Ufuk Çizgisi’nin Grupçu Ve Sosyal Şoven Sayıklamaları

O, gazete sayfalarında ne de keskin! Laf cambazlığında ne de yaman! En bayağı biçimlerde dükkancı rekabette ne kadar da hırslı! Çamur atma birinciliğini kimseye kaptırmamada ne kadar da kararlı! Fakat “küçük” bir kusuru var: Somut bir sorunu dürüstçe tartışma yeteneği gösteremiyor, çarpıtma ve demagojiden kendini alamıyor.

21. yüzyılı göğsünde tasfiyecilik madalyasıyla adımlamaya başladı. Bir “taktik”ti sahi! Ne var ki, “Bolşeviklerin geri çekilme taktiğinin” bu parlak uygulanışında kantarın ayarı birazcık kaçmış ve durum pratikte tasfiyeciliğe varmıştı! Yine de, o değil, “sol” ve “sağ” tasfiyecilerdi asıl sorun! O, derin, kapsamlı, evrensel değerde bir muhasebe ve birikimle, birkaç yıllık tasfiyeciliğin ardından gümbür gümbür gelmekteydi! “Ufuk Çizgisi” herkese kutlu olsundu!

“Sarsıcı” açıklamalardan sonra akıp giden aylara ve yıllara rağmen gümbürtü bir türlü dergi sayfalarını aşamamış, sınıflar mücadelesinde bir varlık gösterememişti ama ne önemi vardı bunun! O, dünyanın ufkuydu!

İşte Atılım'dan, ESP'den bahsederken; “Sosyal liberalizm batağından (yeni toplumsal hareket olma, yaratma hayranlığı, taklitçiliği) neoliberal politikalara doğru bir geçiş noktasına varmıştır. (...) Kürt sorunundaki tutumu, bu geçişi en çıplak haliyle ortaya koyuyor. Bu aynı zamanda tarih sahnesinde hangi eksende yol alınacağında da bir eşiktir” sözlerini eden, bu “Ufuk Çizgisi”dir. (Ufuk Çizgisi, sayı 59)

1994 sonbaharından günümüze Marksist Leninist komünistlere dair çok fal bakan, kehanetlerde bulunan, şu veya bu gerekçeyle yıllardır, “tarih sahnesinde hangi eksende yer alacağında bir eşiktir” türü lafları, duaları bir kast ayinine dönüştüren Ufuk Çizgisi grubunun yüzünü, defalarca kızartının her tonuna boyadı hayat! Yine de ders almayı bilmediler. Çünkü grupçuluk, onların yaşam biçimine dönüşmüştür. 'Tasfiyecilikten çıkıyoruz' dedikleri son yıllarda ise adeta varlık gerekçeleri gibi grupçuluğa dört elle sarılmış durumdalar.

Atılım'ın 20 Ocak 2007 tarihli başyazından yola çıkan Ufuk Çizgisi, 2 Nisan tarihli 59. sayısında, “Atılım'ın tarz devrimciliği” başlıklı bir yazı yayımladı. Grupçulukla ve sosyal şoven sayıklamalarla malul bu yazı, gerek bir “Antifaşist-Antişovenist Platform” oluşturulması ve “Özgürlük Cephesi” yönünde adımlar atılması ihtiyacı, gerekse de sosyal şovenizme karşı mücadelenin artan güncel önemi nedeniyle yanıtlanmayı gerekli kıldı.

Antifaşist, Antişovenist Aydınlar Ve Atılım

Ufuk Çizgisi, Marksist Leninist komünistlerin şovenizme, ırkçılığa ve sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı savaşımın bir parçası olarak, Türk halkımızın saflarında sömürgeci saldırıların durdurulmasını isteyen, Kürt ulusal varlığını ve ulusal haklarını tanıyan “barış” talepli bir mücadele geliştirilmesinin imkanları üzerine tartışma çabalarını “neoliberal politikalara yedeklenmek” olarak niteliyor. Dayanak olarak ise 20 Ocak tarihli Atılım'ın başyazısını gösteriyor.

Söz konusu başyazı, “Türkiye Barışını Arıyor Konferansı”nı eleştirel devrimci bir değerlendirmeye tabi tutuyor, önde gelen aydınların Kürt ulusal gerçeğini reddeden ırkçı politik odaklara (ki MGK'nın egemeni general partisi bunun merkezinde durmaktadır) karşı yüksek sesli itirazını, gerillaya “gerilla” deme ve Kürt halkımızın kimi ulusal demokratik haklarını savunma kararlılığını destekliyor, toplantının çözüm programını ise “burjuva demokratik” olarak niteliyordu.

Aynı makalede Güney Kürdistan'a saldırı ve bölgesel savaş olasılığına dikkat çekiliyor ve Türk halkımıza, “ya kardeşlik ya bölgesel savaş” seçenekleri arasında tercihle yüz yüze geleceği bir eşikte olduğu hatırlatılıyor ve yazı şöyle sonlandırılıyordu:

“Türk halkı, Türk işçisi, emekçisi, köylüsü artık bu konuda sözünü söylemek, taraf olmak zorundadır. Bu kirli ve haksız savaşta Türk emekçi halkının hiçbir çıkarı yoktur. Aksine evlatlarını yiyen bu savaşın ekonomik yükünü de sırtlayacaktır. 'Ege köylüsüyle Kürt köylüsü kardeştir' diyen Oktay Konyar'ın, 'Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdim' diyen Kazım Koyuncu'nun, 'Ne mutlu Türküm diyebilmek için Kürtlerin haklarını savunuyorum' diyen Vedat Türkali'nin izinden Türk halk onurunu yükseltmek için ayağa kalkmalıdır. Generallerin savaş elini değil Kürt halkının barış elini tutmalıdır. Türk halkı karşı çıkarsa, evlatlarını kurban vermeyi reddederse, sokaklara-meydanlara dökülürse, bu kirli ve haksız savaşta çıkarı olanlar tecrit olacak, iflas edecektir Türk halkımızın ekmek gibi, su gibi muhtaç olduğu özgürlük ancak bu yoldan kazanılabilecektir.”

Ufuk Çizgisi, Atılım'ın başyazısındaki konferans değerlendirmesini, şu son paragrafın bile özünü okura yansıtma ve eleştirisini onun üzerine kurma dürüstlüğünü göstermek yerine, kişi adlarının geçtiği cümleyi alarak şu iddialarda bulunuyor:

“Sınıfsal bir kimlik ve bakış açısından yoksunluk, girilen kulvarın koşucusu olmak için yapılan hamleler, konferansa yaklaşımda da pespaye bir halk ve aydın dalkavukluğu olarak çıkıyor karşımıza. (...) Kürt ulusal sorununda duyarlılığı, şovenizmin panzehrini, aydınların öncülüğüne bırakıyor. Bırakacaktır çünkü kendisi de o bileşenin geliştirdiği 'barış projesi'ne yedeklenmiştir.” Vah Ufuk Çizgisi vah!

Eleştirel devrimci zeminde, Türk halk aydınlarının ileriye doğru adımlarını desteklemek ve yüreklendirmek, Türk işçi sınıfının ve halkımızın beynindeki ve kalbindeki en büyük pranga olan şovenizmi paramparça etmek için tüm imkanları zorlamak, ne zamandan beri “halk ve aydın dalkavukluğu” oluyor! Türk halkımıza, faşist generallerin değil, Kürt halkımızın elinden tutmak çağrısında bulunmak, onu sömürgeci savaşa karşı sokağa, meydanlara davet etmek ne zamandan beri “Kürt ulusal sorununda duyarlılığı, şovenizmin panzehrini aydınların öncülüğüne bırakmak” oluyor! Ki, tartışılmakta olan mesele ırkçılığa, şovenizme karşı genel mücadele veya öncülük sorunları değil, somut bir konferans ve aydınların oradaki duruşlarından ibarettir.

Bırakalım komünist ve devrimci 'algıyı', işçi sınıfının, ezilenlerin, Kürt halkımızın faşist sömürgeci düşmanları bile, konferansın nesnel anlamını ve aydınların duruşlarını çok iyi kavramışlar, Türk halkımıza bir düşman hedef olarak sunmuşlardır. O günlerin burjuva medyasının ve 'demokrasi havarisi' geçinenleri dahil köşe yazarlarının Yaşar Kemal'i teşhir direğine çivilemesi şurada dursun, generaller partisi baş sözcüsünün 12 Nisan konuşmasındaki ve yine 27 Nisan muhtırasındaki kimi ifadeler bunun en açık kanıtıdır.

Ne var ki Ufuk Çizgisi gerçeklerle ilgili değildir. O, komünist ve devrimci gruplarla ideolojik mücadelede sık sık başvurduğu çarpıtma ve demagoji yöntemi için fırsat peşindedir. Böylelikle örneğin ele aldığımız konuda sosyal şoven günahlarını örtmeye ve hiçbir ilerici özelliği bulunmayan, en geri içerikteki grup zırhını sağlamlaştırmaya çalışmaktadır.

Mücadelenin Gücü Ve Talepleri

Atılım başyazısında, Türk ve Kürt aydınlarını konferansta buluşturan dinamiğin “Kürt halkının kahramanca mücadelesi” olduğunu söylüyor. Konferanstaki aydın duruşuna cesaret aşılayan olgular kentteki, kasabadaki, dağdaki ulusal direniş pratiğidir diyor. Yurtsever hareketin 2003'te Ankara'da toplamaya çalıştığı, fakat çağrıcılarının bile gelmediği konferansla kıyaslama yapıyor. Sonuçta tayin edici olanın Kürt halkımızın mücadelesi olduğunu ve bunun en önemli bileşeninin, gerilla hareketinin ise devleti köşeye sıkıştırdığını vurguluyor.

Ufuk Çizgisi bu görüşlerle de kavgaya tutuşuyor! Yine “Ufuk Çizgisi tarzı”yla, kent ve kasabalarda yürütülen ulusal direnişe, Şemdinli ve Amed serhıldanlarına varan ulusal kitle hareketine dair vurguları atlayarak, bunlarla birlikte aydın duruşuna icazet aşıladığı belirtilen gerilla hareketinin devleti köşeye sıkıştırmadığı gibi, aydınları da cesaretlendirip ileri itmediğini, tersine geri konumda kalmalarını koşulladığını savunuyor!

Ufuk Çizgisi'ne göre, “Gerillanın sistemden kırıntılar koparmasında dahi alanının olabildiğine daraltılmış olması; ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinin bir dinamosu haline getirilmesi yerine, ufkunun güdük demokratik açılımlara sıkıştırılması, aydın duruşunun rengini de belirlemiştir. Bu sosyal, kültürel, siyasal özgürlükler mücadelesinin de gerisine düşen, 'hasmına, beni kabul et, senin çıkarların için bütün yetenek ve birikimlerimi sergileyeyim' pespayeliğine varan bir barış ilanıdır”. Şahit olarak da Diyarbakır MÜSİAD şubesi eski başkanını yardıma çağırıyor Ufuk Çizgisi; onun “Bölge, ekonomik açıdan Çin'in kalkınma potansiyellerine sahip” vurgusu, “Türkiye'nin elinin nasıl güçlendirileceğine dair bir işarettir” diyor!

Bunlar, sosyal şoven zehirlenmenin yol açtığı sayıklamalar değil midir?

Kürt ulusal mücadelesinin sosyal içeriği nedir? Ulusal varlığı inkar edilen, dili yasaklı ve sömürgeci boyunduruk altında tutulan bir halkın ezenlere karşı mücadelesi değil mi?

Ulusal öncünün, İmralı sonrası bir irade kırılmasına uğrayarak sömürgeci boyunduruğu yıkmakta somutlanan ulusal devrimci stratejinin ve programın yerine, inkarı ortadan kaldırmayı hedefleyen ulusal reformcu bir strateji ve programa bağlanması, sorunun sosyal içeriğini değiştirir mi? Gelecekte neler olabileceğine dair tezlerin arkasına saklanmakla bugünkü somut mücadele karşısındaki politik konumlanış belirlenebilir mi? Kürt halkının verili savaşımı, ezenlere karşı ulusal haklar mücadelesi değil midir?

Bunu, küçük burjuva ulusal demokratik hareketin barış koşullarında da sınayabiliriz. Neler isteniyor “barış” için?

1. Ulusal inkarın son bulması, Kürt ulusal varlığının tanınıp anayasal kayda geçirilmesi

2. Anadilde eğitim

3. Ulusal kimlikle örgütlenme ve politik faaliyet hakkı

4. Tüm tutsakların serbest bırakılması, gerilla güçlerinin hiçbir yasal kovuşturmaya uğramaksızın kentlere dönmesi ve hiçbir politik haktan mahrum edilmemesi

5. Koruculuğun lağvedilmesi

6. Köye geri dönüşün önündeki yasal ve fiili her türlü engelin kaldırılması, köylünün zararlarının karşılanması...

Bunlar, ezilen ulusun faşist sömürgeciliğe karşı “ulusal demokratik” talepleri -hem de gerilla mücadelesini ve serhıldanlarını gerçekleştirecek önemde talepleri- değil midir? Bırakalım yürüyen bir mücadeleye desteği, bizatihi, komünist ve devrimci parti ve grupların, ulusal inkarın son bulması, anadilde eğitim, ulusal kimlikle örgütlenme ve politika hakkı gibi talepler uğruna mücadelenin öncülüğünü yapmaları gerekmez mi? Başka türlü, iki ulus gerçekliği altında, “ulusal kurtuluşun sosyal kurtuluşla birleştirilmesi” genel doğrusunun somutta ete kemiğe büründürülmesi mümkün olur mu? Veya tersi durumda tam bir sosyal-şoven ilgisizliğe sürüklenilmez mi? “Demokrasi okulundan”, daraltarak söylersek, Kürt halkının ulusal hakları ve özgürlüğü için mücadele okulundan geçmemiş bir işçi sınıfı, sosyal kurtuluşun önderliğini yapabilir mi? Ya da bu tipten sorunlar, politik mücadele arenasında, “devrim olunca herkes kurtulacak”a indirgenebilir mi? Vurgulanan taleplerin, Kürt halkımızın ulusal geleceğini belirleme hakkını kapsamadığı açıktır. Ne var ki, bir komünist veya devrimci partinin, grubun bu gerçeklik karşısındaki tutumu, söz konusu taleplerin mücadelesinden uzak durmak değil, onları en kararlı biçimde savunarak, daha ileriye gitme zorunluluğunu göstermek, ulusal inkara karşı savaşımı, kendi geleceğini belirleme hakkına vardırmaktır. Aksi halde lafta ne denirse densin, dergi sayfalarında ne yazılırsa yazılsın, pratikte sosyal şoven bir konuma mahkum olunur. Ufuk Çizgisi, sıralanan talepler için, “Sosyal, kültürel, siyasal özgürlükler mücadelesinin de gerisine düşen” diyerek teorize etmeye çalıştığı; içine düştüğü bu durumdur.

Bu yüzdendir ki Ufuk Çizgisi, “Gerilla hareketinin devleti köşeye sıkıştırmadığı” gibi gülünç tezleri savunacak bir noktaya varmıştır. Oysa gerçeklik, söz tüketmeyi gerektirmeyecek kadar açıktır. Rejim krizini koşullayan asli olgunun Kürt ulusal mücadelesi olduğu ve serhıldanlara varan ulusal kitle hareketini de ateşleyen gerillanın bunda özel bir rol oynadığı herkesin gözleri önündeki bir olgudur. Gözler kapanınca, gerçekler yok olmuyor ki! (Gerçi Ufuk Çizgisi'ne sorarsanız, rejim krizi de söz konusu değil, o da ayrı mesele!..)

Barış Sorunu, Ulusal Kitle Hareketinin Güncel Barış Talebi Ve Atılım

Atılım'ı “barış hayalleri yayma seferberliğine soyunmak”la, “neoliberal barış projesine yedeklenmek”le suçluyor Ufuk Çizgisi; ne barış sorununu, ne de Atılım'ın görüşlerini somut biçimde tartışma kararlılığı taşıyor.

Atılım, yayın hayatına başladığı günden itibaren Kürt ulusunun kaderini tayin hakkı ajitasyonunu kesintisiz ve güçlü biçimde yürüttü. Ulusal inkarı ve sömürgeciliği teşhir etti. Şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadelenin ön saflarında yer aldı. Ezilenin ezene karşı savaşımında, ulusal sorun etrafındaki tüm saflaşma ve muharebelere taraf oldu. Marksist Leninist öncü, adını saptarken, iki ülke olgusundan hareket etti. Ulusal sorunda eşit, özgür, gönüllü birlik çözümünü programında “Sovyet Cumhuriyetler Birliği” olarak somutlaştırdı. İnkara ve sömürgeciliğe karşı politik kitle ajitasyonunu, propagandayı ve politik mücadeleyi kararlılıkla yürüttü. Barış sorununa ve Kürt ulusal kitle hareketinin güncel barış talebine yaklaşımının politik içeriği, bu çerçeve içinde anlam kazandı. Ufuk Çizgisi'nin bütün bunlardan haberi olmamış demek!

Devam edelim.

O, sözlerine Lenin'den bir alıntıyla başlıyor ve aslında “barış” kavramı etrafındaki sözlerin, ajitasyonun ve politik eylemlerin -içeriğine bakmaksızın- ne kadar kötü, oportünist, egemenleri güçlendiren bir tutum olduğunu söyleyerek meseleyi çözüyor!

Ufuk Çizgisi, nedense şu soruları sormayı denemiyor: Kürt halkı inkarcı sömürgeciliğe karşı haklı bir ulusal savaş yürütmekte midir? Bu somut savaşta ezen ve ezilenin durumu nedir? Komünist ve devrimciler nasıl bir tutum içinde olmalıdır? Bu temelde ortaya bir barış sorunu çıkmışsa, bunun koşullarına dair söylenmesi gereken nedir?

Hayır, Ufuk Çizgisi böyle somut sorunlarla ilgilenmiyor. O, barış üzerine genel geçer laflar etmeyi tercih ediyor. Fakat genel geçer düzlemde bile sorunun Leninist kavranışına sahip olmadığı görülüyor.

Lenin, Ufuk Çizgisi'nin alıntı yaptığı, “Barış sorunu” başlıklı makalede meseleyi şöyle koyuyor! “Barış şiarı ya belirli barış koşullarıyla bağıntı içinde ya da hiçbir koşul olmadan, belirli bir barış uğruna mücadele olarak değil, aksine doğrudan doğruya barış için ileri sürülebilir. İkinci durumda sadece sosyalist olmayan bir şiar değil, aynı zamanda bir bütün olarak tamamen içeriksiz ve anlamsız bir şiarla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Doğrudan doğruya barışı, mutlaka herkes savunur. Kitcher, Joffe, Hindenburg ve Kanlı Nikola dahil. Çünkü bunların her biri savaşa son vermeyi istemektedir -ancak işin püf noktası, bunların her birinin “kendi” ulusu yararına emperyalist (yani haydutça, yabancı halkların boyunduruk altına alınmasını hedefleyen) barış koşulları ileri sürmesidir. İleri sürülen şiarların anlamı, propaganda ve ajitasyonda kitlelere sosyalizmle kapitalizm (emperyalizm) arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi kavratmak olmalıdır, iki düşman sınıfı ve iki düşman politik akımı, çok farklı şeyleri “birleştiren” bir slogan yardımıyla uzlaştırmak değil.

Devam. Çeşitli ülkelerin sosyalistleri belirli barış koşulları etrafında birleştirilebilir mi? Eğer birleştirilebilirse o zaman bu koşullara mutlaka, tüm uluslar için kendi kaderini tayin hakkının tanınması ve her türlü “ilhak”tan, yani bir hakkın çiğnenmesinden vazgeçmek de dahil olmalıdır. Bu hak sadece bazı uluslara tanınırsa, o zaman bu belirli ulusların ayrıcalıklarında ısrar anlamına gelir, yani kişi milliyetçidir ve emperyalisttir; ama sosyalist değildir.” (aç. Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, s. 273-274, İnter Yayınları)

Açıktır ki, Lenin, “barış” kavramıyla, bu temelde bir politik ajitasyonu veya politik çalışmayla değil (Ekim Devriminin sloganları hatırlansın), barış koşullarıyla ilgilidir.

O nedenle de, “sosyalistlerin, kitlelerin yükselttikleri barış talebine kayıtsız kalamayacaklarını”, kitlelere özledikleri barış koşullarını emperyalist devlet iktidarlarının sağlayamayacağını, bunu ancak bir dizi devrimle elde edilebileceklerini göstermek, görevini vurguluyor.

Emperyalist Paylaşım Savaşı somutundan hareket eden Lenin, 1915 yazında kaleme aldığı makalede (Ufuk Çizgisi'nin nedense yarısından başladığı paragrafta) şunları söylüyor:

“Bu, sosyalistlerin, gittikçe daha geniş kitleler tarafından yükseltilen barış talebine kayıtsız kalacakları anlamına mı gelir? Asla. İşçilerin sınıf bilinçli öncüsünün şiarları ile kitlelerin kendiliğinden talepleri iki farklı şeydir. Barış özlemi, savaşın 'kurtuluş' hedeflerine, 'anavatan savunması'na dair burjuva yalanlardan ve kapitalist sınıfın sade halka yönelik diğer aldatmacalarından dolayı başlamış olan hayal kırıklığının en önemli semptomlarından biridir. Sosyalistler bu semptoma en büyük dikkati göstermelidir. Tüm çabalar, kitlelerin barış ruh halinden yararlanmaya yöneltilmelidir. Fakat bunu nasıl yapmalı? Barış şiarını basitçe benimseyip tekrarlamak 'güçsüz' (evet çoğu zaman daha kötüsü: İki-yüzlü) 'lakırdıcıların işgüzarlığı'nı teşvik olacaktır. Şimdiki hükümetlerin, şimdiki egemen sınıfların, bir dizi devrimle “ders” almadan (daha doğrusu, ortadan kaldırılmadan), demokrasiyi ve işçi sınıfını bir dereceye kadar da olsa tahmin edecek bir barış sağlayabilecek durumda oldukları yanılsamasının uyandırılması, halkı kandırmak olacaktır. Böyle bir aldatmacadan daha kötü bir şey olamaz. İşçilerin bakışını bulandırmanın, onlarda kapitalizmle sosyalizm arasındaki çelişkinin derin olmadığı yanıltıcı düşüncesini uyandırmanın daha iyi bir yolu yoktur, kapitalist köleliği şirin göstermek için bundan daha uygun bir şey olamaz. Hayır, barış ruh halinden yararlanarak kitleleri, barıştan bekledikleri iyi şeylerin bir dizi devrim olmadan olanaksız olduğu konusunda aydınlatmak zorundayız.” (aç. Lenin, Age. s. 275-276)

Mesele yeterince açık.

Peki Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da nedir durum? Atılım, bu konuda barış sorununu nasıl ortaya koyuyor, nasıl şiarlaştırıyor? Kitle çalışmasında hangi düşünceleri yayıyor?

Atılım, doğal olarak, bu konuda iki ulus gerçeğinden hareket etmekte ve aynı noktada buluşan farklı şiarlar ileri sürmektedir.

Kuzey Kürdistan'da, ulusal kitle hareketinin güncel barış talebine hak ettiği ilgiyi göstermekte, fakat “barıştan beklenen iyi şeylerin” ancak “özgürlük”le (kendi geleceğini belirleme hakkının kazanılmasıyla) elde edilebileceği temelinde ajitasyon ve propaganda yürütmektedir. O nedenle barış koşullarını, “Kölece değil, adil, onurlu, demokratik barış”, “Barış için özgürlük, kardeşlik için eşitlik” şiarlarıyla somutlanmaktadır.

Türkiye'de ise, barış koşullarını, boğun eğme ve koşulsuz teslimiyet ya da alt kimliğin tek tek bireysel haklarının kabulü biçiminde tarif eden, barışın böyle sağlanacağını açıklayan faşist sömürgeciliğin etkisi altındaki Türk halkımıza ise, “İnkara son. Kürt ulusuyla demokratik barış”, “Kahrolsun sömürgecilik. Kürt ulusuyla demokratik barış” şiarlarıyla sesleniyor.

Görüldüğü gibi Atılım, kitlelerin barış talebi ve ruh haline gözlerini kapamak, onları sömürgeci veya burjuva barış koşullarına -hayallerine- terk etmek yerine, sorunu devrimci temelde gündemleştirmektedir. Bu şiarla yürütülen kitle ajitasyonu ve aydınlatma çalışmaları Türkiye'de inkara, ırkçılığa, şovenizme ve kirli savaşa karşı mücadeleyi, Kuzey Kürdistan'da ise ulusal soruna emekçi çözüm düşüncesini güçlendirmektedir.

Atılım'ın ulusal kitle hareketinin güncel “barış talebi” karşısındaki tavrı ve Türk halkımıza empoze edilmeye çalışılan, inkarcı-sömürgeci “iç barış” karşısındaki görüş ve tutumu böyledir.

Bunlardan Atılım'ın, “neoliberal barış politikalarına yedeklendiği”, “barış hayallerini yayma seferberliğine soyunduğu” gibi tezler üretmek -Marksist Leninist komünistlere karşı bilinen grupçu kini bir yana- Ufuk Çizgisi'nin sorunla ilgili düşüncelerinde, “Marksizmin, genelde devrimci ruhunun izinin bile” bulunmadığını gösterir.

Sonsöz

Marksist Leninist komünistler, ulusal sorunda temel Marksist Leninist ilkelerin ajitasyonunda, propagandasında ve politik mücadelesinde ilk günden itibaren duraksamadılar. Tersine bu konularda çoğu zaman “aşırılıkla” eleştirildiler. Ulusal baskıya karşı mücadelenin bir parçası olarak gündemleşen ulusal demokratik talepleri pratikte sahiplendiler. Son beş yılda, ulusal sorun gündemli birçok kampanya yürüttüler. Sömürgeci kirli savaşa ve linç saldırılarına karşı pratiklere giriştiler. Şemdinli ve Amed serhıldanlarının tutuşturduğu ateşin yayılması için bir adım öne çıktılar. Barış talebi ve şiarını bu çerçeve içinde ve buna uygun bir özde gündemleştirdiler. Sesleri sırf İstanbul, İzmir veya Ankara'dan değil; Amed, Mersin ve Van'dan da yükseldi. Tüm bunlar için ödedikleri bedeller biliniyor.

Peki son beş-altı yıllık dönemde Ufuk Çizgisi nerelerdedir? Kürt halkımızın ulusal demokratik talepleri için ne yapmıştır? Kürt ulusunun kaderini tayin için hangi kampanyayı yürütmüştür? Bırakalım bunları, ulusal demokratik hareket karşısında dayanışmacı bir duruş sergilediği söylenebilir mi? Bu sorulara övünç duyulabilecek yanıtları var mı Ufuk Çizgisi'nin? Açık ki, hayır! O, sosyal şoven ilgisizlik ve sayıklamalarla, enternasyonalist devrimci pratiğe saldırıyı tercih etmiştir.

Ne diyelim, tercih onun. Bu tercihin muhtevasını, ruhunu sergilemek görevi de bizim!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi