tarzının) gelişimi, dünya devriminin gelişiminin doğrudan sonucu değil midir? Emperyalist zincirden koparak sosyalist devrimi gerçekleştiren her bir ülke, sosyalist ekonomilerin tümünün gelişimi bakımından bir ileri hamle anlamına gelmez mi?

Öyleyse; Petras, hem halka büyük tüketim olanakları sunacak gelişkin üretici güçler istiyor, hem de bunun temellerinden birini oluşturan dünya devrimi perspektifine, enternasyonalist politikaya muhalefet ediyor.

Bu konuda Petras’ın tam tersini düşünüyoruz. Gelişkin bir sosyalist ekonomi ancak giderek genişleyen bir devrimler zinciri temelinde kurgulanabilir, kurgulanmalıdır.

Denklemi şöyle kuralım: Tek bir ülkede zafere ulaşan sosyalist devrim, eğer emperyalist dünya ekonomisinden kopuşmak, kapitalist üretim ilişkilerini hızla dönüştürmek ve yeni bir emek üretkenliği düzeyi temelinde gelişkin bir sosyalist ekonomi inşa etmek istiyorsa, devrim ateşini bölgesine ve tüm dünyaya yaymayı temel bir yönelim olarak gerçekleştirmelidir. Eğer tersi geçerli olursa, devrim tek ülkede tecrit kaldığı oranda kapitalizmden kopuşma düzeyi o oranda geri kalacaktır. (Tabii ki bu “tek” ülkenin hangi ülke olduğu, büyüklüğü ve sahip olduğu olanaklar önemsiz değildir!)

Bu bakımdan sosyalist bir ülkenin dünya devrimini desteklemek üzere kaynak ve imkân ayırması yanlış değil, tersine temel bir öncelik olmalıdır. Hele de ekonomilerin iç içe geçmişliğinin en ileri düzeye vardığı emperyalist küreselleşme koşullarında.

Sosyalist bir ülke, dünya işçi sınıfının vatanı ve mevzisidir. Onun dünya proleter devriminin gelişimini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için ayırdığı kaynakların “başka ülkelere aktarılan kaynaklar” olarak görülmesi, kategorize edilmesi, enternasyonalist olmayan, ulusalcı bir yaklaşım olacaktır. Sosyalist ülke, dünya devriminin, dünya işçi sınıfının bir uzvu, mevzisi, organıdır.

Tek ülkede sosyalizmin inşası, dünya devriminin önünün kesildiği, devrimin yalnızlığa mahkûm edildiği koşullarda, (1920’lerde Rusya’da yaşandığı gibi) dünya proletaryasının mevzisini savunmak ve tahkim etmek amacıyla yine rol oynayabilecektir. Muhtemelen de dünya devriminin gelişim dalgalan içinde böylesi savunma dönemleri olacaktır. Ancak sosyalizm bölgesel ve dünyasal ölçeklerde ele alınmalı, öyle tasarlanmalıdır.

20. yüzyıldaki sosyalizm deneyimleri, “çok fazla” enternasyonalist oldukları için eleştirilebilir mi? Hayır, tam tersine. Yüzyıla muazzam bir enternasyonalizm pratiğiyle giren uluslararası komünist hareket ve SSCB’de zafere ulaşan sosyalizm, yüzyılın ortalarından itibaren dünya devrimi perspektifinden koptuğu, hatta giderek “kapitalizmle barış içinde bir arada yaşama/yarışma” utancına battığı için eleştirilmelidir. Petras’ın tezine dayanak yaptığı “çoğu ilerici bile olmayan” ülkelere yapılan yardımlar tam da bu son dönemlerin politikasıdır, “dünya dengesini” koruma, çeşitli bölgelerde nüfuz oluşturma adına kimi gerici hükümetler, hatta askeri cuntalar dahi bu dönemde SSCB tarafından desteklenmiştir!

Peki, Petras’ın eleştirisinden 21. yüzyılın müstakbel sosyalist deneyimleri için çıkacak sonuç ne olacaktır? Daha az enternasyonal dayanışma, sosyalist ülkenin dikkat merkezine kendisini koyması... Böyle bir anlayıştan çıkacak şey, emperyalist dünya ekonomisinden kopuşamayan, dünya sosyalizmine doğru ilerleyemeyen, kendi “ulusal” sınırlarını aşamayan bir sosyalizm anlayışı ve pratiği olabilir ancak!

Ulusal Bencillik Değil, Proleter Enternasyonalizmi

Petras’ın “Dayanışma memlekette başlar” sloganı sosyalist bir ülkede atıldığı oranda düpedüz ulusal bencilliği yayan bir slogan olur. Dünya proletaryasının, dünya devriminin çıkarlarının yerine o ülkenin proletaryasının, emekçilerinin ulusal/kesimsel çıkarlarının öne çıkarılması, esas alınması anlamına gelir. Sosyalist bir hükümet, tam tersine halkını dünyanın diğer halkları için fedakârlığa, mücadeleye, gönüllü çalışmaya çağırmalıdır. Ulusal bencilliği örgütlemek bir yana, tam tersine, bu tür eğilimlerle ortaya çıktığı her yerde çetin bir mücadele yürütmelidir. Yığınların enternasyonalist eğitimi ancak bu yoldan başarılabilir.

Diğer yandan Petras’ın ortaya attığı “memleket dayanışması” sloganının, proletarya ile küçük burjuvazi arasında dayanışma, bağlaşma, sınıf işbirliği anlamına geldiği de vurgulanmalıdır. Yani dünya proletaryasıyla çözülen bağların yerine “memleket” küçük burjuvazisiyle güçlendirilecek bağlar alacaktır. Petras’ın üretim ilişkilerim ele alışı da bu yöne işaret ediyor.

Üretim İlişkilerinin Devrimci Dönüşümü

Petras, sosyalist bir ekonomide üretici güçlerin gelişmesinin bir diğer temel kanalı olan üretim ilişkilerindeki devrimci dönüşümler konusunda da yanlış bir yönü eleştiriyor:

“Toplumsal dönüşümler ve kapitalist mülk sahiplerinin sosyalist devlet tarafından tasfiye edilmesi, sadece, yeni düzenin verimliliği, çalışma koşullarını ve sosyalist kurumların tüketicilerine karşı sorumluluğu geliştirebildiği takdirde haklı çıkarılabilir. Örneğin, bazı sosyalist rejimlerde, 'devrimci atak’ kisvesi altında devlet, ‘kapitalistleri tasfiye etmek’ adına müdahale ederek, binlerce küçük ve orta boy kentli perakendeci işletmeyi imha etmişti. Sonuç bir felaketti: Dükkânlar kapalı kaldı; devlet küçük işletmeler yığınını örgütlemekte beceriksiz oldu ve işçilerin büyük bir kısmı hayati hizmetlerden yoksun kaldı.”

Burada eleştirilen “bazı ülkeler” açık ki, Küba’dır ve Küba’nın 1968’de gerçekleştirdiği “Devrimci Hücum” hamlesidir. Fidel’den aktaracak olursak, bu hamlenin çerçevesi şöyledir:

“Man 1968’de, devrimci bir saldın düzenlendi. Bu devrimci saldırının sonucunda çok sayıda küçük işletme ulusun eline geçti. Böylesi bir önlem, sosyalizmin inşasının bu aşamasında bir ilke sorunu olarak zorunluluktan değil, emperyalizm tarafından dayatılan son derece sert ekonomik abluka koşullarında ülkemizin özgül durumunun sonucu olarak ve aynı zamanda insan ve mali zenginliklerini optimal bir şekilde kullanma zorunluluğunun sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Bu önlem, süreci tıkayan şehirli kapitalistler tabakasının olumsuz politik eylemini engelledi.”(3)

1968-70 dönemi Küba ekonomik politikasının “sola” saptığı yıllardır. “Devrimci Hücum” hamlesiyle kamulaştırmanın yönü küçük burjuvaziye yöneldi. (Küba devleti o döneme kadar emperyalistlere, tekellere ve orta burjuvaziye ait tüm üretim araçlarını zaten kamulaştırmıştı.) Diğer yandan ücretlerle çalışma zamanının bağı kopartıldı. Oysa önceden işçinin ücretini alması çalışma saatini doldurmasına, “normu” yerine getirmesine bağlıydı. Bu dönem, 1970 yılındaki ünlü “10 milyon ton şeker kamışı hasadı” hedefti hamlenin boşa çıkmasıyla son buldu. Bu politikalar sonraki yıllarda Küba partisince de sol sapma olarak eleştirildi. (Bu kez de başka yanlışlıklar yapıldı, ama konumuz bu olmadığı için geçiyoruz.)

Ancak Petras’ın özellikle bu örneği seçmesinde bir maksat var. Örneğin makalesinde sıkça eşitlikten söz etmesine rağmen Petras, Çin’deki, Vietnam’daki vb. kapitalist restorasyon politikalarını eleştirmiyor. Ancak eleştirmek için Küba’daki “devrimci hücum”u seçiyor. Bu, onun Raul Castro’nun reformlarını ele alışıyla ilgilidir. Raul reformlarının sıkı bir destekçisi olarak Petras, bu geri adımları teorik bir çerçeveye oturtmaya çalışıyor. Raul reformları da özü itibarıyla halkın tüketim ihtiyaçlarının karşılanması için meta ekonomisi ve tarımda özel mülkiyet karşısında atılan kimi geri adımlardan oluşuyor.

Buradan üretici güçlerin gelişimi konusuna dönersek. Sosyalizmde üretici güçlerin gelişimiyle üretim ilişkilerinin sosyalist yönde dönüşümü arasında çok sıkı bir bağ vardır. Üretici güçlerin nicel gelişimi, üretim ilişkilerindeki nitel dönüşümlerin imkânlarını biriktirir. Üretim ilişkilerindeki devrimsel dönüşümler ise üretici güçlerin özgürce ileri atılmasının önünü açar, zeminini oluşturur. Sosyalist bir ekonomide, üretim ilişkilerinin ileriye doğru dönüşümü durursa, duraksarsa üretici güçlerin gelişimi de nihayetinde durağanlığa düşer. Bunu Sovyetler Birliği’nde Lenin-Stalin ve Kruşçev-Brejnev dönemlerinin karşılaştırılması çok açık biçimde ortaya koyar. Lenin ve Stalin döneminde üretim ilişkilerinin devrimci dönüşümleri (sanayinin kamulaştırılması, sosyalist merkezi planlı ekonominin inşası, köylülüğün kolektifleştirilmesi, sovhozlarının kurulması) üretici güçlerin de fırtınalı biçimde gelişmesine yol açmıştır. Kruşçev’le başlayan kapitalist restorasyon politikaları ise üretim ilişkilerinde geriye doğru bir dönüşümü (meta ekonomisinin alanının genişletilmesi, işletmelerin kâra göre üretime geçirilmesi, makine traktör istasyonlarının kolhozlara satılması, kolhozcu köylülere bireysel bahçe tarımı yapma imkanı sağlanması vb.) getirdi ve üretici güçlerin gelişiminde de önce duraksamaya, sonra tıkanmaya yol açtı. Nihayetinde açık kapitalist ekonomiye geçiş ve dünya kapitalizmiyle bütünleşme yolundan, kapitalist restorasyon süreci muazzam bir yıkımla sonuçlandı (Gorbaçov ve sonrası).

Sosyalist bir ekonomi, üretim ilişkilerinde sürekli ileriye dönüşümlerle ilerler, güçlenir. Bugün köylülüğün kolhozlaştırılması ileriye doğru muazzam bir devrimci adımken, yarın kolhozların da dönüşümü gündeme gelir. Nihayetinde sosyalizm bir geçiş toplumudur.

Petras’ta komünizm hedefi ve perspektifi yok. Dolayısıyla O, sosyalist ülkeyi kendinde bir amaç olarak ele alıyor. Sosyalist ülkelerden komünist dünya toplumuna, sosyalist ekonomiden komünist ekonomiye doğru giden iki temel çizgiyi “unutması” bunların yerine “memleket dayanışması” ve “nitelikli tüketim”i geçirmesi tabii ki temelde buraya dayanıyor. Petras, halkın tüketim ihtiyaçlarının karşılanmasının yolunu, meta ekonomisiyle uzlaşma, dolayısıyla küçük burjuvaziyle uzlaşma ve ona alan açma politikasında görüyor. Sorunu koyuşuyla, küçük meta üretiminin tasfiye edilmesi durumunda “halkın tüketim ihtiyaçlarının giderilemeyeceğini söylemiş oluyor.

Kuşkusuz kendi emeğine dayanan küçük mülk sahipleriyle ilgili sosyalist politika, büyük ve orta burjuvazide olduğu gibi, doğrudan mülksüzleştirme olamaz. Proletarya, ülke ekonomisinin gelişkinliği ölçüsünde kır ve kent küçük burjuvazisini tedricen dönüştürmeye girişir. Yöntemler farklı olsa da burada da amaç tam toplumsallaştırmayı başarmaktır. Sosyalizm, sadece büyük fabrikaların, kapitalist çiftliklerin ve bankaların değil; küçük esnaf işletmelerinin, küçük ve orta köylü işletmelerinin de toplumsal mülkiyet altında birleştirilmesini hedefler. Devrimin gerçekleştiği ülkedeki üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi, bu görevin zorluk derecesini ve ne kadar uzun bir tarih dönemini kapsayacağım ortaya koyar. 21. yüzyılda bu koşullar dünya ölçeğinde daha gelişkindir ve küçük meta üretiminin toplumsallaştırılması görevi 20. yüzyıla göre nispeten daha sancısız olacaktır. İnsanlık tam toplumsallaştırmaya nesnel olarak daha yakındır. Petras bu olguya dikkat çekeceği yerde, dikkatleri meta ekonomisinin korunmasına, piyasa ilişkilerinin tümüyle tasfiye edilmemesine çekiyor.

Küçük burjuvazi, meta ekonomisi demektir. Kentte esnaf, serbest meslek sahipleri, kırda üretici köylülük ve onların etrafındaki aracılar, meta ekonomisinin unsurlarıdır ve meta üretimi, her gün yığınsal ölçekte kapitalizmi yeniden üretir. Sosyalizmin gelişkinliği, küçük meta ekonomisinin kolektifleştirilmesi ve giderek toplumsallaştırılması ile de ölçülür. Sosyalizm tam toplumsallaşmaya ne kadar yaklaşırsa, üretici güçlerin gelişiminin zemini de o kadar olgunlaşır.

Meta ekonomisi ve onun dayandığı değer yasası ne kadar önemsizleştirilirse, en geniş halk kitlelerinin sağlık, eğitim, konut, gıda vb. kullanım değerlerine ulaşımı o kadar mümkün olur. Tersine anılan sosyal hizmetlerin, yanı sıra sanayi, tarım ve hizmetler sektörü ürünlerinin halka bedelsiz sunulması, metaların dolaşım alanını küçültür. Petras’ın bu bağlantıyı kurmadığı açıktır.

Petras; “Kapitalizm, toplumsal eşitsizlikler üzerinden devam eder; sosyalizm daha geniş eşitlik vasıtasıyla derinleşir. ... Sosyalizm her şeyden önce toplumsal eşitlikle ilgilidir. Gelir seviyesinde, okullarda ve hastanelerde eşitlik; sınıflar arasında ve içinde eşitlik” diyor.

Doğrudur;

Kapitalizm eşitsizlik üretir; sosyalizm eşitlik üretir.

Kapitalizm değişim değerini çoğaltır; sosyalizm kullanım değerini.

Kapitalizm özelleştirir; sosyalizm toplumsallaştırır.

Kapitalizm metalaştırır; sosyalizm metasızlaştırır (meta olmaktan çıkarır).

Sosyalizmin daha geniş eşitlik üretmesi eğilimi, ancak üretim araçlarını tam toplumsallaştırma, ürünleri meta olmaktan çıkarma ve giderek sınıfları ortadan kaldırma yönündeki hareketiyle birlikte ele alınabilir. Bu ikisini birbirinden koparmak, hem sosyalist hükümete küçük burjuvaziyle uzlaşmayı, meta ekonomisinin alanını genişletmeyi önermek hem de “daha geniş eşitlik”ten söz etmek; bir tutarsızlıktır.

Raul Castro Reformlarına Yaklaşım Sorunu

Petras, sendika.org editörünün de dikkat çektiği üzere, “Makalede Küba devriminin Raul Castro dönemindeki reformlarına ilişkin olumlu bir çerçeve çiziyor.” Raul Castro’nun reformlarının içeriğinin; ücret eşitliğini kaldırma, tarımda özel mülkiyetin önünü açma, halkın tüketim taleplerine öncelik verme olduğu biliniyor. Petras da, önceliğin “halkın temel tüketim kalemlerindeki kronik eksiklikler hakkında yükselen taleplerinin ve hoşnutsuzluğunun” giderilmesine yönelik politikalara verilmesini savunuyor. (Bu konuda Petras’ın Küba’yla ilgili önceki makalelerine de bakılabilir.(4))

Petras, Raul Castro’nun reformlarını desteklemekle kalmıyor, bunlarının kalıcılaştırılmasını, hatta “model”in bu eksende oluşturulmasını öneriyor. Önerisi, bu reformlarının bir taktik tavız gibi değil, stratejik bir yönelim gibi ele alınmasına denk düşüyor.

Küba’nın karşı karşıya olduğu nesnel zorluklar karşısında devrimci hükümetin meta ekonomisinin alanının genişlemesi ve tarımda özel mülkiyet yönünde verdiği bu tavizler nasıl ele alınmalıdır? Bunlar nihayetinde ekonominin stratejik tepelerini tutmaya devam eden bir devrimci hükümetin attığı taktik geri adımlar mı olacak? Latin Amerika’da ve dünyada yeni devrimlerin gelişmesiyle bir kenara atılacak taviz politikaları mı olacak? Yoksa bizzat küçük burjuvaziye tavız stratejisine mi dönüşecek? Petras işte bu ikincisini savunmaktadır. Kitlelerin ilelebet özveri yapması mümkün değildir, önemli olan maddi yaşam koşullarını iyileştirmektir, enternasyonalizm yerine memleket dayanışması önceliklidir yaklaşımları, nihayetinde gelip bu noktaya dayanmaktadır.

Şu anki haliyle dahi Küba’daki geri adımlar “daha geniş eşitlik” değil, tam tersine bariz ve açık toplumsal eşitsizlikler üretmiştir.

Bu geri adımlar, bir yandan, evet, herkese ücretsiz sağlık-eğitim, çocuklara her sabah süt, herkese sosyal güvence, herkese çalışma hakkı, düşük iş saatleri vb. gibi sosyal kazanımları korumaya yarayacak mali gücü sağlamakta, ama diğer yandan da başkaca toplumsal eşitsizlikler yaratmaktadır.

Turizm sektörünün varlığı, sağladığı döviz girdisiyle, bir yandan Küba ekonomisini ayakta tutan, ücretsiz sosyal hizmetlerin fon kaynağını oluşturan temel direklerden birisidir. Ancak diğer yandan bu sektörde dövizle ücret alanlar Küba toplumu içinde ayrıcalıklı bir katmandır.

Turizmde yüksek ücretler, diğer sektörlerdeki çalışanlar arasında huzursuzluk yaratmaktadır. Eğitimli kadrolar, “eşit işe eşit ücret” yerine kendi vasıflı emeklerinin daha yüksek bir ücretle değerlenmesini istemektedir. Bu istekleri yanıtlanmadığı oranda işlerini bırakarak turizm sektörüne kaymaktadırlar. Bu isteği karşılamak üzere ücret makasları açılmakta, maddi teşviklerle üretkenlik artışı hedeflenmektedir.

Tarımsal üretim durağanlığa sürüklenmiştir. Buna karşı, kamu çiftliklerinin bir kısım toprağı özel girişimcilere sözleşmeyle verilerek üretim artışı sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu, muhtemelen Küba’nın gıda üretimini artıracak ve küresel gıda fiyatlarındaki artıştan dolayı Küba’nın yaşayacağı zararı sınırlayacaktır. Ancak nihayetinde bu uygulama yeni bir tarım burjuvaları kesiminin doğuşuna neden olacaktır.

Sorunun genel çerçevesini şöyle ifade edebiliriz: Ekonominin meta ekonomisi yönünde bükülmesi, nesnel ekonomik dayatmalarının ürünü olabilir. Kuşkusuz meta ekonomisi yönünde geri adım atmak yerine daha yüksek bir emek üretkenliğiyle ileri adım atmak temel olmalıdır.

Meta ekonomisi yönünde geri adımlar atıldığı durumda, bunlarının taktik bir geri çekiliş kapsamında mı, yoksa kapitalist restorasyon stratejisi kapsamında mı atıldığı önem kazanır. Geri adımların taktik çerçevede ele alınıp uygulandığı koşullarda dahi, bunlar giderek yerleşikleşir ve başka geri adımları zorlama yönünde bir basınç yaratır. Küba’nın yaşamakta olduğu süreç, bir yandan “eşitlik”in soyut ve genel değil, somut ve pratik olarak kurulabileceğini gösteriyor. Ancak diğer yandan “daha fazla meta ekonomisinin”, asla “daha fazla eşitlik” alanına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini de gösteriyor.

Küba’daki devrimci halk iktidarı, emek üretkenliğinde yeni bir düzeye sıçrayarak ve keza Latin Amerika’daki yeni devrimlere bağlı olarak ileri sıçrayabilir. Ekonomideki sıkışmaların gerçek çözümü bu yöndeki gelişmelere bağlıdır.

Petras, Küba’yla ilgili önceki yazısında 1991 sonrası politikalarının yarattığı toplumsal eşitsizlikleri eleştiriyor, ancak bu sorunun temellerine inmiyor, alternatif bir yol da öneremiyor. Nihayetinde salt görünümleri eleştirmek ama nedenleri tartışmamak tutarlı bir duruşa götürmez.

Son Olarak

20. yüzyıl sosyalizmi ve gelecekteki sosyalist deneyimlerle ilgili tartışmaya dönelim. Sosyalizm bir geçiş toplumudur. “Sosyalizm sınıfların ortadan kaldırılması demektir” (Lenin). Sosyalist toplumun gelişim yönü, “dışta” bölge ve dünya devrimiyle en sıkı bağlanma ve kaderini dünya proletaryası ve ezilen halklarıyla birleştirme, “içte” ise, eski üretim ilişkilerinin devrimci dönüşümü, ekonominin sosyalist merkezi planlama temelinde inşası, meta ekonomisinin tedrici tasfiyesi, değer yasasının işlerlik alanının daraltılması ve giderek yok edilmesi, üretim araçlarının tam toplumsallaşmasının sağlanması, kitlelerin politikaya aktif katılımı-özneleşmesi, Sovyet (konsey) demokrasisi yoluyla işçi-emekçi kitlelerinin sınıf mücadelesinin öznesi haline getirilmesi, üretim ilişkilerindeki dönüşümlerin kitle mücadelesiyle birleştirilmesi yönünde olmalıdır. Bu üç yön arasında bir iç bağıntı ve tutarlılık vardır. Enternasyonalist devrimci perspektiflerden uzaklaşma ile içte üretim ilişkilerinin dondurulması, kitlelerin politika dışına düşmesi arasında da keza bir bağıntı vardır.

Açık ki, Petras’ın “21. yüzyıl sosyalistlerine” önerdiği güzergâh bu değildir. Hatta ilk iki noktada bunun tersidir. Bu yüzden yazısındaki, işçi kitle inisiyatifi, bürokratik yozlaşmaya karşı uyanık olmak, eşitliğin titizlikle korunması gibi doğru saptamalar da temelsiz kalmaktadır.

Dipnotlar

(1) www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=19220

(2) Küba’yı Savunmak Ya Da Sokağın Köflesinde Dikilmek, derleme, Kalkedon Yayınları

(3) KKP 1. Kongre Belgeleri, Sorun Yayıncılık, s. 47

(4) Küba: Devam Eden Devrim Ve Güncel Çelişkiler, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=13743

Küba Devrimini Savunmak: Aşkla Mı Kinle Mi?, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=13201

EK: 21. Yüzyıl Sosyalizmi üzerine düşünceler / James Petras

[Sendika.Org’un notu: Petras, bu makalesinde bir taraftan 20.yy deneyimleri üzerinden 21.yy sosyalizmine ilişkin kimi dersler çıkarırken bir taraftan da isim vermeden Küba ve Venezüella devrimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor. Makalede Küba devriminin Raul Castro dönemindeki reformlarına ilişkin olumlu bir çerçeve çizilmesinin yanı sıra, Venezüella’daki bürokrasi gerçeği ve Küba ile Venezüella’nın uluslararası yardım programlarına ilişkin olumsuz eleştirilerin ipuçları da bulunabilir.]

21. yüzyılda sosyalizme ilişkin perspektifleri incelemek için, sosyalist projeye şekil veren temel önermelerden bazılarını hatırlamak gerekir.

Dahası, çarpık yapılan ve başarısızlığa uğrayan politikaları anımsamanın büyük önem taşımasının yanı sıra, 20. yüzyıl sosyalist rejimleri tarafından erişilen temel ilerlemelerin bazılarını da hatırlamak önemlidir.

En temel anlamda “sosyalizm”in, kapitalizm altında olduğundan daha iyi bir maddi hayata dönük bir araç olduğunu hatırlamak önemlidir: Daha yüksek yaşam standartları, daha geniş siyasi özgürlük, koşullarda toplumsal eşitlik ve iç ve dış güvenlik. “Saygı”, “haysiyet” ve “dayanışma”, sadece bu temel maddi hedeflere eşlik eden şeyler olarak anlaşılmalıdır, ikameler olarak değil. “Saygı” ve “haysiyet”e, uzun vadeli, geniş ölçekli mahrumiyet, fedakârlık ve maddi ilerlemenin gecikmiş biçimde yerine getirilmesi koşullan altında ulaşılamaz. Adaletin soyut ilkeleri adına maddi yaşam standartlarından “fedakârlığı” idealleştirerek “sosyalist” olduklarını iddia eden hükümetler, modem dinamik bir sosyalist hükümetten çok dini düzenin “ruhani sosyalizmi”ne yakındırlar.

Toplumsal dönüşümler ve kapitalist mülk sahiplerinin sosyalist devlet tarafından tasfiye edilmesi, sadece, yeni düzenin verimliliği, çalışma koşullarını ve sosyalist kurumların tüketicilerine karşı sorumluluğu geliştirebildiği takdirde haklı çıkarılabilir. Örneğin, bazı sosyalist rejimlerde, “devrimci atak” kisvesi altında devlet, “kapitalistleri tasfiye etmek” adına müdahale ederek, binlerce küçük ve orta boy kentli perakendeci işletmeyi imha etmişti. Sonuç bir felaketti: Dükkânlar kapalı kaldı; devlet küçük işletmeler yığınını örgütlemekte beceriksiz oldu ve işçilerin büyük bir kısmı hayati hizmetlerden yoksun kaldı.

20. yüzyıl sosyalist devletleri işçilerin çoğunluğuna hizmet eden verimli ve eksiksiz sağlık, eğitim ve güvenlik sistemleri inşa ettiler. Sosyalist devletlerin çoğu, doğal kaynaklar üzerindeki yabancı denetimini ve sömürüsünü ortadan kaldırdı ve bazı örneklerde çeşitlendirilmiş endüstriyel ekonomiler geliştirdiler. Bütün hepsinde, yaşam standartları yükseldi, suç oranı düştü, istihdam, emeklilik ve refah sağlandı. Ancak 20. yüzyıl sosyalizmi, derin yapısal krizlere önayak olan derin çelişkilerle bölünmüştü. Bürokratik merkeziyetçilik işyerindeki özgürlüğü yok saydı ve kamusal tartışmalar ile halk katılımını kısıtladı. Kamusal otoritelerin “güvenlik” üzerine yaptıkları aşın vurgu, yeni fikirleri, girişimciliği, bilimsel ve popüler inisiyatifleri engelleyerek, teknolojik durgunluğu ve kitlesel pasifizmi körükledi. Siyasi büroya dayanan seçkin maddi imtiyazlar, halkın sosyalist ilkelere dönük inancının altım oyan ve kapitalist değerlerin yayılmasına önayak olan derin eşitsizliklere neden oldu.

Kapitalizm, toplumsal eşitsizlikler üzerinden devam eder; sosyalizm daha geniş eşitlik vasıtasıyla derinleşir. Kapitalizm ve sosyalizmin her ikisinin de verimli, üretici ve yenilikçi işçilere ihtiyacı vardır: ilki, kârları maksimize etmek için, İkincisi genişleyen bir refah devletini sürdürmek için.

21. Yüzyıl Sosyalistlerine 20. Yüzyıl Dersleri

21. yüzyıl sosyalistinin 20. yüzyıl sosyalizminin başarıları ve başarısızlıklarından alacağı dersler vardır.

İlki: Politikalar, halkın çalışma koşullarının yanı sıra yaşam [şartlarını] da geliştirme doğrultusunda hayata geçirilmelidir. Bu kaliteli barınma, hane donanımı, toplu taşıma, çevresel kaygılar ve altyapıya muazzam yatırımlar anlamına gelir. Denizaşırı dayanışma ve misyonlar, sosyalist rejimin başlıca dahili sınıf tabanı için maddi yatırımları arttırmak ve derinleştirmenin yerine önceliğe alınmamalıdır. Dayanışma memlekette başlar.

İkincisi: Kalkınma politikaları, hammaddeyi işleme, kitlesel tüketime yönelik (giyim, ayakkabı vs.) kaliteli ürünler üretecek endüstrilere ve tarıma büyük yatırımlar yapma, özellikle temel zorunlu besinlerde kendine yeter hale gelme konusuna özel bir önem vererek, ekonomiyi çeşitlendirme üzerine odaklanmalıdır. Sosyalist ekonomiler hiçbir koşulda, büyük belirsizliklerle malul olan tek ürünlere (şeker, turizm, petrol, nikel) dayanmamalıdır.

Sosyalist bir hükümet, yüksek ekonomik ve kültürel önceliklerine uygun biçimde eğitimi, gelir ve altyapı politikalarını finanse etmelidir; bu, tarım uzmanları ve becerikli tarım işçileri, becerikli inşaat işçileri (tesisatçılar, elektrikçiler, boyacılar) ve sivil mühendisler ve mega-şehirleri dağıtmak ve özel taşıma yerine kamusal taşımayı ikame etmek amacıyla ulaşım işçileri ve kent ve kır plancıları yetiştirmek demektir. Halkın, havanın, suyun kalitesini, gürültü seviyesini ve besinin ulaşılabilirliğini, fiyatlarını ve kalitesini denetlemek üzere seçtiği çevre ve tüketici konseylerini onlar kurmalıdırlar.

20.yüzyıl sosyalist hükümetleri, büyük miktarlarda yardımı (çoğu ilerici bile olmayan!) denizaşırı rejimlere yönlendirerek, çoğunlukla kendi işçilerine yabancılaştılar. Sonuç olarak, “uluslararası dayanışma” adına yerel ihtiyaçlar ihmal edildi. 21. yüzyıl sosyalizminin ilk önceliği, memlekette dayanışmadır. 20. yüzyıl sosyalistleri, yerel faaliyetin önüne geçerek ve pasifliği özendirerek, yukarından “refah”ı vurguladılar -“veren” hükümet ve “alan” kitleler. 21. yüzyıl sosyalizmi, makamlarını kamusal yetkileri vasıtasıyla bireysel serveti çoğaltmak ve korumak üzere kullanan ayrıcalıklı “sosyalist” burjuva bakanlara ve memurlara karşı durmak için özerk sınıf faaliyetlerini özendirmelidir. [Ancak] özerk halk örgütlenmeleri, özel şoförlü Mercedeslere binerken ve lüks yalılarda, ikinci ve üçüncü yazlıklarında sefa sürerken yüksek maaşlı sanayi işçilerine “ayrıcalıklı” oldukları gerekçesiyle saldıran ve çocuklarını yurtiçi ve yurtdışındaki pahalı ve halka açık olmayan özel okullarda okutan zengin bakanların ikiyüzlülüğünü teşhir edebilir.

Sosyalizm her şeyden önce toplumsal eşitlikle ilgilidir. Gelir seviyesinde, okullarda ve hastanelerde eşitlik; sınıflar arasında ve içinde eşitlik. Toplumsal eşitlik olmaksızın, bütün “çeşitlilik”, “haysiyet” ve “saygı” muhabbetleri anlamsızdır. Kapitalistler de, kendi kârlarını ve zenginliklerini etkilemediği sürece “çeşitliliği” destekler. Sosyalistler, zenginliği ve mülkiyeti, siyah ya da beyaz, yerli çiftçi ya da kentli işçi, erkek ya da kadın ve genç ya da yaşlı, bütün işçilere etkili biçimde yeniden bölüştürecek olan gelir ve mülk eşitliğini destekler. Yoksul olmanın ve sömürülmenin “haysiyeti” yoktur; haysiyet mücadeleyle ve toplumsal eşitlik ve yükselen yaşam standartlarına dair sosyalist hedeflere ulaşılmasıyla birlikte gelir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi