Sosyalist Yurtseverlik: Kürdistan’da Komünist Olmak

Yurtsever nitelikli her siyasi harekette olduğu gibi, Kürdistanlı komünistleri de bağlayan bir “varlık” önkoşulunu vurgulayarak başlayalım. Bu, bu türden hareketlerin kendilerini adadıkları toplumsal ideallerin ve sahip oldukları politik iddiaların “içsel güç” ne olursa olsun, öncelikle özgülleşmiş bir pratik var olma hakkı ölçeğine tabi olmak durumlarıdır. Ve üstelik bu ölçüt, dar anlamıyla fiziken var olmanın otomatikman kazandırmış olduğu bir nitelikten doğmaz; düpedüz varlığınızın ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel bileşiminin yol açtığı toplumsal-pratik işler bütünüyle ilgilidir. Bu işlevi bir “son tahlil” çerçevesi olarak ele alırsak, ölçüt dediğimiz niteliğin bir süreç boyunca bilinçli ve iradi tarzda bu doğrultuda yeniden ve yeniden kurmak etkinliğine denk düştüğünü söyleyebiliriz. Haliyle “son tahlil” çerçevesi, her şeyin sonunda ulaşılacak önceden belirlenmiş bir “mutlak alan” tarifi değil, iradeyle açılan ya da yürünen yol boyunca sürdürülen ilerleyişin her değerlendirme aşamasında somuta indirgenerek tarif edilecek göreceli bir çizgidir.

Sözünü ettiğimiz varlık hakkı meselesinin Kürdistan somutundaki irdelemesinin genel özelliklerine gelmeden önce, komünistlerin kendilerine atfettikleri sosyalist yurtseverlik nitelemesinin kurumsal içeriğine yükledikleri anlam üzerinde kısaca duralım.

Sosyalist yurtseverlik, Kürdistan komünistleri bakımından tam da bu pratik varlık hakkı dediğimiz sorundan doğan, ona yanıt olma isteği ve bilincini temsil eden ideolojik bir öz taşımaktadır, işçi sınıfı ve ezilenlerinin toplumsal kurtuluşunu da amaçlayan sosyalist bir öz. Bu anlamda bir kimlik tarifi; ideolojik ayrım çizgisi çekme amacı gütmektedir. Ancak yine de bu ayrım çizgisi, kavram olarak kaldığı sürece soyutluktan kurtulamayacağı için komünistler, bunun bilincine tam olarak sahiptir. Komünistlerin varlık hakları, kendi başına güvence sağlayan bir özellik taşımaz/taşıyamaz. Bu nedenle sosyalist yurtseverliğin bizim için soyut kavramsal anlamıyla ilgili teorik akıl yürütmelerin çok ötesin de bir anlam değeri taşıdığının altını kalınca çizmek zorundayız. Varlık hakkına ilişkin olarak yaptığımız “pratik” vurgusunda içkin olan anlamdır bu; en genel içeriğiyle, Kürdistan'da politik olgu haline gelmiş olma “anlamı”dır.

Buradan hareketle komünistlerin, sosyalist yurtseverliğe yükledikleri anlama ilişkin iki genel sonuca ulaşabiliriz. Birinci ve öncelikli olarak sosyalist yurtseverlik, komünistlerin birleşik devrim stratejisine bağlanmış politik çizgisinin Kuzey Kürdistan özgünlüğünde öngörülmüş genel tarifidir. İkincisi, sosyalist yurtseverlik, Marksist Leninist teorinin temel düşünceleri ve genel ilkeleri tarafından Kuzey Kürdistan'da ideolojik bir çatıya kavuşturulmuş, devrimci bir programa bağlanarak, amaç ve hedef bütünlüğü sağlanmış olsa da, politik-pratik olarak realize edilmeye ve çizgiyi cisimleştirecek kuvvetlerin örgütlü hareketine bağlanmış bir “somut”luktur. Böylece, bizim sosyalist yurtseverliği kendimiz için bir “sorun haline getirme”mizin öncelikli amacında bir temel belirlemiş oluyoruz. Komünist hareketin Kürdistan'daki ilerleyişinin politik ve örgütsel sorunlarının açık ve anlaşılır bir biçimde bilince çıkarılması ve pratik biçimde çözüm yoluna sokulması.

Sosyalist yurtseverliğin, kavramsal bir ideolojik ayrım çizgisi olarak anlam değerinin ve gücünün; politik çizginin kararlıca ve yaratıcı bir tarzda uygulanmasından doğan gelişim ve başarılarla somutlaştırılması dışında bir yol bulunmadığı tartışmasızdır. Kürdistan'da komünist bir ideolojik kimlik ve politik bir çizgi-tarz olarak sosyalist yurtseverliğin varlık hakkı kazanmasının, ulusal sorunun ve kurtuluş mücadelesinin tarihsel, ekonomik, siyasal, kültürel kapsamıyla karmaşık sorunlar bütününde devrimci çözüm gücü olma eylemine girişmek demektir bu, aynı zamanda. Haliyle, Kürdistan proletaryası, kent ve kır yoksulları adına kurtuluş yolunu açmak için öne çıkan, faaliyet yürüten komünist militanların sosyalist yurtseverlik çizgisinin aklı ve ruhu ile kurdukları bilinçli ilişkinin kapsam ve içeriği, özel ve kritik bir anlam kazanmış oluyor. Bu halka önceliklidir, çünkü sosyalist yurtseverliğin ideolojik aydınlatıcı içeriğinin Kuzey Kürdistan'ın politik olarak uyanmış kitlelerinin elinde maddi bir güce dönüşebilmesinin yegane güvencesi; öncü militanların bilinçli, adanmış ve özgüvenle yaratacağı sosyalist harekettir.

Sosyalist Yurtseverliğin Ayırt Edici Bazı Özellikleri

Kuzey Kürdistan bir sömürgedir. Faşist sömürgeci boyundurukla yönetilmektedir. Fakat aynı zamanda, Kuzey Kürdistan'da ulusal inkar politikası yürütülmektedir. Bu iki tespit ve olgu, Kürdistan'da varlık hakkı iddiasında bulunan bütün ilerici politik hareketlerin “yurtseverlik” nitelikleriyle ilgili doğrudan sonuçlar yaratma gücüne sahip ölçüt olma değeri taşır. Ne var ki bu ortak ulusal maddi zemin, politik hareketlerin sömürgecilikle Kürt ulusu arasındaki temel çelişki eksenindeki toplumsal ayrışmada ezilenlerin siyasal safında bir araya gelmelerini koşullasa da, program amaçlan ve stratejik hedefler bakımından ortaklaşmanın ön koşulu değildir. Burada devreye giren ya da billurlaşan öge, Kürt ulusunun sınıfsal farklılaşmasına dayanan ideolojik ayıranlar ve sınıfsal çıkar farklılıklarının bu temeldeki politik temsiliyet sorunlarıdır.

Dikkat edilirse, Kürdistan'ın toplumsal maddi gerçeğinin ekonomik karakteri, yani hüküm süren üretim ilişkilerinin sınıf niteliği/nitelikleri konusunda özel bir değinmede bulunmadık. Detayına da girecek değiliz. Ancak sosyalist yurtsever çizginin sınıfsal ayrım özelliklerinin daha açık anlaşılmasına hizmet etmesi bakımından bazı temel özellikleri ifade edelim.

Evet, Kürdistan bir sömürgedir ve üstelik durumu daha da çekilmez kılan ulusal inkar yükü taşımaktadır. Fakat aynı zamanda Kuzey Kürdistan, kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin toplumsal düzen hiyerarşisi üzerinde giderek baskınlığını arttırdığı bir coğrafyadır. En azından son kırk yılın gelişen eğilimi budur. Son 20-25 yılda bu eğilimin ivmesi artmıştır. Yarı feodal üretim ilişkileri kentleşme eğiliminin henüz dışında kalmış, giderek daralan kırsal alanlara doğru sıkışmaktadır. Doğal olarak toplumsal sınıflaşma -kirli savaş politikalarının özgün etki ve sonuçlarıyla da birleşerek- burjuva-işçi sınıfı skalasının iki kutbu arasında çok çeşitli ara biçimler alarak (hayvancılığın ve tarımın yıkımına bağlı olarak köylülüğün yoksullaşmasının yarattığı kitleler, bunların şehirlere göç eden ve kısmen işçi, kısmen yarı proleter, ağırlıklı olarak işsizleşen bölükleri vb.) gerçekleşmeye devam ediyor. Yani, sömürgeciliğin faşist, inkarcı ve asimilasyoncu, siyasi ve ideolojik toplumsal karakteriyle birlikte, ekonomik temel karakterinin toplumsal sonuçlan da gerçekleşiyor. Özetle sonuç, Kuzey Kürdistan'da işleyen süreç; kapitalist nitelikli sömürgeleştirmedir.

Sosyalist yurtsever çizginin bu temelle ilgili teorik yaklaşımı, programatik formülasyonları ve stratejik planları bakımından bir dizi ayrıştırın sonuçlar çıkacağım kestirmek zor olmasa gerek. Ayrıntıları bir kenara bırakırsak, bizim için yön gösterici bütünlüklü unsur şudur: Kuzey Kürdistan, kapitalizme karşı devrimci mücadelenin toplumsal-sınıfsal dayanaklarına ve güçlerine sahiptir. Toplumsal kurtuluş Kuzey Kürdistan'da da çözüme kavuşturulmak üzere gündemdedir. Sosyalizm, Kürdistan'ın da ihtiyacıdır. Bu nedenle de sosyalist yurtsever çizgi, Kürdistan'ın özgürlüğü mücadelesine temsil ettiği sınıf çıkarlarının görüş açısından katılır, müdahale eder ve hegemonya kurmaya çalışır.

Bu belirlemeler, bizi, sosyalist yurtsever çizginin inşa edilmesinde kritik bir soruyla karşı karşıya bırakır. Kürt işçi sınıfının, kent yoksullarının ve yoksul köylülüğün toplumsal kurtuluş uğruna aydınlatılması, eğitilmesi, örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi sorunu, ulusal çelişkinin başat olduğu politik savaşım koşullarında nasıl cisimleştirilecektir?

Yanıtını arayalım. Burada en başta yapılan tespitleri hatırlamakta yarar var. Neydi bunlar? Sömürgecilik ve ulusal inkar. Kürdistan'ın özgürlüğü için paramparça edilmesi gereken iki boyunduruk. Bunun başarılması ya da varlığının tanınması ve ulusal özgürlüğe, kaderini sömürgeciliğe sımsıkı bağlamış kimi kapitalistler, kimi toprak ağaları ve beyleri dışında ulusun bütünü ihtiyaç duyuyor. Kent ve kır proletaryası, kent yoksulları, orta ve küçük köylülük, kent küçük burjuvazisi, zengin köylülük, kapitalistler, toprak bey ve ağaları! Yelpaze bu kadar geniştir ve doğallığında ulusal mücadelenin politik varoluş biçimleri de reformcu ve devrimci çizgide farklı programların mücadelesini yansıtır.

Kürt burjuvazisi için ihtiyacın, sınıfsal-ekonomik karakterinin verili kapitalist üretim koşulları altında ulusun üretici güçlerinin yarattığı zenginliklerden daha fazla pay almak olarak özetleyebiliriz. Genel anlamda Kürt burjuvazisinin sömürgecilikle kapitalizmin burjuva demokratik devlet biçimi içinde esasen ulusal inkarın son bulmasında sınırlanabilen bir “çözüme” hazır olduğu ortadadır. Bu çerçevede ezen ulus burjuvazisinin belli egemen kesimleriyle uzlaşmaya açık olduğu ve programının esasının bu olduğu da bellidir. Sömürgeciliğin devrimci yoldan tasfiyesi, Kürt burjuvazisinin gündeminin dışındadır. Ulusal inkar politikasının ortadan kaldırılması ve anadil ve kimliğin tanınması ve anayasal güvencesi koşullarında parlamenter kolektif ulusal temsiliyetin sağlanması, Kürt burjuvazisinin ulusal özgürlük mücadelesine yurtseverlik temelinde katılımı ve desteğinin bugünkü ulusal niteliğidir. Ki, bu koşullar bütünü, Kürt burjuvazisi için ulus üstündeki siyasal egemenliğinin ve ekonomik çıkarlarını genişletmenin, korumanın gerçekleşebilir asgari olanaklarını sağladığı için yeterli görülmektedir.

Özgürlük ihtiyacını dile getiren en geniş toplumsal sınıf ve katmanlardan oluşmuş kır ve kent küçük burjuvazisi ise, ulusun ve ulusal hareketin ana gövdesini oluşturmasına karşın ekonomik konumunca belirlenen sınıfsal doğasının belirsiz-geçişken özelliklerinden dolayı, bağımsız bir ideolojik çizgi ve program ileri sürememektedir. Bu özellik, günümüzün “iç” ve uluslararası koşullarında ideolojik bakımdan da, program bakımından da burjuvazinin ulusal reformcu çizgi-çözüm arayışı etrafında irade yoğunlaşmasına doğru meyletme eğilimini öne çıkarmaktadır. Sömürgeciliğin kapitalist karakterinin yıkıcı sonuçları, küçük burjuva sınıf ve tabakalarda ulusal baskı ve zulümle iç içe geçen ağırlaştırıcı ekonomik ve toplumsal etkiler yarattığı için “yurtseverlik” duygu ve eylemleri daha radikal ulusal kurtuluşçu nitelikler taşımaktadır.

Kürt proletaryası, kent yoksulları ve yoksul köylülüğü için ulusal özgürlük ihtiyacına genel bir çerçeve çizecek olursak, bunu şöyle tarif edebiliriz: Toplumsal kurtuluş için duraksamaksızın ulusal özgürlük mücadelesine katılmak ve onun başına geçmek; ulusal özgürlük enerjisini burjuvazinin egemenliğinin değil, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik iktidarının gücü haline getirmek görevi. Bu, kent ve kır proletaryasının bir yandan ulusun yurtsever cephesinde duran sınıf ve tabakalarıyla kısmi, koşullu, geçici ittifakını, bir yandan da ulusun burjuvazisine, feodal toprak ağalarına, kapitalist toprak beylerine karşı bağımsız örgütlenmesini ve nihai hedefleri doğrultusunda bir mücadele perspektifiyle hareket etmesini gerektirir. Ulusal özgürlük mücadelesine böyle bir görüş açısından tüm varlığı ile katılmayan, ulusal kurtuluş bayrağını en önde taşımayan bir proletarya (ve onun öncü, örgütlü müfrezesi) gerçekte hiçbir teorik ya da “steril proletaryan” tezin haklı çıkaramayacağı bir apolitiklik konumuna sürüklenir. Pratikte, tarihi ve siyasi görevlerine, “misyonuna” sırt çevirmiş olur.

Devam edelim. Varlık hakkı meselesinden söz ederken, bunun “özgünleşmiş” bir pratik duruma/somutluğa dayandığına özellikle dikkat çekmiştik. Kürdistan somutunda özgünlük, iki temel ayak üzerinde yükselir ve biçimlenir: Egemen ulusun devlet sınırları içinde sömürge olma durumu ve ulusal inkar gerçeği, Marksist Leninist Komünistlerin birleşik devrim öngörülerinin tarihsel-maddi temelini oluşturur. (Bu durumda ezen ulus ve ezilen ulus proletaryasının her iki bölüğünün pratik hareket tarzını tek bir hedefe yöneltme olanağı ve avantajı doğar). Bu durum, ezen ulus ile ezilen ulus proletaryasının tek bir parti çatısı altında örgütsel birliğini kolaylaştıran “hazır” bir zemin sunar. Buradan hareketle devlet sınırları içindeki sömürge statüsünden doğan kaçınılmaz ve ihmal edilmesi olanaksız kimi farkları, özgünlükleri barındıran proletaryanın her iki bölüğünün politik hareket tarzını tek bir hedefe yöneltme olanağı ve avantajı doğar. Ezen ulusa ait bir sınıf olarak Türk proletaryası toplumsal kurtuluşunun politik ön koşulu olarak, ezilen ulusun özgürlüğünü kazanması için faşist sömürgeciliğin tasfiye edilmesi uğruna mücadele ederken, ezilen ulusun proletaryası olarak Kürt işçi sınıfı ulusal özgürlüğünü kazanma mücadelesi üzerinden toplumsal kurtuluşunun yolunu açmak için aynı ezen ulusun egemen sınıf iktidarının tasfiyesini hedefler. Türk proletaryası, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını dünya proletaryasının enternasyonalizm görüşü ve genel çıkarları için kayıtsız şartsız savunurken, Kürt proletaryası aynı ilke ve genel çıkarlar temelinde Türk işçi sınıfıyla birliği esas alır.

Ulusal inkar politikasının varlığı ise, Kürt proletaryası, kent yoksulları ve köylülüğün ulusun en geniş kesimleriyle ittifakı ve birliğinin politik realitesini oluşturur. Çünkü ulusal inkar politikasıyla bastırılmış ve zincirlenmiş bütün demokratik haklar (anadilde eğitim, kimlik-kültür yasakları, siyasal temsiliyet hakkı vb.) güncel, politik özgürlükleri kazanma mücadelesinin ortak paydasıdır. Sosyalist yurtseverlerin ulusal inkara son verilmesi mücadelesinin yürütücüsü olmadan, kitlelerin güvenini kazanmış bir öncü haline gelebilmesinin mümkün olmadığı tartışma götürmez bir gerçektir. Bir adım daha ileri giderek söylemeliyiz ki; ulusal inkara karşı kitle mücadelesi, Kürt ezilenlerinin demokratik ve sosyalist eğitiminin giriş kapısıdır. Çıkış kapısı ise, sömürgeciliğin devrimci halk ayaklanması yolundan tasfiyesine açılmaktadır. Bu kapıdan çıkıp çıkmamak yurtsever nitelikli, politik Kürt hareketinin/hareketlerinin reformlarla yetinip burjuva program içinde çözüm arama yanlısı mı, reformları devrimci çizginin kaldıraçları haline getirip emekçi/halkçı çözüm doğrultusunda yürüme yanlısı mı olduklarıyla ilgilidir. Sosyalist yurtseverlerin ulusal hareketi ikinci yöne, yani çıkış kapısına yürütmeye çalışacağı açıktır.

Şimdiye kadar dile getirdiklerimizin mantığına bağlı olarak son bir belirleme yapmak gerekirse; sosyalist yurtseverlik; ulusal ve toplumsal kurtuluşun birlikte omuzlanmasıdır. Dolayısıyla demokratik ve devrimci taleplerin öncülüğünü yapmaktır.

Proletaryanın "Vatanı" Yok Mudur?

Burjuva milliyetçiliğinin ya da onun küçük burjuva versiyonlarının Marksizm'in ideolojik dünyasında kendine meşru bir yer bulma olanaksızlığı ortadadır. “Proletarya adına” yürütülen aksi türden her çabanın Marksizm'i burjuva ya da küçük burjuva sınıf konumu üzerinden revizyona tabi tutmak anlamına geldiği biliniyor. Biliniyor diyoruz, çünkü, Marksizm'in teorik-ideolojik tarihi, kuruluş döneminden bugüne bu türden girişimlere-saldırılara karşı yürütülen sert iç ideolojik mücadelelerin koyu izlerini taşımaktadır. Marksist hareket safında doğan ve örgütsel bölünmelere varan ayrışmaların temel ideolojik konularından biri olmuştur; milliyetçilik ve ondan türeyen argümanlar.

Böyle olmasını kaçınılmaz kılan yönlendirici orijinin milliyetçiliğin ve her türden ulusal dar görüşlülüğün Marksizm'in kuruluş felsefesiyle taban tabana zıt bir dünya görüşünü temsil etmesinde aramak gerekir. Marks ve Engels, burjuvazinin milliyetçi/ulusalcı ideolojisiyle proletarya hareketi arasında çok katı sınırlar çekmeyi elzem görmüşlerdir. 1848'de yayımlanan Komünist Manifesto'da bu ihtiyaçtan kaynaklanan temel düşünceleri ve ilkeleri kayıt altına almayı görev bilmeleri nedensiz değildir. Manifesto'nun aynı zamanda proletarya hareketinin küresel düzeyde ilk kurtuluş programı ve stratejik perspektifini yansıtan bir belge olduğu düşünüldüğünde, sorunun önemi anlaşılacaktır.

Nitekim Manifesto'da dile getirilen “proletaryanın vatanı yoktur” (ya da proletaryanın vatanı bütün dünyadır) belirlemesinin ulusal sorunun/sorunlarını ele alışında Marksist teorik savununun en bilinen ve kullanılan ideolojik argümanlarından biri olmayı sürdürmesi, bu önemin gücünden kaynaklanır. Ne var ki bu kullanışın, her zaman Marksizm'in materyalist diyalektik yöntemine bağlı kalınarak yapıldığını söyleyebilmek çok zor.

En çok düşülen yanlışların başında Marksizm'in bu bütünlüklü ideolojik perspektifinin kaba, mekanik ve keyfi yorumundan hareketle, komünist hareketin somut ulusal sorunlar karşısında pratik olarak ilgisizliğe ya da bir nevi inkarcılığa sürükleyen pratik tutumlardır. Madem Marksizm'in milliyetçi ideoloji ile bağdaşmaz ve “proletaryanın vatanı yoktur” diyor, o halde kapitalizm (emperyalizm) koşulları altında komünistlerin ulusal bir davayı sahiplenmeleri ve öncülüğünü yürütmeye çalışmaları, Marksist teoriye karşı suçtur! Belirleyici olan proletaryanın kapitalizme karşı antiemperyalist ya da sosyalist nitelikli devrimidir ki; bu zaten var olan ulusal baskıyı doğuran ekonomik ve siyasi koşulların ortadan kaldırılması, yolunun açılması demektir. Ulusal bir davanın sahiplenilmesi, proletaryanın otomatikman milliyetçi ideoloji ile zehirlenmesi ve burjuvazinin yedeği haline gelmesi demektir.

Marksizm adına “akıl yürütmenin” genelleştirdiğimiz bu biçimi, politik bir hareket olarak Marksizm'in yüz elli yılı aşkın tarihsel süreci boyunca mücadele etmek zorunda kaldığı bir sorun olmuştur. Bu türden yaklaşımlar, Marksizm'e, ezilen halkların ve ulusların ulusal özgürlük mücadelelerine proletaryanın politik katılımı örgütlemesi anlamında “yurtseverliği” yasaklamaya çalışmışlardır. Marksizm adına başka bir “akıl yürütme” eğilimi de, proletarya hareketinin, devriminin nihayetinde ulusal/yerel alanlardan doğabileceği ve ilerleyebileceğinden hareketle ulusu/yurdu tehdit eden savaş, işgal gibi durumlarda egemen burjuva sınıflarla işbirliği yapmanın ve daha da ötesinde burjuva egemenliği desteklemenin, arkasında durmanın “yurtseverlik” gereği olduğunu savunmaktır. Bu eğilimin gerici karakteri, ulusun bağımsızlığının kaderiyle ilgili politik sorunları çözmenin tarihsel olarak burjuvaziye ait bir görev olduğu iddiasının, bizatihi tarihsel gelişmenin somut durumu tarafından boşa çıkartılmış olduğu gerçeğini görememeleridir, ya da daha çok da görmek istememeleridir, ikinci Enternasyonal partilerinin ezici çoğunluğunun birinci emperyalist paylaşım savaşında kendi emperyalist ve gerici burjuva iktidarlarının sömürgecilik politikalarının peşinden sürüklenmesine yol açan burjuva ideolojik çürümeleri ve oportünistleşmeleri bunun en kalıcı örneğini oluşturmuştur. Marksizm'in “proletaryanın vatanı yoktur” (ya da proletaryanın vatanı bütün dünyadır) perspektifine dönersek, bu perspektifin tarihsel gelişimi bütünlüklü kavranışı bakımından üzerinden atlanılmaması gereken iki somutluğa dayandırıldığı görülmektedir. Bu iki somutluk, tarihsel gelişim diyalektiğinin biri “olumsuz”, diğeri “olumlu” olan iki kutupsal zıtlığın “birliği” olarak vardır. “Proletaryanın vatanı yoktur” (ya da proletaryanın vatanı bütün dünyadır/dünyanın bütün işçileri birleşin) belirlemesi, “olumsuz”-geçmişe ait olan ile “olumlu”-geleceğe ait olan iki çelişik toplumsal dinamiğin tarihsel-sınıfsal hareketinin formüle edilmesinden başka bir şey değildir.

Geçmişe ait olan/olumsuz olan, yani belirlemenin birinci kısmındaki “vatan”dır. Bu “vatan”, kapitalizmin varlığı ve egemenliği koşullarında burjuva toplumsal egemenliğin tarihsel olarak oluşmuş/oluşturulmuş ideolojik ve siyasal varoluş niteliklerinden birini temsil etmektedir. Bu “vatan”, ideolojik olarak milliyetçilikle, siyasal olarak da ulus-devlet temelinde varlık kazanan burjuva kapitalist sınıf egemenliğinin tarihsel tipik “norm’udur. Burjuva uluslaşmasının kapitalist üretim ilişkileri temelinde inşa edildiği siyasi sınırların adıdır, bu “vatan”. Bu nedenle de burjuva sınıfsal ekonomik-toplumsal kolektif çıkarlarının toplumun geri kalan sömürülen ve ezilen çoğunluk sınıf ve tabakaların karşısında korunması ve sürdürülmesi işlevini üstlenmiştir. Bu “vatan”, burjuvazi için, ezilenler karşısında hem ulus-devlet aracılığıyla siyasal zor kırbacı işlevini görür, hem de milliyetçi eğitim ve propaganda aracılığıyla işleyen toplumsal rıza üretme ideolojisidir.

O halde anlaşılmış olacağı gibi, Marksizm'in “proletaryanın vatanı yoktur” vurgusu, proletaryanın burjuva egemenliğine ait devlet aygıtını siyasal olarak reddetmesi ve milliyetçilik ideolojisinden kopması gerektiğine yapılmıştır. Proletaryanın tarihsel gelişim diyalektiğinin ilerleyiş çizgisinden kopmaması, “geçmişe ait” olana bağlı kalmaması için ortaya konulan bir perspektiftir bu. “Proletaryanın vatanı bütün dünyadır” belirlemesindeki “vatan” ise, tarihsel gelişimin geçmiş döneminde kalması gereken burjuva “vatan” olarak, vatan olmayanı hedef göstermektedir. Yani onun aşılması, sömürülen ve ezilenleri baskı altında tutan ulus-devletin ve onun işçi ve emekçileri bölen milliyetçilik ideolojisinin ortadan kalktığı/kaldırıldığı yeni tipte bir toplumsal-siyasal birlik kurma amacıdır. Burjuva (kapitalist sömürücü) devlet aygıtına karşı, işçilerin sömürüye dayanmayan, devlet olmayan 'devlet'i birliği, burjuva sınıfların birliğini temsil eden milliyetçiliğin karşısına işçi sınıfı ve ezilenlerin birliğini temsil eden enternasyonalizm. Marksizm'in tarihsel ilerleyişinin diyalektik mantığına uygun ideolojik perspektifi budur.

Ancak Marksizm'in ideolojik dünyası ütopik tasavvurlardan hareket etmez, onlara dayanmaz. Ekonomik gelişimin, sınıflar mücadelesinin ve politik savaşımın nesnelleşmiş toplumsal gerçeklik zeminine dayanır, ondan hareket eder. Tarihsel gelişimin diyalektiğine, kendi sınıf amaçlan ve hedeflerinin görüş açısından müdahale eder. Değiştirirken, değişir. Değişmek için değiştirir. Sözünü ettiğimiz perspektif bakımından bunun somut anlamı şudur ki; proletarya, bütün dünyayı vatanı haline getirmediği/getiremediği sürece bir burjuva “vatan” içinde yaşamak ve savaşmak zorunda olacaktır. Bu gerçek, proletaryanın mücadelesini özünde enternasyonal, ama biçimde ulusal kılan somut tarihsel koşulların ta kendisinden doğar. Marksizm bakımından meselenin özü, yaşarken ve savaşırken içinde bulunduğu “vatan”ı, kurmak istediği “dünya”nın suretinde değiştirebilmesidir. Yani “vatan”ı onun içinde yaşayan ezilenlerin eliyle devrimci savaşımının idealleri ye değerler sistemiyle yeniden kurabilmesidir. Proletaryanın ve ezilenlerin düşünce ve duygu dünyasında yerleşmiş bulunan burjuva vatanı da yıkan eylem olacaktır bu. Proletarya ve ezilenlerin devrimci, sosyalist vatanı, onların artık değişmiş ve yeni bilince kavuşmuş ortak “dünya’larının değerleriyle dolacağı için, bütün dünyayı vatanı görmenin maddi koşulları oluşmaya başlamış olacaktır.

Sosyalist Yurtseverlik Ve Enternasyonalizm

Sosyalist yurtseverlik, irdelemesi bakımından Marksizm'in bu ideolojik perspektifi somut tarihsel koşullarda/durumlarda ne anlama gelmiştir? Proletaryanın toplumsal kurtuluş mücadelesi bakımından neyi temsil etmiştir? Bu sorular önemlidir, çünkü Marksizm'in “vatansızlık” eksenli genel ideolojik perspektifiyle tarihsel bir somutluk içinde politik bir çizgi olarak tarif ettiğimiz “sosyalist yurtseverlik”in birbiriyle tutarlı/uyumlu olup olmadığı ile ilgilidir.

Marks, sözünü ettiğimiz perspektifi tarihsel gelişimin hangi nesnel eğiliminden/eğilimlerinden çıkarmıştır? Teorik dayanak/dayanaklar nelerdir?

Manifesto'nun buna çok açık bir yanıtı vardır: Sermayenin varlığı ve hareketi. Sermayenin vatanı yoktur der, Marks. O, hiçbir siyasal sınır, yasa engeli tanımaksızın bütün dünyaya yayılma eğilimindedir. Sermayenin birikim orijini yerel/ulusal sınırlar içindeki hareketinden doğmuş olsa da, o, gelişiminin belirli bir aşamasında/düzeyinde ulusal sınırları aşacak, dünya pazarını yaratacaktır, yaratmıştır. Sermayeler arasındaki ulus içi rekabet ve hegemonya mücadelesi uluslararası/dünyasal bir karakter kazanacaktır. Kapitalizmin tarihi, sermayenin dünyaya yayılma, kendi suretinde bir dünya yaratma tarihi değil midir aynı zamanda? Ama bu yayılım dar anlamda meta ve para olarak sermayenin yayılımı değildir. Geniş anlamıyla sermayenin kapsadığı tüm ilişkilerin tüm toplumsal içeriğiyle de bir, dünyasallaşma eğilimidir bu. Sermaye bir toplumsal harekettir, ilişki biçimidir. Ve bu hareketin iki zıt ucunda biri olmadan diğerinin olamayacağı iki temel sınıf gücü vardır: Burjuvazi ve proletarya. Sermaye hareketi gittiği her yere ya da doğduğu her yerde bu ekonomik-sınıfsal çelişkinin aktörlerini de taşır, geliştirir ya da açığa çıkarır.

İşte, tarihsel olarak oluşmuş burjuva sınıfın, sermayenin içsel hareket yasaları nedeniyle yayılma eğilimi gösterdiği her yöne doğru onun peşinden sürükleniyor oluşu, “vatan”sızlaşmasının ekonomik temelidir. Buna karşın proletarya ve ezilen diğer halk kesimleri için ise bu süreç, ters yönde işleyen bir “hareket” yaratıyor gibidir. Sermaye ilişkilerinin egemenliği altına giren her toprak parçası orada yeni açığa çıkan ve gelişen sınıflar için (ulusal/yerel burjuvazi, proletarya, köylülüğün geniş sınıfsal katmanları) bir “vatan”a dönüşmeye başlar. Ve tabi ki bu vatan/vatanlar, coğrafik olarak farklı farklı topraklar üzerinde gerçekleşseler de onlara ekilen ekonomik tohumlar ve onlara akan sermaye hareketi meta üretimi sistemini yeşerttiği için büyüyen ve gelişen ürünün adı ortaklaşır: Kapitalist devlet ve burjuva vatan.

Ancak, önceden vurguladığımız gibi sermaye hareketinin iki uç sınıfından biri olarak proletarya da, tamamen ekonomik gelişimin bu nesnel karakterinden dolayı enternasyonal bir sınıf potansiyeli olarak doğar. Burjuvazinin olduğu her yerde proletarya olacaktır. Ve gittiği her yerde proletarya doğup, gelişecektir. Enternasyonallik, proletaryanın bilinci değil, nesnel ekonomik toplumsal varlığıdır. Tıpkı burjuva sınıf gibi. Ama bir “vatan” toprağında burjuvazi, tarihsel olarak kendi ekonomik egemenliğinin siyasal ve toplumsal dayanağını bulur, bunu milliyetçilik ideolojisi ile yaşatmak ister. Proletarya ise, bu vatan toprağında kendi ekonomik sömürüsünün siyasal ve toplumsal koşulları dışında hiç bir şey bulamaz. O nedenle de onun kendi sınıf egemenliğinin koşulları “vatan” toprağıyla sınırlandırılamaz. Enternasyonalizm, proletaryanın bu bilincinin ideolojik formlarından biridir. Daha önce değinmiş olduğumuz “proletaryanın mücadelesi özünde enternasyonal biçimde ulusaldır” belirlemesinin toplumsal dayanakları bunlardır.

Sermayenin giderek uluslararasılaşması, enternasyonal bir karakter kazanması, burjuvazinin siyasal egemenlik alanı olarak ulus-devlet sınırlarına dayalı var olmasının nesnel ekonomik koşullarının da ortadan kalkma eğilimini geliştirmiş, açığa çıkarmıştır. Ama aynı zamanda bu nesnellik burjuvazinin bütün ulus adına konuşma ve devleti yönetme erkinin düşünsel kurgusu olan milliyetçi ideolojinin dayanaklarının da ölümcül bir darbe yemesi anlamına gelmektedir. Ancak tarihsel gelişim diyalektiğinin nesnel olarak açığa çıkardığı bu gerçeğe boyun eğmek, burjuvazi için bir sınıf olarak varlığının gereksiz hale geldiğini kabul etmesi demek olduğu için, tam tersi bir tarihsel tutum takınır. Burjuvazi, proletarya karşısında “eskiye ait” olanı yaşatmanın ve savunmanın, gerici sınıf çıkarlarını sürdürmenin tek yolu olduğunu tarihsel tecrübesiyle iyi kavramıştır. Bu siyasal gericilik eğilimi özellikle dünya ölçeğindeki büyük sermaye güçlerinin ve onların siyasal egemenliğini temsil eden emperyalist devletlerin hareket tarzında daha berrak biçimde somutlaşmıştır.

Emperyalizm dönemi, burjuvazinin (sermaye egemenliğinin) bu tarihsel çelişkisinin en keskin biçimlere bürünerek görünür hale gelmesine yol açmıştır. Ulus devletlerin en katı militarist karakter kazanarak kendi ulusunun yurttaşlarına ve diğer dünya devletleri ve halklarına kan kusturma pahasına dünyayı paylaşma ve diğer dünya devletleri ve haklarına kan kusturma pahasına dünyayı paylaşma ve sömürgeleştirmeye yönelme örnekleri, burjuvazinin ulus-devlet ve milliyetçilik savunusu temelinde siyasal ve ideolojik çürüyüşünün dorukları olmuştur. Burjuvazi bu doruklara doğru tırmanırken, milliyetçiliğin şovenizme ve ırkçı faşist ideolojiye, burjuva ulus-devlet “vatan”ı da dünyaya hükmetme rekabetinin militarist-siyasal zor aracına dönüştürmüştür. Faşizm, burjuva milliyetçiliğinin işçi sınıfının kapitalizme karşı devrimci savaşımı ve ezilen halkların sömürgeci boyunduruğa karşı ulusal başkaldırısı karşısında kendini savunmanın en katı biçiminden başka nedir ki?

Hem Sosyalist, Hem Yurtsever

“Proletaryanın vatanı yoktur!” (ya da işçilerin vatanı bütün dünyadır) perspektifinin teorik dayanaklarıyla sosyalist yurtseverlik çizgisinin tutarlılığı sorunu bakımından tarihsel deneyim bize ne gösteriyor? Politik bir hareket olarak Marksizm'in gelişim süreci boyunca ulusal sorunlara yaklaşımının temel politik ilkelerinin cisimleştiği ve sınandığı değişik dönemlere ait örneklere başvurabiliriz. Bu örneklerin genel karakterinden biliyoruz ki, sosyalizm ve yurtseverlik birbiriyle koşulsuz olarak çelişik iki zıt politik durum, olgu kategori olarak ele alınmamıştır. Marks ve Engels'in yaşadığı dönemde Marksizm'in ulusal soruna yaklaşımının turnusol kağıdı olma özelliği taşıyan İrlanda'nın bağımsızlığı meselesindeki tutumu bilinir. Proletaryaya “vatan”larının olmadığını öğreten Marks, İrlanda'nın İngiltere’nin sömürgeci boyunduruğundan kurtulması için savaşan yurtseverlerin devrimci eylemlerini coşkuyla ve kararlılıkla destekleyen Marks'tır aynı zamanda. Keza, Polonya'nın Rus Çarlık despotizminin politik sınırları dışına çıkarak kendi bağımsız devletini kurma mücadelesini destekleyen de odur. Paris Komüncülerinin, Prusya-Bismark ordusuyla işbirliği yaparak ulusa ihanet eden Fransız burjuvazisine karşı işçi iktidarı adına bütün ulusun çıkarlarını savunmayı üstlenen yurtsever savaşını hayranlıkla alkışlayan da Marks'tır.

Bu örneklerde somutlanan politik tutumun esası şu tarihsel gerçeğe/duruma dayalıdır: Kapitalizmin varlığı koşulları altında tarihsel gelişim, ulusal sorunları doğurmadan edemez. Kapitalizmin eşitsiz iktisadi gelişim yasasından doğan bu durumun ve bunun yarattığı rekabetin aracı olan işgal, ilhak, savaş ve sömürgeleştirme siyaseti proletaryayı dünyanın hemen her yerinde değişik tipte ulusal sorunlarla yüz yüze bırakır. Feodalizmin tasfiyesinin ve kapitalist gelişmenin burjuvazi eliyle kendi siyasal iktidarlarını kurmasının beşiği olan Avrupa'nın, aynı zamanda ulusal mücadelelerin ve sorunların da ortaya çıktığı ilk kıtasal coğrafya olması rastlantı değildir. Nitekim Batı Avrupa'nın erken uluslaşmış ve bağımsız devletlerini kurmuş İngiltere, Fransa vb. büyük sermaye güçlerinin sömürgecilik ve meta ihracı aracılığıyla dünyanın diğer kıtalarına taşıdıkları sermaye hareketi, o yerlerde kapitalist gelişmenin önünü açmış ve ulusal bağımsızlıkçı halk hareketinin siyasal taleplerinin açığa çıkmasına neden olmuştur.

Özellikle kapitalizmin emperyalizme sıçradığı aşamayla birlikte ulusal bağımsızlıkçı hareketler ve demokratik, devrimci talepler dünya tarihinin başat politik eğilimlerinden biri haline gelmeye başlamıştır. Marksizm (sosyalist hareket) bakımından durum, hemen her yerde ulusal sorunun/sorunların politik özgürlük mücadelesinin çözüme kavuşturulması gereken ana gündemlerinden biri olarak öne çıkmasına yol açmıştır. Şöyle bir genelleme yapmak yanlış olmayacaktır: Bir yanda proletaryanın sosyalist devrim ve kapitalizme karşı devrimci mücadelesi, bir yanda da sömürgeciliğe karşı ezilen halkların ulusal bağımsızlık talebiyle yürüttüğü mücadele.

Lenin, emperyalizm döneminde Marksist hareketin teorik ve politik önderi olarak bu iki siyasal gücü emperyalizme karşı enternasyonalizm bayrağı ve çatısı altında birleştirme zorunluluğunu gören ve bu yeteneği gösteren kişi olmuştur. Lenin'in yaklaşımının özü şudur: Artık bütünüyle gericileşmiş bir sınıf olarak burjuvazi, demokrasinin hiçbir temel sorununu çözemeyeceğini göstermiş bulunmaktadır. Bu görev, tarihsel olarak bunu başarabilecek tek sınıf olan proletaryanın omuzlarına yüklenmiş bulunmaktadır. Artık genel olarak demokrasi sorunu, emperyalist tekel egemenliği çağı koşulları altında, proletaryanın sosyalist hareketine bağlanmış, sosyalist devrimin bir parçası haline gelmiştir.

Ulusların politik bağımsızlığı -Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı- demokrasinin sorunlarından biridir. Ve bunun çözümü de emperyalizme karşı mücadelenin kaderine bağlanmıştır.

Sosyalizmin ve yurtseverliğin tarihsel somutluk tarafından birbiriyle böylesine nesnel olarak ilişkili hale gelmesi durumunu, bilinçli bir formülasyona dökmek de, Lenin'e düşmüştür: “Dünyanın bütün işçileri ve ezilen halklar; birleşin.” Bu formülasyon, proletarya bakımından sosyalist yurtseverliğin kavramsal içeriğinin niteliğini ve bütün ruhunu ortaya koymaktadır. Kapitalizme karşı sosyalist ve aynı zamanda emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı, yurtsever olmak. Eğer emperyalizmin verili gerçekliğine bile bile göz yummaktan kaynaklanmıyorsa, kapitalizme karşı devrimci mücadeleyi ulusal sorunla karşı karşıya koymak, politik bakımdan ahmaklıktır. Bir sosyalist yurtsever çizgi için ise, bunun tam tersine ve daha da ileri giderek sosyalizm için devrimci mücadeleyi ulusal sorunda bir devrimci programla birleştirmeye çalışmamak, önderlik görevini ulusun burjuva ve küçük burjuva sınıflarına terk etmekten başka bir anlam taşımaz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi