Hangi Anayasal Düzendir Bu?

2006 Eylül’ünde “Gaye” saldırısında tutuklanan MLKP dava tutsakları 14 ay sonra ilk kez 26 Ekim 2007’de Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde mahkemeye çıkarıldılar. Mahkemede, komünist tutsaklar, verdikleri dilekçeler ve yaptıkları konuşmalarla faşizmi yargıladılar. MLKP dava tutsağı Arif Çelebi’nin dilekçesini, bu yargılayan savunmalardan birisi olarak, taşıdığı güncel ve tarihsel önem nedeniyle yayımlıyoruz. Başlık bize aittir.

***

Bir komünist ve ateistim. Kürt ulusuna mensubum. Anadilim Kürtçedir. Alevi-Kızılbaş inancını benimseyen bir aileden gelmekteyim. Ailesinin dinsel inancı ya da ulusal mensubiyeti, bir komünist için tamamen önemsizdir. Çünkü o, din ve ulus bağlarından özgürleşerek insanın yalnızca insan olarak tanımlandığı, din, dil, ulus ve elbette sınıf farklarının ortadan kalktığı bir dünyadan yanadır. Ve böyle bir dünyanın gerçekleşmesi için çalışır.

Nerede bir ezilen, nerede haksız baskılara maruz kalan biri varsa, bir komünist onun yanındadır. Komünist, işçi sınıfının öncü savaşçısıdır. O bütün ezilenlerle aynı saftadır. İnsanlığın ilk medeniyetlerinin boy verdiği bu topraklarda, kökleri bu medeniyetlere dayanan halklar; Türk egemen sınıflarının ırkçı, barbar, soykırımcı, inkâr ve imhacı politikalarıyla kan ve gözyaşına boğuldular. Ermeniler soykırıma uğratıldı. Süryaniler, Pontus Rumları soykırımcı saldırılara maruz kaldı. Kürtler başkaldırdıkları her yerde soykırımcı imha saldırılarına tabi tutuldu. Milyonlarca Ermeni, Kürt, Rum, Süryani binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sökülerek sürgün edildi. Kürtlerin ulusal varlığı, dili, kültürü inkâr edildi. Bu coğrafyanın yaşayagelmiş en eski ve zengin dillerinden biri olan Kürtçe yok sayıldı. Anadolu'nun yoksul Türk ve Kürtleri, Osmanlı egemenlerinin sömürü ve zorbalığına karşı, Alevi-Kızılbaşlığı bayrak edinerek başkaldırdılar. Kızılbaşlık, yoksulların isyanının adı haline geldi. Zulüm ve zorbalık Kızılbaşların üzerinden hiç eksik olmadı. İşte bu nedenlerle bir komünist olmama rağmen, Kürt ulusundan gelmeye ve bir ateist olmama karşın, aile kökenimin Alevi-Kızılbaş olmasına vurgu yaptım. Bir Kürt komünistim. Ama aynı zamanda bir Ermeni, Rum, Süryani, Çingene komünistim. Ezilen, sömürülen Türk ulusundan işçi ve emekçilerin komünistiyim. Ve bu coğrafyada baskıya ve haksızlığa uğrayan, zulüm altında inletilen bütün halkların ve ezilenlerin komünistiyim.

Bu dava; ezen ve ezilenlerin, sömüren ve sömürülenlerin, faşistlerin ve özgürlük savaşçılarının, burjuvazinin ve proletaryanın tarihsel hesaplaşma anlarından biridir. Bir yanda Baba İshak, Şeyh Bedreddin, Pir Sultan, Dadaloğlu, Seyit Rıza, Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mazlum Doğan, Sabahat Karataş, Süleyman Cihan, Cafer Cangöz, Adil Can, İrfan Çelik, Hüseyin Demircioğlu, Süleyman Yeter, Fatih Öktülmüş, Hasan Ocak, Ahmet Metin Koyuncu, Şengül Boran ve daha binlerce özgürlük ve sosyalizm şehidi; karşı tarafta Selçuklu Sultanları, Osmanlı Padişahları, Türk egemen sınıfları ve faşist çeteleri var. Egemenler her defasında akıl almaz bir vahşetle bastırdı ezilenlerin başkaldırısını ve her defasında kadehlerinde ezilenlerin kanı, “kök kurutma” ayinleriyle kutladılar zaferlerini. Ama kuruttuklarını sandıkları o köklerden hayat ve umut, direniş ve isyan her seferinde yeniden ve yeniden filizlendi. Binlerce ve binlerce kadın ve erkek, direnişin ve onurun savaşçıları bize boyun eğmemeyi, insani ve özgür bir dünyaya ulaşma umudunu miras bıraktılar. Ne Kuyucu Murat Paşalar, ne Topal Osmanlar, ne idam sehpaları, ne sokak infazları, ne gözaltında kayıplar, ne gözaltında işkence ve tecavüz, ne zindanlar engelleyebildi bu yürüyüşü. Kuyucu Murat Paşalar gibi onların torunları da tarihin çöplüğüne fırlatılıp atılacaklardır. Çünkü; memleketimin dağlarında yankılanıyor hala Dadaloğlu'nun; “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” nidaları. Çünkü; zulme maruz kalanlar haykırıyor inadına Pir Sultanca, “Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan.” Çünkü; memleketimin sokaklarında sürüyor direniş ve kavga. Çünkü; umut dimdik ayakta! Ve bu dava, sonucu ne olursa olsun, işçi sınıfı ve ezilenlerin hanesine bir zafer olarak yazılacaktır. Çünkü; zafer haklının ve mazlumun, çünkü zafer direnenlerin olacaktır.

İddianameyi dikkate alacak olursak; bay savcı beni, anayasal düzeni yıkarak yerine yeni bir düzen kurmaya çalışmakla itham ediyor. Bunu kanıtlamak için polisle işbirliği içinde her türlü hile, sahtekârlık ve komploya başvurmaktan geri durmadığı anlaşılıyor. Eğer söz konusu olan düzen değişikliği istediğimi ispatlamaksa, bay savcının bu amaçla komplolar düzenleyerek, bu kadar mesai tüketmesine gerek yoktu. Sömürü ve zorbalık düzenine karşı çıkmak, devrim ve sosyalizm bayrağını taşımak, nerede bir ezilen varsa onun yanında yer almak bir onurdur. Bir komünist olarak işkencede direnişin sesi olmaktan, mahkemelerde fikirlerini haykırmaktan kıvanç duyarım ancak. Ama bay savcının derdi başka. O, elinde Kuyucu Murat Paşa'nın kazması, komplo kuyuları açmakla meşgul. Buna şaşırmadım. Çünkü sömürücü zorbalar, onların satılık uşakları her zaman ve her yerde kılıca kılıç savaşmaktan kaçmışlardır. Çünkü bir avuç sömürücünün çıkarları için, milyonların ezilmesi gerekir. Çünkü yalan ve demagoji, komplo ve hile bütün sömürücü sistemlerin, bütün gerici ve faşist rejimlerin başta gelen karakteristik özelliklerinden olagelmiştir.

Ne diyor Korgeneral Altay Tokat; “Hakimleri hizaya getirmek için bomba attırdım.” Ne diyor Albay Erdal Sarızeybek; “Çatışma havası yaratmak için Şemdinli'nin üzerine roketler fırlattık.” Ne diyor Binbaşı Zeki Bingöl; “19 Aralık’ta Bayrampaşa'da devrimci tutsakların kaldıkları koğuşlara yangın bombaları yağdırdık.” Ne diyor Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, 67 Eylül linç olaylarını övünçle üstelenerek; “Muhteşem bir örgütlenmeydi.” Ne diyor Hrant Dink cinayetine karışan polis muhbiri Erhan Tuncel; “Bu cinayetin arkasında karanlık güçler var, ama MİT mi, jandarma mı, polis mi bilemiyorum.” Ne diyor Malatya'da üç Hristiyan'ı hunharca katledenlere dair ihbar mektubu yazan biri; “Katliam, Malatya Jandarma Komutanı'nın teşviki ile gerçekleşti.” Bunlar yakın zamanda kitaplara, gazetelere, demeçlere konu olan birkaç olay sadece.

1977 1 Mayıs katliamının bir kontrgerilla eylemi olduğu artık kanıtlanmış bulunuyor. 1978 vahşi Maraş katliamının arkasında devlet güçlerinin olduğu Ecevit'in arşivinden çıkan belgelerle resmiyet kazanmış oldu. 1969 Kanlı Pazar olaylarının ve 1971 AKM yangınının birer devlet provokasyonu olduğu artık filmlere konu ediliyor.

Eğer o dönemde görev yapan savcılara inanılacak olsaydı, 6-7 Eylül'de vatandaşlar “milli hislerle” Rumları linç etmek istemiş; Kanlı Pazar'da yine sıradan insanlar “komünizme karşı duygularla” ilericilere saldırmış; AKM'yi devrimciler yakmış; 1 Mayıs 1977'de sol gruplar birbiriyle çatışmış; Maraş olayları devrimci grupların kışkırtması ile meydana gelmişti. Geçmişteki komplolar, provokasyonlar, bunlar için uydurulan gerekçeler, iddianamelerdeki savlar, ne kadar da tanıdık! Ne kadar da bugünkülere benzer. Bugün de devlet güçlerince örgütlenmiş linç saldırıları “vatandaşın milli hassasiyeti” olarak lanse edilmiyor mu? Planlı kontrgerilla cinayetleri “milli duygularla işlenmiş bireysel eylemler” olarak yüceltilmiyor mu? Beytüşşebap'ta olduğu gibi korucular öldürülüp PKK yaptı diye lanse edilmiyor mu? Yüzlerce kiloluk bombalar yüklenmiş minibüsler kontrgerilla güçlerince Ankara'nın göbeğine bırakılıp sonra tesadüfen fark edilmiş gibi gösterilerek ırkçı-faşist cephenin değirmenine su taşınmak istenmiyor mu? Bu tip komploların CIA güdümlü enstitülerde Türk generallerinin ve diğer devlet yetkililerinin katılımıyla nasıl planlandığı Hudson Skandalı'yla basına yansımamış mıydı? Cumhuriyet gazetesinin bombalanması, Danıştay baskını, Mersin bayrak provokasyonu, Diyarbakır'da çocuk parkına konan bomba ve daha niceleri kontrgerilla komplolarının bariz örnekleri değil mi? Şemdinli halkı bu devlet provokatörlerini suçüstü yakalamadı mı?

Vatan ve milletseverlik kisvesi altında ırkçı-faşist rejimi korumak için halklarımıza, işçi sınıfı ve emekçilerin hak mücadelesine, ilerici ve devrimci her girişime karşı devletin bütün birimlerinde örgütlü, hiçbir yasayla sınırlanmamış bir cinayet, entrika ve komplo örgütü kontrgerilla, dün olduğu gibi iş başındadır. Onun gizli devlet değil, devletin ta kendisi olduğu Susurluk kazasıyla gözler önüne serilmedi mi? Uyuşturucu ve her türden kara para ticaretine hâkim mafyaların devlet tarafından organize edildiği ve devletçe yönetildiği bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkmadı mı?

Bay savcının anayasal düzen dediği bu kuralsız, kanlı, kirli, karanlık ilişkiler yumağı mıdır?

Hangi anayasal düzendir bu?

Ekonomisini ve maliyesini IMF ve DB bürokratlarına teslim etmiş; tarımı, sanayisi, ticareti, banka ve sigorta şirketleri, borsası uluslararası emperyalist tekellerin eline geçmiş; dünyada uygulanan en yüksek faiz oranıyla borcu borçla kapatan, vergi yükünü ağırlaştırdıkça ağırlaştıran, halkın en temel ihtiyaçlarına yatırım yapmaktan kısarak, halklarımızın iliğini kemiğini sömürerek uluslararası tekellerin ve onların işbirlikçilerinin kasalarını şişirdikçe şişiren; vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü, milyonlarca insanın işsizlik, açlık, sefalet içinde kıvrandığı; eğitim, sağlık, barınma gibi zorunlu gereksinimlerin giderilmesinin yoksullar için olanaksız hale getirildiği; yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, doğanın, çevrenin ve insanın tahrip edilmesi pahasına emperyalist tekellere ve işbirlikçilerine peşkeş çekildiği; İngiliz, Alman, Kuzey Amerikalı, Fransız ya da başkaca uluslararası tekeller, Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar, Karamemetler için sömürü cenneti, emekçiler için tam bir cehenneme çevrilen bir düzenden mi söz ediyor, bay savcı? Ordusu içerde Kürtlerin yaşadığı köyleri, dağları bombalayan, dışarda emperyalizmin bekçiliği için Afganistan'da, Lübnan'da nöbet bekleyen, devleti Irak'taki emperyalist işgale lojistik suç ortaklığı yapan, emperyalist saldırı örgütü NATO üyesi olan, üsler yetmezmiş gibi hava alanlarını, limanları ABD emperyalizmine peşkeş çekmiş; ekonomik, mali, siyasi, askeri olarak emperyalizme binlerce açık ve gizli bağla bağlanmış; emperyalizmin yeni sömürgesi iken onun ekonomik-mali sömürgesi olma yolunda ilerleyen bir anayasal düzenden mi söz ediyor, bay savcı?

Hangi anayasal düzendir bu?

12 Eylül askeri faşist cuntasının hazırlayıp halka zorla dayattığı faşist Anayasa'da tarif edilen düzen mi?

Başta Kürtler olmak üzere birçok ulus ve ulusal topluluğu ırkçı temizliğe ve asimilasyona tâbi tutan; böyle yapmakla Anadolu ve Mezopotamya'nın binlerce yıllık zengin kültürel birikimini fiziki olduğu kadar kültürel soykırıma uğratan; halklarımızı ırkçı cehalete mahkum eden; Türk halkımızı ırkçı-faşist şovenizmle beyinsel felce uğratmak isteyen, burjuva Türk devletinin Kürdistan'daki sömürgeci varlığını kutsayan, tepeden tırnağa ırkçı ve asimilasyoncu egemenliğe dayanan anayasal düzenden mi söz ediyor, bay savcı?

Hangi anayasal düzendir bu?

Aleviliğin bir mezhep olarak varlığının reddedildiği; bir yandan laiklik nutukları atılırken diğer yandan devletin dini kendi çıkarları için kullandığı; Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) adı altında şeyhülislamlığın bir biçimde anayasal bir kurum haline dönüştürüldüğü; bütçeden en büyük desteğin DİB'e ayrıldığı, zorunlu din dersleri ile farklı din ve mezhepten olanlara ve inanmayanlara devlet zoruyla Sünniliğin zikredildiği; Kürtlerin ulus, yoksulların sınıf bilinci edinmesini önlemek amacıyla tarikatların kontrollü biçimde desteklenip teşvik edildiği; dahası Kürt ulusal uyanışını bastırmak için devlet eliyle Hizbullah gibi kontrgerilla çetelerinin kurulduğu bir anayasal düzen midir, söz konusu edilen?

Hangi anayasal düzendir bu?

İşkenceci polislerin ya hiç yargılanmadığı ya da uyduruk cezalarla kurtarıldığı; işkenceci polis şeflerinin yargılanmak bir yana emniyet müdürlüğüne ya da valiliğe terfi ettirildiği; sokakta, karakolda, hapishanede insanları katleden devlet görevlilerinin çoğu zaman soruşturmaya bile uğramadığı; her yerde çetelerin cirit attığı; bütün devlet birimlerinin mafya çeteleri ile iç içe geçtiği ve rüşvet, irtikap ve her türden kirli-karanlık ilişkiyle tepeden tırnağa çürüyüp kokuştuğu; DGM bozması Ağır Ceza Mahkemelerinden Yargıtay’a kadar onlarca örnekte görüldüğü gibi çeteleri soruşturmak ve yargılamakla görevli olanların çeteleştiği bu rezil, sefil düzen midir, söz konusu edilen?

Hangi anayasal düzendir bu?

Temel hak ve hürriyetlerin faşist anayasa ve yasalarla ayaklar altına alındığı; söz, basın, yürüyüş, örgütlenme hakkının zincirlendiği; işçilerin grev ve sendika hakkının fiilen işlevsiz kılındığı; memurlara grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkının tanınmadığı bir anayasal düzen midir, söz konusu edilen?

Hangi anayasal düzendir bu?

Burjuva parlamenter ortaoyunu ile halklarımızın aldatıldığı; devlet yönetimine dair temel kararların MGK'da alındığı; ırkçı-gerici-faşist anayasanın dahi yetmediği, generaller tarafından hazırlanan ve güncellenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin asıl anayasa olarak kabul edildiği; bu belgeye dayanarak hazırlanan “kırmızı kitaplar” aracılığıyla bakanlıklar dahil bütün devlet bürokrasisine hareket tarzı ve politikaların dikte ettirildiği; Yüksek Askeri Şura, Askeri Yargıtay vb. oluşumlarla ordunun, parlamento ve yargı denetiminin dışında tutulduğu bir anayasal düzen midir, söz konusu edilen?

Hangi anayasal düzendir bu?

Bir avuç işbirlikçi patronun ve emperyalist tekelin çıkarını koruyan, MGK'nın temel yönetim aygıtı olduğu; gizli MGSB'nin Anayasa'yı da bağlayan temel belge sayıldığı; kontrgerilla ve mafya çetelerinin hüküm sürdüğü; Kürdistan'ın sömürgeci boyunduruk altında tutulduğu; vahşi kapitalizmin egemen olduğu; emperyalizme bağımlılığın her düzeyde derinleştiği; ırkçı milliyetçiliğin, toplumsal gericiliğin, ahlaki yozlaşma ve çürümenin devlet eliyle yaygınlaştırıldığı; demokratik hak ve özgürlüklerin hiçe sayıldığı yarı askeri faşist diktatörlük müdür, söz konusu edilen düzen?

Bay savcının çabaları böyle bir düzeni korumaya yetmez. Çünkü bu düzen iflas etmiştir. İmha ve inkârla, soykırımlarla, sürgünlerle, kültürel çölleştirmeyle uygulanan Türkleştirme politikası iflas etmiştir. Alevileri yok sayarak, onları mezhepsel asimilasyonla Sünnileştirme politikası iflas etmiştir. Burjuva İslami gericiliğin devlet yönetiminde pay isteme iddiasını öne sürecek denli güçlenmesi ile devlet denetiminde dini kullanma politikası iflas etmiştir. Faşist diktatörlük uygulayarak, MGK eliyle ve gizli anayasaya dayanarak toplumu zapturapt altında tutma politikası iflas etmiştir. Tek ırk, tek dil, tek din, tek mezhep esasına dayalı proje iflas etmiştir.

Bir rejim krizi yaşanıyor. Artık eskisi gibi yönetmek imkânsız. Rejim krizini aşmak için egemenler iki kampa bölündü. Birincisi, ırkçı, militarist, faşist devlet yapısının korunmasında ısrar eden, devlet iktidarını elinde bulundurma ayrıcalığını terk etmek istemeyen generallerce temsil ediliyor. İkincisi, emperyalizmle sömürgeci entegrasyona uygun olarak siyasi rejimin yeniden düzenlenmesini talep eden AB'ci değişim programı uygulama yanlısı TÜSİAD tarafından. Burjuva devlet bürokrasisi, burjuva siyasi partiler, bu iki burjuva kamp etrafında saflaşmış bulunuyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Anayasa değişikliği tartışmaları üzerine kopan fırtınalar bunun en yakın örnekleridir. Egemenler iki kampa ayrışmış olsalar da gerçekte kapitalist emperyalizmle sömürgesel ilişkiler içinde olmak; vahşi kapitalist yöntemlerle emekçilerin alınterini yağmalamak; ezilenler üzerinde gerici burjuva diktatörlük uygulamak konusunda hemfikirdirler. Her iki kamp da temel sorunları çözüme kavuşturamaz.

Bu çürümüş, kokuşmuş düzen ne tahkim edilerek, ne tamir edilerek yaşatılabilir. Ezilen halklar ve emekçiler için yeni bir düzen gereklidir. MGK'nın dağıtıldığı; faşist rejime, sermayenin sömürü düzenine, emperyalizmin sömürgeci varlığına son verildiği; Kürt ulusu ve diğer ezilen ulusal ve mezhepsel azınlıklara yönelik her türlü baskı ve ayrımcılığın ortadan kalktığı, Türk ve Kürt ulusunun ayrı devletsel varlıkları tanınarak; gönüllü, eşit, kardeşçe birleştiği; din ve devlet işlerinin kesinkes birbirinden ayrıldığı, Diyanet İşleri Bakanlığı'nın lağvedildiği, zorunlu din derslerine son verildiği, din ve vicdan özgürlüğünün sağlanarak dinin kişisel sorun olarak kabul edildiği; söz, örgütlenme, yürüyüş, basın özgürlüğü önündeki her türlü engelin kaldırıldığı; herkese parasız eğitim ve sağlık hakkının tanındığı; kadınların erkeklerle her alanda tam hak eşitliğine kavuştuğu ve kadınların yönetsel etkinliklerinin artırılması için özel önlemler alındığı; her düzeyde devletsel yönetimin halk konseylerince yürütüldüğü bir toplumsal ve siyasal sistem, insanlarımıza aydınlık bir gelecek vaat edebilir. Başta Ortadoğu olmak üzere Balkan ve Kafkas halklarıyla anti-emperyalist demokratik konfederasyonlar kurmayı hedefleyen halk konseyleri demokrasisine dayalı, sosyalizme yürüyen bir düzendir bu.

Böyle bir düzen istemek, neden suç olsun!

İşte, asker elbisesi giydirilmiş halk evlatları, Türk egemen sınıflarının sömürgeci çıkarları uğruna ölüme gönderiliyor. İşte, Türk devlet güçleri işgalci yayılmacı heveslerle Güney Kürdistan topraklarına akınlar düzenliyor, işgal planları yapıyor. İşte ırkçı-faşist güruhlar sokakta Kürt avına, ilerici demokratik kurum ve insan avına çıkıyor. Her yerde kontracı kışkırtmalarla ırkçı-faşist histeri egemen kılınmak isteniyor. Sudan sebeplerle devletin resmi faşist güçleri tarafından ilerici-devrimci kurumlar basılıyor, insanlar tutuklanıyor, gazeteler toplatılıyor, gazete satıcıları kurşunlanıyor.

Ama hayır! İnanıyorum ki, bu abluka dağıtılacak. Er ya da geç, ırkçı faşistler onları yaratan düzenleri ile birlikte tepelenecek. Er ya da geç, halklarımızın kardeşçe yaşadığı insani ve özgür bir toplum kurulacak. Bunu istemek neden suç olsun! Bir komünist olarak sınıfsız, sömürüsüz, kardeşçe bir düzen kurulacağına inancım sonsuz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi