Huntington’un Dilinden Amerika’nın Kimlik Krizi: Biz Kimiz?

Bir İmparatorluk İdeologu: Samuel P. Huntington

Medeniyetler çatışması kavramının kullanıma girdiği her yerde, onun adına rastlamak mümkündür. Çünkü, medeniyetler çatışması teorisinin entelektüel patenti ona aittir. O bir imparatorluk ideoloğudur ve “tüm dünya” onun tanımaktadır: Samuel P. Huntington.

Medeniyetler çatışması teziyle dünyada ün salan Huntington, Mayıs (2005) ayının son haftasında Türkiye’ye geldi. 2004 başında ABD’de yayımlanan ve aynı yılın sonunda Türkçe’ye çevrilen son kitabı “Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı’nın tanıtımı için Akbank tarafından Türkiye’ye davet edilmişti. Huntington, İstanbul Swishotel’in Zurich Salonu’nda Türk yöneticileri elitine, patronlara, akademik ve siyasi entelijensiyanın krema tabakasına arz-ı endam etti; hayranlarıyla buluştu.

Halen ABD’nin en prestijli üniversitelerinden (ilk üç sıralamasında yer alan) Harvard’da Uluslararası ve Bölgesel Araştırmalar Akademisi başkanlığı yapan Prof. Huntington, kabesi ABD olan Türk yönetici elitine, bilhassa akademya, medya ve Amerika sever siyasi camiaya seslendi. Türk elitler oligarşisinin büyük bölümünün katıldığı bu toplantıda Huntington, medeniyetler çatışması tarihinin güncellenmiş bir sunumunu yaptı. 11 Eylül sonrasında dünya tablosu gerçekleri ve ABD’nin çıkarlarını merkezden alan görüş açısından medeniyetler çatışması tezini bir kez daha dillendiren imparatorluğun ideoloğu, Türk egemenlerine/elitlerine somut ve şaşırtıcı önerilerde bulunmayı da ihmal etmedi.

Huntington, işbirlikçi Türk egemenlerine “Yüzünüzü AB’ye değil Ortadoğu’ya dönün” diyor ve BOP projeksiyonunun adresini veriyordu. ABD’nin imparatorluk vizyonu ve serüveninde Türkiye’ye böyle bir rol biçiyor, işbirlikçi Türk rejimini medeniyetler çatışmasında açık taraf belirlemeye, BOP projesine aktif olarak katılmaya çağırıyordu.

Huntington yazdıklarıyla, fikirleriyle ve yaptıklarıyla uluslararası siyasetin/ilişkilerin gidişatını ve durumunu etkileyen, yön veren “önemli” ve “ağır” adamlardan biridir. Dünya egemenleri onun sözlerini dinliyor, fikirlerini önemsiyor, benimsiyor ve kılavuz alıyor. “Sözü para” eden muktedir adamlardan biri o. Hindistanlı düşünür ve edebiyat eleştirmeni Aijaz Ahwed’m deyişle o, “1960’lardan beri Amerikan emperyalist politikasını şekillendiren ve meşrulaştıran adamdır.” Noam Chomsky, daha 1960’larda Huntington’u, Amerikan dış politikasını kuran adam olarak tarif etmiştir.

1970’li yıllarda ABD başkanlarının siyasi danışmanlığını yapmış, ABD dış siyasetinin şekillenmesinde önemli katkıları olan “akıl hocaları’ndan ve entelektüel ideolojik direktörlerdendir. ‘70’li yıllarda siyasi etkinliğinin ve popülerliğinin doruğuna çıkan Huntington, 90’lı yıllar ve günümüzde de hala ABD’nin gözde ideologlarından biri olmaya devam ediyor. Brezezinski, Huntington, R. Kaplan vb. ‘eski kuşak ideologlar’, oğul Bush yönetimiyle muktedir olan neo-con faşist ideologların gölgesinde kalsalar da, önemlerini koruyorlar. Bu “kudretli ideologlar”, bugün de dünya çapında ilgiye mahzar önemli çalışmalara imza atıyorlar.

SSCB ve Doğu Bloku’nun çözülüşünün akabinde ABD’nin önde gelen ideologları/stratejistleri dünyayı ABD’nin emperyal çıkarları doğrultusunda yeniden kurgulamaya giriştiler. ‘Yeni dünya düzeni’ tasarımlan geliştirdiler. Dünyayı ABD’nin suretinde yeniden yaratmak isteyen emperyalist ideologlar/stratejistler, “Nasıl bir dünya, nasıl bir ABD?” sorusuna çok sayıda ve kapsamlı cevaplar/tezler ürettiler. ‘90’lı ve 2000’li yıllarda Brezezinski, Huntington, Fukuyama, R. Kaplan ve neo-con ideologlar şürekası, dünya düzeni ve ABD’nin “küresel vizyonu” konusunda yazdıklarıyla en öne çıkan ve ABD’nin küresel yol haritasını çizen teorisyenler/stratejistler oldular.

Son on beş yıllık dönemde ABD’nin küresel imparatorluk vizyonu konusunda muhafazakarlar, neo-conlar, liberaller ve sol-demokratlar arasında tam bir ideolojik yarış ve kapışma sürmektedir. Brezezinski’den Huntington’a, Fukuyama’dan Bill Kristol’e, Thomas Freidman’dan Alan Makovsky’ye vb. tüm ABD’li ideologların/stratejistlerin vs. entelektüellerin ana tartışma konusu, ABD’nin 21. yüzyıl bekasıdır ve bu alanda geniş bir imparatorluk külliyatı oluşmuştur.

İmparatorluk ideologlarının ortak bir “Amerikan ruhu” ve “Amerikan rüyası” var. Onların yeni “Amerikan rüyası”, ABD’nin dünya imparatorluğudur. Onlar bu yeni “Amerikan rüyası” ve imparatorluk şuuru için canla başla çalışıyorlar. Küresel ABD imparatorluğunun “rüya tabirleri” yapılıyor; “imparatorluk düşleri” ve manifestoları peş peşe yazılıyordu. Brezezinski, Büyük Satranç Tahtasıyla imparatorluğun stratejisini, askeri ve siyasi egemenlik araçlarını ve sistemini senaryolaştırıyor ve başrol oyuncusunu dünya sahnesine davet ediyordu. Fukuyama, tarihin sonuyla uluslararası ilişkilere ve siyasete liberal demokrasinin(!) ve onun önderi ABD’nin tartışmasız üstünlüğünün yön vereceğini; neoliberal kapitalizmin ebediliğini ve bunun mutlak güvencesi ABD’nin vazgeçilmez liderliğini vaaz ediyordu. Huntington, Medeniyetler Çatışmasıyla imparatorluğun (küresel) siyasal ideolojisini, yeni emperyal ırkçılığı manifestolaştırıyordu. İmparatorluğun “rüya tabirleri” ve “ütopyaları” birbirini tamamlıyor, postmodernizmin “büyük anlatılar”a reddiye modasına inat, yeni Amerikan rüyasını “büyük/evrensel anlatı” haline getiriyor ve savunuyordu.

İmparatorluk İdeolojisinin Dış Yüzü: Medeniyetler Çatışması ve Yeni Emperyal Irkçılık

1993’te yayımlanan Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni adlı çalışmasıyla Huntington, uluslararası düzenin ve dünyanın tarihinin Medeniyetler Çatışmasıyla ilerleyeceğini yön ve şekil kazanacağını ileri sürüyordu. Huntington da Fukuyama kadar “tarihin sonu”na iman ediyor ve “sınıf savaşımları tarihinin bittiğine” inanıyordu. Onlara göre “yeni bir tarih” başlıyordu. Huntington, 21. yüzyılda tarihin itici gücü ve karakterini medeniyetler arası çatışmanın belirleyeceğini savlıyordu. Dünyanın yeni tarihine damgasını vuracak belli başlı uygarlıkların saptamasını ve tasnifini yapıyor, medeniyetleri kendi teorisinde tartıyor; değer ve ölçü biçiyor; Batı medeniyetini en üstün, ileri ve insanlığın en yararlı medeniyeti ilan ediyordu. Batı ve ABD medeniyetinin üstünlüğü üzerine insanlığın geleceğini kurguluyordu.

Medeniyetler Çatışması, ABD’nin küresel imparatorluk amaçlarını tasarılaştırıyor ve realize edilmesinin ideolojik/teorik argümanlarını üretiyordu. Medeniyetler Çatışmasının ‘kapsama alanı’ ya da mekanı tüm yerküreydi. Bu siyasal teoriye göre en ileri ve üstün medeniyeti, ABD ve Batı emperyalizmi temsil ediyordu. Tüm dünyanın Batı medeniyeti ve ABD’de cisimleşen değerlerle dönüşüme uğratılması, dünyanın Amerikanlaştırılması gerekli, iyi ve insanlık için en hayırlısıydı. ABD’de cisimleşen medeniyeti dünyaya yaymak ve egemen kılmak gerekiyordu. Medeniyetler Çatışması, ABD milliyetçiliğinin ve müstakbel imparatorluğun siyasal ideoloji yüzünü oluşturuyordu. Aynı zamanda ABD’nin yeni emperyal ırkçılık ideolojisi anlamı/formu taşıyordu. Bu ideoloji ABD’nin dışına tüm dünyaya sesleniyor; ABD’nin küresel imparatorluk pratiğini haklılaştırmaya, meşrulaştırmaya girişiyordu. Medeniyetler Çatışması ABD’nin 21. yüzyıl vizyonunda yeni emperyal ırkçılığın ilk manifestosuydu ve imparatorluk pratiğinde küresel siyasal ideoloji işlevini üstleniyordu. Huntington’un Medeniyetler Çatışması manifestosuyla kurduğu ideolojik zemin Aemel ve çerçeve, neo-con ideologlar tarafından daha ileri götürülüyor, bu teorinin ayak işlerine bakan neo-conlar yeni Amerikan yüzyılı projesiyle imparatorluğun faşist ideoloji ve programını tesis ediyor; Medeniyetler Çatışmasını Bush Doktrini içinde rafineleştiriyordu.

Amerika'yı da Vururlar! (Sam Amca'yı vurdular, yere düştü şapkası)

11 Eylül’de ABD’nin “yüzyılın baskını’yla vurulması, imparatorluk rüyası ve serüvenin öyle kolay olmayacağını gösteriyordu. İmparatorluğun yolu dümdüz değildi. 11 Eylül, ABD için bir dönemeç oldu. ‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’tı. Çünkü tarih, bir imparatorluklar mezarlığıydı.

ABD’li ideolog ve stratejistler, derhal durumdan vazife çıkarıyordu. İmparatorluğun önünü açmak ve ilerleyişini sürdürmesi için yeni “akıl ve fikirler” öneriliyordu. ABD’nin teorisyenleri yeni teoriler üretiyor ve imparatorluğun yardımına koşuyordu. Fukuyama, “Devletin İnşası” adlı son kitabıyla imparatorluğun ve dünya düzeninin devlet sorunsalını çözmeye girişiyor, neoliberalizmin küresel akıl hocalığını sürdürüyor. Huntington ise “Biz Kimiz?” adlı ikinci manifestosuyla yeni emperyal ırkçılığın izini sürüyor, Amerikan milliyetçiliğini canlandırmaya ve güçlendirmeye çalışıyor. Medeniyetler Çatışması kitabıyla dünya üzerinde emperyal pratiği kurgulayan Huntington, Biz Kimiz’le de imparatorluğun/ABD’nin ‘medeniyetler çatışmasını’ teorileştiriyor.

Amerikan Milliyetçiliğinin Yeni Manifestosu

“Biz Kimiz?” sorusu, bir kimlik sorusudur. Ulusallaşma ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin ilk sorusudur. Bu soru; ulus inşasını, ulusal bilinç ve ulusal kurtuluşçu devrim yangınlarını tutuşturan ilk kıvılcım gibidir. Biz Kimiz? sorusuyla bir ulus tahayyül edilir, ulus kimlik tanımlanır, ulus devlet kurgulanır ve yaratılır. Bütün uluslaşma süreçlerinin başlangıcında istisnasız ilk ve temel soru budur.

Ulusal kurtuluş ve ulusal dava zafere ulaştıktan sonra da ‘Biz Kimiz?’ sorusu gereksizleşmiyor. Bilakis bu soru milliyetçi kimliğin anahtar sorusu, milliyetçi veya yurtsever içerikteki kolektif kimlik tanımlamalarının kendini açıklama sorusu olmaya devam ediyor. Tıpkı Huntington’un yaptığı gibi: ABD’nin namlı ideoloğu profesör, “Biz Kimiz?” sorusu soruyor ve bu soruya, 366 sayfalık metinle cevap veriyor.

Samuel P. Huntington, yazdığı son kitapta ABD’lilere, 21. yüzyılda biz kimiz sorusu soruyor, sordurtuyor ve onlar adına ürettiği milliyetçi kimliği, ‘biricik ve müstesna’ Amerikan ulusuna armağan ediyor. Huntington’un son kitabını medeniyetler çatışmasının bir devamı ve ABD —imparatorluk— içindeki veçhesi olarak okuyabiliriz. Dolayısıyla ‘Biz Kimiz?’ kitabı, yeni emperyal ırkçılığın iç yüzüdür/astandır ve Amerikan milliyetçiliğinin yeni manifestosudur.

Yazar, kitabının önsözünde neden böyle bir çalışmaya ihtiyaç duyduğunu ve amacını açıklıyor. Özetlemek gerekirse; Huntington Amerika’nın bir ulusal kimlik krizi yaşadığını; Amerikan kimliğinde son 40 yılda büyük bir erozyon olduğunu, kimliğin parçalandığını, 11 Eylül saldırısının Amerika’nın kimlik sorununu/krizini açığa çıkardığını tespit ediyor, düşünüyor. 11 Eylül baskını aynı zamanda Amerikan milliyetçiliğini titretip kendine getirmiş; saldırının sarsıcı şokuyla Amerikalılar “aslına ve özüne” dönmüş, Amerikan milliyetçiliği “büyük uyanış” yaşamış ve kabaran bir milliyetçi dalga yaratmıştır.

Bay Huntington, böylesi bir milliyetçi uyanış ve dalganın geleneksel Amerikan milliyetçi-muhafazakar değer ve kimlikle yeniden formatlanmasını; 11 Eylül sonrası kabaran milliyetçi ırkçı hareketin kalıcılaştırılmasını; yeniden kalıba dökülerek kimlikleştirilmesini ABD’nin güncel ve stratejik ihtiyacı görüyor. İmparatorluğun has ve yurtsever ideoloğu tam da bu ihtiyacı realize etmeye girişiyor. Amerika'nın kimlik krizini çözmek istiyor. Huntington hazretleri, konjonktürün ve reel politiğin sunduğu olanak ve fırsatları kaçırmıyor. Milliyetçi-ırkçı dalganın üstüne atlıyor ve ona bir nitelik/biçim vermek istiyor. 21. yüzyıl Amerikan milliyetçiliğine mührünü vurmayı amaçlıyor.

Kitabın önsözünde; “Bu kitap, benim yurtsever ve akademisyen kimliklerimle biçimlendi... Ancak okuyucuyu bir konuda uyarmak isterim; seçtiğim kanıtlar ve onları sunuş biçimim, yurtseverliğim nedeniyle Amerika'nın geçmişine ve olası geleceğine yönelik değer ve anlam arayışımdan etkilenmiş olabilir” (1) diyor ve metnin yöntemini de açık seçik ilan ediyor. Bilimsel bir amaç ve kaygı için değil, ABD'ye gerekli milliyetçi ideolojik kimlik ve ihtiyaçlar için yazdığını söylüyor ve basbayağı ideolojik bir çalışma yaptığını duyuruyor.

Muhafazakar-milliyetçi gelenekten gelen Huntington, “Amerika'nın ulusal kimlik arayışım” kendi arzu ve meşrebine uygun kuruyor, tarif ediyor. Amerika'nın “geçmişini ve geleceğini” kendi yurtsever (!) kimliğinin anlam ve değer prizmalarından yansıtıyor. “Yurtsever” Huntington, “sevdiği ve istediği Amerika'yı” şöyle betimliyor: “İnancım o ki, Amerika'nın en büyük başarılarından biri, belki de en büyüğü, tarihsel çerçevede kimliğinin merkezinde yer almış olan ırksal ve etnik öğeleri önemli ölçüde elemesi ve ırk-etnik köken açısında çeşitliliğe sahip bireylerin kendi değerlerine göre kabul edildiği bir toplum haline gelmesidir. Bu başarının gerçekleşmesinin nedeni bence sonraki kuşakların Anglo Protestan kültür ve kurucu göçmenlerin ‘Amerikan ruhu' yaklaşımına bağlılıklarıdır. Eğer bu bağlılık sürerse, Amerika'nın beyaz Anglo-Sakson Protestan kurucularının torunları küçük ve etkisiz bir azınlığa dönüştükten uzun bir zaman sonra bile Amerika, hala Amerika olmayı sürdürecek.

Bu, benim tanıdığım ve sevdiğim Amerika. Aynı zamanda bu sayfalarda yer alan kanıtların da gösterdiği gibi, Amerikalıların büyük çoğunluğunun sevdiği ve istediği Amerika.”(2)

Huntington'un meramını ve tutkulu amacını anlıyoruz. O, “sevdiği ve istediği Amerika” için yazıyor. Hal böyle olunca, ‘Biz Kimiz?' manifestosu “yurtsever” Huntington'un inancını, isteğini ve amacını doğrulayacak, kanıtlayacak “bilimsellik” ve “yurtseverlikle” yazılıyor. Bilimsel kanıtların sunuluşu dahil tüm veriler, fikirler milliyetçi görüş açısıyla ve duyguyla kuruluyor, biçimlendiriliyor. Huntington; olanı, gerçeği değil, olması gerekeni, istediğini gösteriyor. Amerikalıları arzuladığı WASP (Beyaz-Anglosakson-Protestan) kalıbına yeniden dökmek istiyor ve bunun için tüm entelektüel maharetini ve enerjisini bahşediyor. O ne yapıyorsa, sevdiği için yapıyor! Onun sevdiği ve istediğiyse Amerikan WASP kimliğidir.

11 Eylül ve Amerika'nın Kimlik Krizi

Biz Kimiz? kitabı, Kimlik Sorunları, Amerikan Kimliği, Amerikan Kimliğinin Karşı Karşıya Kaldığı Meydan Okumalar ve Amerikan Kimliğini Canlandırmak başlıklı dört ana kısımdan oluşuyor. Her ana bölümde onlarca alt bölüm ve başlık yer alıyor.

Bu bölüm ve başlıklar altında, Amerika'nın tüm “kimlik seceresi” ortaya seriliyor. Amerikan kimliği tüm boyut ve bileşenleriyle tartışılıyor, inceleniyor. Ulusal kimlik krizinden Amerika'nın kimlik bileşenlerine, asimilasyondan göçe, ırk ayrımcılığından çok kültürlülüğe, din ve Hıristiyanlıktan öz kültüre vb. vs, tüm toplum ve kimlik yapısı irdeleniyor, sorgulanıyor ve yeniden kuruluyor.

Kimlik sorunları başlıklı birinci ana bölümde Amerika'nın ulusal kimlik krizi/sorunu ele alınıyor ve işleniyor. “Biz Amerikalılar” tanımı, ulusal kimliğe ilişkin özlü bir sorunla karşı karşıya; “Biz” öznesinde yansıyor bu sorun. “Biz” tek bir halk mıyız, yoksa birkaç halk mı? Eğer “biz” bir halksak, bizi biz olmayan “ötekiler”den ayıran nedir? Irk, din, etnik köken, değerler, kültür, politika? Ya da başka ne olabilir? ABD kimilerinin öne sürdüğü gibi tüm insanlığın ortak değerlerine dayalı ve temelde tüm halkları kucaklayan “evrensel bir ulus” mu? Ya da biz kimliğimizi Avrupalı mirasımızla, Avrupalı kurumlarımızla tanımlayan Batılı bir ulus muyuz? Yoksa tarihimiz boyunca “Amerika’nın ayrıcalığı görüşünü destekleyenler tarafından ileri sürüldüğü gibi, kendimize özgü uygarlığımızla benzersiz miyiz? Bağımsızlık Bildirgesi ve diger kuruluş belgelerimizden oluşan sosyal bir anlaşmanın sınırları içindeki kimliğimizle sadece politik bir ortaklık mıyız? Söz konusu olan çok kültürlülük mü, iki kültürlülük mü, yoksa tek kültürlülük mü? Bir mozaik mi, yoksa bir ergime potası mı? Ulus olarak etnik, dinsel ya da ırksal alt kimliklerimizin ötesine geçen anlamlı bir kimliğe sahip miyiz? 11 Eylül sonrası dönemde Amerikalıların karşı karşıya kaldığı sorular bunlar.”(3)

Huntington, Amerikan kimliğini belirleyen tüm konularda temel sorular soruyor ve 11 Eylül saldırısıyla açığa çıktığını ileri sürdüğü Amerika’nın “kimlik sorunu”nun somut kapsamını çiziyor. Açık ki sorunun böyle konuluşu, dosdoğru emperyal ulus kimliğinin yeniden yapılandırılması veya tahkim edilmesi anlamına geliyor.

Huntington, kimlik krizinin başlangıcı olarak ‘60’lı yılları kerteriz alıyor. Kriz ve kimlik bozulması bu dönemde başlıyor. Kriz öğeleri birikiyor ve olgunlaşıyor. Yazara göre Amerikan kimliği bu tarihten başlayarak esaslı bir biçimde çözülüyor, geriliyor. 40 yıllık tarih boyunca Amerikan kimliği sürekli erozyona uğruyor, bileşenlere ve alt kimliklere doğru paralize oluyor. ABD’nin ergime potası giderek işlevsizleşiyor, verimsizleşiyor. ‘Vanilyalı 1deoloji’/WASP kimliği yerine çok kültürlülük ve liberal politik ulusçuluk güç kazanıyor. Başka bir deyişle erime potası “mermer Amerika” değil, “mozaik Amerika” üretmeye başlıyor. Amerika’nın resmi ideolojisinin ve milliyetçi kimliğinin genleri mutasyona uğruyor, Amerikan kimliğinin ‘kök hücrelerinde dejenerasyon yaşanıyor. Çok kültürlülük, “Amerikan ruhu”nu ve bu ruha özünü veren kültürel kimliği bir kurt gibi kemiriyor. Ve son tahlilde Amerika “beyaz ruhunu”, özünü yitiriyor ve ulusal kimlik krizi/sorunu patlak veriyor. Ama 11 Eylül saldırısı “gaflet ve dalalet içindeki Amerikalıları uyandırıyor.”

Bilindiği gibi ‘60’lı, ‘70’li yıllar ABD için dünyanın en eski kurumsal ırkçılığının, ABD apartheid’ının çözülüş yıllarıdır. Bu dönem, ABD’nin kendi içine yenildiği bir tarihsel kesiti ifade ediyor. Bu dönemde Amerika ezilenleri ayağa kalkıyor; ilerici-devrimci siyah halk hareketi öncülüğünde ırk ayrımcılığına tarihteki en sarsıcı yıkıcı ve büyük darbelerinden birini vuruyordu. Bu gelişme, WASP ideolojisinin çözülmesini sağlıyor; Amerika kimliğinde siyahlara ve “öteki Amerika'ya anlamlı bir yer açıyordu.

Latin Amerika’ya ABD tarafından dayatılan yağmanın sonucunda ABD’ye göç eden milyonlarca Latin Amerikalı, İspanyolca’yı ABD nüfusunun yarısı tarafından konuşulan bir dil haline getirerek bu krize katkıda bulunuyordu. Müslümanlaşan siyah kitleler ve Asya’dan göç eden Müslümanlar, ABD’de belirli bir Müslüman nüfus ortaya çıkarıyordu.

Tüm bu gelişmeler karşısında ABD resmi ideolojisi mecburen esniyor ve ‘kapsama alanını genişletiyordu. Siyah halk hareketi, feminist hareket ve Vietnam savaşma karşıtlıkla sembolleşen anti militarist hareket ABD’nin resmi ideolojisinin esneyip genişlemesine; politik toplumsal hareketin temsil ettiği Amerikan kimliği değerlerini kabul etmesine yol açıyordu. Bir bakıma Amerikan kimliği yeniden tanımlanıyor ve reforme oluyordu. Söz konusu sürece çok kültürlülük vb. “politik ulusçuluk” anlayışlarının yükselişi de eşlik ediyordu. Dahası, yeni Amerikan kimliği, politik ulus ve çok kültürlülük etkinliğiyle karakterize oluyordu. Toplam süreç ve olgular, Amerikan ulus kimliğinin çok etnikli, çok kültürlü ve çok kimlikli yapısını bariz bir biçimde görünür kılıyor ve liberal bir politik ulusçuluk yönünde bir fay kaymasına işaret ediyordu.

11 Eylül saldırısına değin yükselen, gelişen asıl eğilim ve görüngü budur. Çok kültürlülük ve politik ulus vurgusu ve siyaseti, Clinton gibi ABD başkanlarından da cevaz ve destek alıyordu. Tarihsel kesite toplamda baktığımızda WASP ideolojisinin ABD’nin Vietnam yenilgisiyle birlikte esaslı bir gerilemesini görüyor ve buna koşut olarak alt kimliklerin öne çıktığını tespit edebiliyoruz. Oysa WASP ideolojisi, ABD’nin temelinde ve özünde politik ulusçuluğu dışlıyordu. Amerikan kimliğini, dil-kültür-din vurgulu bir kültür ulusçuluğuna dayandırıyordu. Beyaz-Anglosakson-Protestan bileşenleri üzerine inşa edilmiş ulusal kimliği tek ve bölünmez sayıyordu.

Huntington, ABD’nin kimlik krizinin ve resmi ideolojisinin aşılmasında başka unsurları da analiz ediyor ve dikkat çekiyor. Sürekli göç ve asimilasyon politikalarında çok kültürlülük lehine pozitif ayrımcılık siyasetlerinin güdülmesi; liberal elitlerin küreselci/evrenselci bir ulus anlayışı benimsemesi ve ABD milliyetçiliğinden uzaklaşması, Amerikan kimliğini erozyona uğratan, zayıflatan diğer önemli etmenler olarak kaydediliyor.

Öte yandan Huntington, ABD’nin ulusal kimlik krizini dünya çapında boy gösteren bir eğilim ve fenomenin bir parçası görüyor. Benzersiz ve kendine özgü bir kimlik krizi yaşayan ABD’nin yanı sıra Japonya, Kanada, Rusya, Türkiye, Çin, Tayvan, İran, Güney Afrika, Cezayir, Meksika, Danimarka vs. ‘küresel kimlik krizi’ olgusunun başlıca örnekleri olarak zikrediliyor. “Küresel kimlik krizi”yle anlatılan olgunun özünde bir “milliyetçilik ideolojisinin” krizi olduğunu; adı zikredilen ülkelerde ulusal sorunlar yaşandığını; bunun yanı sıra emperyalist küreselleşmenin ulus-devleti aşındırmasına, çok kültürlülüğe, göçmenlere vb. karşı bir reaksiyoner milliyetçilik fenomeninin en hastalıklı ve ırkçı biçimde dışa vurduğunu görebiliyoruz. Emperyalistler arası rekabet ve paylaşımın kızışması, ‘devlet milliyetçilikleri’ni daha da azdırıyor. Dünyada daha sert-kıyıcı ezen ulus milliyetçilikleri restore ediliyor, milliyetçilik tahkim ediliyor.

Kim Bunlar, Kim Bunlar?! Sahi Kim Bunlar?

Biz Kimiz? manifestosunun Amerikan Kimliği başlıklı ikinci ana bölümünde tam bir öze dönüş ve kök çalışması yapılıyor. Bu bölüm, 300 yıllık ABD tarihini analitik inceleme düzlemine alıyor ve Amerikan kimliğini tarihsel düzlemde somut gelişim özellikleriyle irdeliyor. Huntington, Amerikan kimliğini bileşenlerine ayırıyor, kimliğin kaynaklarına, arka planına uzanıyor. Göç, Amerikan ruhu gibi olguların Amerikan kimliğini oluşturmada önemli ve kilit önemde unsurlar olduklarını vurgulamakla birlikte, Amerikan kimliğinin özünü Anglo-Protestan kültürünün belirlediğini ileri sürüyor ve kimliğe özünü veren iki bileşene yoğunlaşıyor. Dil ve din-kültür. Huntington, kültürel özcü -deterministya da ‘kültürel ulusçuluk’ diyebileceğimiz bir ulus formu benimsiyor. Amerika kimliğinin çekirdeğine/merkezine Anglo-Protestan kültürü, öz kültürü yerleştiriyor ve kimliği buradan tanımlıyor. “Amerika’nın öz kültürü, büyük ölçüde Amerika toplumunu kurmuş olan 17. ve 18. yüzyıl yerleşimcilerinin kültürüydü; bugün hala öyle. Bu kültürün merkezindeki öğeler farklı biçimlerde tanımlanıyor ancak, Hıristiyanlık dinini, Protestan değerlerini ve moralizmini; belli iş ahlakını; İngiliz dilini, hukuk, adalet ve yönetim gücünün sınırları açısından Britanya geleneklerini; sanat, edebiyat, felsefe ve müzikte ise Avrupa’nın mirasını kapsadığı kesindir.”(4)

Huntington, Amerika’yı, “Politik olduğu kadar ırksal ve dinsel Anglo Amerikan Protestan ulusçuluğuna dayanan ulus devlet” (5) olarak tanımlıyor. Etnik ve kültürel unsurun ABD’nin kuruluşunda da temel parametrelerden olduğunu vurguluyor. Ancak Anglo-Protestan kültürü Amerika kimliğinin tek/asıl belirleyeni, kaynağı görüyor. Ona göre; “İsrail’in kuruşunda Yahudiler ne idiyse, ABD’nin kuruluşunda da Protestanlık odur.” Amerikalıların “kimliklerinin özü, ilk yerleşimcilerin yarattığı kültürdür; göçmen kuşakların özümsediği ve ‘Amerikan ruhu’na yaşam veren bu kültür olmuştur. Protestanlık bu kültürün yüreğidir.”(6)

Huntington, kültür temelli bir ulusçuluk aklıyla Amerikan kimliğini belirliyor ve Amerikan kimliğini WASP olgusuna indiriyor, eşitliyor. Uzun sözün özü bay Huntington bize, Amerikan kimliği denilen şeyin aslında WASP’tan başka bir anlama gelmediğini söylüyor ve kanıtlamaya çalışıyor. Meşhur klişe deyimle söylersek; Amerika’yı yeniden keşfediyor!

WASP ideolojisi/modeli merkezinde tanımlanan Amerika kimliğinde doğal olarak Kızılderililer, siyahlar, Latin Amerikalılar, Asyalılar yok sayılıyor, dışlanıyor ve en hafif tabirle ciddiye alınmıyor. “Beyaz adam” dışındakiler Amerikan kimliği açısından “adam”dan kabul edilmiyor. Siyahların, Kızılderililerin (Yerlilerin) Amerikan kimliğindeki yeri, beyaz Amerika kimliğinin asimilasyon nesnesi ve mağduru olması dışında bir anlamı bulunmuyor. Huntington, Kızılderilileri, Amerikan kimliğini oluşturmada “mükemmel düşman” olarak tarif ediyor. “Kizildendiler Amerikalılar için mükemmel düşmanlardı; çünkü çok sert görünmelerine karşın son derece zayıftılar.”(7) İşte bu “mükemmel düşman” sayesinde Amerikan kimliği şekilleniyor.

WASP kimliği Kızılderililerin soykırımı, siyahların ırk ayrımı ve köleleştirilmesi üzerine kuruluyor. Huntington, Amerikan kimliğinin başarısını beyaz Anglo Protestan kültürün egemenliği, ırk ayrımcılığı sistemi ve bunu tamamlayan beyaz asimilasyon gücüne ergime potasına borçlu olduğunu düşünüyor. Böyle bir kimlikleştirmeyi, kimlik yaratmayı tümüyle gerekli ve meşru görüyor, savunuyor. Amerika’nın bu WASP kimliği yaratma başarısını kutluyor.

Burjuvazi tarafından yaratılan tüm ulus kimlikleri “biz ve onlar”, “biz ve düşmanlar” ayrı/zıtlığı üzerine inşa edilir. Düşmanlaştırma, savaş ve asimilasyon “biz”i yaratmak için devreye sokulur, işletilir; ulus kimliği ve aynı anlamda milliyetçilik ideolojisi yaratılır ve kurumsallaştırılır. Amerika’nın milli kimlik inşasında ve evriminde de bu gerçekliği özgün biçim ve boyutlarıyla görüyoruz. Huntington, Amerikan kimliğinin ABD egemenleri tarafından nasıl şekillendirildiğini geniş ve detaylı irdelemelerle ortaya seriyor. Soykırım, göç, savaş, ırk ayrımcılığı, asimilasyon, Amerikan ruhu vb. bildiğimiz “Amerikan kimlik bilgileri”nin yanı sıra Huntington, başkaca karakteristiklere de ışık tutuyor. Kapsamlı bir “kimlik araştırması” yapıyor. Örneğin ABD egemenlerin farklı ırksal ve etnik topluluklara yönelik nüfus politikalarını teritoryal (bölge/toprak temelli) etnik veya ırksal nüfus yoğunlaşmalarının engellenmesini; Amerikan kimliğinin şekillendirilmesinde ordunun oynadığı motor rolü çarpıcı biçimde gösteriyor ve belgeliyor. Militarizmi Amerikan kimliğinin önemli bir elementi görüyor. Huntington, gerek iç ve gerekse emperyalist yayılmacı savaşların Amerikan milliyetçi kimliğini güçlendirdiğini ileri sürüyor. Vietnam savaşı dışındaki savaşların Amerikan kimliğini güçlendirip kaynaştırdığını vurguluyor. 1. ve 2. dünya savaşları sırasında ABD’deki Alman ve Japon kökenli büyük nüfus topluluklarının Amerikan kimliğine kazanıldığını; savaşın çok iyi bir asimilasyon aracı olduğunu ifade ediyor ve savaşın etkisiyle ısıtılan ergime potasına atılan farklı etnik ve ırksal bileşenlerin “Amerikan alaşımı’na dönüştüğünü gösteriyor.

Barbarlar İçimizde "Baltalar Elimizde" (Baltalan kap da gel)

“Sovyetlerin çöküşü, Amerika’nın yandaşlarını ve Sovyet tehdidine karşı yaratılmış kurumlan da etkiledi. 1990’lı yılların başlarında NATO toplantılarında konuşmacılar sıklıkla, K.P. Kavafis’in antik İskenderiye kentiyle ilgili şiirinden (Barbarları Beklerken) alıntı yapıyordu.

“Pazar yerinde toplanmış neyi mi bekliyoruz?

Barbarlar gelecekti ya bugün...

Bu ani tedirginlik

Bu taşkınlık niye (Yüzler ne kadar da ciddileşti!)

Sokaklar ve meydanlar neden apar topar boşalıyor böyle

Ve neden herkes eve dönerken bu denli endişeli?

Çünkü çoktan gece oldu, ama barbarlar bir türlü gelmedi.

Hem bazı adamlar sınırdan döndü ya,

Onlar artık ortada barbar falan kalmadığını söyledi.

İyi de barbarlar olmadan ne yaparız şimdi

O insanlar bir tür çareydi derdimize.” (8)

Düşman arayışı ve ihtiyacını çok çarpıcı biçimde anlatan anekdot, Amerika’nın ve en başta imparatorluk ideoloğu Huntington’un durumdan vazife çıkardığına işaret ediyor. Zira bay Huntington, hem dışarıda ve hem de içeride ABD’ye düşman yaratmada gerçekten çok başarılı bir figürü temsil ediyor. Ne diyelim; arayan Mevlasını da, belasını da buluyor. Medeniyetler çatışması teziyle ABD’nin dış düşman ihtiyacını karşılayan ve düşman uygarlıkları sıraya dizen Huntington, ‘Biz Kimiz?’ manifestosuyla “iç düşmanlar’a yöneliyor. Bu defa iç düşman icat ediyor, yaratıyor. O barbarları beklemiyor; kendi barbarlarını, düşmanını bizzat yaratıyor.

‘Biz Kimiz?’ kitabının üçüncü ana bölümü, Amerikan Kimliğinin Karşı Karşıya Kaldığı Meydan Okumalar başlığını taşıyor ve Amerika’nın iç düşmanlarına odaklanıyor. Onlarca alt bölüm ve başlıkta Amerikan kimliğine yönelmiş meydan okumalar tespit ediliyor, sorgulanıyor ve iç tehlikeye karşı Amerikalılar uyarılıyor. Huntington’un “meydan okuma” vaveylalarına inanacak olursak, ABD’nin hali hakikaten harap görünüyor: ABD milli birlik ve bütünlüğünü kaybediyor, bölünüyor vs. Gerçekten ABD’nin durumu Huntington’un resmettiği gibi mi, yoksa “yurtsever akademisyen” Amerikalıları korkutarak milliyetçiliği mi güçlendirmek istiyor? İkincisi olduğu çok açık.

Yeri gelmişken, şu “meydan okuma” (challenge) argümanı üzerinde de kısaca durmak gerekiyor. Bu söylem, Pentagon’un ve ABD resmi söyleminin dilidir. Şimdilerde bu söylemi en çok neo-con ideologlar bol miktarda, hatta pervasızca kullanıyor. Meydan okuma söylemi esasında düşman yaratmanın bir ifade biçimidir. İmparatorluğun tahakkümcü militarist ve kıyıcı otoriter faşist dilini gösteriyor. Bu dil/söylem yeniliklerini tesadüf saymamak gerekiyor. Bugün bu söylem, akademik siyasi literatürü de tümüyle etkisi altına alıyor. Kitle iletişim araçları marifetiyle günlük dil, algılama ve imgeleme sirayet ediyor; gerici ve otoriter bir söylem virüsü olarak bilinçlere yerleşiyor. Meydan okuma söylemiyle toplumsal muhalefetin, siyasetin, eleştirinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün alanı daraltılıyor ve resmi ideoloji çitiyle kuşatılıyor.

Resmi ideoloji ve emperyal çıkarlarca belirlenen güncel resmi söylemin dışına çıkan, meydan okumuş sayılıyor ve dolayısıyla egemen zorbalığın hedefi haline geliyor. Örneğin Amerikan değerlerini kabul etmeme, eleştirme, pekala “ABD’ye meydan okuma” olarak damgalanabiliyor. “Meydan okuma”, düşman yaratma; zorbalık ve saldırganlık üretmede kullanışlı ve meşrulaştıncı bir söylem işlevi görüyor. “Meydan okuma’nm niteliği ve düzeyine göre ABD düşmanları, hedefleri tespit ediliyor. Dünyadaki ABD karşıtlığı, niteliği ne olursa olsun bir meydan okuma görülüyor. Dünya’yı bir tarafa, ABD’yi diğer tarafa koyan ABD’nin muktedirleri, tüm dünyanın ABD’ye biat etmesini istiyor. En son olarak ABD’ye “meydan okuma”ları bertaraf etmek amacıyla “Kamu Diplomasisi” gibi özel kurum ve politikaların devreye sokulduğunu görüyoruz.

Yeniden asıl konuya dönerek devam edecek olursak, Huntington’un Amerikan kimliğine karşı “meydan okuma”ları esasen iki ana düzlemde ele aldığını ve tartıştığını söyleyebiliriz. “Meydan okuma”ların birinci alanı/düzlemi, Amerikan ulus kimliğini yeniden tanımlamaya çalışan ve dolayısıyla resmi ideolojiden kopuşu veya uzaklaşmayı ifade eden ideolojik ve politik görüşleri kapsıyor.

Başka bir deyişle “meydan okuma”ların birinci düzlemini ideolojik “meydan okumalar” ve çok kültürlülük politikaları, duruşları oluşturuyor. İkinci düzlem ise, ABD’nin toplumsal maddi gerçeğini; özel olarak toplumsal-kültürel-demogratik yapısını kapsıyor. Toplam ve sade bir söyleyişle, Amerika’nın kimlik krizi -milliyetçilik krizi hem siyasal üst yapısı hem de toplumsal maddi gerçeğini kapsamına alıyor.

Amerikan Kimliğinin Meydan Muharebeleri: "Salata"cılara Karşı "Domates Çorba"cılar

Daha önce vurguladığımız gibi Amerikan kimliğinin sorgulanması ve bölünmesi, esasen 1960’larda politik yüzeye vuruyor. Amerikan kimliğinin iç gerilimi, “domates çorba”cılarla, “salata”cıların çatışması, bu tarihsel kesitte başlıyor.

“1960’lı yıllarda birtakım güçlü hareketler, söz konusu Amerikan konseptinin önem, içerik ve çekiciliğine meydan okumaya başladı. Onlara göre Amerika ortak bir kültür, tarih ve ruh paylaşan bireylerin oluşturduğu bir topluluk değildi; daha çok, farklı ırk, etnik köken ve alt milliyet kültürlerinin bir araya geldiği ve bireylerin ortak bir yurttaşlık tanımıyla değil bir tür grup üyeliğiyle tanımlandığı bir oluşumdu. Bu görüşü savunanlar, yüzyılın daha önceki dönemlerinde egemen olan ergime potası ve domates çorbası konseptlerini kınıyor ve onun yerine Amerika’nın farklı halklarından oluşan mozaik ya da salata olduğunu ilişkin örneği ileri sürüyordu.”(9)

“Irksal aynalıklar, iki dilin kullanımı, çok kültürlülük ve göç, asimilasyon, ulusal tarih standartları, resmi dil olarak İngilizce’nin kullanımı ve ‘Avrupa merkezcilik’ (Eurocentrizm) üzerine yaşanan tartışmalar gerçekte Amerikan kimliği üzerine verilen tek bir savaşın farklı çatışmalarını oluşturuyordu.”(10)

Huntington’un ‘yeniden tanımlayıcı hareket’ (dekonstrüksiyonistler) olarak kavramlaştırdığı “salata”cılar, Amerikan kimliğinin üzerine inşa edildiği temelleri, ilkeleri sorguluyor ve yeniden içeriklendiriyor. işte asıl kavga da buradan kopup geliyor.

“Salata”cılarla “domates çorba”cılar birbirine giriyor. Amerikan ideolojisinin mutfağı ve evin içi fena halde karışıyor.

Amerikan kimliğini çok kültürlü ve politik ulus formatında yeniden tarif etmeye çalışan ve değişik varyasyonları kapsayan “salata”cılar-“mozaik”çiler, “domates çorba”cı Huntington’un asıl hedefi ve düşmanı oluyor. O kılıcını çekiyor ve meydan okuyanlara meydan okuyor. Amerikan kimliğini farklı parametrelerden kavrayarak tanımlayan görüşlerle, özellikle politik ulusçu ve liberal görüşlerle kıyasıya hesaplaşıyor, çarpışıyor. “Yurtsever Huntington”, yeni Amerikan kimliği tanımlarına şiddetle karşı çıkıyor, reddediyor. Çok kültürlülüğü temellendiren ya da “Amerikan ruhu” bağlamında etnik, dinsel, ırksal öğelere vurguyu belirginleştiren ve bu öğeleri Amerikan kimliğinin görünür tanımlayıcı karakteristikleri ve zenginlikleri kabul eden görüşlere amansızca saldırıyor.

Huntington, Amerikan kimliğinin esasen üç temel direk/sütün üzerine kurulduğunu ve ayakta durduğunu vurguluyor. Bunlar; “Amerikan ruhu”, İngilizce ve öz kültürdür. Amerikan kimliğini ayakta tutan üç temel sütünün de yeniden tanımlayıcı hareketin meydan okumalarıyla karşı karşıya olduğuna ve Amerikan kimliğinin temellerine kibrit suyu döküldüğüne inanıyor. Amerikan ruhu, İngilizce ve öz kültüre karşı meydan okumaları ayrı başlıklarda ele alıyor, meydan okumaları çözümlüyor, sergiliyor ve karşı-kurtancı fikirler sunuyor.

Huntington, yeniden tanımlayıcı hareketlerin asıl çıkış alanı olarak “Amerikan ruhu”nu görüyor. “Amerikan ruhu”; Amerikan kimliğinin temel siyasi ilkeler konseptini oluşturuyor. Bu yüzden yeniden tanımlayıcı hareketler de esasen buradan kendine bir yer ve gedik açıyor. “Daha önceki reform hareketlerinde olduğu gibi ırk ayrımcılığının sona erdirilmesinde de en büyük tek kaynak “Amerikan ruhunun ilkeleri oldu”(11) diyen Huntington, “Amerikan ruhu”nun özünü, “İnsanın birey olarak hak ettiği saygınlığa, bütün insanların eşitliğine ve vazgeçilmez özgürlük, adalet ve fırsat eşitliği haklarına ilişkin idealleri içerir”(12) anlamıyla kabul ediyor. Ancak idealle gerçeğin uyuşmayacağını; dolayısıyla “Amerikan ruhu”nun ilkelerini yeniden tanımlayıcı hareketlerin yorumladığı gibi yorumlamanın, ideali gerçek kılmaya çalışmanın Amerikan kimliğini erozyona uğrattığını, dinamitlediğini ileri sürüyor.

Yeniden tanımlayıcı hareket bunu yapıyor. Amerikan pragmatizminin ve oportünizminin arka planını oluşturan “Amerikan ruhu”na yeni kimlik arayışlarını üflüyor. “Amerikan ruhu”nu ırk ayrımcılığını reddedecek biçimde yorumluyor ve bunu anayasa ve yasalar düzeyinde bir reform kazanımına dönüştürüyor. 1960’ta anayasa mahkemesi, anayasayı “renk körü” ilan ediyor, bunu 1964’teki Medeni ve Siyasi Haklar Yasası, 1965’teki Seçme ve Seçilme Halkları Yasası takip ediyor. Böylece “Amerikan ruhu” yeniden içeriklendiriliyor. Bu reform dönemiyle WASP kimliği büyük darbe alıyor. Çok kültürlülük ve pozitif ayrımcılık yükselişe geçiyor. Bastırılan, yok sayılan, dışlanan kimlikler yüzeye çıkıyor ve alt kimlikler güç kazanıyor, asimilasyon geriliyor.

Huntington’a göre “Amerikan ruhu”nun yeniden tarifle bozulmaya uğramasıyla beraber dil/İngilizce ve öz kültür de büyük yara alıyor, bozuluyor. Çeşitli etnik topluluk dillerinin etkinleşmesinin yanı sıra, en büyük meydan okuma ve tehdit İspanyolca’dan geliyor. Huntington, gelinen aşamada Amerika’nın esasen iki dilli ve iki kültürlü bir yapı haline geldiğini vurguluyor ve bu durumu, ABD için büyük ve vahim tehlike görüyor.

Huntington, çok kültürlülüğü feodal imparatorluklara has bir karakteristik olarak değerlendiriyor. Ulus-devletin ise tek bir dil (resmi), tek kültürle karakterize olduğunu, Avrupa medeniyeti ve ulus devlet formunun çok kültürlülüğe karşı olduğunu açıklıyor. Çok kültürlülüğü dışlayan, reddeden bir teorik arka plan koyuyor; asimilasyonun zorunluluğunu ve zorla asimilasyonu savunuyor.

Huntington, WASP kimliği dışındaki Amerikan kimliği tanımlarının belli başlı olanların hepsiyle hesaplaşıyor, uğraşıyor ve muhakkak bir karşı cevap/tez üretiyor. Örneğin Amerikalıları göçmen ulus olarak tarif eden görüşe Prof. Huntington, “Hayır biz göçmen ulus değil kurucu ulusuz” cevabını yapıştırıyor ya da “Göçmen ve asimilasyon ulusuyuz” diyor. Amerika’yı kuran beyaz Britanyalı

Protestan yerleşimcileri hikayesine, yani düpedüz ata-soy-sop hikayelerine başvuruyor. Amerikan kimliğinin beyaz Anglo-Protestan yerleşimciler tarafından oluşturulduğunu ve kurucu ulusal kimlik olarak kristalize olduğunu anlatıp duruyor.

Bunu değişmez öz kimliğin tek kaynağı görüyor, ısrar ve inatla özümüz, kökümüz WASP deyip duruyor. Özetle Bay Huntington, ‘Amerikan kimliğinin karşı karşıya olduğu meydan okumalara’, yerleşik muhafazakarlığın ezberleri ve amentüleriyle cevap veriyor. Gerici ezberi güçlü kılmak için de bolca veri ve araştırma sonuçlarını bilimsel çeşni diye “domates çorbası ”na katıyor.

Amerika "Ameksika" Mı Oluyor?

Biz Kimiz? manifestosu, yeniden tanımlayıcı hareketin Amerikan kimliğinde açtığı gediğin sürekli büyüdüğü ve gelinen aşamada tam bir kimlik bölünmesine vardığını savlıyor. Yeniden tanımlayıcı hareketin acı meyvesi olarak göç politikaları, çok kültürlülük lehine değişikliğe uğruyor, çifte vatandaşlık olgusu güç kazanıyor, beyaz asimilasyon güç kaybediyor, İngilizce’ye bağlılık zayıflıyor vs. vb. Yeniden tanımlayıcı hareketin ABD’nin başına açtığı bela, sonunda Amerika’yı bölme noktasına getiriyor.

Huntington tüm meydan okumaları ve bunların sonuçlarını Hispanik tehditte/kimlikte cisimleştiriyor. Eğer Huntington’a inanacak olursak, Amerika-Ameksika’ya dönüşüyor. Dil olarak İspanyolca, din olarak Katolik bir nüfusun ABD’yi adeta istila ettiğini, ekseriyet Meksika ve Güney Amerikalıların ABD’ye süren göçünün Amerika’yı iki dilli, iki kültürlü ve sonuçta iki kimlikli bir toplum haline getirdiğini ileri sürüyor. Huntington bunu Amerika için hayati sorun ve tehlike görüyor ve milliyetçiliğin-ırkçılığın ‘kalk!’ ve ‘hücum’ borusunu öttürüyor. Ulus kimliğini din-dil-kültür (‘kültürel ulus’) konseptinde kavradığı için, Hispanik nüfusun Amerika içinde ayrı bir Amerika (Hispanik Amerika) yaratması, bay Huntington’u müthiş korkutuyor. Bu korku, düpedüz milliyetçi ırkçı paranoya olarak dışavuruyor. O Amerika’nın ‘Ameksika’ya dönüşmesinin Meksika tarafından desteklendiğini, bir nevi gizli işgal ve rövanş uygulandığını düşünüyor. Meksika ve diğer Güney Amerikalı göç veren ülkelerin Hispanik Amerika’yı diyaspora politikaları için kullandığını vurguluyor. Meksika’nın Amerika’ya göçü desteklemesi ve kolaylaştırması, 7 Güney Amerika devletinin göçmenlere çifte vatandaşlık tanıması, Kübalı göçmenlerin Miami’ye egemen hale gelmesi (ele geçirmesi), kimi eyaletlerin Hispanik nüfus egemenliği ve yoğunluğu kazanması, İspanyolca konuşanların ABD nüfusunun yüzde 50’sine ulaşması vs, vb. Hispanik diyasporanın Amerikanın iç ve dış politikasını ciddi bir biçimde etkilemesi anlamına geliyor. Huntington, Hispanik nüfusun çifte kimliğin avantajlarını ve keyfini sürdüğünü, Güney Amerikalı göçmenlerin Amerika’da kazandıkları parayı ülkelerinde değerlendirdiğini, hatta her iki ülkede siyaset yapabildiğini açıklıyor. Tüm bunların Amerikan kimliği hilafına gerçekleştiğini ifade ediyor.

Huntington, Amerika’daki değişik dinsel ve etnik nüfus topluluklarına dair çok geniş ve detaylı araştırma çalışmalarına, istatistik kaynaklarına başvuruyor. Amerika’nın tastamam bir kontrol, denetim toplumu olduğu gerçeğini de kanıtlayan bu araştırma verilerine dayanarak çeşitli etnik, dinsel nüfus topluluklarının Amerikan kimliğine özümsenmesi ve alt kimliklerin Amerikan kimliğine sadakatleri saptanıyor ve çözümleniyor. Bu anlamda bir toplum mühendisliği araştırması ve çalışması yapıldığını söyleyebiliriz. Musevi ve Katolik (esasen Hispanik olmayan) dinsel nüfus cemaatleriyle, etnik ve ulusal Çin, Japon, Ermeni, Rum, İtalyan, Doğu Avrupa vd. toplulukların çok kültürlülüğün avantajlarını kullanmalarına karşın esas olarak Amerikan kimliğine asimile olduğu tespiti yapılıyor. Genel olarak “Amerikan ruhu”na ve kimliğine bir sadakatin sürdüğü vurgulanıyor. Asimilasyona direnç gösteren Müslümanlar var fakat onlarda Hispanik tehdit düzeyinde ve büyüklüğünde görülmüyor. Huntington Asyalıları ve Müslümanları Amerikan kimliği için içeride ciddi bir tehdit görmüyor, özellikle Müslümanlar nüfus büyüklüğü bakımından önemsenmiyor. Bu nüfusun asimilasyona dirense bile massedilebileceğini öngörüyor. Buna rağmen 11 Eylül saldırısın ardından Müslümanların “iç tehdit/düşman” kategorisine alındığını biliyoruz. Kabaran ırkçılığın ve nefretin Müslümanlar üzerinde odaklaştığı da biliniyor. Huntington da dışarıda Müslümanları şeytanlaştırılıyor, düşmanlaştırıyor. Esasen bir dış düşman konsepti dahilinde, içerideki Müslümanlara bakıyor. İmparatorluğun dışında bir numaralı düşman, imparatorluğun içinde Hispanik tehditten sonra geliyor diyebiliriz.

Amerikan Kimliğini Canlandırmak İçin: Yeniden WASP ve Beyaz Nativizm

‘Biz Kimiz?’ manifestosu, ‘Amerikan Kimliğini Canlandırmak’ başlıklı final bölümüyle tamamlanıyor. Bu bölüm, Amerikan kimliğini, daha doğru ifadeyle Amerikan milliyetçiliğini diriltmenin, azgınlaştırmanın ve ‘uygarlıklar savaşma’ sürmenin fikir reçetelerini kapsıyor. Huntington, Amerikan kimliğini ABD’nin ‘uygarlıklar savaşı’ konseptine uygun takip ediyor. Amerikan milliyetçiliğini dış ve iç düşmanlara, imal edilmiş düşman ve abartılı tehdit algılamalarına göre yeniden inşa ediyor. 21. yüzyılın ulus kimliklerini daha kırılgan ve zayıf hale getirdiği analizine ve öncülüne dayanan Huntington, dışarıda İslam ve Çin uygarlığını başlıca düşman ilan ediyor. Ona göre; “ABD’nin gerçek ve potansiyel düşmanları, dinin yönlendirdiği militan İslam ve ideolojik olmaktan bütünüyle uzak Çin ulusçuluğudur.” (13) Amerikan kimliğinin küresel boyutunu bu düşmanlar üzerine biçimliyor. İslam uygarlığı pratik ve gerçek düşman, Çin ise şimdilik potansiyel düşmandır. Gerçek ve pratik düşmana karşı içerde ve dışarda ABD’nin nasıl bir savaş yürüttüğü biliniyor. Huntington bu savaşın arkasındadır.

“Eski ve yeni fay hatları”, Amerikan kimliğini daha kırılgan hale getiriyor. Oysa küresel imparatorluk savaşma soyunan ABD’nin içerde ve dışarda sapasağlam ve güçlü olması, kimlik sorunu ve iç zaaf göstermemesi gerekiyor. Amerika’nın 21. yüzyıl projesinde ‘güçlü ve bütün’ durması gerekiyor. İşte ‘yurtsever Huntington’, güçlü ve bütün Amerikan milliyetçi kimliğini yaratmak için “işe” koyuluyor.

Amerikan kimliğini canlandırmak, ayağa kaldırmak için iki ana dinamiğe/damara işaret ediyor ve yaslanıyor. Protestanlık ve beyaz nativizm (Beyaz Yerliciliği). Biz Kimiz? manifestosu, Amerikan kimliğini canlandırmak amacıyla WASP ve Beyaz nativizme sığmıyor. Beyaz Amerika’ya ve beyaz ırkçılığa müracaat ediyor, medet diliyor. Huntington, beyaz nativizmi Amerikan kimliğini yeniden ve daha güçlü ayağa kaldırmanın mayası ve kaldıracı yapmaya girişiyor. Ku Klux Klan ırkçılığının bir gömlek gerisindeki beyaz ırkçı konsepti benimsiyor ve bunu yeni Amerikan değeri olarak yükseltiyor, bayraklaştırıyor. Protestan Hıristiyanlığı ve beyaz yerliciliği Amerikan kimliğinin temeli yapıyor, bu iki unsuru özellikle öne çıkarıyor ve parlatıyor. Amerikan kimliğini gerçek anlamda savunma ve sahiplenme reflekslerinin bu iki damar üzerinden açığa çıktığını; 11 Eylül’le birlikte kendini gösteren beyaz nativist akımın reaksiyoner hareketinin bir ırkçılık olmadığı; tam aksine öz Amerikan kimliğini savunma hareketi olduğunu ileri sürüyor. Beyaz nativist hareketi değerli buluyor, destekliyor. Din unsuru konusunda rahat ve kaygısız olan Huntington, esas savunma argümanlarını beyaz nativist hareketi parlatmak için kullanıyor.

Huntington, Amerikan resmi ideolojisini milliyetçi, ırkçı-gerici değerler manzumesi tercihiyle yeniden aşılıyor. Amerikan ruhuna dinsel gericilik, beyaz ırkçılık üflüyor. Geleneksel WASP ideolojisini içte Hispanik ve Müslüman şeytanlarıyla korkutuyor, iç barbarlar korkusuyla birleştirip ihya ediyor. Huntington, bir yandan Amerikan kimliğinin her cephede meydan okumalarla ne denli zayıf düşürüldüğünü en abartılı biçimde betimliyor, korkunç ve tehlikeli şeytan imgeleri üretiyor; diğer yandan Amerikan kimliğinin temellerinin ne denli güçlü ve köklü olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu çelişkili koyuş ve betimleme, tüm milliyetçi ideologların ve egemen sınıfların klasik ve ucuz numarası olsa gerek. Bir tuzaklama yöntemi olduğu ve iş gördüğü kesindir. Huntington da Amerikalılara, “Muhtaç olduğunuz kudret, beyaz nativizmde, Anglo Protestan öz kültürde, dinde” demek için bu ucuz numaraya başvuruyor. Tıpkı bir papaz gibi “öze dönüş” vaazları veriyor. Dindar ve Protestan Amerikan kimliğiyle beyaz nativizmi kaynaştırıyor ve Amerikan kimliğini tahkim ediyor. Milliyetçiliği tahkim etmenin, aynı zamanda ulus ve devleti tahkim etmek anlamına geldiğini de vurgulamak gerekiyor.

Son Söz İçin: Biz Kimiz? Siz Busunuz!..

Biz Kimiz? manifestosu, ırkçı-milliyetçi bilinç ve hamaset kodlarıyla ‘Amerikan ulusu’nu yeniden inşa etmeyi, biçimlendirmeyi önüne hedef koyuyor. Bir anlamda varolan gerçeğe hücum ediyor ve onu değiştirmeye çalışıyor. Aslında, Huntington yepyeni bir ulusal kimlik aramıyor. “Ata yadigarı” WASP ideolojisini güncelleyerek, ırkçı-milliyetçi Amerikan kimliğini tahkim ve ihya ediyor. Tadı iyice gericiliğe ve ırkçılığa kaçmış “domates çorbası” pişiriyor ve Amerikan halklarına servis ediyor.

O, dünya imparatorluğu için istila seferlerine başlamış olan emperyal ulusu radikal milliyetçi kimlikte keskinleştiriyor. Emperyal ırkçılığın kıyıcı kimliğini inşa ediyor. Çift tarafı keskin, içeriyi ve dışarıyı kesen bir ideolojiyi konseptleştiriyor. İmparatorluğun “milli birlik ve bütünlüğünü” radikal milliyetçilikte cisimleştiriyor, emperyal yayılmanın güç ve sinerjisini üretmeye çalışıyor. Yani emperyal ırkçılık ideolojisinin imparatorluk içindeki kimliğini ırkçı-milliyetçi-dinci ipliklerle dokuyor ve Amerikan milliyetçilik kumaşından dikilmiş savaş üniformasını ABD’lilere giydirmeye çalışıyor.

Biz Kimiz? “zamanın ruhu”na uyuyor, hitap ediyor. “Aslına bakarsanız Huntington’un kitabı, 11 Eylül sonrası ve genel olarak da çatışmacı egemenlik anlayışının benimsendiği ve Amerikan dış politikasının bu anlayışa oturtulduğu, iç politikada da Evanjelizm ve milliyetçilik karışımı bir anlayışın benimsendiği Bush dönemiyle, bu dönemin ‘ruhu’yla birebir uyuşuyor, tabiri caizse içinde bulunduğumuz döneme ‘cuk’ oturuyor.”(14) Biz Kimiz? milliyetçi-faşist eğilimi neo-con ideolojiyi ve iç gericiliği büyütüyor, neo-con ideolojisinin toplumsallaştırılmasına muhafazakar cepheden destek atıyor, hizmet ediyor.

Son sözümüz Huntington’a. O soruyor, biz kimiz? Biz de kısaca bir cevap veriyoruz: Siz ezen ve sömüren Amerika’sınız... Amerika ve dünya ezilenlerinin kanını emerek yaşayan asalaklar sınıfısınız... Dünyanın haramilerisiniz... Emperyalistsiniz... Sömürgecisiniz... İşgalcisiniz... Yağmacısınız... Talancısınız... Yalancısınız... Soykırımcısınız... İşkencecisiniz... Tecavüzcüsünüz... Emperyal ırkçısınız... Siz busunuz. Ezen ve sömüren Amerika’nın “kimlik bilgileri”nde ve “soy kütüğü”nde asıl bunlar yazıyor. Kimliğinizi unutmayın!

 

Dipnotlar:

1) Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, CSA Global Yayın Ajansı Ekim 2005, Önsöz XVII

2) age. önsöz XVII

3) “      s.9

4) “      s.40

5) “      s.49

6) “      s.62

7) “      s.118

8) “      s.259/260

9) “      s.141/142

10) “    s.142/143

11) “    s.146

12) “    s.146

13) “    s.340

14) Zeynep Arıkanlı, Radikal Kitap Mart 2005 Biz unutmuyoruz! Asla!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi