Silahla Geldiler, Silahla Gönderilecekler

Irak’ta İşgale Hayır Koordinasyonunun davetlisi olarak, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Komutanlık üyesi Mariam Abu Dagga ile birlikte Türkiye’ye gelen Irak Yurtseverler Birliği temsilcisi Dr. Mohammad Jabar Faris, Irak direnişinin anatomisi ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Dr. Faris, işgalcilere yardım ve yataklık yapan tekelci emperyalist ve yerli basının aksine, bize, ABD tarafından karartılmak ve çarpıtılmak istenen Irak direnişe ışık tuttu. Faris’in anlatımlarıyla birlikte, Irak direnişi ve yapısı konusunda pek çok şey daha açık seçik hale geldi. Dr. Mohammad Jabar Fa- ris’i kısaca tanıtmak gerekirse; o bir politik mülteci. Şu anda Suriye’de yaşıyor. Irak Yurtseverler Birliği temsilcisi olmanın dışında aynı zamanda İşgale Karşı Irak Aydınları Birliği üyesi... Ancak görevleri bu kadarla sınırlı da değil. Dr. Faris, kurulma aşamasındaki Birleşik Irak Komünistleri Birliği'nin aynı zamanda kurucu üyesi. Dr. Faris, bunların dışında Birleşik Arap Sosyalistler Birliği üyesi ve Özgürlükçü Ulusal Demokratik Arap Hareketinin kurucularından.

 

Irak Yurtseverler Birliği Başkanı Abdülcabbar Kubeysi, işgalci ABD ordusu tarafından kaçırılarak 5 ay boyunca işkenceler eşliğinde hücre hapsinde tutulmuştu, değil mi?

Abdülcabbar Kubeysi, Irak Yurtseverler Birliğinin başkanıdır. Ayrıca Ulusal Kurtuluş Arap Hareketi’nin de içinde yer almaktadır. 14 ay Irak’taki ABD hapishanelerinde kaldı. O ve mücadele arkadaşları Irak hapishanelerinde türlü işkencelere maruz kaldı. Ama direndiklerini bildirmek istiyorum. Özellikle El Baas Partisi’nin kadın liderlerinden olan Huda Ammaşin, biyoloji alanında çalışan profesör Rehat Taha da, Kubeysi ile birlikte serbest bırakılanlar arasında. Onların yanı sıra çok sayıda devrimci yurtsever kişi daha serbest bırakıldı.

İşgale karşı direniş üçüncü yılına girdi. Direnişin geleceği size nasıl görünüyor?

İlk başta vurgulamalıyım ki, ben, direnişin zafere yakınlaştığını düşünüyorum. Ve bunun örneklerinden bir tanesi, Amerikalı ve diğer işgalcilerin gittikçe artan kayıplarıdır. Hem asker kaybıyla, hem araç gereç bakımından... Onun için Amerikalılar şu an Irak’tan çıkmak için yol arıyorlar. Direnişçileri muhatap alıyor, onlarla görüşüyorlar. Tabi şu an Irak bir batağa dönüştü, ikinci bir Vietnam oldu.

Kukla hükümetin kurulmak zorunda kalışını da bu geri çekilişinin bir parçası olarak değerlendirebilir misiniz?

Tabi, kuşkusuz. Bu, Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin bir hazırlığıdır, ama çıkmadan önce işbirlikçi bir hükümet kurmaya çalışıyorlar. Özellikle ekonomi konusunda, petrol ihracatı konusunda işbirliği yapacak bir hükümet kurmak istiyorlar. Şunu size söyleyeyim, şundan emin olun; ABD askerleri Irak’tan çekilir çekilmez, tankın üzerinde gelen işbirlikçiler, onlardan önce Irak’ı terk edecekler.

Direnişin açık ve net bir programı var

Gerçekte, işgalin son bulması, işgalcilerin ve işbirlikçilerin yenilgiye uğratılması gibi ortak bir stratejik görüş açısı olmasına rağmen, ortak bir politik cephe yok. Neden? Direniş ortak bir politik cephe oluşturabilir mi? Nasıl olacak bu?

Direnişin açık ve net bir programı var. Ama uluslararası medya kuruluşları, bu programı kamuoyuna duyurmuyor, karanlıkta bırakıyor. Direnişin programı şöyle: 1Direnişin ilk hedefi ve stratejisi, Irak’ta bulunan bütün yabancı güçlerin kayıtsız şartsız Irak’tan çekilmesini, sabit ya da seyyar askeri üslerin kaldırılması; 2Feshedilen Irak ordusunun, Irak’ın güvenliğini sağlaması için bütün yetkileriyle iş başına gelmesi;. 3İşgalci ve işbirlikçilerin elinde tutsak bulunan direnişçilerin kayıtsız şartsız salıverilmesi; 4Amerika ve işbirlikçilerinin, Irak halkına çektirdiği acılardan dolayı özür dilemesi; 5İşgal sırasında yıkılan yerlerin yeniden inşa edilmesi ve şehit düşen Irak’lıların ailelerine tazminat ödemesi; 6Geçici bir ulusal birlik hükümeti kurulması, ama bu ulusal birlik hükümetinin direnişçilerden oluşturulması, bu geçici hükümetin maksimum iki yıl iktidarda kalması, bu süreç içinde demokratik ve adil bir seçim sistemi için hazırlıkların tamamlanması; 7İşgalden sonra Irak adına imzalanan tüm anlaşmaların, çıkarılan bütün yasaların iptal edilmesi.

Çünkü bu yasa ve dayatmalar, ancak işgalciyi korur. İşgal altındaki yasalar gayri meşrudur.

Hem direnişteki rolleri, hem de siyasi ve ideolojik referansları bakımından Irak’taki direnişçi grupları nasıl kategorilendirebiliriz?

Birincisi; Irak direnişinin ana omurgasını eski Irak Ordusu oluşturuyor. Bu ordu, ABD’nin eski işgal valisi Paul Bremer’ın kararıyla feshedilmişti. İkincisi; Muhammed Ordusu. Muhammed Ordusu’nun içinde Baasçılar, sosyalistler, komünistler, ulusalcılar var. Birleştikleri konu, işgale son vermek. Üçüncüsü; 20. Yıl Devrim Tugayları. Bu tugaylar demokrat yurtseverlerden ve ilerici İslamcılardan oluşuyor. İşte bunlar, direnişin üç ana fraksiyonu.

Peki, bu örgütlerin aralarındaki ilişki nasıl düzenleniyor? Direnişin bir önderliği, yürütmesi var mı? Örneğin kamuoyuna yansıyan bir sözcüleri yok.

Hem bu üç örgüt arasında, hem de bu üç örgütün içerisindeki fraksiyonlar arasında bir ilişki sistematiği bulunuyor. Ama onların resmi, açık bir sözcüsü yok. Ama “Ulusal Cephe” adı altında bildiriler çıkarılıyor. Ya da “Ulusal Yurtsever İslami Cephe”...

El Kaide'nin ve Zerkavi'nin direnişle hiçbir bağlantısı yok

İşgalci ABD, sürekli Zerkavi ile Irak direnişi arasında bir ilişki kuruyor. Bu iddia doğru mu? Doğruysa, aralarında nasıl bir ilişki bulunuyor?

Bu, Amerikalıların ve işbirlikçilerin bir iftirasıdır. Benim inancım şu ki, Zerkavi diye bir zat bulunmuyor. Bu bir karalama. Zerkavi ismi kullanılarak Irak direnişi karalanmak isteniyor. Şunu göstermek istiyorlar; direnişin Irak halkı tarafından örgütlenmediğini ve sürdürülmediğini... Direnişin, dışarıdan gelen yabancılar ve kökten dinciler tarafından örgütlendiği kanısını oluşturmaya çalışıyorlar.

Tamam, Zerkavi’yi dışta tutalım, peki direnişçilerin El Kaide’yle bir ilişkisi var mı?

Kesinlikle ve kesinlikle El Kaide’nin direnişle hiçbir bağlantısı yok. Eğer El Kaide Irak’taysa, direnişçilerden, yani Ulusal Cephe’den bağımsız eylemler yapıyordur. Direnişle hiçbir ilişkisi yoktur. El Kaide belki Irak’ı, ABD emperyalizmiyle hesaplaşmak için bir merkez olarak kullanıyordun Ancak bütün Iraklılar ve tüm dünya halkları biliyor ki; El Kaide’yi kuran ve besleyen ABD emperyalizmidir. El Kaide, Afganistan’da Sovyet tehlikesine karşı kullanılmıştır.

Direnişe diğer Arap ülkelerinden, özellikle komşu halklarından destek ne boyutta?

Şu anda onurlu Arap devrimci ve komünistleri, Irak halkına ve onların direnişine destek vermek için onlarla omuz omuza mücadele ediyor. Irak halkı, örnek bir direniş sergilediklerine tanık oldu, oluyor. Örneğin; uluslararası tugayların özellikle Bağdat Hava Alanı Savaşında büyük bir katkısı oldu. Hava Alanı Savaşı, Bağdat’ın düşmesinden iki gün önce gerçekleşti. Halkımız, diğer ülkelerden Arap direnişçileri bağrına bastı, onları kucakladı. Şimdi de öyle.

Bizler, bu kurtuluş savaşında Iraklı kardeşlerini yalnız bırakmadığı için, tüm Arap halkına teşekkür ediyoruz. Kardeşlerimiz bir an bile olsa bizi yalnız bırakmadılar. Tarihsel olarak da bu böyleydi. Özellikle, 1956’da Fransa, İngiltere ve İsrail’in saldırısında Irak, Mısır halkını desteklemek için tugaylar gönderdi. Cezayir’e Iraklıların hem maddi olarak, hem askeri katkısı oldu. Irak, Cezayir’e fedai gönderdi. Filistin direnişinin saflarında binlerce Iraklının bulunduğunu hatırlatmama gerek var mı, bilmiyorum. Ya da şimdi... Örneğin; yılbaşından bir gün önce, Irak topraklarında, Fırat’ın doğusundaki direniş alanlarında iki Filistinli şehit verdik.

Arap dayanışmasının, Arap kardeşleşmesinin bu kez Irak direnişi özgülünde filiz verdiğini görüyoruz. Tıpkı, Filistin direnişinde de bundan önce olduğu gibi. Bir döneme damgasını vuran Milli Arap Hareketini biliyoruz. MAH, sadece bir direniş kutbu olarak değil, aydınlanma kutbu olarak da işlev görmüştü. Irak direnişi etrafından da böyle bir aydınlanmanın yeşermesini ve tüm Ortadoğu’yu etkisi altına almasını bekleyebilir miyiz?

Tabi ki. Bunun temellerini iki seneden beri atıyoruz. Özgürlükçü Ulusal Demokratik Arap Hareketi’ni oluşturmaya çalışıyoruz.

Bağdat'ın düşüşü, planlı bir geri çekilişti

Bu konuya daha sonra dönebiliriz. Türkiye halkları, Irak’ın ve dolayısıyla Bağdat’ın bu kadar çabuk düşmeyeceğini tahmin ediyordu. İşgal kuvvetlerinin bu “başarısı”, savaş karşıtı hareket açısından önemli bir dönemeç oldu. Bağdat neden bu kadar çabuk düştü?

Irak’ta savaş, bildiğimiz, alışık olduğumuz iki ordunun karşı karşıya gelişi değildi. Örneğin, Amerikalılar uzun süre yeryüzüne inmedi. Günlerce Bağdat’ı bombaladılar. Hava saldırılarına hiçbir gücün dayanmadığını siz de biliyorsunuz!

Yani Bağdat’ın düşmesi, örgütlü bir geri çekilişti, değil mi?

Evet, planlı bir çekilişti diyebiliriz. Direniş, aslında işgalden önce planlanmıştı. Ulusal İttifak adı altında, işgalden iki ay önce Irak askeri komutası altında bir toplantı düzenlendi. Biz de bu toplantıya katıldık. O toplantıya, Irak Devlet Başkam Yardımcısı İzzet Duri başkanlık ediyordu. İzzet Duri, şimdi de direnişin önde gelen liderlerinden biri. Bize dedi ki: “Sovyetler Birliği’ne karşı kendini hazırlamış dünyanın bu büyük gücüne karşı koyacak askeri gücümüz yok. Teknolojik olarak bizden on binlerce kat üstünler. Ama biz onlara öyle bir direniş hazırladık ki, bu direniş, minimum 20 yıl sürecek. Hem gönüllüler, hem silah ve hem de maddi bakımından onlara karşı gerilla savaşı sürdürebilecek 20yıllık gücümüz var.” Bize bunları söylemiş ve eklemişti: “Amerikan imparatorluğu Irak direnişinin, Irak’ın direngen çocuklarının elinde bitecek, söz veriyorum!”

Bağdat’ın düşüşü, Saddam Hüseyin’in direnişte birleştirici bir maya olamamasına bağlandı, böyle tartışıldı. Ama şimdi burada, böyle olmadığını görüyoruz. Görüyoruz ki, direniş çok daha önceden planlanmış ve adım adım uygulanmış. Durum bu mu?

İşgalciler, böyle bir direnişle karşılanacaklarını biliyordu, zaten hazırlık da bu yöndeydi. Irak, 12 yıl boyunca ambargo altında tutulmuştu. Bu bakımdan gerilla savaşı dışında bir seçenek yoktu. Özellikle ulusal muhalefet, yurtsever muhalefet her ne kadar Baas yönetimine zıtsa, Baas hapishanelerinde işkence görmüşlerse deşu anda Irak’ın kurtuluşu için Baas Partisi ile yan yanalar. Çünkü önemli olan, Irak’ın toprak bütünlüğüydü. Ayrıştığımız birçok nokta olmasına rağmen, özellikle Baas partisini ile, şimdi bizim ortak amacımız, Irak’ı saldırılardan korumak. Şu anda Irak’ta iki kesim var: İşgale karşı direnenler ve işbirlikçi hainler. Onlar Irak’a işgalcilerin tanklarıyla geldiler. Özellikle Çelebi ve Caferi... Bir de Kuzey Irak’taki işbirlikçi Kürt aşiret reisleri var tabi.

Direniş bir kişiye bağlı değil

Saddam Hüseyin’in yakalanması, Baas partisinin önemli bir rol aldığı ulusal kurtuluşçu direnişi nasıl etkiledi?

Amerikalılar sanıyorlardı ki, direniş Saddam Hüseyin’in yakalanmasıyla bitecek. Ama şunu görüyoruz ki, direniş Saddam Hüseyin yakalandıktan sonra, daha da büyüdü. Çünkü direniş bir kişiye bağlı değil. Direniş, Irak’ın tüm direngen çocuklarının bağrından çıktı. Tıpkı Filistin gibi. Bu yüzden biri gider, yerine binlercesi gelir.

Saddam Hüseyin’in mahkemede direngen bir tutum takınması, direnişi ve genel olarak Irak’ı nasıl etkiliyor?

Saddam Hüseyin, mahkemeye Irak Devlet Başkam olarak çıktı ve emperyalizmin planlarını deşifre etti, onları teşhir etti. Emperyalistler ve işbirlikçiler, mahkemeyi Saddam ve yönetimini karalama kampanyasma dönüştürmek istedi. Yalancı şahitler tuttu. Saddam şahsında direnişçileri vatan haini, halk düşmanı olarak göstermek istediler. Ancak Saddam, tutumuyla onların maskesini düşürdü.

Özellikle savcılar, hâkimlerden daha çok baskı yapıyorlardı, davanın çabuk bir şekilde bitirilmesi için. Mahkemenin eski başkam Rızgar Muhammet Emin’in takındığı tutum örnektir. Irak’ta güvenilen hukukçulardan biridir. Mahkeme her ne kadar işgal yasalarına dayanarak kurulmuş olsa da, mahkeme boyunca onun sergilediği tavır, bir hukukçuya yakışır bir tavırdı. Amerikalıların ve işbirlikçilerin baskılarına dayanamayarak mahkeme başkanlığından istifa etti. O, onursuzluğu reddetti. Bu yüzden Irak halkından ve direnişten takdir aldı.

Saddam’ın tutumu, özellikle Baasçı ya da Saddamcı olanlar üzerinde değil, Saddam döneminde haklan ihlal edilen kişiler üzerinde de olumlu bir etki uyandırdı. Şu anda Saddam’ı savunuyorlar, çünkü şu anda yaşadıkları, Saddam’ı bile aratıyor. Saddam’ın mahkemedeki tutumu, saygınlık uyandırdı. İşbirlikçi basın dahi Saddam’ın onurlu tutumunu manşetlerine taşıdı.

Komünistler şu an için direnişin mütevazı bir bileşeni

Direnişin mimarı Ulusal Cephe içerisinde sosyalistler ve komünistler de yer alıyor. Onların etki düzeyi nedir? Belli bir alanda kayda değer bir etkinlik gösterebildiklerinden bahsedebilir miyiz?

Mütevazı bir kitlemiz var. Kuvvetlerimiz özellikle orta ve güney bölgelerinde yoğunlaşmış durumda. Ancak bütün Irak topraklarında da yoldaşlarımız var. Özellikle Kerbela bölgesinde.... Burada işgalcilerle büyük çatışmalar yaşandı, direnişçiler burada büyük kayıplar verdiler. Bu direnişe bizim yoldaşlarımız önderlik etti. Ancak Amerikancı basın bunları yansıtmıyor.

Baas rejimi altında komünistlerin ezildiğini biliyoruz. Irak’ın özgürlüğünü kazanmasından sonra da benzer bir tehlike var. Bu olasılığı nasıl bertaraf etmeyi düşünüyorsunuz?

Dünyada olduğu gibi Irak’ta da tek parti sisteminin sonucu; ya faşizm ya da diktatörlük. Ama vatana karşı, ulusal davaya karşı bütün komünistler, yurtsever ve devrimciler çektikleri yaraları bağırlarına basıyor şimdi. Diğer siyasal anlayışlarla, özellikle Baas ile birlikte şimdi Irak’ı savunuyorlar, özgürlüğü için mücadele ediyorlar. Yine de Irak’ı kurtardıktan sonra böyle bir tehlike var. Ancak biliyoruz ki, Baas partisi Irak kurtarıldıktan sonra genel kongre yapacak. Ve görüştüğümüz binlerce Baasçı ve önderler, daha önce yaptıkları ve işledikleri hatadan pişmanlar, kendilerini affettirmek için bir şeyler yapmaya çalışacaklarını söylüyorlar ve şu anda da yapmaya çalışıyorlar. Şu an için özel olarak geçmişle hesaplaşmalarına gerek yok, şu anda bir kurtuluş savaşı yürütüyoruz. Ve onlar emperyalist işgale karşı en ön safhalarda savaşıyorlar. Bunun için tüm Iraklılar, bütün kurumlar tarafından direnişçilerin bir silah yoldaşı olarak görülüyorlar, hiçbir ayrıma maruz kalmıyorlar.

Bu tür olayların yaşanmaması için, şu an tüm direnişçilerin de kabul ettiği gibi, işgalin hemen ardından çok bileşenli geçici bir hükümetin oluşturulması ve bu hükümetin Irak’ı serbest ve demokratik seçimlere götürmesi gerekiyor. Bu seçimin ardından ise herkesin yeni Irak yönetiminde gücü oranında yer alması gerekiyor. Bu, tek partili sisteme, diktatörlüğe karşı tek güvencemizdir.

Baasçılarla aranızda bu yönde bir anlaşma var mı?

Şu anda Suriye’de yaşadığım için gelişmelerin tüm ayrıntılarına hakim değilim. Ama direniş programında böyle bir şeyin olduğunu sanıyorum. Ben bu belgeyi görmedim, ama Irak’taki yoldaşlarımız şahit oldu. Irak’ın geleceğiyle ilgili bazı anlaşmalar olduğunu biliyorum. Özellikle, demokratik bir Irak için böyle bir program olduğunu biliyorum. Ve kesinlikle ve kesinlikle bu programda bölünmeye yer yoktur. Irkçılığa, din ayrımcılığına da yer yoktur.

Kürdistan, kendi isteği ile Irak'ın bağımsız bir eyaleti olacak

Irkçılığa dediniz, buradan hemen Kürt sorununa girelim. Kürt sorunun nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz? Kürtleri direnişe kazanmak için, direnişçilerin ne gibi bir planı var?

Irak halkı içinde Şii-Sünni ve Kürt-Arap ayrımı olduğunu sanmıyorum. Aralarında bir düşmanlık yok. Bu ayrımcılığı, son dönemlerde yaşamaya başladık. Ancak, Irak’ın genelinde Şii-Suni, Kürt-Arap ayrımı yok. Böyle bir ayrımdan ziyade, şu anda Irak’ta işbirlikçi ve yurtsever ayrımı var. işbirlikçiler Sünni olabilir, Arap olabilir, Kürt de...

Kürt sorununa gelirsek, biz Iraklı komünistler olarak, bu konuda şeref duyuyoruz. Zira, Irak Kürtleri için kendi kaderini tayin etme hakkını isteyen ilk örgütlerdeniz. Marksizm Leninizm’e göre; bütün halklar kendi kaderini tayin etmede özgürdür. Bu yüzden bunu ilk biz istedik. Bunun için yüzlerce Iraklı komünist şehit düştü. Bu mücadelenin bir sonucunu olarak 1970 Mayıs Anayasası yapıldı. Bu yasayla; Kürt halkının meşru hakları, hem ulusal hem de kültürel hakları, yani kendi dilini özgürce konuşma ve öğrenme hakkı tanındı. Parlamentoda temsil hakkı kazandılar. Bu hakkın, daha önce başka hiçbir ülkede Kürtlere ya da başka azınlıklarına verildiğini biz görmedik.

Buradan şöyle bir sonuç mu çıkıyor: Saddam Hüseyin, Kürtleri ezmedi?

Irak ordusunun Kürt Peşmergeler ile ilk çatışması, 1978’de gerçekleşti. Onun öncesinde, Anayasada hakları tanındı, meclisleri kuruldu, okulları açıldı. Bunlar olduktan sonra, Peşmergeler ve başlarındaki aşiret liderleri bağımsızlık ilan etti. Çatışmaları bu başlattı.

Kürt halkı o zaman da şu andaki iki parti ile temsil ediliyordu. Onların şüpheli ilişkileri o dönemde biliniyordu. Özellikle MOSSAD istihbarat ajanlarının, Türkiye üzerinden Kürdistan bölgesini ziyaret ettikleri biliniyordu. Bunların şu anki liderleri bunu reddetmiyorlar. CIA ilişkilerini sizin bizden daha iyi bildiğinizi sanıyorum. Bunlar; işgalin, işgalci Amerikan askerlerinin ön safhalarında yer aldılar. Kürdistan bölgesinin bütün sahasını, işgalci emperyalist güçlere açtılar. Bunu siz de biliyorsunuz. Ancak inanıyoruz ki; Barzani ve Talabani evliliği fazla sürmeyecek, aralarındaki anlaşmazlık yeniden alevlenecek. Çünkü onlar feodal aşiret kafasıyla düşünen iki kişi. Onların hedefi, Kürt halkının çıkarları değil, özel çıkarlarını düşünüyorlar. Kürt halkını düşünmüyorlar. Süleymaniye belediye başkanları dışında başka bir şey olamayacaklar.

Birleşik ve demokratik bir Irak’tan bahsediyorsunuz. Bu Irak’ın bir unsurunun da Kürtler olacağını söylüyorsunuz. Bu yüzden tekrar sormak istiyoruz. Kürtleri kazanmadan bu nasıl mümkün olacak? Direniş cephesinin, Kürt halkını emperyalizme karşı kendi yanına çekebilmek için herhangi bir öngörüsü yok mu? Güney Kürdistan’daki önderliğin işbirlikçi olduğu açık, ama halk şu anda onları izliyor? Demek ki, şimdilik bunun maddi bir zemini var. Evet direniş, Kürt halkını nasıl kazanacak?

Kurulacak demokratik Irak devletinin, Arap halkının on binlerce yıllık bir kardeşi olan Kürt halkını yalnız bırakmayacağını belirtmek istiyorum. Kürt-Arap kanı on binlerce yıldır birbirine karışmış durumda. Özellikle şehitlerin kanları, İngilizlere karşı verilen kurtuluş savaşında birleşti.

1958’deki Ağustos devriminden sonra, Irak anayasasına konulan en önemli maddelerden bir, “Arap ve Kürtler bu topraklarda eşit haklara sahiptir” şeklindedir. Bu anayasa maddesidir. Bu yüzden inanıyorum ki, Kürt halkı, bu maddeyi ihlal edenin Kürt önderleri olduğunu keşfedecektir. Bu maddeyi ihlal eden Arap yönetimleri değil, Barzani ve Talabani’dir.

Bakın şu anda, işgalle birlikte bazı Kürtler bu önderliğin arkasından ayrılmaya başladılar. Birinci seçimlere Kürtler tek liste halinde girmişlerdi. İki partinin birleşimiydi bu. Ancak bu seçimlerde, üçüncü bir akım, Islami Kürdistan listesi çıktı ortaya. Ve İslamcı Kürtler parlamentoda 11 sandalye kazandı. Barzani ve Talabani’nin Kürt halkını Arap halkından uzaklaştırmak için kurduğu planlar, yavaş yavaş su yüzüne çıkacaktır. Biz ümit ediyoruz ki; kurtuluş savaşından sonra Kürdistan eyaleti anavatana dönecek. Çabamız bunun içindir. Kürt halkı meşru ulusal haklarını muhafaza ederek, özgür ve birleşik Irak’ın bir unsuru olacak ve bölgedeki tüm ülkelere bir örnek olacak; göreceksiniz! Tabii Kürdistan eyaleti, Amerikan ve İsrail istihbaratından, işbirlikçilerden temizlendikten sonra...

Kürt sorunu ile ilgili son bir soru. Şu anda Kürdistan dört ülkenin bir sömürgesidir. Ve bu yüzden Kürt halkı dörde bölünmüş durumdadır. Irak’ın kurtuluşundan sonra, başka dengelerin de şekillenmesiyle birlikte, Irak Kürtleri diğer kardeşleriyle bir araya gelmek isterlerse ne olacak? Savunduğunuzu belirttiğiniz ulusların kendi kaderini tayin hakkı, birleşme hakkını da öngörüyor mu?

İşgal bittikten sonra, inanın ki; bütün yurtsever, devrimciler, komünistler Kürt halkının yanında olacaktır. Bunu onlar da inkâr edemiyor. Irak, işbirlikçilerden ve feodal aşiretlerden kurtulduktan sonra; Kürdistan’ın, kendi isteği ile Irak’ın bağımsız bir eyaleti ve özerk bir bölgesi haline geleceğini göreceksiniz.

Emperyalistler iç savaşı körüklüyor

Emperyalistler şu anda iç savaşı körüklüyorlar. Barzani ve Talabani’de cisimleşen işbirlikçilik dışında, Şii cephede de benzer bir durum olduğunu görüyoruz. Tabi Sünnilerde de öyle. Örneğin son seçimler. Bu bağlamda, Bedr Tugayları’nı sormak istiyoruz. Sempozyumda bu tugayların Amerika tarafından ölüm tugayları olarak örgütlendiğini anlatmıştınız. Bir süredir sivil halka karşı Irak’ta kontra eylemler düzenlendiğine biz de tanık oluyoruz. İç savaş, Irak için ciddi bir tehlike mi?

İşgalden önce, ama özellikle işgalle birlikte; emperyalistler ile işbirlikçilerinin oynadığı tek at, iç savaş oldu. Özellikle yeni sömürge valisi Negroponte’nin gelişiyle birlikte kontra saldırılar daha da arttı. Şiilerden oluşan Bedr Tugayları ölüm tugayları olarak örgütlendi. Eş zamanlı operasyonlarla, patlamalarla Sünni ve Şii bölgelerinde fitne tohumları atmaya çalıştılar. Bu saldırı ve patlamaların hedefi; nefret ve kin ortamı yaratarak, mezhep ayrımını büyütmektir.

Irak mozaiktir. Binlerce yıllık bir birlikteliktir bu. Şii ve Sünni mezhepleri arasındaki birliktelik binlerce olayla pekişti, bunun binlerce şahidi vardır.

Irak’ın Dört Asırlık Tarihi diye bir kitap yayınlandı geçenlerde. Yazarı İngiliz Lony Greek. Bu kitabın içinde çok ilginç bir hikâye anlatılıyor: Osmanlılar, kuzeyden Irak’a geldiklerinde yolları üzerindeki bütün Şiileri kılıçtan geçirmişler. Farisiler, yani İranlılar ise doğudan geldiklerinde, yani Kuveyt tarafından, onlar da yolları üzerindeki bütün Sünnileri kılıçtan geçirilmişler ve Kerbela şehrini işgal etmişler. Buna rağmen Kerbela Valisi, şehirde yaşayan ailelerin mezhep temelini gösteren listede herkesi Şii olarak göstermiş. Tabi İranlılar, kandırıldıklarını anladıklarında, Sünni kardeşlerinin kanını dökülmesini istemeyen Kerbela’nın Şii valisini idam etmişler.

Bu da gösteriyor ki, Irak halkı Şii ya da Sünni ayrımı yapmıyor. Şiiler ne kadar savunuluyorsa, Sünniler de o kadar savunuluyor.

Şu anda yurtseverlerin tek düşmanı, Amerika ve onların işbirlikçileridir. Bu durumda iç savaş nasıl olur?

Direnişçilerin, sivilleri hedef almamak gibi bir kararları var mı?

Tabi, böyle bir karar var. Şu ana kadar hiçbir sivil, direnişçiler tarafından hedef alınmadı. Çünkü direnişçileri siviller barındırıyor, kolluyor. Neden bu insanları hedef alsın ki? Ama kişi eğer işbirlikçi, vatan haini ise sivil ya da asker olsun fark etmiyor. Hedef alınıyor. Ama özellikle işbirlikçiler, üç sefer uyarıldıktan sonra ancak hedef alınıyor. Eğer gittiği yoldan dönmezse, üçüncüsünde uyarılmadan infaz diliyor.

Soru şu açıdan önemli: Emperyalistler, sürekli bunu dillendiriyor...

Bizce de önemli. Özellikle son dönemde cami ve kiliselere ya da okullara karşı planlı saldırılar arttı. Çok açık ve net söylüyorum; sivillerin hedef alındığı bu saldırılar CIA ve M-16 tarafından tezgahlanıyor. Bunları, direnişi karartmak için yapıyorlar. Bu bir kirli savaş yöntemi. Bunun en bariz örneği, geçenlerde Basra kentinde iki Ingiliz subayının bir caminin etrafına patlayıcı yerleştirirken yakalanmasıdır. Bu olay, Irak içişleri Bakanlığı tarafından da doğrulandı. Zaten akabinde askerler de tutuklandı.

Çok tartışılan bir diğer konu da kaçırmalar ve baş kesmeler. Direnişçilerin bu konudaki yaklaşımı ne?

Özellikle vurgulamak istiyorum ki; sivillerin hedef almasını gerektirecek ortada bir durum söz konusu değil. Zira işgalciler ve işbirlikçi Irak ordusu her yerde var. Onları kolayca kaçırabiliyorken, direnişçiler neden sivilleri kaçırmaya ihtiyaç duysun! Biliyorsunuz; Irak’ta denetim, güvenlik diye bir şey yok. Bu yüzden bazı çeteler, sırf fidye için kolayca insan kaçırabiliyor.

Sivillerin kaçırılması bir yana, direnişçilerin kaçırılan bazı kişilerin serbest bırakılmasında payı olduğunu vurgulamak istiyorum. Direnişçiler, özellikle kaçırılan Fransız gazetecilerin serbest bırakılmasında etkili oldu. Direnişçiler aynı zamanda, İtalyan gazeteci ve öldürülen korumasını kurtarmak için de büyük bir operasyon düzenledi. Bunu basın yazmadı. işgal güçleri, bu kişileri kaçıran çeteleri bildiği halde üzerine gitmedi. Çünkü o gazeteci muhalif biriydi ve halka dönük katliamları teşhir etmek için Irak’taydı. Siz de gördünüz, işgalci askerler tarafından arabasına ateş edildi ve koruması öldürüldü. Oysa Irak ordusu, işgal ordusu istese o kadın gazeteciyi anında bulurdu, ama yapmadılar. Bu durumda kurtarılması için direnişçilerin çok sistemli ve organize bir operasyon düzenlemesi gerekti.

Direnişçiler sivilleri hedef almıyor dediniz. Ancak direnişçiler, komşu ülke halklarından işgale ekonomik destek sunmamalarını istiyordur herhalde?

Özellikle Türkiye’deki kardeşlerimize bir çağrımız var. Onlardan özellikle işgal güçlerine lojistik, gıda ya da başka türlü bir destek sunmamalarını istiyoruz. Bu konuda onlara rica ediyoruz. Çünkü lojistik destek, işgalin daha uzun sürmesi anlamına geliyor. Eğer işgale yardım ederlerse, direnişçilerin hedefi haline gelmeleri kaçınılmaz. Bu durumda direnişçilere operasyon düzenlenme hakkı doğuyor.

İşgalci ancak geldiği gibi gider

Direnişçilerin kullandığı eylem biçimleri arasında feda eylemleri ön plana çıkıyor. Başka hangi eylem biçimlerini kullanıyorlar?

Direnişin işgalcilere karşı ağırlıklı ve ilk başta kullandığı eylem biçimlerinden birisi, işgal güçlerinin askerlerini, araçlarını ve konvoylarını hedef almaktır. Bunun için uzaktan kumandalı patlayıcılar ve mayınlar kullanıyor. ikinci önemli biçim ise, şahadet saldırısıdır. Bu biçimde, özellikle işgalci güçlerin ve işbirlikçilerin yaya olarak toplandıkları yerler hedef seçiliyor. Ama işgalcilerin iddia ettiği gibi, pazaryerleri ya da sivillerin toplandığı yerlere dönük şahadet eylemleri düzenlenmiyor. Bu da işgal güçlerinin yalanlarından ve tezgâhlarından biridir.

Peki, kitle eylemlerinin düzeyi nedir?

Direnişçilerin silahlı mücadeleyi seçmesinin sebebi şu; emperyalistler Irak’ı işgal ederken, ekonomiyle işgal etmediler. Adamlar tanklarıyla, tüfekleriyle, uçaklarıyla Irak’ı işgal ettiler. Bunları çıkartmak için en etkili direniş şekli, bu yüzden silahlı mücadeledir. Başka bir mücadele degil. Bizim inancımız budur. Ama silahlı mücadele, siyasi mücadelenin yürütülmesi için bir engel değildir. İkisi yan yana yürütülebilir. Gerek işgal karşıtı basın, gerekse siyasi partiler sivil direnişi sürdürüyorlar. Bu da silahlı mücadele gibi gün geçtikçe büyüyor. Zaten silahlı mücadelenin en büyük destekçisi, bu kitle eylemleri. Lâkin bir daha bunu tekrarlayayım, tarih de bunu ispatladı; Vietnam, Güney Afrika,

Cezayir ve diğer ülkelerde silahlı mücadeleler... İşgalci, ancak geldiği gibi gider. Silahla geldi, silahla gönderile çektir.

İran'a saldırı aptallık olur

Afganistan ve Irak’tan sonra şimdi de İran, ABD emperyalizminin hedefinde. İran’a dönük saldırı ha zırhlıları sürüyor. ABD emperyalizmi, başta Türkiye olmak üzere bir dizi ülke ile temasları sıklaştırdı. İran’a saldırı, Irak direnişini ve Ortadoğu’daki dengeleri nasıl etkiler?

Ben inanıyorum ki, bilimsel düşünen bütün aydın insanlar aynı görüşü paylaşıyor; Beyaz Saray’daki yeni muhafazakarlar Irak’ta yaptıkları hatayı bir kez daha tekrarlamayacaklar. Ne İran’da, ne Suriye’de... Eger bunu tekrarlarsa, Irak’ta açılan cehennem kapısına ikincisi eklenecek. İkinci bir cehennem kapısı açmaya güçleri yetmez. Böyle bir riski göze alamazlar. Irak’ın güneyinde başlayıp Filistin ortasına kadar uzanan bir direniş zincirini göze alamazlar. Zaten Irak ve Filistin’deki direnişleri denetleyemiyorlar. Geniş alanda bir direnişi, hiç yapamazlar. Bu bir aptallık olur. Ve şunu belirteyim ki; Irak direnişi, İran ya da Suriye’ye yönelik saldırıya asla izin vermeyecektir. O zaman Irak’ın direnişinden daha büyük bir direniş olacaktır. O yüzden Amerika Irak’ın hatasını tekrarlamayacaktır. Ama o ülkelerin iç mekanizmalarını, işbirlikçilerini harekete geçirmeye çalışıyor, çalışacaktır. Yeniden yapılandırma ya da demokrasi bahaneleri adı altında iç muhalefeti, Lübnan’da oldugu gibi, Suriye ve İran’da da kullanmaya çalışacaktır.

Farklı düşünüyoruz. Suriye belli ölçülerde geri adım attı. Ama İran bu konuda taviz vermiyor. Faşist Bush çetesinin konsepti düşünülürse, saldırı olasılığı yine de var bizce...

Şunu söylemek istiyorum:. Lübnan’da kazanamadılar. Örneğin, eski “sosyalist” yandaşları hareketi geçirdiler, demokrasi adı altında bir araya getirdiler, ama emellerine ulaşamadılar. Lübnan’daki silahlı direniş gün geçtikçe güçleniyor. Bunun en bariz örneği; El Hariri öldürdükten sonra düzenlenen eylemler oldu. Muhalefet yüz bin kişi toplarken, Hizbullah ve ilerici devrimci güçlerin çağrı yaptığı yürüyüşe Lübnan halkın yarısı katıldı. Yani iki milyon insan...

Suriye ise, soruşturma komitesiyle işbirliği yapmayı kabul etti. Ama bu işbirliği, Suriye devletinin egemenliğini ihlal etmeyecek şekilde düzenlendi. Yani egemenliğine dokundurtmuyor Suriye. Çünkü soruşturma, siz de biliyorsunuz, hukuksal bir soruşturma değil, tam tersi siyasal bir soruşturma.

Hariri’nin suikastında en ilginç olan şey ne biliyor musunuz? Hariri’nin öldürülmesinden en karlı çıkan İsrail’in, bu soruşturmada hiç adının geçmemesi... Aslında bu meselede en çok İsrail’in soruşturulması gerekiyor. İsrail istihbaratı hakkında soruşturma başlatılması gerekiyor.

İran’a gelirsek. Her ne kadar İran, Irak’ta iğrenç bir rol üstleniyor olsa da, özellikle Bedr Tugayları olarak adlandırılan ölüm sürülerini desteklemek konusunda... Şunu unutmamak lazım; Irak ve İran halkları arasında on binlerce yıllık bir komşuluk ilişkisi var. Irak halkının İranlı kardeşleri ile binlerce yıla yayılan bir gelenek ve görenek birlikteliği, tarihi geçmişi var. Irak halkı, İran’a dönük bütün saldırılar karşısında İran halkının ve İran devletinin yanında yer almıştır, bundan sonra da alacaktır.

Halklar, savaşan liderlere saygı duyar

Lübnan meselesinden açıldı. “Amerikan işbirlikçisi komünistler ya da sosyalistler” şeklinde ifadeler kullanıyorsunuz. Buna açıklık getirmekte yarar var...

İlk başka şunu söylemek istiyorum; bütün Ortadoğulu sosyalistler ve komünistler ABD işbirlikçisi değildir. Ama bazı önderler, liderler Amerikan dolarının cazibesine dayanamayarak ruhunu satmıştır.

Ama bu durumda onlar artık sosyalist değildir, sadece adlan “sosyalist”tir...

Öyle ama, onlar kendilerini hala o şekilde adlandırıyorlar. Bu sıfatla işgale destek verilmesi, büyük bir utanç. Tarih, yalnızca direnişçilerin ve devrimcilerin yanında olacaktır. Bakın, artık çoğu yerde bu işbirlikçi önderlerin arkalarından gidenler de onları terk etmeye başladı. Şu anda Irak’ın resmi Komünist Partisi’nin genel sekreteri, Iraklı komünist şehitlerinin değerlerini, mirasını lekelemektedir. Onun şerefsizliği unutulmayacaktır. Şimdiden özellikle Latin Amerika’da ve doğuda, komünist partilerden dışlanmaya başlandılar. Halklar, ancak direnen ve savaşan liderlere saygı duyar.

Ortadoğu için antiemperyalist cephe

Irak’ta İşgale Hayır Koordinasyonunun düzenlediği sempozyumda, Ortadoğu’da Arap yurtsever, devrimci örgütlerin aynı çatı altında hareket etme çabalarında sona doğru geldiği bilgisini verdiniz. Nasıl bir oluşum bu?

Emperyalist saldırganlığa ve işgallere karşı büyük bir cephe örme perspektifiyle yola çıktık. Yaklaşık 1,5 yıl önce çalışmalara başladık. Özgürlükçü Ulusal Demokratik Arap Hareketi adı altında bir araya geldik. Bu hareketin içinde, bölgedeki Arap devrimci, sosyalist, yurtsever güçler yer alıyor. Ancak, uluslararası antiemperyalist güçlerle de sürekli ilişki ve dayanışma içinde olmayı hedefliyoruz.

Oluşumun en önemli örgütlerinden biri Filistin Halk Kurtuluş Cephesi. Ve Necef Vakiim’in önderlik ettiği sosyalist Lübnan Halkçı Hareketi. Oluşumun içinde ayrıca; Arap yurtseverleri (Nasırlılar), Lübnan’dan Maruf Saad ve Körfez ülkelerinden yurtsever oluşumlar var. Bu oluşumlar köklü örgütlerdir. Gerici rejimlere karşı şanlı bir mücadele tarihleri vardır. Yemen’den direnişçi ve yurtsever örgütler, Mısır Kıfaye Hareketi, Kuzey Afrika’dan Fas, Moritanya, Cezayir’deki antiemperyalist oluşumlar, hareketimizin içinde yer alıyor. Özetle diyebiliriz ki, yurtsever, komünist, devrimci örgütler ile ilerici İslamcılar ve Baasçılar bu hareketin içinde bulunuyor. İki ay sonra Şam’da kongremizi yapıp, programımızı yeniden gözden geçireceğiz. Kongremizi Şam’da toplayarak, Suriye’nin direnişe katkısını sağlamaya çalıştık. Kongremize, hem bölgedeki, hem de dünyadaki bütün antiemperyalist örgütleri davet ettik, edeceğiz.

Emperyalist barbarlık, bütün halkların kaderini aynı noktaya getiriyor. Arap ilerici, devrimci örgütlerin bir araya gelmesi, bölge halkları açısından son derece önemli bir gelişme. Bunun dışında bizim kaderimizi aynı noktaya bağlıyor. Emperyalizme karşı mücadelede ortak bir direniş cephesi nasıl kurulacak? Neden Araplarla sınırlandırdınız?

Biz, bir araya gelmeye önce kendi örgütlerimizle başladık. Önce kendi aramızda birliği sağlamaya çalışıyoruz. Ancak şunu bilmenizi isteriz ki, bizim Türkiyeli ilerici sol örgütlerle bir araya gelmemizi engelleyecek bir sorun yok. Özellikle bölgedeki antiemperyalist, antisiyonist bütün güçlerle işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Eğer bölgedeki halkların deneyimlerini ortaklaştırabilirsek, birbirlerimizin deneyimlerinden öğrenirsek, daha önce düştüğümüz hatalara düşmeyiz. Böylece, emperyalizme ve siyonizme karşı gerekli olan mücadeleyi verebiliriz. Arap özgürlük hareketi, bölgedeki diğer ulusların örgütleriyle birlikte hareket etme sorununu daha önce de tartıştı, tartışmaya da devam ediyor. Bu bölgede yaşayan halklar olarak, bizim düşmanımız tektir. Aynı düşman, bütün ulusların geleceğini tehdit ettiğine göre, birlikteliğimiz zorunludur. Yani, mücadele yolunu birlikte çizmek zorundayız. Sizin aracılığınızla bu davetimizi, Türkiye’deki sol örgütlere de tekrarlıyoruz. Ayrıca, Türkiye’deki sol örgütlerin de emperyalizme ve siyonizme karşı aynı çatı altında çalışmalarını sürdürmeleri gerektiğine inanıyoruz. Halkınız için aranızdaki ayrılıkları göz ardı edebilirsiniz. Böylece, hem bölgesel hem de enternasyonal çıkarlar için daha büyük katkılar sunabilirsiniz. Bir araya gelmelisiniz. İnanıyorum ki, bu bir araya geliş, kazanmanın başlangıcı olacak.

Özgürlükçü Ulusal Demokratik Arap Hareketinin programında neler var?

Programımız daha önceden hazırlandı. Gelecek kongrede yeniden tartışılacak. Ancak, Mariam yoldaşla birlikte bu programı daha zenginleştireceğiz. Çünkü, program eski anlayışlara göre hazırlanmış. Emperyalizm, devrimci ve yurtseverlere karşı programlarında değişikliğe gittiğine göre, biz de programımızı gözden geçirmek zorundayız. İzlenecek yollarda mutlaka değişiklik yapılması gerekiyor. Emperyalistler, en tehlikeli yöntemi kullanmaya başladı. Devreye yeni liberal örgütleri, politikacıları sokuyorlar. Bunların bir kısmı da, eskiden sosyalist kimliği benimsemiş kişiler. Ancak artık yorulup, kendi şahsi geleceklerini teminat altına almak için liberalleştiler. Onlara göre demokrasi, dışarıdan müdahale ile gelecek. Dışarıdan gelen “demokrasi”nin nasıl olduğunu Irak’ta gördük. ABD emperyalizmi de bölgede “demokrasi getirmek” için gelmişti.

Savaşa karşı çıkan herkesin önünde saygıyla eğiliyorum

Sizin aracılığınızla, Türkiye’deki kardeş halklarımıza, Irak halkının yanında duran bütün dostlarımıza, gerek savaştan önce gerekse de işgalden sonra bizi yalnız bırakmayan ve savaşa karşı çıkan herkese saygı ve sevgiler gönderiyorum. Londra’dan Caracas’a kadar... Başta İngiliz parlamenter George Galloway, Venezuela Devlet Başkam Chavez, Küba lideri Fidel Castro olmak üzere dünyadaki ve Ortadoğu’daki bütün devrimcileri selamlıyorum. Onların önünde saygıyla eğiliyorum.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi