Tuzla'da Havza Grevinin Yol Açan Gücü

İlk Cemre Gemi Yapım İşçilerine

Tuzla gemi yapım işçileri 2008’e dair, devrimci bakımdan iyimser, umutlu öngörü ve beklentileri doğrulamak ister gibi, 27-28 Şubat’ta harekete geçtiler. Sanki doğa baharı karşılıyordu. Neoliberal sömürü koşullarının cennetinde, ağır ve vahşi çalışma koşullarına karşı başkaldıran gemi yapım işçilerinin mücadelesinin ateşi, baharı muştulayan cemreler gibi, işçi sınıfı ve ezilenlerin saflarına düşüyordu. Tuzla tersanelerinden bir an adeta; “umut mücadelede”, “umut birleşmekte”, “umut burada” çığlığı yükseliyor, emek ve özgürlük güçlerinin en duyarlı kesimleri yönünü Tuzla’ya çeviriyordu. Ve tereddüt etmeksizin mücadele güçlerini ve başarı dileklerini gemi yapım işçilerinin, Limter-İş’in yanına koyuyorlardı. Emperyalist küreselleşmenin neoliberal saldırı politikalarıyla, işbirlikçi kapitalist düzenle, rejimle sorunu olanlar, gemi yapım işçilerinin yanına koştular. Limter-İş ve Tuzla gemi yapım işçilerinin mücadelesinin çok önemli bir etabının başarısına katkı yaptılar, paylaştılar.

Tuzla gemi yapım işçileri bir eşiği başarıyla geçtiler, önemli bir çarpışmayı kazandılar. Tuzla tersaneleri, artık eski Tuzla tersaneleri değil. 27-28 Şubat havza grevi “her şeyi”, az ya da çok “değiştirdi.” Kuşkusuz mücadele sürüyor. Gemi yapım işçilerinin ve onların sendikal öncüsü Limter-İş’in önünde çetin koşullar, sınıf adına büyük ve ağır sorumluluğu olan görevler var. Elbette ki şimdi daha da sıkı durmak gerekiyor. Çünkü mücadelenin her önemli eşiğinin geçilmesiyle birlikte durumda önemli değişiklikler olur, yeni sorunlar, yeni zorluklar ve tabii yeni imkânlar açığa çıkar, görevlerin öncelikleri değişir, vb. Önemli bir eşik, bir dönemeçi geride kaldığına göre, şimdi hem geride kalan 16 yıllık mücadele sürecinin gelişim çizgilerinin, deneyimlerinin ve özellikle bu en zor “evrenin” kazanılmasının koşullarının belirginleştirilmesi, çözümlenmesi ve genelleştirerek sınıf bilincine dönüştürülmesinin ve hem de hareketin önünde duran sorunlar ve mücadelenin olası gelişim seyri üzerinde durmanın, gelecek perspektifini geliştirmeye çalışmanın zamanıdır.

İradenin Bir Yansıması: Süreklilik

Mücadelenin önemli başarılar kazandığı her eşikte, gelişmenin seyri, başarının hazırlığı ve kazanılması çözümlenip sınıf bilincine dönüştürülürken, devrimci gerçekçiliğe sarsılmaz bir bağlılık göstermek, belki de her zamankinden daha da önemlidir. Proleter sınıf kültürü, sınıf etiği, sınıfa ait olanı kadir bilirlikle sahiplenme adına Tuzla gemi yapım işçilerinin ve Limter- İş’in mücadelesine katkı sağlayanlar hatırlanmalıdır. Örneğin 12 Eylül karanlığının ardından sendikanın yeniden açılmasını sağlayan ilk başkanı, sendika kurucu üyesi Emir Babakuş’un ve daha sonra Limter-İş’i havzada var etmek için, Aydın Başkan’ın (Aydın Kılıçdere) canla başla harcadığı emek ve çaba hatırlanmalıdır.

Devrimci iradesiyle Vatan işkencehanelerinde aşılmaz çelikten bir kale gibi dikilen Limter- İş Eğitim Uzmanı, komünist işçi önderi Süleyman Yeter’i ve değerli katkılarını hatırlamanın tam zamanıdır. Ve keza tersane işçilerinden, Limter-İş yöneticisi, kanserin aramızdan kopardığı komünist işçi önderi sevgili Mustafa Barlas’ın katkıları kaydedilmelidir.

Uzun ve çetin bir mücadelede daima yarı yolda kalanlar, geriye düşenler, düpedüz kaçanlar ve çözülenlerin olması doğal ve anlaşılır bir durumdur. Bir noktada kırılıp savrulmuş ve düpedüz ideolojik olarak çözülmüş olmasına karşın, şu ya da bu ölçüde Tuzla gemi yapım işçilerinin ve Limter-İş’in mücadelesine katkıda bulunanların da kaydedilmesi gerekir.

Tuzla gemi yapım işçileri ve sendikal öncüsü Limter-İş’in bugünkü mücadele düzeyine ulaşmasını, her şeyden önce mücadelesini kesintisiz sürdürebilmesini sağlamış, başarmış olması hazırlamıştır. Bu sürekliliği sağlamanın hiç de kolay olmadığı, insanüstü bir çaba, özveri ve dayanma gücü-direnç gerektirdiği biliniyor. Bu sürekliliğin sağlanmasına anlamlı katkıda bulunan herkesin, gemi yapım işçilerinin ve Limter-İş’in tarihinde yeri vardır.

Neoliberal Sömürü Ve Bir Sınıf Mücadelesi Laboratuvarı

Tuzla’da neoliberalizmin yarattığı sanayi cehennemi; sansürün, bilmezlikten, görmezlikten gelmenin kör ve sağır duvarlarını yumruklaya yumruklaya, Güney Kürdistan’da hava ve kara saldırısının sürdüğü, sömürgeci savaşın tırmandırılmakta olduğu çok kritik bir anda Batı’da toplumsal gündemin tam merkezine oturdu. Fakat çıplak gökyüzünde şimşek çakması gibi aniden olmadı bu. Tuzla’da gemi yapım sanayi, 1990’lı yıllarda, neoliberal politikaların artıdeğer üretiminin ve sermaye birikiminin cenneti olarak yükseldi.

Kuralsızlık ve kayıtdışılık olmadan, Tuzla gemi yapım-onarım havzası artıdeğer sömürüsü ve sermaye birikiminin cenneti olarak yükselebilir miydi! Adeta kötü ünlü neoliberal politikanın esnek çalışma ruhunu cisimleştiren taşeronluk/alt işveren sistemi olmadan bu mümkün olabilir miydi? İşçilerin can güvenliği ve vücut bütünlüğü hiçe sayılıp, kapitalistlerin zorunlu asgari iş güvenliği önlemleri için sermayelerinin binde birini bile ayırmadığı sigortasız, sendikasız vahşi çalışma koşulları olmaksızın sermayenin “Tuzla mucizesi” gerçekleşebilir miydi? İşbirlikçi sarı sendikacılık aracılığıyla işçiler örgütsüzleştirilmese bütün bunlar nasıl gerçekleştirilebilirdi ki?! Burjuva devlet, her şeyden önce polisiyle, mahkemesiyle, gemi yapım patronlarının ve taşeronların yanında saf tutmasa bütün bunlar mümkün müydü! Tuzla havzası, yükselen gemi yapım ve onarım sanayisi, Türkiye’de emperyalist küreselleşmenin neoliberal politikalarının bir uygulama alanı, gerçek laboratuvarlarından birisi oldu.

Fakat hepsi bu kadar değil. Bütün bunlar aynı zamanda Tuzla gemi yapım ve onarım havzasında gelişebilecek işçi hareketinin ve sendikal hareketin koşullarını da oluşturuyor. Bunlar Tuzla havzasının uluslararası sermayenin saldırı politikalarına karşı, kuralsız-esnek çalışma koşulları altında geliştirilecek sınıf mücadelesi ve sınıf sendikacılığı çizgisinin de bir laboratuvarı ve bir üssü olmasını koşulluyordu. 27-28 Şubat havza grevinden sonra, şimdi artık güven içerisinde, emperyalist küreselleşme koşulları altında Tuzla sanayi havzasının, sınıf mücadelesi ve sınıf sendikacılığının gelişen bir laboratuvarına dönüşmekte olduğunun ve dönüştüğünün altını çiziyoruz.

Yeni Koşullarda Öncü Sendikacılığın Doğuşu

27-28 Şubat’ta Tuzla’da ne oldu? Grev “gerçekliği” nasıl tanımlanabilir? Bu soruların her bakımdan incelenmesi gerekir. Eğer yalın bir şekilde söylemek gerekirse, 27-28 Şubat’ta Tuzla’da gemi yapım işçileri ile DİSK/Limter-İş’in “buluşması”, “bağlanması”, “birleşmesi” gerçekleşti. Şimdi yerleşik, “klasik” anlamını aşan bir biçimde Tuzla gemi yapım işçilerinin örgütlü olduğunu söyleyebiliyoruz. Yanlış bir anlaşılmaya izin vermemek bakımından bunun bilinen, yerleşik anlamda bir sendikal örgütlülük olmadığını özellikle vurgulamak, altını kalınca çizmek istiyoruz.

Eğer 27-28 Şubat gerçekliği aslına uygun, doğru anlaşılır ve analiz edilebilirse, o zaman Tuzla havzasını neoliberal politikalara karşı geliştirilen sınıf mücadelesinin ve sınıf sendikacılığı çizgisinin laboratuvarı olarak anlamak ve çözümlemek kolaylaşacaktır.

27-28 Şubat’ta Tuzla havzasında, havza çapında özgün bir politik grevle gemi yapım işçileriyle onların sendikal öncüsü Limter-İş “birleşmiş”, “buluşmuş”, birbirine “bağlanmıştır.” Bu, gemi yapım işçilerinin iradelerini Limter-İş’te buluşturarak, birleştirerek sendikal örgütsüzlüklerini aşmaları demektir. Evet, işçiler henüz tek tek DİSK/Limter-İş’e üye olmuş değillerdir. Ama Tuzla gemi yapım işçilerinin 27-28 Şubat havza greviyle ortaya koydukları irade, bir nevi havzada yapılmış bir referandum, işçilerin topluca, tek bir irade/beden olarak Limter-İş’e üye olmaları anlamına gelir!.. Demek ki, 27-28 Şubat havza grevi aynı zamanda Limter-İş’in yetki sorununun, “kitleselleşme sorununun” çözümü anlamına da gelir.

Demek ki, 27-28 Şubat’ta “sendikal öncüsü” ile gemi yapım işçileri, havza grevi yoluyla buluşup birleşerek, havzada sendikal örgütlenme sorununu, sendikal yetki sorununu çözüme kavuşturmuşlardır. Öncü tarz meyvesini verip rolünü büyük oranda başarmıştır.

Limter-İş’in 1990’lardan beri Tuzla havzasında yürüte geldiği mücadelenin, daha doğrusu mücadele tarzının tanımlayıcı, karakteristik özelliği, “öncü” niteliğidir. Bu tarzın bir gerçeklik olarak burada özellikle “dışarıdan”, yani başlangıçta ve uzun yıllar boyunca dolaysız biçimde itici gücünü gemi yapım işçilerinin oluşturmadığı bir “sendikal öncü gücün”, sistematik ve süreğenleşmiş müdahalelerini kapsadığını vurgulamalıyız. Limter-İş’in öncü tarzı hangi zorluklar ve yoksunluklar içerisinde var edip geliştirdiği üzerinde durmayacağız. Ama en azından Limter-İş’in kırılmaz iradesinin gücünü işçi sınıfı ve sosyalizme sarsılmaz bağlılıktan aldığını, ancak onun sarsılmaz iradesiyle söz konusu çetin koşulların, zorlukların ve yoksunlukların üstesinden gelerek öncü tarzın ve mücadelenin sürekliliğini sağlamayı başardığını kaydetmeliyiz.

27-28 Şubat’ta “sendikal öncü gücün” birden büyüdüğüne tanık olduk. Artık “sendikal öncü güç”, yalnızca Limter-İş değildir. DİSK, KESK, Türk-İş’e bağlı sendikalar veya şubeleri, irili ufaklı sendikalar, dernekler, politik parti ve platformlar, sanatçılar, aydınlar vb. “Sendikal öncü gücün” bu sıçramalı büyümesinin 27-28 Şubat grevinin kazanılmasında katalizör rolünün katkısı çok değerlidir. Ancak şunun da altı çizilmelidir ki, “sendikal öncü gücün” büyümesinin başarılması, elde edilmesi de aslında süregelen öncü mücadele tarzının bir sonucu, bir başarısıdır. “Sendikal öncüyü” büyüten güçlerin de “kazanılması” gerekmiştir.

Havza Çapında Grevin Politik Niteliği Ve İdeolojik Etkisi

Tuzla tersane havzasında bir veya birkaç tersanede değil, havza çapında bir grev gerçekleştirildi. Tuzla tersaneleri, Türkiye’deki tersane işkolunun yüzde 90’ından fazlasını oluşturduğuna göre, aynı zamanda tersane işkolunda bir grev anlamına geliyordu bu. “Havza çapında grev”, “havza grevi”, “tersane işkolu grevi” ya da aynı anlamda Tuzla havzası gemi yapım işçilerinin greviydi bu.

Peki, nasıl bir “havza grevi”ydi bu?

Tabii ki, hemen ve doğrudan ne hükümeti ne de devleti hedefliyordu. Aslında Tuzla gemi yapım işçileri bir bakıma, yasa filan çıkartılmasını, olmayan bir hakkı elde etmeyi de hedeflemiyorlardı! Kayıtsız, kuralsız, sigortasız çalışmaya son verilmesini istiyor, ağır işkolları yönetmeliğinin uygulanmasını talep ediyorlardı. Yasaların uygulanmasını istiyorlardı. Art arda gelen iş cinayetlerinin durdurulmasını, bunun için de taşeronluğun kaldırılmasını ve sendikal örgütlenmenin tanınmasını istiyorlardı. Bu açıdan bakıldığında 27-28 Şubat havza grevi, bir nevi hak grevi olarak da tanımlanabilir. 27-28 Şubat havza grevine politik niteliğini veren en başta ve esasen, diğer taleplerle dolayımlanmış biçimde Limter- İş’in tersane patronları-GİSBİR tarafından işçilerin temsilcisi olarak kabul edilmesi, işçilerin Limter-İş’te örgütlenmesinin, yani işçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması sorununun çözümüne odaklanmasıdır. Ancak sendikal örgütlenme sorunu ile diğer en yakıcı, en yaşamsal taleplerin iç içe geçtiği de bir gerçektir!

Havza çapında grev, esnek çalışmanın, kuralsız çalışmanın işçi sınıfını parçalamasının aşılması demektir. O halde bizzat havza çapında grev, sermayenin neoliberal saldırı politikasına karşı, gemi yapım işçilerinin sınıfsal birliklerini kurarak verdikleri yanıt ve tavırları olarak, yani bizzat “havza grevi” olarak politik bir eylem olmaktadır. Grev, ilan edilmiş taleplerinden ayrı olarak, bir de taşeronlara bölünmüş ve resmi sendikal örgütlülüğü bulunmayan tersane işçilerinin “grev hakkı” mücadelesini de içermektedir.

Diğer yandan, tersane işkolunun mekânsal olarak Tuzla’da yoğunlaşması, greve aynı zamanda işkolu grevi niteliği de kazandırmaktadır. Yasal olarak ancak toplu sözleşme dönemlerinde ve yetkili sendika tarafından gerçekleştirilebilecek olan işkolu grevi, yetkisini işçilerden fiilen alan bir sendika tarafından, resmi TİS sürecinin tamamen dışında gerçekleştirilmiştir.

Yasal değil de fiili meşru bir mücadele olması da, greve politik bir nitelik kazandırmaktadır.

Havza greviyle 27-28 Şubat’ta oluşan saflaşma, ayrışma, iki sınıfsal, siyasal cephenin meydana gelmesi de grevin politik niteliğini yansıtmaktadır:

27-28 Şubat’ta, bir tarafta Tuzla gemi yapım işçileri, Limter-İş, DİSK, KESK, diğer sendikalar, dernekler, sanatçılar, politik parti ve platformlar; diğer tarafta ise GİSBİR, hükümet, polis ve onların müttefiki ya da işbirlikçisi olarak sarı sendika Dok Gemi-İş vardı!

Çalışma Bakanı’nın, Limter-İş’i “ideolojik bir şeyin peşinde” olmakla itham etmesi, onun ideolojik ve sınıfsal tavrını ve safını yansıtıyordu. İdeoloji nefreti kılıfıyla ambalajlanmış burjuva ideolojisiyle, işçiler yıllardır sosyalist ideolojiden koparılıyor, ideolojik bakımdan silahsızlandırılarak teslim alınıyordu. İşçi sendikalarını güçten düşürmenin, dermansız, takatsiz, ruhsuz bırakmanın yoluydu bu. Evet, şimdi sınıf mücadelesi, şimdi ideolojik sendikacılık zamanıydı!

Tuzla’da iş cinayetlerine karşı mücadelenin ve havza grevinin ideolojik sonuçları da olmuştur ve çok önemlidir. “Sınıf mücadelesi”, “vahşi kapitalizm”, “işçi sınıfı” gibi kavramlar yeniden gündeme geldi ve tartışıldı. Burjuva basının köşe yazarlarını dahi vahşi kapitalist sömürüye ‘isyan ettirecek’(!) denli kamuoyunda bir ideolojik rüzgâr estirildi. Tuzla somutunda, emperyalist küreselleşme saldırısının işçi sınıfı bakımından sonuçları geniş yığınlara teşhir edildi. Tersaneler somutunda ise, hep gemi indirme törenleriyle ve başarılı döviz girdisiyle gündemleşen tersaneler, bu kez iş cinayetleri ve sermayenin kanlı birikimiyle belleklerde yerini edindi. O kadar ki, grevden bir gün önceki basın toplantısında, Sedef Tersanesi patronu Murat Kalkavan; "Bizler cani değiliz. Suçumuz, üretime para yatırmak ve çok fazla büyümek. Ölüm oranını sıfıra indiremeyiz. Sektörün yapısını bilmeden, intihar edeni, evinde öleni bize yazıyorlar. Yakında Tuzla'daki tüm ölümleri bize yükleyecekler." Diyerek konuşması, üzerlerinde yaratılan ideolojik basıncın düzeyini ortaya koyuyordu.

Diğer yandan, yüksek derecede taşeronlaşmış-parçalanmış bir üretim havzasında grevin gerçekleştirilmiş olması da, üretimin parçalanması nedeniyle grevin artık gerçekleştirilemez olduğu yönündeki açık ya da gizli karamsar düşüncelere vurulan esaslı bir darbe olarak yolu açan, temizleyen bir rol oynamıştır. Taşeronlaşmış bir havzada da grevin gerçekleştirilebilir olduğunu, dosta-düşmana pratik olarak kanıtlamıştır.

Ana Halkaya Yüklenmek

Limter-İş, Tuzla gemi yapım işçileriyle nasıl buluşmuş, nasıl birleşmiş, nasıl bağlanmıştır? Bu konuda söylenebilecek pek çok şey olabilir. Ve bu soru birçok bakımdan tartışılabilir. Bir anlamda bu yazının aynı zamanda bu sorunun bütünsel bir yanıtı olduğu da söylenebilir. Fakat soruyu, Limter-İş’i Tuzla gemi yapım işçileriyle buluşturan, birleştiren temel veya ana halka nedir, neydi sorusuna indirgersek, soru daha özel ve daha somut bir anlam kazanır.

Bu soru, Limter-İş’in havzanın sorunları, işçilerin sorun ve talepleri karşısında duruşu ve bu sorun ve taleplerle ilişkilenişiyle ilgilidir. Limter-İş’in öncü çizgisi, gücünü, her şeyden önce işçi sınıfına bağlılık ve güvenden, keza sosyalizme bağlılıktan almaktadır. Bu bağlılık ve güven, sınıfa, sınıfın sorunlarına yabancılaşmayı, ilgisizliği dışlamakta, reddetmektedir. Kuşkusuz sınıfa güven ve bağlılık somut, pratik bir hal almazsa soyut kalır, bu da sınıfa yabancılaşmanın bir başlangıcı olur.

Limter-İş Tuzla tersaneler havzasında gemi yapım işçilerinin sorunlarına ve taleplerine hem havza ve hem de ayrı ayrı tersaneler bazında yoğun ve sürekli, en yüksek düzeyde ilgi göstermiştir. Sorun ve talepleri anlama, tam bir kararlılıkla sahiplenme, ana noktayı yakalayarak çözücü, sonuç alıcı mücadele çizgisini geliştirme yönelimiyle; sendikanın önünden geçmemiş ama bu sorunları her gün, her dakika yaşayan işçilerle, bu sorun ve talepler üzerinden “bağ” kurmuştur.

Tuzla havzasında Limter-İş’in 20 yıla yakın mücadelesinde cehennemî çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş cinayetlerinin, kuralsız ve güvencesiz çalışmanın son bulması, işçilerin can güvenliği ve vücut bütünlüğünün korunması, sendikasız ve sigortasız çalışmanın son bulması, hak edilmiş ücretlerin ödenmesi... sorun ve talepleri daima önemli bir ağırlık merkezi olmuştur. Gemi yapım işçilerinin sendikal önderliği, sendikal öncüsü git gide daha çok, iş cinayetlerinin son bulması, vahşi çalışma koşullarının iyileştirilmesi, kuralsız çalışma ve onun simgesi taşeron sisteminin kaldırılmasına odaklanmıştır. Havzada sorun ve taleplerin bu hayati, bu yakıcı halkası gemi yapım işçileriyle Limter-İş’i buluşturan ana noktadır. Fakat tabii ki, sorun ve taleplerin ana halkasının doğru kavranması, Limter-İş’in uzun soluklu, kararlı ve özverili, güven verici mücadele çizgisiyle de buluşmuştur. Havzanın en hayati sorunlarını, gemi yapım işçilerinin en yaşamsal taleplerini anlayan, bunları sahiplenen bir çözüm çizgisinin geliştirilmesi olmaksızın öncü tarzdan söz edilebilir miydi?

Şunun altını kuvvetle çizmek istiyoruz: İşçi kitleleriyle “bağ”, “bağlanma” sorunu her şeyden önce sorun ve talepleri anlama (doğru anlama!) yaşamsal talepleri sarsılmaz biçimde ve çözücü tarzda sahiplenme, onları elde etme istek ve tutkusunda, oradan olarak mücadele kararlılığında anlatımını bulan/somutlaşan organik bir nitelik taşır. “Bağ”, “bağlanma” konusunun öncelikle organik değil de fiziki temas-ilişki gibi anlaşılması, tam olarak arabayı atların önüne koşmak demektir.

Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu’nun çalışmalarıyla hayati sorun ve talepler daha da belirginleşirken; Limter-İş son dönemde tüm güç ve enerjisini yaşamsal sorun ve taleplere tamamen kilitlemeyi başarmıştır. Ana halkanın doğru belirlenmesi ve sıkı sıkıya kavranması, gemi yapım işçileri ile sendikal öncüsünü buluşturan başarıyı hazırlayan temel koşullardan birisi olmuştur.

Bütün Biçimlerin Stratejik Aracın Hazırlığına Bağlanması

27-28 Şubat havza grevi, Tuzla havzasında 1990’lardan beri süre gelen mücadelenin ulaştığı en ileri düzeydir. “Sendikal öncü güç” olarak Limter-İş çalışmalarını, havza çapında bir grevin hem ağır, vahşi çalışma koşullarının iyileştirilmesi, kuralsız çalışma ve taşeronluk sisteminin yarattığı örgütsüzlüğün aşılmasına çözüm olacağı öngörüsüyle yürütmüştür. Sürecin stratejik aracı olarak 27-28 Şubat grevi öyle bir anda veya “kendiliğinden” filan ortaya çıkmış değildir. Öyle ki, daha önce birçok kez bir nevi provası yapılarak da hazırlanmıştır. Öngörü ve iradeyle, yöntemli, sistematik, birbirini tamamlayan çabalarla hazırlanmıştır. Burada onlarca örnek arasından; 2000 ve 2005’te yine iş cinayetlerine karşı binlerce işçinin katıldığı iş bırakma ve yürüyüş eylemlerini, Yonca Tersanesi grevini, ödenmeyen ücretlerin alınması için gerçekleştirilen sayısız direnişi ve bunların arasında havzada direniş tohumları eken Desan tersanesi direnişini anımsatmak yeterlidir.

Sınıf mücadelesi bir bütündür. Devrimci öncünün, Tuzla tersanelerinde geliştirdiği çizginin temel bir yönü veya özelliği de, gemi yapım işçilerinin yerleşim alanlarındaki politik kitle ajitasyonu ve örgütlenmesi çalışması ile sendikal öncü gücün tersanelerdeki çalışmalarının birbirini tamamlaması, beslemesi perspektifiyle yürütülmüş olmasıdır. Başarıyı hazırlayan koşullar arasında bu yönelimin de ayrıca kaydedilmesi gerekir.

Kuşkusuz “sendikal öncü güç” işkolu düzeyinde barajı aşmak ve tek tek tersanelerde örgütlenmek, yetki almak için de mücadele etmiştir. Hatta işkolu düzeyinde barajını aşmış, birçok tersanede yasal olarak yetki de almıştır. Ancak tersane patronları ve örgütü GİSBİR işbirlikçi sarı sendikacılıktan aldığı güce de dayanarak, Limter-İş’in ve yetki alınan tersanelerdeki işçilerin karşısına “birleşmiş kapitalistler” olarak çıkmışlardır. Kapitalistlerin işçilerden daha yüksek olan sınıf bilincini ve birliğini yansıtan bu durumun, işçilerin sınıf bilincinde, sınıf birliği ve mücadelesinde bir ileri sıçrayışla aşılması gereksinimini keskinleştirdiği gibi, bunu koşullandırıcı da olmuştur.

Limter-İş’in yürüttüğü çalışmalar ve mücadeleler, havza çapında mücadele ile tek tek tersaneler bazındaki mücadelenin bir bütün oluşturduğunu, birbirini tamamladığını, havza çapında mücadelenin işletmeler düzeyindeki mücadelenin önünü açtığını ve de işletmeler bazındaki mücadelenin de havza çapında mücadelenin kaldıracı olduğunu göstermiştir.

Limter-İş’in başarıya giden mücadele tarzını öncü niteliği ile tanımladık. Ancak Limter-İş, kendini asla “öncü çıkışlar”, salt “sendikal öncü”nün hareketleriyle sınırlandırmamıştır. İşkolu düzeyinde barajı aşmak, işyerleri düzeyinde yetki almak için aydınlatma ve örgütleme çalışmalarını kesintisiz yürütürken aynı zamanda uygun koşullar ve fırsatlar doğduğunda işçi kitle eylemlerini örgütlemekte asla duraksamamıştır. Bilakis “sendikal öncü gücünü” gemi yapım işçilerinin yalnızca aydınlanması, sendikaya üye olmaları, örgütlenmeleri için değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin, dolaysız biçimde açık işçi kitle mücadelesi biçiminde gelişmesi için de kullanmıştır. Birçok defa başvurulan binlerce işçinin katıldığı yol kesme eylemleri, gösteri ve yürüyüşler, havza çapında birleşik sınıf mücadelesinin biçimleri olmuştur.

Öncü hareket tarzı, öncünün ajitatif, aydınlatıcı, örgütleyici eylemleriyle, öncünün tutuşturduğu ve örgütlediği işçi kitle mücadelelerini birleştirmiştir. “Sendikal öncü gücün” öncü hareket tarzı kendi başına bir amaç değildir, olamaz da. Öncü gücün hareket tarzı, adına hareket ettiği havza işçi sınıfının çıkarlarına, havzada işçi sınıfının sınıf bilinci, sınıf örgütlülüğü ve sınıf mücadelesinin gelişiminin gereklerine sıkıca bağlıdır.

Limter-İş ileri, öncü işçilerle birlikte yaptığı öncü çıkışlar ile sınıfın en hayati çıkar ve talepleri zemininde yürüttüğü öncü mücadele tarzı ile fiili meşru kitle mücadelelerini hazırlarken bazı durumlarda dolaysız biçimlerde işçi kitle mücadeleleri düzeyine yükselmiştir.

Limter-İş özellikle son bir iki yıllık dönemde fiili meşru kitle mücadelesini, öncü çıkışları, “bürokratik”, “diplomatik” mücadele yöntemlerini etkin ve enerjik biçimde kullanmayla da birleştirmiştir. Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu’nun hazırladığı rapor ve Limter-İş’in Ankara’ya yürüyüşü ile güvencesiz, kuralsız çalışmanın, taşeron sisteminin yarattığı, işçilerin kanını ve yaşamını sermayeye dönüştüren sömürü cenneti Tuzla havzası gerçekliği TBMM’ye taşınmış, toplumu aydınlatma, haklılığını anlatma, kamuoyu desteği ve toplumsal meşruiyet bakımından grev hazırlığının önemli bir kaldıracı olmuştur. Keza Limter-İş’in Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’yla kurduğu diplomatik ilişki, her zeminde işçileri temsil etme, işçilerin taleplerini savunabilme gücünü gösterdiği gibi, işçiler nezdinde meşruiyetini ve temsiliyet gücünü tahkim etmiştir.

Grevin başarısını hazırlayan başlıca koşullardan birisi de DİSK’in son dönemde içerisine girdiği mücadeleci yönelimdir. Nihayet DİSK ve bağlı sendikaların Limter-İş ve gemi yapım işçilerinin mücadelesini etkin, eylemli tarzda sahiplenmesi, bu yolda seferber olması, KESK’in harekete geçmesi, Tuzla Deri-İş başta gelmek üzere, Türk-İş’e bağlı mücadeleci sendika şubeleri, Hava-İş ve keza Deri-İş genel merkezleri, ilerici politik partiler, platformlar, değişik dernekler, aydın ve sanatçılar Tuzla tersane havzası grevi etrafında seferber olarak, katkı sağlamışlardır. Emek ve özgürlük güçleri 27-28 Şubat’ta seferber olma ve güçlerini birleştirme yeteneği göstererek, tersaneler grevinin başarısına anlamlı katkılar sundular. Tersane işçilerinin sınıf mücadelesinde önemli bir eşiği aşmasına güç verdiler. Böylelikle, demek oluyor ki, Tuzla gemi yapım işçilerinin ve Limter-İş’in mücadelesi de sermayenin neoliberal saldırı politikalarına karşı sınıf mücadelesi ve sınıf sendikacılığının bir laboratuvarı olarak belirmiş bulunuyor.

Yeni Durumu Anlamak, Kazanımları Tahkim Etmek

İşçi sınıfının ve sendikal hareketin mücadele tarihi bakımından da anlamlı, uluslararası sermayenin neoliberal saldırı politikalarına karşı devrimci sınıf sendikacılığı çizgisini sınayan ve belirginleştiren büyük sınıf mücadelesinin önemli bir etabı kazanılmıştır. En önde, hareketin başında yürüyenler dahil, bu mücadeleye emek veren bütün yapıcılar ve çok değişik biçimde destek veren, dayanışan dost ve müttefikler “başarma”, “kazanma” gerçeği ve duygusundan beslenmeyi elbette ki hak etmişlerdir. Rehavete kapılmaksızın zafer pınarının suyundan kana kana içerek daha büyük mücadeleler ve daha büyük başarılar için güç, enerji ve özgüven biriktirilerek hazırlanılmalıdır.

Bunlarla birlikte kuşkusuz ki, sınıf mücadelesinin her önemli dönemecinden, her önemli başarı anı ve sonrasında o “an”ın en önemli sorununun “gevşememek”, “zafer sarhoşluğuna” ve “rehavete kapılmamak” olduğunun bilinç ve duygusu diri tutulmalıdır. Çünkü böyle bir “an”da gevşemek, şımarmak, rehavet vb. her şeyi mahveder. En başta bu nedenledir ki, tersane havzasında şimdi daha sıkı durma zamanıdır.

Tuzla tersaneler havzasında grevin başarılması çok değerli bir kazanımdır. Kazanımlar çözümlenip, tanımlanarak, tartışılarak, sınıf bilincine dönüştürülmeli, düşünsel ve psikolojik bakımdan sindirilmelidir. Uzun yıllara yayılan bu mücadelenin, bu tepeye ve yükseğe tırmanışın hazırlanışı, geçtiği süreçler, deneyimleri, dersleri ve öğrettikleri, çıkartılabilecek sonuçlar, bütün bunların sınıf bilincine dönüştürülmesi zemininde devrimci sınıf sendikacılığı anlayışının/düşüncesinin belirginleştirilmesi, zenginleştirilmesi acil görevlerin bir bölümüdür. Bütün bunlar kesintisizce sürdürülmesi gereken ileri yürüyüşün de ayağının basacağı toprak/temel olduğu için değerlidir, mücadelenin ihtiyacıdır. Havza grevinin kazanılmasıyla oluşan yeni durumun analizi/çözümlenmesi ve gelinen yerden nasıl ilerleneceğinin perspektif ve politikalarının inşasının hemen gerçekleştirilmesinin aciliyeti ve yaşamsal önemi herkes için açık olmalıdır.

Havza grevinin kazanılması, yalnızca bu bile kendi başına çok değerli bir kazanımdır. Ancak açık bir gerçek ki, havza greviyle iş güvenliği talebi ve sendikal örgütlenme tersane patronlarının örgütü GİSBİR’e dayatılmış, yol açılmıştır. Artık yeni bir durum oluşmuştur. Havza greviyle Limter-İş, gemi yapım işçilerinden yetki almıştır. Onların meşru ve yasal (evet yasal, grev yasası!) temsilcisi olduğu gerçeğinin bilinç ve sorumluluğunu, duygusunu sindirmek, tavırlarında ve hareket tarzında yansıtmak sendikal öncünün görevidir. Sendikal öncü rüştünü, gücünü havza grevi ile ispatlamış, gemi yapım işçilerinden yetki alarak, onların sendikal önderliği düzeyine sıçramıştır. Böylece öncü tarz büyük ölçüde görevini tamamlamıştır. Öncü tarza başvurmak yine de zaman zaman gerekebilecektir; ama artık hareket tarzının, çizgisinin, sendikal mücadelede işçilerin kitlesel katılımının/ hareketinin yönetimi, kitlesel sınıf mücadelesi tarzına dönüşmesi gerekmektedir. Bu tarzın ve önderliğin dönüşümü, yeniden yapılanması demektir.

Kazanımların pekiştirilmesi, elde edilen durumun tahkim edilmesi, an’ın hemen halledilmesi gereken temel sorunu ve görevidir. Bu, izlenegelen çizginin tutarlılıkla devam ettirilmesi anlamına gelir. O halde, kazanımların tahkiminin neleri kapsayacağı belirginleştirilmeli ve somutlaştırılmalıdır. Tuzla tersaneler havzası grevi, Limter-İş’i meşru yetkili sendika ilan ederek yolu açtığına göre, tahkimat her şeyden önce bu yoldan yürümek anlamına gelir. Tahkimat, ayrı ayrı tersaneler bazında her bir tersaneyi tek tek örgütlemek, fethetmek, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin dediği gibi “bütün tersanelere DİSK/Limter-İş bayrağını dikmek” demektir. O halde kapsamlı bir örgütlenme kampanyası elzemdir. Her tersane düzeyinde örgütlenme kampanyası ayrı ayrı örgütlenebilmelidir. Sendikal önderlik böyle bir örgütlenme kampanyasını ancak ve ancak ileri/öncü işçilerle birleşerek, onları kadrolaştırarak, onları sendikal önderlik çalışmasına katarak başarıya götürebilir. Tersane tersane örgütlenme ve mücadele ile havza çapında örgütlenme ve mücadele; birleşik örgütlenme-birleşik mücadele bütünselliği korunmalıdır. Bu bakımdan, sendikanın bütün tersanelerden öncü işçilerin katılacağı -veya sendika işyeri temsilcilerinden oluşacak- bir havza işçi meclisi/ havza işyeri temsilcileri meclisi (veya konseyi vb.) bir yapılanmaya gitmesi isabetli olabilir.

Şunu özellikle vurgulayabiliriz ki, her örgütlenme çalışması ve kampanyasının başarısı kadrolaşmaya bağlıdır, bağımlıdır. Sendikayı tersane tersane örgütleme seferberliği, hemen ve derhal onun önünde yürüyen bir kadrolaşma seferberliği olmak zorundadır. Her kadrolaşma çalışması ve seferberliği bir ideolojik dönüşümü, ideolojik bakımdan yapılandırmayı kapsamalı, öyle ki, bu ideolojik dönüştürme çalışması, ilk anda öncü, ileri işçilerin sendikal çalışmaları, işlevli biçimde yürütebilecekleri asgari temel sınıf bilincini kazandıracak bir programı kapsamalıdır. Doktrinerizm ve şematizmden uzak durmak, işçilere/işçi sınıfına güvenmek, duraksamaksızın onları ideolojik bakımdan sınıf sendikacılığı çizgisiyle donatıp kadrolaştıracak çalışmaları örgütlemek hayatidir. Öncü bu çalışmalar için gerekli kuvvet seferberliğinden sakınmamalıdır.

Kazanımların pekiştirilmesi görevi, kamuoyuna da mal olan yaşamsal taleplerin elde edilmesi mücadelesinin kesintisiz sürmesi, sendikanın sahibi ve takipçisi olması, işçileri bilgilendirmesi, işçilerin katılımını sağlaması gerekir. Kitle mücadelesi ile diplomasi, “bürokratik” mücadele yöntemleri birbirini tamamlamalıdır. GİSBİR ile diyalog-pazarlık vb. sürdürülmeli, bir yandan talepleri elde etme kararlığıyla bastırırken, işçilerin çıkarlar ve taleplerine denk düşen pratik çözümler üretmek, keza uzlaşmalar, anlaşmalar yapmaktan kaçınmamak gerekir. Uzlaşmalar, anlaşmalar vb. sendikal mücadelenin bir boyutu olagelmiştir. Önemli olan, her uzlaşmanın, her anlaşmanın yapıldığı verili durum, güç ilişkileri vb. koşulları altında işçi sınıfının çıkarlarına uygun kazanımlarla sonuçlanmasıdır. Havza çapında çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş güvenliği tedbirleri vb. acil talepler için mücadelenin aynı zamanda tek tek tersaneler bazında da sürdürülmesi gerekir.

Havza politik genel greviyle Tuzla neoliberal cehenneminin teşhir olmasıyla da iyice sıkışan tersane patronları ve sınıf örgütü GİSBİR şimdi ne yapacak, sınıf mücadelesini nasıl sürdürecek? Havza çapında grev koşulları altında Limter-İş’i muhatap almak zorunda kalan GİSBİR şimdi ne yapacak? Bu aşağı yukarı öngörülebilir bir durumdur. Şimdi GİSBİR’in oyalayarak, işçilerin yatışmasını, kamuoyu ilgisinin ve duyarlılığının kırılıp gerilemesini, tavsamasını bekleyecek, sağlamaya çalışacaktır. O arada sorunların çözülmeye çalışıldığı ve çözüldüğü izlenimi vermeye vb. de çalışabilir.

Tersane patronları ve GİSBİR’in Limter-İş’in örgütlenmesini önlemek, yetkili sendika olduğu gerçeğini boşa çıkartmak için tersane tersane direneceğini öngörmek ve beklemek gerekir. İşçi kıyımı ve kara listeler hazırlanması da sürpriz olmaz. Kuşkusuz tersane patronları ve sınıf örgütü GİSBİR sarı sendika tabancasını da etkili bir şekilde kullanmaktan çekinmeyecektir. Dün rolünü pasif biçimde oynayan sarı işbirlikçi sendikacılığın, şimdi patronlar tarafından uyandırılmış olarak aktif biçimde rolünü oynaması beklenebilecek bir durumdur.

Demek ki mücadele daha karmaşık, daha çetrefil bir aşamaya yükselmiş bulunuyor. Daha berrak bir açıklık, daha net bir perspektif, daha yüksek bir strateji ve taktik yeteneği; kararlılık kadar manevra kabiliyeti de istiyor.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi