Yapısal Krize Doğmak

“Ne yapmak istiyoruz? Ya da yeniden yapılanma nedir?” Bu iki soru cümlesi, Türkiye Gerçeği dergisinin ilk sayısında (Kasım-Aralık 2007) yayınlanan Halil Efe imzalı yazının başlığıdır. Yazı sosyalist hareketin içerisinden geçmekte olduğu dönemi ve yeniden yapılanmayı konu ediniyor. (Yazar, o arada sosyalizmin teorik sorunlarını da aydınlatmaya çalışıyor!) Bu bağlamda birlik sorununa da özel olarak değiniyor. “Başarılı birlik faaliyetine” örnek olarak gösterdiği MLKP deneyimine ve MLKP’ye ilişkin görüş ve düşüncelerini kaydediyor. H. Efe’nin yazısıyla burada özellikle bu nedenle ilgiliyiz. O’nun bir-iki cümledeki yanlışlarını eleştirmek kadar, hatta ondan da çok MLKP’nin devrimci ve sosyalist hareketin rönesansı olması gerçekliğini tarihsel gelişim çizgisini belirginleştirerek, temeli ve özü itibariyle çözümlemek istiyoruz. Ancak öncelikle sosyalist hareketin içerisinden geçmekte olduğu dönem, yapısal kriz ve yeniden yapılanma sorunlarına değinmek yararlı olacak.

2007’de ilerici devrimci hareketin birçok bileşeninde tanık olduğumuz güncel krizler, daha derinlerde inatla işleyen yapısal krizle bağlıdır, yapısal krizin dışavurumları, yansımalarıdır. Dönemin devrimci ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda, kapsam ve içerikte yenilenememek, devrimci değişim dönüşümle yeniden yapılanamamak, yapısal krizin çok çarpıcı bir güncelleşme halidir. Güncel krizlerin bir başka nedeni olduğu açıkça görünen politik başarısızlık ve gelişememe durumu da yapısal krizden bağımsız, onun etkisi dışında düşünülemez... Devrimci ve sosyalist hareketin içerisinden geçmekte olduğu dönem nasıl tanımlanabilir?

‘89-90 gerici olaylarıyla modern revizyonist blok çöktü. SSCB çözüldü, dağıldı, sosyalist Arnavutluk yıkıldı. 20. yüzyıl, sosyalizmin geçici yenilgisiyle kapandı. Böylelikle emperyalist soğuk savaş, ABD’nin başını çektiği emperyalist NATO kampının zaferiyle sonuçlandı. Galipler duraksamadan ganimetin paylaşımına/paylaşım mücadelesine tutuştular. Bütün bu gelişmelerle zamandaş biçimde birleşik dünya pazarı yeniden oluşurken, emperyalist küreselleşmenin doludizgin atılımının önü açıldı. Gelişimi kamçılanan ve belirleyici hale gelen emperyalist küreselleşme eğilimi, dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal çehresini yeniden şekillendirdi, sınıflar mücadelesinin yeni nesnel koşullarını oluşturdu. Toplam olarak, bütün bu belirleyici gelişmelerle birlikte sosyalist mücadele tarihinin yeni döneminin nesnel koşulları ana çizgileriyle belirginleşti.

Böylece soyut ve mantıkî olarak, sosyalizm mücadelesinin yeni tarihi dönemi, sosyalist hareketin yapısal krizi ve yeniden yapılanma süreci de başlamış oluyordu. “Soyut ve mantıkî” olarak böyleydi; ama sosyalizm mücadelesi kesintisiz sürüyor olmasına karşın sosyalizm mücadelesinin yeni tarihi dönemi hakikaten başlamış mıydı? Evet, sosyalizm mücadelesinin tarihi bir döneminin kapanmasıyla aynı zamanda “yeni bir dönem”in başladığı söylenebilir, saptanabilir. Ama bu nasıl bir dönemdir? Eğer yeni başlayan bir “geçiş dönemi” olarak anlaşılıyorsa gerçeğin aslına uygunluk bakımından doğru, tanımlayıcı ve açıklayıcı olur. Hali hazırda dünya (ve Türkiye) sosyalist hareketi, sosyalist mücadele tarihinin iki dönemi arasında yer alan bir “geçiş dönemi”nde bulunuyor. Her ara dönem gibi bu dönem de yapısal olarak köprüsel kişiliktedir. Bu köprünün ayaklarının bir bölümü geçmiştedir, kapanan dönemdedir; diğer bölümü ise gelecektedir. Bu benzetmeye göre ayaklar arasındaki mesafe/süreç köprü-yolu olarak bugün, geçmişten geleceğe geçiş yürüyüşü/yolu, yani “ara dönem” olmaktadır. Böyle bir ara döneme kişiliğini veren yapısında geçmişle geleceğin unsurlarını, öğelerini, özelliklerini birleştirmesi, birlikte barındırmasıdır. Niteleyici, tanımlayıcı, karakterize edici olan budur. Ancak ne geçmişe ait olanlar eski form ve içerikleriyle varlıklarını olduğu gibi, değişmeden sürdürebilirler ve ne de geleceğe ait, gelişen yeni unsurlar tamamen olgunlaşmış, gelişmiş halleriyle kendilerini gösterebilmektedirler.

Bir buçuk asırlık sosyalist mücadele sürecinin gerçekleri bize, bu büyük sürecin çok belirgin biçimde birbirinden ayrılabilen farklı tarihi dönemlerden meydana geldiğini göstermektedir. Her bir dönemin, her bir ‘an’ı, sosyalist hareketin içerisinde hareket ettiği ekonomik, toplumsal, siyasal vb. toplam tarihsel koşullarla bağlıdır, döneme denk düşen özgül bir yapılanışı vardır. Bilimsel sosyalist hareket mutlak ve tek biçimli değildir. Özsel olarak evrenseldir ve tarihsel olarak her dönem özgül biçimde yapılanır. Değişen tarihsel koşullar altında yeni süreçlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal gerçeklerine göre ve var olabilmek için o belli tarihsel koşullar altında devrimci gelişmenin ihtiyaçlarına bağlı olarak/veya yanıtlayacak şekilde yeniden yapılanması gerekli ve kaçınılmazdır. “Yapı” ve “yapılanma” burada en genel anlamındadır, belli bir tarihsel dönemde sosyalist hareketin özgül varoluşunun teori, program, strateji, taktik ve örgüt vb. bütün düzeylerinde o dönemin devrimci yanıtlarının bulunması, kurucu unsurların oluşturulması demektir. Bir yeniden oluş halidir, yoktan, sıfırdan varoluş değil, devrimci bir dönüşüm, değişim, bir yeniden doğuş, ölmeden diriliş-devrimci yenileniş halidir.

Yeni bir tarihsel döneme bir kez girildi mi sosyalizm, marksizm iddialı parti, örgüt, çevre vb. tüm özne-yapılar (tabii bireyler de) artık bu yeni koşullar altında var olmak durumundadır. Bu varoluş yeni koşulların taleplerini, ihtiyaçlarını, teori, program, strateji, taktik, örgüt sorunları vb. her düzeyde anlama ve yanıtlamayla ilgilidir. Sosyalizm, marksizm vb. adına öncülük, önderlik iddiasında olan yapılar, kapanan dönemin aktörleri oldukları içindir ki; istek ve niyetlerinden ayrı olarak yeni tarihi koşullarla uyumsuzluk, çelişki ve çatışma halindedirler. Yapısal dediğimiz bu kriz hali yeniden yapılanmanın itici gücü, devindirici motorudur. Yeniden yapılanma, devrimci önderliğin yapılanmasından, yapısal kriz de önderlik krizden başka bir şey değildir.

Yeni bir tarihsel döneme girildiğinde yeniden yapılanmanın konusu olan bir önceki dönemin özne-yapıları hem yeniden yapılanmanın nesnesi ve hem de öznesi durumundadır. Yeniden yapılanma ara dönemi kapsayan bir süreçtir, en genelde dönem boyunca bir önceki dönemden gelen yapıların yeniden yapılanmanın nesnesi ve öznesi olma durumu devam eder. Süreç boyunca kimileri yenilenmeyi, devrimci dönüşümü başararak yeni sürecin öncüden beklentilerini karşılayacak şekilde yeniden yapılanarak, varlık hakkını tarihsel olarak yeniden kazanırken kimileri de bunu başaramayarak varlık hakkını kaybederler. Tabii çok farklı biçimlerde yeni öncüler de oluşabilir.

Kuşkusuz 90’lardan günümüze devrimci, sosyalist hareketin bütün bileşenleri yapısal krizin manyetik alanı içerisinde bulunuyorlar. Tarihsel yapısal kriz kuşatması devrimci yapıları çok değişik biçimlerde etkiliyor, nesnel olarak dönemin devrimci ihtiyaçlarım dayatıyor, anlaşılmayı ve yanıtlanmayı talep ediyor. Devrimci sosyalist yapıların değişmediğini, dönüşüme uğramadığını düşünmek, sanmak yanlıştan da öte saçmadır. Bugünkü devrimci, sosyalist hareket 90’ların başındakinden bir hayli farklıdır, bir hayli değişmiş bulunuyor. Tabii ki, gelişme eşitsiz, süreç oldukça ağır ve sancılı ilerliyor. Her birinin yapısal krizi kavrayışı, ayırdında olsunlar ya da olmasınlar yanıtlama çaba, güç ve yetenekleri de farklı. Devrimci ve sosyalist harekette yapısal krizi anlama ve çözümleme, yapısal krizle ilişkilenme bahsinde iki uç tavrın belirginleştiği söylenebilir. Yapısal kriz gerçekliğini reddederek yapısal krize karşı direnen kesimler, birinci grubu oluşturuyorlar. Bu kesimde en genelde var olanın devamı, devrimci tutarlılık ve kararlılığın gereği görülüyor, geleneksel, yani bir önceki dönemin düşünüş, tavır ve yaklaşımlarından uzaklaşma, dikkate değer herhangi bir değişim tasfiyecilik olarak algılanıyor. Devrimci yenilenmeye, dönüşüme, yeniden yapılanmaya karşı çıkılıyor, değişmemek en büyük erdem oluyor. Ancak yine de yapısal kriz onları da değişime zorluyor ve az çok değiştiriyor. Bu gruptaki öznelerde, yapısal kriz kendini yeni dönemin devrimci ihtiyaçlarına anlamaya kapalılık, ihtiyaçları anlama ve yanıtlama yeteneğinin erozyona uğraması ve sonuç olarak yenilenememek biçiminde gösteriyor.

İkinci grupta ise yapısal krizin ideolojik olarak çözdüğü veya parçaladığı, belirgin biçimde peltemsileştirdiği yapılar vardır. Bunların, daha ziyade yapısal krizin nesnelliğinin basıncı altında devrimci iradelerini kaybettikleri, yeniden yapılanma güç ve yeteneklerinin felç olduğu saptanabilir. Bunlar, yapısal krizi görmekte, çözümlemeye çalışmakta, ama yeniden yapılanmaya anlamlı yanıtlar olabilecek, birbirini tamamlayan, geliştirip büyüten kurucu, yapıcı adımlar atamamakta, bu yolda anlamlı devrimci bir irade ve enerji gösterememektedirler. Bu gruptakiler yapısal krizi daha ziyade “teorinin krizi” veya ağırlıklı olarak “teori alanı”nın sorunu olarak tanımlama ve çözümleme eğiliminde oldukları için güncel politik mücadelenin dışında kalmayı, yeniden yapılanmanın ve içerisinden geçilmekte olunan dönemin devrimci bir gereği gibi anlayarak ve sunarak adeta kendilerini tasfiye etme çizgisi izlemektedirler. Bu gruptakilerde yapısal kriz, bir kronik güncel kriz hali almıştır denebilir.

Bu tabloya şunu da ayrıca eklemeliyiz; MLKP her iki tutumla, her iki sapma ve eğilimle arasına belirgin bir sınır çekmeyi başarmış, her iki eğilimle mücadele içerisinde olmuştur. Birinci kesimden MLKP’ye tasfiyecilik, ikinci kesimden ise tutuculuk, dogmatiklik, değişmeme suçlamasının yöneltilmesi de bu durumda gayet anlamlı görünmektedir.

Söz konusu yazıda H. Efe, yeniden yapılanmayı çözümlemek ve tanımlamak istiyor. Dahası yeniden yapılanma için bir hareket planı (“Ne yapmak istiyoruz?”) sunma niyetini beyan ediyor. Böylece her şey normal gidiyor görünürken, henüz yeniden yapılanmanın analizine bile girmemişken, yazısına “Birlik sorunları çözer mi?” alt başlığıyla, birliğin sorunları çözücü ve yol açıcı olamayacağını açıklama gayretiyle işe başlaması dikkat çekiyor! Öyle ya, yeniden yapılanmayı çözümleyip tarif etmek ve bir hareket planı geliştirmek, sunmak istediğiniz bir yazıya daha sorunları bile tarif etmemişken, birliğin sorunları çözemeyeceğini açıklama çabasıyla başlamanızın ne anlamı olabilir ki! Biz buradan daha ilk anda, yazarın “konuyu” ele alış yöntemi ve inceleme tarzı itibarıyla, ne marksizm ve ne de bilimsel disipline bağlı kalmak gibi bir kaygısının çok da olmadığını izlenimini alıyoruz.

Yazar, “sol”un mevcut dağınıklığını anlamsız buluyor, ama birliğin de sorunları çözemeyeceği düşüncesinde! Bu bapta yazılanlarda; çok alışıldık ve çok yaygın, özsel olarak tatminsizlik, memnuniyetsizlik ve şikâyet yüklü, iç dökme kabilinden sıradan günlük konuşmalarda binlerce kez yinelenmiş düşüncelerin özetle tekrar edilmesinin ötesinde özel anlamı olan, geliştirici herhangi bir şey yok. Yazar genel olarak “birlik” konusunu değil, özel olarak sosyalist hareketin yeniden yapılanması bağlamında “birlik sorunu”nu incelemek ve aydınlatmak istediğine göre, sorunun doğru konuluşu şöyle olabilir: “Birlik” sosyalist hareketin yeniden yapılanması sürecinde (ve tabi aynı anlamda yeniden yapılanmasında) nasıl bir rol oynayabilir? Burada asıl olan az ya da çok hangi nitelikte ve ne kadar ise sosyalist hareketin yeniden yapılanması sürecinde, “birlik”in oynayabileceği pozitif rolün belirginleştirilmesi, aydınlığa kavuşturulmasıdır. Ancak her şeyden önce yazarın yöntemi, sorunu ele alış tarzı, yeniden yapılanma süreci ve yeniden yapılanmayı kavrayışı buna yetmiyor. Daha derinde ise statik ve metafizik düşünüşü gibi temel bir problem var. Yazar, dikkate değer herhangi bir dönüşüm, değişim olmaksızın birliği olanaklı/olabilir görmek gibi bir teorik bakışa sahip olduğu ve buradan hareket ettiği için, “birlik”in yeniden yapılanmanın sorunlarının çözüm yol ve yöntemlerinden birisi olabileceğini ya da yeniden yapılanmanın sorunlarının çözümünde önemli ve anlamlı pozitif bir rol oynayabileceğini de reddediyor. Sorumuz hala yerli yerinde duruyor: H. Efe neden birliğin sorunları çözemeyeceği, yol açıcı olamayacağıyla başlıyor?

“Solun güç birliği ya da siyasal birlik pratiklerinin sicili”nin “parlak” olmadığını haklı ve doğru olarak belirten H. Efe, 80’lerden günümüze kimi başarısız “birlik” örnekleri sıralıyor. H. Efe son olarak da “Başarılı birlik faaliyetine örnek olarak MLKP deneyi gösterilebilir.” diyor. Ama bir parantez açma ihtiyacı da duyuyor. Ona birazdan geleceğiz. Ancak önce “birlik”ten “birliğe” fark olduğunu kuvvetle vurgulamak istiyoruz. Yazar örnekleri sıralarken bunu gözetmiyor. MLKP “Komünistlerin birliği” mücadelesinden doğuyor, böyle bir birlik deneyimi. Oysa diğer örnekler, siyasal güç, eylem veya cephe birliği girişimleri: Haliyle yazarın neden bu farklı kategoride ve nitelikteki “birlik” çalışması örneklerini ayrım gözetmeksizin sıraladığı sorusu akla geliyor. Bunun yanıtını da bir bakıma parantezin içerisinde buluyoruz:

“Başarılı birlik faaliyetine örnek olarak MLKP deneyi gösterilebilir. (MLKP'yi oluşturan bileşenler, var olan sorunların çok da farkında olmadan ve zihinsel bir dönüşüm yaşamadan, eski dünyalarını koruyarak, güçlerin birleştirilmesi çerçevesini aşmayan bir birlik yaptılar.)” (Türkiye Gerçeği, sayı 1, s. 13)

Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde başarılı birlik deneyimi! Çölde vaha ile karşılaşmak gibi bir şey bu! Hal böyle olunca, başarılı birlik deneyimi örneği karşısında daha sorumlu, daha özenli bir tutum bekliyorsunuz. Ve hatta bir şeyler öğrenilmeye çalışılacağını sanıyorsunuz. Nafile, parantez içini görmeniz yanıldığınızı anlamanıza yetiyor. Orada bir önceki dönemin hep bilen, hep öğreten, bütün doğruları yutmuş, hakikat mührünü tekelinde tutan solcu tipinin zihniyeti yansıyor! Kendisiyle ilgili olduğunda en büyük özeni gösteren, başkalarının da göstermesini isteyen bu mezhepçi zihniyet, başkalarıyla ilgili olduğunda gayet hoyrat, üstünkörü ve umursamazdır. Kendi pirelerini deve yapmakta pek mahir, lakin başkaları söz konusu oldu mu bakarkördür. ‘90 öncesi dönemin devrimci kendiliğindenciliğiyle bağlı bu mezhepçi zihniyet, varlık hakkını kaybettiği için bir geleceği de yoktur. Bu zihniyete saplanıp kalanların yapısal krizi yıkıcı biçimde yaşamakta olduklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Yeni dönemin devrimci ihtiyaçlarını yanıtlama yönünde yenilenip dönüşemeyenler, yeniden yapılanma üzerine ister çok laf etsinler, isterse yeniden yapılanma sorunu hiç yokmuş gibi davranma kurnazlığına yatsınlar, isterse de hakikaten bu gerçeğin farkında olmasınlar, anlamlı siyasal bir varlık olma hakkını kaybetme anlamında kendi sonlarına doğru yol alıyorlar. Devrimci, sosyalist hareketin kimi bileşenlerinin bir varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya bulunuyor olmaları herhalde bir sır değildir.

H. Efe’nin parantezinin içerisindeki iddiaları önce atomlarına ayırarak sıralayalım:

1) “MLKP’yi oluşturan bileşenler, var olan sorunların çok da farkında olmadan ... bir birlik yaptılar.” Burada “var olan sorunlar” denilen yeni dönem ve yeniden yapılanma sorunlarının kastedildiğini belirtmeliyiz.

2) “MLKP’yi oluşturan bileşenler ... zihinsel bir dönüşüm yaşamadan, eski dünyalarını koruyarak ... bir birlik yaptılar.” Bu bir iddia üzerinde ayrıca duracağız, ama acaba yazar, MLKP’nin varoluş hazırlığı anlamına gelen “komünistlerin birliği” düşüncesinin MLKP’nin öncellerinin saflarında doğuşu ve gelişimine dair bilgi ve belgeleri; keza 89’dan ‘94 Birlik Kongresi’ne kadar beş yıl süren komünistlerin birliği için mücadeleyi “biraz olsun” inceledi mi? Böyle bir gereksinim ve sorumluluk duydu mu?

3) “MLKP’yi oluşturan bileşenler ... güçlerin birleştirilmesi çerçevesini aşamayan bir birlik yaptılar.”

Parantez içerisinde belirtilenler, yukarıda parmak bastığımız yanıtsız soruların sırrını çözüyor: Meğer yazarın, işe birliğin sorunları çözemeyeceği, bir yol açamayacağından başlamasının nedeni, başarılı birlik deneyiminin eseri olan MLKP’nin yeniden yapılanmaya gelişen bir yanıt oluşturamayacağı sonucuna gelmek içinmiş! Öyle ya, tek başarılı birlik örneği MLKP olduğuna göre birlik sorunları çözemez, çözümüne yol açamaz vurgusunda ona gönderme yapılıyor demektir.

Öyle anlaşılıyor ki, H. Efe MLKP gerçeğini aşağı yukarı şöyle düşünüyor: MLKP kendi “bileşenleri”nin güçlerinin toplamıdır. “Bileşenler”, “eski dünyalarını koruyarak”, “zihinsel bir dönüşüm yaşamadan” MLKP’de güçlerini birleştirmişlerdir. Zaten sorunların farkında da değillerdir. MLKP aslında bedeninde veya karnında “bileşenleri”ni taşımaktadır. Bakmayın siz O’nun MLKP olduğuna; O aslında MLKP’yi “oluşturan bileşenler”dir! Burada okura hatırlatmak gereksinimi duyuyoruz, MLKP 1994’te Birlik Kongresi’nde kuruluyor. H. Efe bütün bunları, iddia ve değerlendirmelerini 2007’nin Kasım-Aralık’ında yani demek ki, 13 yıl sonra yazıyor. Daha doğrusu, yazabiliyor demeliyiz!

MLKP’yi var eden, dölleyen ve MLKP’nin ebesi olan birlik deneyimi, öncellerinin (“bileşenleri”nin değil, öncellerinin!) üzerinde durmaya değer dönüşümü, bir değişimi olmaksızın gerçekleşmiştir! Dahası, bu başarılı birlik deneyimi, ortaya, öncellerinden farklı, onları aşan yeni bir şey çıkartmadığı gibi, “bileşenleri”nde kayda değer bir değişime de yol açmamıştır! Fakat yine de başarılı bir deneyimdir! H. Efe arkadaşımız, her ne kadar felsefe ve diyalektik bahsinde her şeyin hareket halinde olduğunu ve her şeyin değiştiğini öğrense ve kabul etse de ona göre, MLKP “bileşenleri” MLKP’yi kurduklarında bile değişmeden, dönüşmeden kalabildiklerine göre, demek ki bu diyalektik yasaları, “bileşenleri” ve MLKP için geçerli olmuyor, olmayabiliyor!

H. Efe arkadaşa şunu söyleyeceğiz: Gerçekleştiği tarihsel koşullar ne olursa olsun, çapından ve niteliğinden ayrı olarak “birlik”, önce her durumda az ya da çok bir dönüşümün, bir değişimin sonucudur veya dönüşümle, değişimle birlikte gelişir. Sonra da her “birlik” az ya da çok, şu veya bu nitelikte bir değişime yol açar. Sınıflar mücadelesi için az çok anlamlı hemen bütün birlik biçimleri için bu genel olarak geçerlidir, uygulanabilir. Güç ve eylem birliklerinden tutalım da uzun süreli merkezi eylem birliklerine, bunları en ileri en kapsamlı düzeyi anlamında cephe kuruluşuna değin geçerlidir bu. Birlik yolundan bir devrimci ya da komünist partinin kurulması söz konusuysa bunlar haydi haydi geçerlidir. Dahası, burada “alt üst oluşa” denk düşen bir dönüşüm, bir değişim olmaksızın, bırakın birliğin başarılı olmasını; ayakta kalması bile mümkün değildir. Sonuç olarak sorun öncelikle H. Efe’nin birlik ve değişim/dönüşüm ilişkisini kavramayan, değişimsiz/dönüşümsüz bir birliği ve değişime/dönüşüme yol açmayan birliği olanaklı gören “birlik teorisi”ndedir. Ve bu teori, kör olması nedeniyle gerçeğin anlaşılmasını önlemekten başka işe yaramaz. Çünkü körlüğün en tehlikelisi teorik körlüktür.

H. Efe’nin düşünüş tarzı maddeyi, gerçekliği kabul eder, ama onun kabul ettiği gerçeklik hareket halinde değildir; donuk ve ölüdür. Örneğin O’na göre, ‘90’larda sosyalizm tarihinin bir dönemi kapanmış, yeni bir döneme/sürece girilmiştir. Sosyalist hareketin yeniden yapılanması gerekir. Ama bu tartışmayı 1996’da yapıyor olmakla 2007’de yapıyor olmak çok da önemli, çok da anlamlı değildir. Yani, yeni süreç/dönem ve sosyalist hareketin yeniden yapılanması tarihsizdir. Bu “yeni süreç”in, bu “yeni dönem”in ‘90’lardan günümüze, 2008’e nasıl bir seyir izlediğini ancak hareket halinde, dinamik biçimde kavrayan, açıklayan bir analiz, marksist anlamda materyalist olabilir. Ve keza sosyalist hareketi de yeniden yapılanmanın hem konusu, hem nesnesi ve hem de öznesi olarak ama keza onu da dinamik, devingen, hareket halinde kavrayarak çözümlemek gerekir.

H. Efe’nin diğer bir temel yanılgısı da bizzat inceleme/araştırma yöntemiyle ilgilidir. MLKP’ye ilişkin iddia, tespit ve değerlendirmeleri, birlik mücadelesi, birlik devrimi ve MLKP gerçekliğinin incelenmesine, araştırmasına dayanmıyor. Hatta öyle görünüyor ki, ya sürecin temel bilgilerinden haberi yok, ya da dikkate almıyor. Eğer sürecin, MLKP’yi var eden gelişmelerin ve MLKP’nin varoluş gerçeğinin ihmal edilemez önemdeki bilgilerine sahip değilse, bunları incelemediyse, nasıl oluyor da bu kadar iddialı değerlendirmeler yapabiliyor? Yok, eğer sürecin gerçeklerinden haberdar ise, nasıl oluyor da bu sonuçlara ulaşabiliyor! O’nun tespit ve görüşleri, gerçekleri hiçe saymak anlamında keyfidir, kerameti kendinden menkuldür.

Öncellerinin saflarında komünistlerin birliği düşüncesinin doğuşu, komünistlerin birliği için mücadele, Birlik Devrimi’yle MLKP’nin kuruluşu/doğuşu, ‘94’ten 2007’ye MLKP gerçeği, bütün bunlar artık geride kaldı, “tarih oldu”, yani nesnelliğe ait olaylar kategorisinde yer alıyorlar. O halde ileri sürülecek düşüncelerin gerçekler tarafından doğrulanması, nesnel olarak denetlenebilir olması gerekir. H. Efe’nin en temel iddiası, “MLKP’yi oluşturan bileşenlerin ... zihinsel bir dönüşüm yaşamadan, eski dünyalarını koruyarak” ve de “güçlerin birleştirilmesi çerçevesini aşmayan bir birlik yaptıkları”dır. Evet, bu bir iddia, bir varsayım. Ancak bu satırları okuyunca insanın ilk aklına gelen, ilk düşündüğü, H. Efe’nin neden “dönüşümü”, “değişimi” göremediği ve kavrayamadığı oluyor. Ama bu bir kenarda dursun, bakalım artık tarih olan gerçekler ne söylüyor:

‘89/90 olaylarıyla sosyalizm tarihinin bir dönemi kapandığında yeni dönem ve sosyalist hareketin yeniden yapılanması, tarihin gündemine girmişti. Ancak henüz, ülkemiz devrimci ve sosyalist hareketinin bir gerçeği olarak MLKP yoktu. Tıpkı Öteki İstanbul, Bilinç ve Eylem, Türkiye Gerçeği’nin veya ÖDP ve SDP’nin olmadığı gibi. MLKP yoktu ama öncelleri vardı. Hem komünistlerin birliği için mücadele ediyor ve hem de “kendi yollarında” yürüyorlardı. Demek ki, adı geçen dergi ve partiler gibi, MLKP de yapısal krize doğdu. Ancak diğerlerinden farklı olarak devrimci ve sosyalist hareketin rönesansı, yeniden doğuşu olmayı yalnızca o başardı. Böyle olduğu içindir ki; MLKP gerçeğini kavramak, iddia sahibi her devrimci için önemlidir. MLKP’nin neden ve nasıl olup da devrimci ve sosyalist hareketin rönesansı olabildiğinin çözümlenmesi ve açıklanması, bu nedenle de önemli bir devrimci görevdir. H. Efe’nin yazdıklarını oldukça önemsememiz de buradan kaynaklanmaktadır. MLKP’nin öncelleri ‘74-‘80 döneminde oluşmuş devrimci örgütlerdir. Daha sonraki değişim ve gelişimleri saklı kalmak kaydıyla zihniyetleri de bu dönemde oluşmuştur, bu dönemin devrimci zihniyetidir. MLKP’nin ‘74-‘80 sürecinde oluşan devrimci ve sosyalist harekete egemen bu zihniyeti, “devrimci kendiliğindencilik” kavramıyla tanımlayarak, devrimci eleştirinin sıkı ateşine tabi tutup reddettiği biliniyor. Keza devrimci, sosyalist hareketin ayırıcı bir özelliği ve bu zihniyetin yansıması olarak mezhepçilik deşifre edilmiştir. “Zihniyet” dediğimiz şey esasen hareketin bir döneminin özgül ideolojik yapılanışıdır, ruhudur. “Zihniyet” dediğimiz durum, marksizmle ilişkileniş tarzı, marksizmi kavrayışı ve politik mücadele tarzı, mücadele biçimleri, kitlelerle ilişkileniş vb. gibi, devrimci yapıları var eden yapıtaşı faktörlerin tümünün etkileşimiyle oluşur. Zihniyet ideolojiktir, yapının dokularına işler.

Bilindiği gibi, 12 Eylül darbesi ve yenilgisinin ardından devrimci hareket ideolojik ve örgütsel krize yuvarlanır. Yenilginin analizi, ‘74-‘80 döneminin dersleri, krizden çıkış, devrimci hareketin gündemindedir. Bunlara ek olarak MLKP öncellerinin gündeminde aynı zamanda, kimlerin Marksist-Leninist, komünist kabul edilebileceği, bunun kıstaslarının neler olduğu, keza sosyalizm iddialı parti ve örgütlerden kimlerin bu tanımlara uygun olduğuna dair sorunların çözümlenmesi ve aydınlatılması çabaları vardır ve bunlar özünde marksizmin kavranışı, marksizm anlayışı, marksizmle ilişkileniş tarzına dair tartışmalardır.

“Komünistlerin birliği” düşüncesi ve tartışmalarıyla başlayan dönüşüm, ulaşılan sonuçlar, tam da böyle olduğu içindir ki, yeniden yapılanmayı önceleyebilmiş, yeniden yapılanmaya açılan yaşamsal bir damar olmuştur. Burada özel olarak vurgulayarak şu gerçeğe dikkat çekmeliyiz; herhangi bir başka alan veya konudaki değişimden/dönüşümden ayrı, farklı olarak marksizm anlayışında dönüşümün başlaması etkin, yaygın ve süreğen biçimde kendi kendini üretme niteliğine/yeteneğine sahiptir. Daha sonraki süreçlerde marksizmle ilişkileniş tarzının değişim ve yenilenmesinin kapsama, etkime alanı genişler, gelişir, derinleşir. Sonuç olarak, MLKP öncellerinin “zihinsel dönüşümü”nün, bir dönemin devrimcilik anlayışını özetleyen “devrimci kendiliğindencilikle”, evet bu “zihniyet”le yol ayrımının 80’lerin ortalarında başladığının altını çizebiliriz. İkinci olarak, MLKP’yi devrimci sosyalist hareketin rönesansı yapan dönüşümün temelinde marksizm anlayışının, marksizmi uygulama ve marksizmle ilişkilenme tarzının devrimci yenilenişinin, yeniden yapılanışının başlaması durmaktadır. Komünistlerin birliği düşüncesi 1989’da MLKP öncellerinin ortak hareket planı haline gelir. Ve fakat bir-iki yıllık mücadele sürecinde başarısızlığa uğrar. Başarısızlığın nedeni, örgütlerin birliğe hazır olmamalarıdır. Evet, öncelleri bir zihniyet değişimi yaşamaktadırlar, ama henüz eski zihniyetten, devrimci kendiliğindencilikten kopma yetenek, kararlılık ve iradesini gösterememektedirler. İlk girişim ve mücadele deneyiminin başarısızlığından sonra, MLKP öncelleri arasında ve her birinin içerisinde süren komünistlerin birliği için mücadele, başarısız deneyimden öğrenme, birliğin mücadele için gerekli olduğu düşüncesinin güçlenmesi vb. temelinde, yaşanmakta olan değişim-dönüşüm derinleşir, nadaslanır. MLKP öncelleri 1993’te birlik olanaklarını değerlendirmeyi tekrar ele aldıklarında, birlik anlayışı belirgin biçimde olgunlaşmış, birliğin, kitlelerin devrimci önderlik ihtiyacının yanıtlamasıyla bağıntısı kavranmış, sonuç almaya muktedir bir birlik planı ve iradesi oluşmuştur.

1993-‘94 döneminde süren birlik mücadelesi ve birlik çalışmaları devrimci hareketin ‘70’lerden başlayarak çeyrek yüzyıllık deneyimlerinin, birikiminin eleştirel devrimci tarzda gözden geçirilmesini, program, strateji, temel taktikler, örgüt sorunlarının tartışılmasını kapsar. Bu aşamada birlik mücadelesi ve çalışmasının başında yürüyen kurumlar düzeyinde devrimci hareketin deneyimlerinin özümsenmesi ve aşılması, ayırdında olmak anlamında bilinçli bir yaklaşım ve yönelimdir. ‘93-‘94’te, Birlik Kongresi’nde kararlaştırılma perspektifiyle yürütülen tartışmalarda (elbette buna BK’deki tartışmalar da dahildir) devrimci önderlik tarz ve anlayışında, genel olarak devrimci iradenin rolü, özel olarak ’90 sonrası koşullar altında, devrimci idarenin rolü, devrimci strateji ve taktiğe, mücadele biçimlerine, keza kadro ve örgüt sorunlarına yaklaşımda oldukça anlamlı, düşünsel bir değişim ve gelişim, “zihinsel” yenilenme ve dönüşüm yaşanır. Komünistlerin birliği düşünce ve mücadelesinin gelişmesiyle, “eski dünyalar” çoktan sarsılmıştır. Birlik Kongresi dahil ‘93-‘94 tartışmaları ve birlik mücadelesi sürecinde ise “eski dünyalar” çatırdar, yıkılır. Bunların düşünsel kireçlenmelerinin ve grupsal yapıların kırılışıyla da birleşmesiyle tahayyül gücünün çapı ve ufkun mesafesi büyür.

Bu yazı, H. Efe’nin iddia, tespit ve değerlendirmelerini tartışma ekseninde MLKP’yi, devrimci ve sosyalist hareketin rönesansı yapan değişim, dönüşüm ve yenilenmenin nehir yatağının belirginleştirilmesini görev edindiği için şunları vurgulamamızda yarar var:

‘93-‘94 birlik çalışması ve mücadelesi sürecinde en kapsamlı gelişme devrimci strateji alanında olur. Strateji alanında bir düşünsel sıçrayış, öncellerinin geri kavrayış düzeyinden kopuş yaşanır. MLKP’nin stratejisi ve strateji anlayışı, ‘93-‘94 döneminde, kuruluşunun öngününde birlik çalışmaları ve mücadelelerinde oluşur, yenidir. “Zihinsel dönüşümün”, “zihniyet devriminin” teorik arka planında marksizm anlayışının, marksizm kavrayışının, marksizmle ilişkilenme tarzının yenilenişi vardır, ancak burada dönüşümün çekirdeği, devindirici motoru, devrimci iradenin rolünün kavranışındaki dönüşüm ve yenilenmedir. En çarpıcı devrimci dönüşümün, strateji anlayışı ve devrimci iradenin rolünü kavrayışta meydana gelmesi oldukça da tutarlı ve anlamlı görünmektedir.

Diğer yandan birlik mücadelesi ve MLKP’nin kuruluşu sürecinde program, değişimin en az yaşandığı alandır. Öncellerinin düzeyini aşamamıştır. Programın eski, ‘90 öncesi döneme ait olduğunun belirlenmesinde de bir mahsur yoktur. Peki bu, tutarsız ve anlamsız bir durum mudur? Ya da nasıl bir anlamı olabilir? Strateji anlayışı ve devrimci iradenin rolünü kavrayışı, devrimci önderlik anlayışıyla MLKP geleceğe sıçrama, tabi geçmişten/geride kalan dönemden kopuş halindedir, halen eski dönemin programına bağlı kalıyor olması ise, sürekliliği göstermekte ve vurgulamaktadır.

Belki de özel olarak ayrıca vurgulanması gerekir ki, MLKP öncelleri birliğe doğru iradelerini tekleştirerek ve sorunları çözerek ilerlerken yaşamakta oldukları değişimi, devrimci yenilenmeyi, dönüşümü anlama ve yönetme güç ve yeteneği kazanıyorlar. Bunun çok çarpıcı bir yansıması ‘93-‘94 sürecinde “Komünistlerin birliğini” iki şeklide tanımlamalarıdır. “Örgütlerin birliği” ve MLKP öncellerinde örgütlenmiş tek tek “Komünistlerin birliği.” Birlik planını, Birlik Kongresi’ni ve birliği kararlaştıran örgütlerin iradesidir. Diğer yandan teori, program, strateji, taktikler, mücadele biçimleri, örgüt sorunları vb. bütün bu konulardaki sorunlar ve ayrılıklar öncellerin saflarında örgütlenmiş bireyler olarak komünistler arasında tartışılır ve keza BK’da kararlaştırılır. “Birlik” tanımının bu ikinci unsuru öncellerin örgüt yapılarını “çözmeyi”, “atomize etmeyi” de hedeflemektedir.

“Kuruluş” eki, kendi gelişimini yönetme yeteneğine çok çarpıcı bir başka örnektir. Birlik Kongresi 1994’te gerçekleşir, MLKP-K’yı ilan eder. Bunu 94-95 sürecinin çok yüksek tempolu politik mücadele ve örgütlenme pratiği izler. ‘95 Parti ve Birlik Konferansı, ‘94-‘95 sürecinin ideolojik, politik ve örgütsel çalışma/mücadele pratiğinin deneyim ve kazanımlarının değerlendirilmesine dayanarak, MLKP’nin kuruluşunun tamamlandığını kararlaştırır, “Kuruluş” ekinin kaldırılışını ve Birlik Devrimi’nin zaferini ilan eder.

Bir başka önemli sonuç olarak şu da eklenebilir: Komünistlerin birliği için mücadele, komünistlerin tek bir partide birliği hedef ve amacına yaklaştıkça bir yandan karşı çıkanların gerici direnci daha belirgin ve yıkıcı hale gelir (zihinsel değişime uğramayanlar, eski dünyalarını koruyanlar!), buna karşın esasen yenilenme, değişim ve dönüşüm eğilimi derinleşir, güç ve hız kazanarak ilerler.

H. Efe, MLKP’yi bir “cephe örgütü”, bir “güç birliği partisi” vb. gibi düşünmekte, tam bir keyfilikle “MLKP’yi oluşturan bileşenler” kavramını kullanabilmektedir. H. Efe, MLKP öncellerine ne olduğunu bilmiyorsa her ihtimale karşı hatırlatalım: Birlik Kongresi Belgeleri, MLKP öncellerinin her birinin Birlik Kongresi içerisinde kendi kongrelerini toplayarak, kendilerini feshetmeyi kararlaştırarak kendilerini atomize ettiklerini bildiriyor. MLKP’nin (MLKP-K olarak) tarihe girdiği an’da öncelleri kendilerini tarihe armağan ediyorlar. “MLKP bileşenleri” gibi bir durum hiçbir zaman olmuyor. MLKP’yi, Birlik Kongresi delegeleri kuruyor. Öncellerinde örgütlenmiş komünistler de kurucu üyeler oluyorlar. MLKP’de onun önceli örgütler değil, bu örgütlerde mücadele eden komünistler birleşiyor. Öncellerinin maddi cismani varlığında ancak devrimle, devrimci alt-üst oluşla tanımlanacak bir atomizasyon gerçekleştiriliyor. Kireçlenmiş grupsal/örgütsel yapıların atomizasyonu hem birlik devriminin eserinin yükseleceği alanı temizliyor, hem de bu eserin damarlarında dolaşan yaşam ateşi olan kurucu enerjinin kaynaklarını özgürleştiriyor.

Görülmektedir ki; MLKP ‘89’dan ‘94’e, beş yıla yayılan birlik mücadelesi ile hazırlanmıştır. Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin tarihinde bunun benzeri bir hazırlık örneği yoktur. 1994 Birlik Kongresi, program, strateji, temel taktikler, mücadele ve örgüt biçimleri, tüzük dahil kadro ve örgüt sorunları gibi, bir partiyi parti yapan bütün bu sorunları kararlaştıran kurucu kongre olarak tarihe geçmiştir. Şu da bir gerçektir ki, ancak politik mücadelenin ateşten sınavından geçerek, devrimci eylemin yüksek ısısı altında etkileşime girerek, iyi hazırlanmış ve düzenlenmiş bütün bu malzeme gerçekten devrimci öncü bir partiye dönüşebilir; özsel olarak öncellerinin birikim ve deneyimlerini, ulaştıkları düzeyi içerip kategorik olarak aşarak, komünist devrimci öncü partiyi yaratabilirdi. MLKP’yi MLKP yapan, ona can ve kan veren, 1994 Birlik Kongresi’nden 1995 Parti ve Birlik Konferansı’na kadar ki süreçte doludizgin geliştirilen siyasal mücadele ve örgütlenme pratiğidir. ‘94-‘95 ideolojik-siyasal-örgütsel pratiğinin temel bir özelliği de, bir tutarlılık sınavı olmasıdır. Sözler, düşünceler, beyan edilmiş niyetler, alınmış kararlar bu dönemde tutarlı devrimci pratiğin tutarlılık sınavına sokulmuştur. Bu ilk dönemin devrimci pratiğiyle MLKP varoluş sınavını kazanmış, sınıflar mücadelesi tarihinin, sosyalist mücadele tarihin yeni dönemine doğmuştur.

Öncellerinin “eski dünyalarını koruyarak” birleştikleri, çok komik bir iddiadır. Bütün diğer şeyler bir yana fiziki örgütsel/grupsal yapıların atomize edildiği koşullar altında bırakın örgütlerin eski dünyalarının buharlaşacağı, tasfiye olacağı gerçeğini, onların saflarında örgütlenmiş birey olarak her bir komünistin içerisinde yer aldıkları grupsal/örgütsel yapıyla bağlı eski dünyalarının parçalanıp yıkılması da kaçınılmazdır... Yalnızca “eski”, “aşılan dönemin” örgütlenmeleri fesih ve atomize edilmemiş, aynı zamanda söz konusu dönemin “zihniyeti” de devrimci eleştirinin ateşi altında parçalanmış, Birlik Devrimi’nin özsel olarak kurduğu yeni devrimci tarz, doğurduğu yeni devrimci zihniyet tarafından tasfiye edilmiştir. Birlik Devrimi, “devrimci kendiliğindenciliğin” ve mezhepçilik zihniyetinin inkârı temelinde “devrimi bilinçli, iradi tarzda hazırlama ve örgütleme” zihniyetini düşünsel ve pratik biçimde açığa çıkartmıştır. MLKP Birlik Devrimi’yle sosyalizm mücadelesinin yeni tarihsel dönemine, yapısal krize ve yeniden yapılanmaya doğmuştur. Yeniden yapılanmanın temeli ve başlangıç halinde yanıtıdır. Devrimci ve komünist hareketin, bir yeniden doğuşu ve rönesansıdır. Ve elbette ki, o başlangıç halinde bir yanıt olarak kalmamış, Birlik Devrimi’nin attığı temel üzerinde on küsur yıllık tarihi boyunca hemen bütün varoluş düzeylerinde yeniden yapılanmanın gelişen ve umut verici bir yanıtı olmayı da başarmıştır.

H. Efe’nin diğer bir iddiası ise “MLKP’yi oluşturan bileşenler, var olan sorunların çok da farkında olmadan birlik yaptılar.” şeklindedir. Öyle anlaşılıyor ki, H. Efe, “sorunlar” derken, 89-90 olaylarıyla bir dönemin kapanmasını, sosyalizmin geçici yenilgisine, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm deneyimlerine ait sorunları, yeni dönem ve sosyalist hareketin yeniden yapılanmasının sorunlarını söz konusu yapıyor. H. Efe’nin yöntemi de, tarzı da hakikaten çok ilginç. Önce buna dikkat çekmek gereksinimi duyuyoruz. H. Efe 2007’nin sonunda yaptığı bir tartışmada, MLKP’nin sosyalizm mücadelesinin yeni dönemi ve sosyalist hareketin yeniden yapılanmasıyla ilişkilenişini MLKP’nin kuruluşu ve kuruluş dönemine ilişkin iddia, tespit ve değerlendirmeleriyle yapıyor. Yazarın ne gibi saiklerle bunu yaptığını bilemiyoruz, ama yazarın gerçekleri donuk, ölü ve hareketsiz biçimde kavrayan metafizik düşünüşüyle burada da karşılaştığımızı belirtelim.

Eğer MLKP öncellerinin tam da H. Efe’nin bahsettiği yeni dönem ve sorunlarını belli ölçülerde gördükleri, belli ölçülerde kavradıkları gerçekliğinden hareket edersek, “var olan sorunların çok da farkında” olmadıkları saptaması eksik ve yanlıştır. Ancak yeni dönemi ve sorunlarını derinliğine kavramış ve kapsamlı biçimde çözümleyebilmiş olmadıkları da bir gerçektir. Buradan bakıldığında da H. Efe’nin tespiti bir ölçüde doğrudur, gerçeğe biraz olsun dokunmaktadır. H. Efe’nin zannettiğinin, sandığının aksine MLKP öncelleri sosyalizmin geçici yenilgisi, 20. yy. sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü deneyimleri vb. sorunlara karşı ilgisiz değillerdir. Sorunların farkında olmadıklarını düşünmek, sanmak ise bütünüyle saçmadır. Bütün bu konularla ilgilidirler, oldukça da ilgilidirler. Keza yeni bir dönemde olduklarının da farkındadırlar. Bu durumda şu soru akla gelmektedir; peki o halde neden bütün bu sorunlar çözülmek üzere, birlik mücadelesi ve çalışmasının gündemine alınmamıştır, girmemiştir? Şunları söylemek herhalde doğru ve isabetli olur: Bütün bu konuları ele alma ihtiyacı duymalarına karşın -hatta öncellerinin resmi kararları bile vardır- hâlihazırda bu konularda bilinen “var olan düşüncelerini” korumaları, bu sorunların hemen ve kısa sürede çözülemeyecek kapsam ve genişlikte olması gerçekliği ve düşüncesinin yanı sıra, bu konu ve sorunların çözülmek üzere birlik mücadelesi ve çalışmasının gündemine alınmasının süreci tıkayabileceği kaygısı vb. nedenlerle ele alınmadığı, zımnen de olsa sürece bırakıldığı, ötelendiği veya ertelendiği belirlenebilir.

Öncelleri ve kuruluş aşamasında MLKP, henüz emperyalist küreselleşmenin hızlanan ve derinleşen, bütün dünyayı ağları içerisine alan gelişimini, dünyamızın ekonomik, toplumsal ve siyasal yapılanışında meydana getirmekte olduğu değişim ve dönüşümleri, bunların devrim teorisi ve devrimci programına yansımalarını az çok bilinçli bir şekilde anlama, çözümleme ve aydınlatmaya yönelmiş değildir. Bunun 1997’deki MLKP II. Kongresine kadar sürdüğü, buradan itibaren bu bağlamdaki konulara yönelindiği, ancak 2000’lerden sonra (özellikle de III. Kongre’den itibaren) bu sorunlara çözüm yönelim ve arayışlarının etkin ve sistematik çalışmalara dönüştüğü söylenebilir. Aynı şey, sosyalizmin geçici yenilgisi, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü deneyimlerinin dersleri vb. için de geçerlidir.

MLKP’nin içerisine doğduğu tarih süreciyle ilişkilenişi oldukça tutarlı görünmektedir. O yapısal kriz ve yeniden yapılanmayla belirlenen bir ara dönemde doğmuştur. Bir yandan öncellerinin içerisinde geldiği bir önceki dönemle bu dönemin tüm kazanımlarını -öznesi kim olursa olsun, aşılan dönemin, bugün ve gelecekte de varlık hakkı olan kazanımlarını- sahiplenmekte, savunmakta ve korumakta; diğer yandan içerisine doğduğu, sosyalizm tarihinin yeni dönemini önceleyen bu geçiş döneminin gerçekliğine ve ruhuna uygun olarak, yeni dönemin komünist devrimci önderlikten talep ve beklentilerini, teorik-düşünsel olarak anlamaya ve pratik olarak yanıtlamaya çalışmaktadır. O’nda yeniden yapılanmanın olmuş, bitmiş, tamamlanmış olduğunu iddia etmek ne kadar yanlışsa O’nun aşılan döneme, eskiye ait olduğunu söylemek daha da büyük bir yanlış olur.

1980’lerin ortalarında öncellerinin marksizm anlayışı, marksizmle ilişkilenme tarzında mayalanan devrimci dönüşümün 1994-1995’te Birlik Devrimi’yle MLKP’nin doğumunda somutlaşması gerçekliğiyle 1900-1903’te Bolşevizmin doğuşu arasında analoji yapılabilir. Kuşkusuz Bolşevizm, II. Enternasyonal içerisinde marksizm anlayışının, marksizmle ilişkilenme tarzının devrimci yenilenişinin, yeniden yapılanışının başlangıcı ve temelidir. Bolşevizm, II. Enternasyonal içerisinde, onun çöküşünden sonraki tarih döneminin, devrimci önderliğinin yeniden yapılanışının, gelecekteki sosyalist hareketin tohumudur, ya da rüşeym halindeki gelecektir. Eskiyle yeni, geçmiş ile gelecek onun varoluşunda, düşünce ve eyleminde kesişiyordu, buluşup iç içe geçiyordu. Öyle ki, II. Enternasyonal’in iflas ve çöküşüne karşın Bolşevizm bu niteliğini 1917 Şubat Devrimi’ne kadar sürdürdü. Bununla birlikte tabii ki, Bolşeviklerin devrim teorisi, özellikle 1915-1916’larda II. Enternasyonal’in yaklaşımlarından kopuş halindeydi. Denilebilir ki, Bolşevik parti, 1900-1903’te temelleri atılan ve daha sonraki tarihi boyunca da ilerlettiği yeniden yapılanmayı, 1917 Şubat Devrimi’nden sonra, esasen de bir tarihsel eşik olarak 1917 Nisan Konferansı’nda tamamladılar. Her kim ki, tarihsel yapısal krizin aşılmasını, yeniden yapılanmayı, kısa sürede halledilebilecek süreçler ve sorunlar, görevler olarak anlıyorsa o kesinkes yanılıyordur.

MLKP yapısal krize doğmuştur, bu aynı zamanda onun yaşamakta olduğu yeniden yapılanmanın başlangıcı ve temelidir. On küsur yıllık tarihi ile hem yaşadığı “parti krizi” döneminin deneyimlerinin öğrettikleriyle, hem parti krizinden çıkış sürecinin öğrettikleri ve biriktirdikleriyle, hem de parti krizinden çıkışı izleyen önder partiyi elde etme yolundaki ideolojik-politik ve örgütsel atılımıyla, yeniden yapılanmaya gelişen ve iddialı bir yanıt oluşturmaktadır. Kendini olmuş, bitmiş, tamamlanmış olarak değil, “olmakta olan”, “oluş halinde” biçiminde tanımlayan MLKP’nin üstün bir yanı da, kazanmış olduğu yeniden yapılanmayı yönetme yeteneği, güç ve iradesidir. Kuşkusuz diktatörlüğün tasfiyeci darbelemeleri, saldırıları, karşı devrimci basıncı tabii ki, ona maruz kalan her devrimci yapının gelişiminin iç dengelerini ve dinamikleri etkilemektedir. Ancak tarih de hiçbir zaman onu yapanların arzuladığı elverişli koşullar altında cereyan etmemiştir. Devrimci önderlik, içerisinde hareket ettiği tarihsel koşullar altında kendini yapmakla yükümlüdür. Koşullardan şikayet etme, yakınma hakkı yoktur. Aslolan devrimci imkânları görme, anlama ve realize etme yeteneğiyle, devrimci iradesinin gücüyle kendisine tarihte onurlu bir yer açmayı başarmasıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi