Ekim Devrimi İnsanlığın Geleceğidir

Emperyalizm ve dünya gericiliği ve yedeğindeki her renk ve tondan oportünist akım, öteden beri; Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmin insanlığın tarihsel gelişme çizgisinden bir sapma, gerçekleşmesi olanaklı olmayan bir ütopya, insanlık için bir facia ve terör rejimi olduğu sahte propagandasını yapageldiler. Özellikle gerçekte kapitalist olan revizyonist Doğu Bloku’nun çözülüp dağılışından sonra, emperyalist dünya ve dünya gericiliği, sosyalizmin “öldüğü”; kapitalizmin, “serbest piyasa ekonomisi”nin ve liberalizmin “nihai zaferi kazandığı”, artık sınıflar mücadelesi ve ideolojilerin tarih olduğu, sosyalizmin “ölümü”yle ve insanlığın “Yeni Dünya Düzeni”ne ve “küreselleşme çağı”na girişi ile birlikte artık çağımızın “barış”, “refah”, “eşitlik”, “özgürlük” çağı olduğu demagojisini tüm kirli psikolojik savaş yöntemlerini kullanarak yaptılar.

Peki, madem “sosyalizm”, “Marksizm-Leninizm”, “sınıflar mücadelesi”, “ideolojiler öldü”; madem “yeni bir çağ” başladı, madem insanlık kapitalizmin “nihai zaferi”yle birlikte “eşitlik, refah, barış ve özgürlük çağma” girdi, o halde neden sınıf eşitsizliğiyle, sınıflara bölünmüşlükle ve uzlaşmaz sınıf karşıtlığıyla belirlenen ve burjuvazinin iktidarda olduğu emperyalist dünya düzeni; insanlığı Yugoslavya, Ruanda, Afganistan, Irak, Çeçenistan örneklerinden görüldüğü gibi kana ve gerici teröre bulamaya devam ediyor? Neden emperyalist küreselleşmeye karşı dünyanın dört bir yanında yüz binleri kapsayan kitle hareketleri sürüyor? Neden hem emperyalist merkezlerde ve hem de emperyalizme bağımlı periferide işçi sınıfı ve emekçi kitleler ekmek ve özgürlük için direnmeye ve savaşmaya devam ediyor? Neden, Filipinler’de, Endonezya’da, Ekvator’da, Uruguay’da, Arjantin’de, Filistin’de, Venezuela’da işçi ve emekçiler ayaklanıyor? Neden yüz binler, milyonlar “başka bir dünya mümkün” sloganı altında baş kaldırıyor? Evet, neden?

Madem Ekim Devrimi ve sosyalizm “öldü”, madem kapitalizm “nihai zafer” kazandı, o halde -bilakis emperyalist kamuoyu araştırma kurumlanın açıkladığına görene den Rusya’daki emekçi kitlelerin yüzde 70-80’i “Eğer yeni bir Ekim Devrimi patlak verirse katılırım, desteklerim” diyor? Neden eski Batı Almanya’da yaşayan emekçi kitlelerin % 50’si, eski Doğu Almanya’da yaşayan kitlelerin % 75’i Marks’ın kapitalizm çözümlemesinin doğru olmaya devam ettiğini söylüyor? Neden ABD işçilerine sorulduğunda büyük çoğunluğu, kendisinin işçi sınıfına mensup olduğunu düşündüğü yanıtını veriyor? Neden Batı Avrupa, Orta Avrupa, ABD, Balkanlar, Rusya vb. ülkelerin emekçileri, ülkelerinin kendi iradelerine göre yönetilmediğini düşünüyor? Evet, neden! Neden ABD’nin 130’dan fazla ülkede 180 askeri üssü bulunuyor? Neden emperyalist ve işbirlikçi devletlerin askeri harcamaları sürekli yükselerek, trilyon dolarlara ulaşıyor?

Deniyor ki; Ekim Devrimi, sosyalizm artık tarih oldu ve bir daha asla dirilmeyecektir; çünkü ölü dinlemez. Güzel; peki o halde patronluğunu Amerikan emperyalizminin yaptığı NATO stratejistleri, IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist uluslararası mali kurumlar, BM gibi Amerikan hegemonyasındaki gerici kurum ve kuruluşlar hazırladıkları raporlarda neden 21. asrın bir ayaklanmalar asrı olacağını, özellikle ilk yarısında büyük “sosyal patlamalarım baş göstereceğini, yeni bir Ekim Devrimi fırtınasının patlak vereceğini saptıyor ve şimdiden, örneğin, “terörizme karşı mücadele” sahtekarlığıyla artan oranda dünya çapında faşizan saldırılara, emperyalist terör saldırılarına girişiyor? Evet, neden!

Anlaşılıyor ki, emperyalistler hiç de rahat değildirler. Geceleri rüyalarında kabus görmeye devam ediyorlar. “Ekim Devrimi öldü”, “sosyalizm öldü”, “kapitalizm nihai zaferi kazandı” derken ve bangır bangır bu sahte ve iki yüzlü propaganda ve ajitasyonu yaparlarken, en aşağılık ideolojik ve politik saldırılara girişirken hiç de rahat ve mutlu değildirler. Açık ki, onlar, bir yandan söz konusu iğrenç demagojilerle enternasyonal proletarya ve halkları aldatarak ebedi köleliğe mahkum etmek isterken, öte yandan da kendilerinin de inanmadıkları yalanlarla yüreklerindeki ve beyinlerindeki korkularını da bastırmaya çalışıyorlar.

Ya barbarlık içinde yok oluş... Ya sosyalizmle kurtuluş

Büyük Ekim Devrimi ile insanlık, yeni bir çağa, emperyalizm ve proleter devrimler çağma girmiştir. Ekim Proleter Sosyalist Devrimi açıkça kanıtlamıştır ki, dünya çapında proleter devrimin nesnel koşulları eksiksiz bir şekilde emperyalist dünya sisteminin bağrında olgunlaşmıştır. Tarihin tekerliği, artan bir hızla kapitalizmden sosyalizme/komünizme doğru dönmektedir.

Denebilir ki, peki bunun kanıtı nerede? Kanıt, en canlı ve berrak kanıt, Büyük Ekim Devrimi’nin ta kendisidir. Kanıt, 1945’den sonra kurulan sosyalist ülkelerdir. 1917 Ekim Devrimi’yle sosyalizm ilkin Rusya’da bir gerçeğe dönüşmüştür. SSCB, işçi sınıfının önderliğinde, tarihte eşi görülmemiş ölçekte devasa devrimci değişikliklerin altına imza atmıştır. Sosyalizm, büyük bir başarıyla inşa edilmiş ve insanın insan üzerindeki sömürüsüne ilk kez, sınıflı toplumların tarihinde ilk kez, son verilmiştir. Ardından, Hitler faşizminin ve faşist kampın Stalin önderliğindeki SSCB’nin demir yumruğu altında yenilgiye uğratılması sürecinde, Orta Avrupa’da bir dizi ülkede (Arnavutluk, Bulgaristan, Macaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Polonya, Romanya) devrim ve sosyalizm davası zafer kazanmış ve bu ülkelerde de SSCB’nin etkin enternasyonalist desteği eşliğinde sosyalizm kurulmuş ve insanın insan üzerindeki, burjuvazi ve sömürücü sınıfların on milyonlar üzerindeki koyu sömürüsüne, vahşi beyaz terörüne, barbarca egemenliğine son verilmiştir.

Ardından Çin’de halk devrimi emperyalizme ağır bir darbe indirmiş, devrimci bir halk iktidarı kurulmuştur. Kore’de, Küba’da, Vietnam’da ve Nikaragua’da halklar, emperyalizme karşı geleceklerini ellerine almak için ayağa kalkmış, devrimci halk iktidarları kurmuşlardır.

Sömürücü sınıflı toplumların ortaya çıkmasından bu yana, egemen sınıflar (köle sahipleri, feodal beyler ve kapitalist sınıf), daima ezilen, sömürülen sınıfları (köleleri, toprak kölelerini ve ücretli köleleri) aşağılamış ve bu “ayak takımının, bu “kültürsüz”ler takımının, bu “kaba saba” insanların yönetmeye, yeni bir dünya kurmaya layık olmadığını ve zaten bunun insan doğasına (!) aykırı düştüğünü; emekçilerin sadece ve sadece sömürülmeye, ezilmeye ve hayvanca çalıştırılmaya layık olduğunu ve bu tanrısal kadere boyun eğmeleri gerektiğini söyleyegelmişlerdir. Sömürücü sınıflara göre, zaten bu kader tanrı tarafından çizilmişti. Sömürücü sınıfların hizmetinde olagelmiş dine göre de zaten Allah/Tanrı, zengini zengin, fakiri de fakir yaratmıştır; zengin yönetmeye ve efendiliğe, fakir yönetilip kulluğa, ezilmeye mahkumdur. Öyle ki, bu gerici propaganda bilakis yoksul, ezilen, sömürülen, horlanan ve her türlü zorbalığın gadrine uğrayan sınıf ve tabakalar tarafından bile uzun bir tarihsel süreç boyunca benimsenip kanıksanmıştır.

Ama işçi sınıfının önderliğinde ayaklanarak demokratik ve sosyalist devrimi zafere ulaştıran Rusya emekçileri, sömürücü sınıfların bu sahte ve emek düşmanı yalanlarının maskesini geri dönülmez bir şekilde düşürmüştür. Ekim Devrimi’yle iktidarı ele geçiren ve egemen sınıf olarak örgütlenen çeşitli milliyetlerden Rusya proletaryası, tarihte ilk kez, insanın insan üzerindeki sömürüsüne son vererek, kapitalizmin ebedi bir düzen olmadığını, “ayak takımının” kendi kaderini proletaryanın önderliğinde kendi eline alarak yepyeni bir dünya kurmasının, insani bir toplum örgütlemesinin tümüyle olanaklı ve gerçekleşebilir olduğunu kanıtlamıştır.

İşte emperyalizmin, uluslararası sermayenin, her türden gericiliğin işçi sınıfına, Ekim Devrimi’ne, sosyalist Sovyetler Birliği’ne karşı dur-durak bilmeyen aşağılık iftiralarının ve amansız sınıf kininin ve vahşi terörist saldırılarının temel nedenini bu tarihi gerçekler oluşturmaktaydı ve oluşturmaktadır.

Dün, dünya burjuvazisi, dünya oportünistleri proletaryanın, “ayak takımı”nın kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kuracağına inanmıyor ya da onlara yapamazsınız, sizler kölece yaşamaya mahkumsunuz derken; bugün de emperyalistler ve yedeğindeki oportünist akımlar, “neo-liberaller”, “post-modernistler”, “post-Marksistler” , devrim ve sosyalizm mücadelesine ihanet ederek dönekleşenler, el birliğiyle aynı gerici ve karşı devrimci teraneleri anlatmaya, propaganda etmeye, işçi ve emekçileri aldatmaya benzer şekilde devam etmektedirler.

Ama dün olduğu gibi, bugün bir kez daha, er geç dünya proletaryası ve halkları burjuvazinin, burjuva liberallerinin, “post-modernistler”in, “post-Marksistler”in, tasfiyeci oportünistlerin gerici ve iki yüzlü çağrısını reddedecek ve şanlı Ekim Devrimi’nin parlak yolunda yürüyeceklerdir. Kuşku yok ki, o günler yaklaşıyor; devrimci proletarya o günlere hazırlanıyor, güç biriktiriyor, tarihi gerçekleriyle yüzleşerek, eleştirel duruşla geçmişten gelecek için dersler çıkarak 21. yüzyılın temel tarihi gerçeği olması kaçınılmaz olan yeni Ekimler Fırtınasına, sosyalizmin zaferi çağına hazırlanıyor.

Burjuvazi ve sınıf işbirlikçilerini, her türden oportünistleri tiril tiril titreten, Sorosların korku dolu bir yürekle, korku ve umutsuzluk fışkıran gözlerle ilan ettiği yeni ve daha güçlü gelecek olan “sosyal patlamalar” olgusudur.

Ama bilinir, korkunun ecele bir faydası yoktur. Kapitalizm ve burjuvazi proletarya tarafından yok edilmeye mahkumdur ve amansızca yok edilecektir de. işte, şanlı Ekim Devrimi’nin tarihi gerçekleri, işte sosyalist ülkelerin tarihsel deneyimleri, işte yer küremizin dört bir yanında gitgide daha olgunlaşan ve biriken işçi sınıfının ve ezilen halkların devrimci öfkesi, işte devrim dalgasının en çok gerilediği 20. yüzyılın son on yılında bile patlak veren ve bu yüzyılın başında artan , bugün daha yaygın patlak vermesi kaçınılmaz olan ayaklanmalar gerçeği bunu kanıtlıyor...

Sosyal emperyalist blokun dağılmasından sonra daha çarpıcı olarak ortaya çıkan dünyamızın gerçekleri insanlığa, ortası olmayan yalnızca iki yolu daha keskin bir biçimde dayatıyor: Ya kapitalist emperyalizmin emekçi insanlığa dayattığı barbarlık içinde yok oluş ya da Ekim Devrimi’nin açtığı yolda sosyalizmle kurtuluş. Başka bir yol yok; orta bir yol yok. Orta yol öğütleyenler ya şaşkınlar, ya cahiller, ya da emperyalist dünyanın bilinçli uşaklarıdırlar.

Devrimler Çağının Önünü Açtı, Sömürüşüz Dünyayı Gerçekleştirdi

Ekim Devrimi, proletaryanın şahsında tüm emekçi kitlelere, dünyamızın yüz milyonlarına devasa bir umut ışığı oldu. Sömürülenlerin sömürenleri yenebileceğini; işçi sınıfının önderliğinde sömürüden, zulümden, toplumsal adaletsizlikten kurtulmanın boş bir hayal olmadığını; burjuvazinin ve oportünist dostlarının söylediklerinin aksine, tümüyle gerçekleşebilir bir bilimsel devrimci ütopya olduğunu berrak bir şekilde ortaya koydu.

Nitekim, dünyamızın dört bir yanında Marksizm-Leninizm’in, sosyalizmin, SSCB’nin itibarı şaha kalktı. Dünya devrimi bir atılım kazandı. Dünya çapında komünist hareket, dünya proletaryasının genelkurmayı olarak örgütlendi; böylece yeni bir enternasyonal, her türden burjuva ve oportünist öğelerden arınmış, çağın temel pratik-siyasal sorunu haline gelmiş ve Ekim Devrimi’yle içerisine girilmiş olan uluslararası proleter devrimini zafere ulaştırma görevini önüne koyan III. Enternasyonal kurulmuştur. Emperyalizmin genel bunalımı patlak vererek keskinleşmiş, kapitalizmin bir daha asla yakalayamayacağı eski istikrarı tarihe karışmış, kapitalist emperyalizm temellerine kadar sarsılmış; dünyamız ikiye, bir yanda sosyalist sisteme, öte yandan emperyalist sisteme bölünmüştür. Emperyalist sömürge sistemi derin bir krize girerek hızla çökme sürecine girmiştir.

Emperyalistler, dünya gericiliği, kapitalizme yedeklenmiş sayısız oportünist akım ve önderleri, Rusya proletaryasının sosyalizmi kuracağına inanmıyor ve sınır tanımaz bir demagojinin eşliğinde SSCB’nin çökeceğini haykırıp duruyorlardı. Keza, SSCB’de de başta Troçki ve troçkistler olmak üzere her türden oportünist parti içi muhalefet, SSCB proletaryası sosyalizmi kuramaz, Rusya gibi geri ve köylü bir ülkede, tek başına sosyalizm kurulamaz diyerek, tıpkı uluslararası burjuvazi ve yedeğindeki öteki akımlar gibi teslimiyeti, yenilgiyi işçi sınıfına dayatıyorlardı.

Ama başında Lenin ve Stalin’in bulunduğu SBKP(B) ve Sovyet proletaryası, emekçi kitlelerin önünde; burjuvazinin, oportünistlerin, troçkistlerin vb. akımların ‘yenilgiye mahkumuz’ uğursuz haykırışları arasında ikircimsiz sosyalizm kuruculuğuna girişerek toplumsal yaşamın her alanında dev başarıların altına imza atmasını bildi. SSCB işçileri, yepyeni bir dünya, sosyalist bir dünya; kendilerinin ürettiği, yönettiği, paylaştığı özgür bir sosyalist toplum kurmasını bildiler. Sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, kültürsüzlüğe, ulusal baskıya, kadın erkek eşitsizliğine son vermeyi bildiler. Üretim kar için değil, bir avuç kapitalist sınıf zenginliğine zenginlik katsınlar diye değil; emekçiler çalıştıkça daha fazla açlık, yokluk, işsizlik, kültürsüzlük ve zorbalık çeksinler diye değil; emekçilerin maddi ve manevi gereksinmelerini azami derecede doyurmak için, emekçilerin, kadınların, gençlerin, yaşlıların ekonomik bağımsızlığın sağlamak için, bilimsel ve kültürel seviyeleri sınır tanımadan gelişsin diye, insanların maddi ve manevi dünyası mutlulukla dolup taşsın diye, yeteneklerini sınırsızca geliştirsin ve gerçek insani bir toplum yaratılsın diye yapıldı.

İşte kapitalist özel mülkiyet dünyasının işçi sınıfına, Marksizm-Leninizm’e, Lenin ve Stalin’e, SSCB’ye karşı dinmek bilmeyen kirli savaşının nedenlerini bu gerçekler oluşturmaktaydı ve hala da öyledir.

Kapitalist/emperyalist dünya, sanayileşmesini, 500 yıllık tarihinde içte kendi proletaryalarının ve emekçilerinin azgın sömürüsüyle; dışta sömürge ve yeni sömürge yağmasıyla, soy kırımlarla, kan ve barutla kurarak geliştirdi. Evet, kapitalist sanayileşmenin her gözeneğinde dünya proletaryasının ve ezilen halkların kanı, alınteri, emeği vardır. Ama ne var ki, bu sanayileşmenin kaymağını daima kapitalistler yerken, ezilenlere düşen pay; sadece artan sömürü, baskı ve zorbalık olmuştur.

Oysa Sovyet proletaryası, I. Emperyalist Genel Paylaşım Savaşının devasa yıkımına, devrilmiş gericiliğin karşı devrimci ayaklanmalarına ve emperyalist devletlerin baskı, saldırı, işgal ve yok etme sistemli çabasına karşın; geride hiçbir tarihsel deneyimin olmadığı, geri ve köylü bir ülkede, ne iç sömürü ne de dış sömürü ve sömürgecilik politikasına baş vurmadan, kendi öz gücüne dayanarak, ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini kullanarak ve işçi sınıfı başta gelmek üzere emekçi kitlelerin tarihte eşi görülmemiş fedakarlıkları ve kitlesel devrimci katılımı yoluyla, emperyalist devletlerin 450 senede kurabildiği sanayilerine karşılık, SSCB’de sadece ilk 20 yılda birinci sınıf teknik temele dayanan, makine üreten makine sanayi (ağır sanayi) temeline dayanan dev bir sosyalist sanayi ülkesini kurmayı başardılar. Böylece, SSCB işçileri ve SBKP(B) önderliğindeki Sovyet halkları, 1950’lere gelindiğinde, üstelik II. Dünya Savaşı yıllarında savaşta verilen ağır kayıplara ve ekonomik yıkıma karşın, SSCB’yi, dünyanın ikinci büyük sanayi ülkesi haline getirmeyi başardılar; üstelik kapitalizmin tarihinin hiçbir döneminde göremediği ve yakalayamadığı istikrarlı bir gelişme çizgisinde ve üstelik yüksek oranlı bir sanayileşme hızıyla. Unutmayalım ki, uzaya ilk uyduyu gönderen SSCB’ydi. Unutmayalım ki, uzaya insanlı ilk uçuşu da başaran sosyalist SSCB idi. Bu dev sıçramanın temelinde, kapitalist dünyanın o tarihe kadar hiçbir zaman başaramadığı şeyi başarmasına yol açan şey, işte tam da söz konusu sosyalist sanayinin devasa atılım ve başarıları, bilimsel teknik devrimde sosyalizmin yarattığı devasa sıçramalar yatmaktaydı.

Çünkü SSCB’de temel üretim araçları kamu malıydı, tüm halkın sosyalist mülkiyetiydi. Çünkü SSCB’de, kapitalizmin kar amaçlı üretim yasasının ve bu yasadan kaynaklanan üretimin plansız ve anarşik karakterinin aksine, üretim insan için, işçi ve emekçilerin gereksinimleri için yapılmaktaydı. Sosyalist ekonomi, toplumun maddi ve manevi gereksinimleri temelinde, merkezi bir planla yönetiliyordu. Sömürüden arınmış, halkın ihtiyaçları temelinde planlı geliştirilen bir sosyalist ekonomide kapitalizme has bir hastalık olan ekonomik krizlerin olmaması, eşyanın tabiatı gereğiydi. İşte bu yol, Ekim Devrimi’nin yoluydu ve yol, dünya proletaryasının yolu olmaya devam etmektedir ve edecektir de.

Bir de bugüne bakın, Ekim Devrimi’ne, sosyalizme dönük her türlü yalanı ve kara çalmayı geliştiren burjuvazi, sözde sosyalizmin öldüğünü haykıran ve sözde yeni bir refah ve eşitlik döneminin başladığını alelacele ilan eden emperyalistlerin, yeni burjuva liberallerinin, emperyalist tekellerin, yerli holdinglerin çöplüğünde otlayan devrim ve sosyalizm kaçkını hainler ve dönekler ordusunun biz işçilere ve emekçilere boyun eğmeyi önerdikleri bugünün dünyasına bakın; orda neler görülmektedir?

Tabloyu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dünyaya 65 bin çokuluslu şirket (ÇUŞ) egemen. Bu 65 bin ÇUŞ içerisinde 500 uluslararası tekel, 500 içerisinde de 200 civarında mega ÇUŞ, dünyaya hükmediyor. Dünya üretiminin %30’una yakınını, dünya ticaretinin %75’ini ÇUŞ’lar doğrudan gerçekleştiriyor ve böylece dünya ekonomisine bu asalaklar hükmediyor. Dünyamızın 6 milyarlık nüfusunun kaderini bu bir avuç emperyalist soyguncu çete belirliyor.

Ekim Devrimi’nin, sosyalizmin dünyasında bunun olanaklı olmayacağı açık değil mi!..

Kapitalist emperyalizmin temel amacı, azami kârdır. Kapitalist üretim, kâr için yapılan üretimdir. Burada, insanı gözden çıkarmış, batağa ve yabancılaşmanın kirli girdabına itmiş olan kapitalizm için önemli olan tek şey, kâr ve daha fazla kârdır. Kapitalizmin/emperyalizmin bilinci, kültürü, dini, imanı, vicdanı yalnızca paradır/kârdır. Azami kâr, emperyalist devletlerin ve tekellerin tanrısıdır. Azami kâr için emperyalizmin, uluslararası tekellerin işlemeyeceği cinayet, katletmeyeceği halk, ele geçirmek için savaşmayacağı zenginlik kaynağı yoktur...

Bugün, dünya çapında sermayenin önemli büyüklükte bir bölümünün üretimle ilgisi kalmamıştır. Kapitalist maddi üretim alanı gerilerken, maddi üretim yapmayan sektörler (mali piyasalar, borsalar vs.) hızla şişiyor. Mali sermaye ağlarında dolaşımda olan sermayenin %98’i tekrar spekülatif alanda kalmaya devam ediyor, üretime dönmüyor. Paradan para kazanma asalaklığı, rantiyecilik, emperyalist kapitalizmin çürümesinin en açık ve çarpıcı kanıtını oluşturuyor. Mali sermayenin hükmettiği para sermaye, kâr oranı yüksek olduğu için maddi üretim sektöründe değil, mali piyasalarda cirit atıyor.

Burjuvazi, ÇUŞ’lar, sermaye ve üretimlerini profesyonel yöneticilere devrederek de üretim için herhangi bir biçimde gerekli bir sınıf olmadığını açık-seçik kanıtlıyor. Asalaklık, mesleği işsizlik olan, paradan para kazanan bir sınıfın ve sistemin insanlığın iktisadi ve toplumsal gelişmesinin önünde aşın derecede yıkılması gereken bir kör engel, çürümüş bir sınıf ve sistem haline geldiği açık değil mi!..

Kapitalizmin, emperyalizmin tarihine bakın, son 50 yıla bakın, bilimsel ve teknolojik devrimin devasa ölçekte yarattığı teknolojik gelişmelere, teknolojinin kapitalist üretime uygulanışına bakın, orada neyi görmekteyiz? Gördüğümüz şey, artan oranda işsizliktir, eko-sistemin insanlığın geleceğini yok etmeyle tehdit edecek denli yıkımıdır. Dünyanın damı delinmiş ve ozon tabakası bir yanda incelirken, öte yandan da ozon deliği hızla genişlemektedir. Sera etkisi hızla artıyor. Yer altı kaynakları hızla tüketiliyor. İçme suları, soluduğumuz hava, tarım toprakları vs. aşın kirletilmiş. Doğal ortam hızla bozuluyor. Sayısız canlı türü durmaksızın yok oluyor vb. vb.

Peki tüm bu toplumsal kötülüklerin nedeni Ekim Devrimi ve sosyalizm midir?

Ekim’in suçlayıcıları, ‘mahkum edicileri’, kapitalist düzenin savunucuları ezilen insanlığı işte bu bataklığa mahkum etmeye çalışmaktadır.

Açık ki, tüm bu ve benzeri toplumsal kötülüklerin kaynağı, kapitalist emperyalizmin azami kâr için işleyen üretim sistemidir. Kâr için, kârları azamileştirmek için emperyalist ve işbirlikçi devletler, ÇUŞ’lar, yerli holdingler kârlarından fedakarlık yapmadıkları ve yapmayacakları için dünyamız bu hale gelmiş ve getirilmiştir. Açıktır ki, kapitalizmin dünyasında kârdan ve paradan daha fazla sevilen, sayılan, tapılan başka hiçbir değer yoktur. Dolayısıyla insanın da, alınterinin de bir kıymeti yoktur. ‘Paran kadar adamsın’ sözünden de görülebileceği gibi, burada değere binen tek şey yine paradır, zenginlik ve servettir, artı değer soygunu ve azami kârdır.

Kapitalizm, insanlar arasındaki ilişkileri metalar arasındaki ilişkiye dönüştürerek, insani yabancılaşmayı da doruğuna çıkarmıştır. Üreten işçilerdir, işçilerin ürettiğine el koyan kapitalistlerdir. Çünkü temel üretim araçları kapitalistlerin mülküdür. Üretim toplumsal karakterdedir, ama mülkiyet özel ellerdedir.

Burada, kapitalizmin ancak sosyalist devrim yoluyla çözülebilecek temel çelişkisi, üretimin toplumsal karakteriyle mülk edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki çelişki, yani emek sermaye (proletarya ve burjuvazi) arasındaki uzlaşmaz çelişki karşımıza çıkar. Rusya’da işçiler sosyalist devrimi yaparak, temel üretim araçlarını kamulaştırarak, işçi devletinin mülkiyeti (tüm halkın ortak mülkü) haline getirerek bu çelişkiyi çözmüş, böylece insanın insan üzerindeki sömürüsüne son vermiştir. İnsanın insana kulluğunun, dolayısıyla bir sınıfın öteki sınıflar, bir ulusun öteki uluslar üzerindeki baskı ve sömürüsünün temelinde ekonomik bağımlılık olgusu yatar. İnsanın insan üzerindeki sömürüsüne son verildiği zaman, burjuvazinin proletarya, egemen ulusun bağımlı ve sömürge uluslar üzerindeki sömürüsüne, erkeklerin kadınlar üzerindeki baskı ve sömürüsüne de son verilmiş olur. İşte Ekim Sosyalist Devrimi’nin büyüklüğü burada yatmaktaydı.

Kapitalist sömürü dünyasının aksine, Ekim Devrimi’yle açılan yolda sosyalizmi inşa eden sosyalist ülkeler, kâr için değil emekçi kitlelerin gereksinimleri ve mutluluğu için üretim yaptıklarından dolayıdır ki; bilim ve teknik ne işsizliğe yol açmış, ne insanlık ailesini ekolojik bir yok oluş tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Açık ki, kapitalizm, insanlık için yok edilmesi gereken bir kanserdir. Bu kanserin tedavisinin tek yolu, Ekim Devrimi yolunda yürümek ve dünyanın dört bir yanında sosyalizmi kurmak ve komünizme doğru yürümek ve insanlığın altın çağma ulaşmaktır.

Sosyalizm işsizliği yok etti

Günümüz dünyasında emperyalist ülkeler de içinde olmak üzere yer yüzünde 1 milyar işsiz bulunmaktadır: Dünya nüfusunun altıda biri, en temel geçim kaynaklarından yoksun bırakılmıştır. İşte size kapitalizmin, emperyalist küreselleşmenin, ÇUŞ’ların insanlığı getirdiği nokta. İşte size kapitalizmin işçi ve emekçilere sunduğu yaşam.

İşsizlik olgusu, kapitalizmin tarihi kadar eskidir. Yedek işsizler ordusu, kapitalizmin artı değer sömürüsünü yoğunlaştırmak için, kârları azamileştirmek için sermaye düzeninin ürettiği, kapitalizmin onulmaz bir yarasıdır.

1920’ler öncesi, kapitalizm, ekonomik atılımlar döneminde iş gücü fazlasını emebiliyordu. Ama bu çoktan tarih oldu. Çağımızda, işsizliğin ana biçimi sürekli (kronik) işsizliktir. Ve 1975-‘80’ler sonrası kapitalizmin ürettiği işsizlik olgusu hızla derinleşmeye ve genişlemeye başladı. Sermayenin yükselen organik bileşimi, düşen kâr oranları; bilimsel ve teknik devrimin üretime uygulanması kronik işsizliği gitgide büyütüyor. Öte yandan da okul çağında olan 250 milyon çocuk, okula gitmek yerine ucuz iş gücü kaynağı olarak ve ücretsiz işçi olarak çalıştırılıyor.

Her türlü iftirayı attıkları ve her türlü baskı ve saldırı aracını kullanarak yok etmek istedikleri Ekim Devrimi yolunda ilerleyen komünistler, işçi sınıfı ve Sovyet halkları, SSCB’de, 1930’lu yılların ilk yarısında işsizliği ortadan kaldırmayı başarmış, sosyalist ekonominin istikrarlı, planlı ve hızlı gelişmesi sayesinde herkese iş sağlanmış, iş güvencesi zorunlu toplumsal resmi ve fiili yükümlülük olarak yasallaştırılmış, dahası düzenli ve sürekli bir iş gücü açığı ortaya çıkmıştır. Üstüne üstelik çocukların çalıştırılması yasaklanmış; çocukların maddi, fizyolojik ve kültürel gelişimi, sağlıklı nesiller yetişmesi için yapılması gereken her şeyin azamisi yapılmıştır.

Kadın erkek eşitliği gerçekleşti

Sınıflı toplumların tarihinde ilk kez kadınlar ve erkekler için eşitlik ilan edilmiş, eşit işe eşit ücret uygulaması gerçekleştirilmiş, kadınlara toplumsal saygınlığı iade edilmiş, ezilenlerin ezileni olan kadınların gelişimine öncelik tanınmış, kadının ekonomik bağımsızlığı güvenceye alınmış, kadınların başta üretim olmak üzere toplumsal yaşamın herdüzeyine katılmaları sağlanmıştır. Kolektif çamaşırhaneler ve yemekhaneler kurularak, çocuğun bakımı toplumsal bir görev kabul edilerek çocuk bahçeleri, kreş ağı, okul öncesi ön eğitim vb. yöntemlerle kadınların yaşamı kolaylaştırılmaya, toplumsal yaşama özgürce katılmaları için koşullar geliştirilmeye çalışılmıştır. Fiili eşitsizlikleri yok etmeye öncelik tanınmıştır. Çarlık Rusya’sın da bir hiç sayılan emekçi kadın, 1917 Şubat Devrimi’nin patlak vermesine yol açan ilk gösteriyi örgütleyen işçi ve emekçi kadınlar, Ekim Devrimi ve sosyalizm sayesinde ekonomik bağımsızlığını kazanarak kültürlü ve saygın bir insan haline gelmiştir.

Çocuklara ve kadınlara hak ettiği değeri veren Ekim Devrimi, sosyalizm sayesinde SSCB sosyalist kaldığı müddetçe, SSCB halkları işsizlik nedir bilmemiştir. Günlük çalışma süresi, Ekim Devrimi’nin hemen ardından 8 saat olarak ilan edilip uygulanmıştır. Ekim Devrimi’nin 10. yıl dönümünde ise, iş günü 8 saatten 7 saate düşürülmüştür. Yer altı ve gece işlerinde, sağlığa zarar veren işlerde, kafa emeği işlerinde çalışanlar ve gençler (16-18 yaş) için ise iş günü 6 saatle sınırlandırılmıştır. Haftalık çalışma süresi 6 günle sınırlandırılmıştır. Mesleki eğitim parasız hale getirilmiştir. Tüm bu uygulamalar, bu koşullar ve uygulamalar kapitalist dünyada mumla aransa bile bulunmayan türden olanaklardı. Temel üretim araçlarının kamu mülkiyeti haline getirildiği; üretimin sadece ve sadece insan için, toplumun gereksinimleri için yapıldığı planlı bir ekonomide, sosyalist bir ekonomi ve toplumda, işsizliğin ortadan kaldırılması, çocukların bakımının toplumsal bir yükümlülük olarak ele alınması, kadınların erkeklerle tam eşit haklara sahip ve toplumun saygın bir üyesi olması, eşyanın doğası gereğidir. Ekim Devrimi’nin açtığı yolda yürüyen tüm halkların ve işçi sınıfının tarihi buna kanıttır. Oysa, işsizliğin olmadığı, kadınların ve çocukların horlanıp sömürülmediği bir kapitalizm ve emperyalizme ne tarih, ne bireyler, ne de uluslar asla tanık olmamışlardır ve olamayacaklardır.

Evet, kapitalizm, sürekli-kitlesel işsizliği, işsizliğin ana biçimi düzeyine çıkarmayı başarmıştır! İşsizliğin ne feci ve yıkıcı bir olgu olduğunu işçilere, emekçilere anlatma komikliğine düşmeyeceğiz. Ama yoksulluk da işsizliğin ikiz kardeşidir. Dünyaya bakınız, orda işçi sınıfının mutlak ve nispi olarak yaşam koşullarının kötüleştiğini göreceksiniz. Bugün bizlere, biz işçilere ve emekçilere refah dolu, eşit, barışçıl ve özgür bir “Yeni Dünya Düzeni”, “Küreselleşme”, “serbest piyasa ekonomisi”, “liberal özgürlükler”, “sivil toplum” vadeden burjuva devletler, ÇUŞ’lar, emperyalizmin her türden aşağılık sözcüleri, diplomalı uşakları, dönek kalemşörleri, el birliğiyle emek dünyasına kölece boyun eğişi ve teslimiyetçiliği dayatıyorlar. Kader diyerek sorgulamadan, baş kaldırmadan sahip çıkmamız istenen kapitalist ve sömürgeci boyunduruk dünyasının şu gerçeklerine bir bakın: Dünyanın en zengin üç kişisinin servetinin değeri, 48 ülkenin GSYH’sına (gayri safi yurt içi hasıla) eşittir. Dünyanın en zengin 225 kişisinin serveti, 2,5 milyar yoksul insanının toplam gelirine eşittir. Dünya nüfusunun yansı (3 milyar kişi) günde 2 doların altında bir gelire sahip. 1,5 milyar kişinin günlük geliri 1 dolar. Dünya üretiminin yüzde 80’e yakınını emperyalist ülkeler gerçekleştiriyor. Bu gerçeğin tam zıt kutbunda ise, yüzyıllarca emperyalistlerin yağmasına maruz kalan kara kıta Afrika, tümüyle dışlanmış ve açlığa, salgın hastalıklara, çocuk yaşta ölümlere mahkum edilmiştir.

Dünya nüfusunun yüzde 15’ni barındıran gelişmiş kapitalist ülkeler, dünya gelirinin yüzde 85’ine el koyuyor. Dünya nüfusunun yüzde 85’ni barındıran emperyalizme bağımlı ülkelerin payına düşen toplam gelir ise, sadece ve sadece yüzde 15’tir. Son 30 yılda dünyanın en zengin yüzde 20’lik kesimi ile en yoksul yüzde 20’lik kesimi arasındaki fark, 1960 yılında 1’e 30 iken, bugün bu açı farkı daha keskin biçimde açılarak 1’e 82 düzeyine sıçramıştır.

Emperyalist dünyanın gerçeklerinin sadece, evet sadece küçük bir parçasını yansıtan yukarıdaki veriler; boyun eğin dedikleri, kutsayın dedikleri, kader diyerek teslim olmamızı önerdikleri “küresel, serbest piyasacı, refah ve özgürlük, eşitlik” dolu olduğu söylenen sermaye dünyasının sefil ve rezil gerçekleridir.

Böyle bir dünyanın kutsanacak bir dünya olmadığı ve Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan ikircimsiz yürüyerek, uluslararası proleter devrim yoluyla yıkılması gereken bir dünya olduğu herhalde yeterince açık olsa gerek.

Emekçi insanlık parasız ve gelişkin sağlık ve eğitimi elde etti

Örneğin eğitim ve sağlık gibi, emeklilik güvencesi gibi vb. doğal insani gereksinimler, kapitalist devlet ve emperyalist tekeller tarafından karşılanmaz. Çünkü bu durumda kârlarından biraz fedakarlık yapmaları gerekecektir. Örneğin, Batı Avrupa’da 50 milyon insan yoksulluk sınırının alında yaşıyor. Örneğin, ABD’de 45 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Örneğin, Türkiye’de 30 milyon insan yoksulluk sınırının altında, 10 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. ABD’de 40 milyon insan temel sağlık hizmetlerinden tümüyle mahrum olarak yaşıyor. 1,5 milyar insan sağlıklı içme ve kullanma suyundan mahrum, fier yıl açlıktan 30 milyon insan ölüyor. 800 milyon insan kronik açlık çekiyor. Emperyalist dünya sistemi yılda 1 trilyon dolar silahlanmaya harcıyor. Bu paranın 400 milyar dolalı tek başına ABD tarafından harcanıyor. Oysa dünyada açlık ve temel sağlık sorunlarının asgari düzeyde çözümü için gereken para, sadece ve sadece 13 milyar dolardır. Halbuki, sadece AB ülkelerinde parfüm için yılda harcanan para miktarı 13 milyar dolardır.

Yani kapitalist dünya sistemi, uluslararası tekeller bırakın işçi sınıfının ve halkların temel gereksinimlerini, acil sorunlarını bile çözmekten yoksundur. Çünkü kapitalizm için tek ölçü azami kârdır, gözü doymak bilmeyen azami kâr hırsının tatmin edilmesidir. Bugün dünyamızın yoksulları açık açık gözden çıkarılmıştır. Üretim, dünyanın zengin yüzde 20’lik kesimi için yapılıyor. Kapitalizm, yaşamayı, dünya nüfusunun yüzde 80’lik kesimi için lüks görüyor. Soyup soğana çevirdikleri koca Afrika Kitası bundan dolayı gözden çıkarılmıştır. Uzak Asya’yı vuran tsunami, New-Orleans’ı vuran “Katrina” kasırgası, Güney Asya’da özellikle Pakistan’ı yıkan deprem deneylerinden de görülebileceği gibi, yoksullar ölmeyi hak eden gereksiz nüfus olarak görülüyor.

Oysa en aşağılık yalanlarla, kara çalmalarla gözden düşürmeye çalıştıkları ve emekçi insanlığın ve işçilerin hafızasından silmek istedikleri Büyük Ekim Devrimi ve Ekim Devrimi’nin yolunda ilerleyen sosyalist ülkelerde sağlık hizmeti parasızdı. Eğitim-öğretim parasızdı. İnsanların açlık çekmelerine son verilmişti. Yoksulluk ortadan kaldırılmıştı. Sağlıklı ve kültürlü nesiller yetiştiriliyordu. İnsanlar birkaç mesleki dalda uzmanlaşabiliyordu. Parasız olarak yeni meslekler öğrenmeye, yeteneklerini de geliştirmeye devam edebiliyordu. Herhangi bir gelecek kaygısı yoktu. Yaşlılar saygın bir yere sahipti. Her türden sosyal güvenceler mevcuttu. Yeni nesiller bilimle, kültürle, yaratıcılıkla yetişiyordu. Konut sorunu yoktu. Konut ücretleri sudan ucuzdu. Konut kirası; elektrik, su, hava gazı kullanımı da dahil, işçilerin toplam ücretinin sadece ve sadece %45’ine tekabül ediyordu.Yaşam tarzları sürekli iyileşiyor, yaşam kalitesi yükseliyordu. Biri aç yatarken birisi tok değildi. Hepsinin midesi toktu. Herkese iş vardı. İnsanların hem karınları, hem de yürekleri/gönülleri toktu. İnsanlar birbirlerini seviyor ve saygı duyuyorlardı. Karşılıksız ve kardeşçe dayanışma içerisinde yaşıyorlardı. İnsanlar mutluydu.

Peki, böyle bir dünya kurmak için, kapitalizmi ve her türlü sömürü düzenini yıkmak için savaşmaktan daha güzel bir kavga ve yaşam tarzı olabilir mi? Biz işçiler ve emekçiler Ekim Devrimi’nin yolunda yürümek dururken neden sömürü, zulüm ve adaletsizlik üzerine kurulu bir dünyaya boyun eğelim ki?!..

Küçük mülk sahibi emekçiler de kurtuluşa kavuştu

Ekim Devrimi’ne, sosyalizm tarihine ve sosyalist deneylere azgınca saldıranlara ve “küresel yeni dünya düzenine” teslim olmamızı öneren tüm sınıf düşmanlarımıza inanacak olursak, SSCB’de ve diğer sosyalist ülkelerde köylülük ezilmiş, milyonlar halinde katledilmiş, malına-mülküne el konulmuş vb. Aslında sosyalizme mal ettikleri bu kötülükler, tam da kendi işledikleri suçlar ve cinayetlerdir.

Sınıf düşmanlarımız, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, bir yandan kendi baskı, zulüm, soykırım, küçük mülk sahiplerinin mülkine el koyarak yıkıma uğratma, açlığın ve işsizliğin girdabına atma suçunu işlerken; öte yandan da kent ve kırın küçük mülk sahibi emekçilerine insani bir düzen ve yaşam sağlayan sosyalizmi ve işçi sınıfını, komünistleri suçlayarak bir taşla iki kuş birden vurmak istiyorlar. Tüm kapitalizmin tarihine bakın, orda kent ve kırın küçük mülk sahibi emekçilerine yaşamı zehir eden kapitalizm ve emperyalizm olmuştur. Yüz milyonlarca küçük mülk sahibi emekçi daima yoksullaşmış, sömürülmüş, iflasa itilmiş, cehaletin kucağına atılmış ve hep ezik yaşamıştır. Çünkü kapitalist sistemde, büyük ölçekli mülkiyet, eşyanın tabiatı gereği, hep küçük mülkiyeti yutmuştur. Kapitalist tekeller ve burjuva devlet, emekçi köylünün, küçük üreticinin malını sudan ucuza el koymuştur. Ağır vergilerle, pahalı tarımsal girdilerle onları sürekli yoksullaştırmıştır. Küçük üretici iki yakasını bir türlü bir araya getirememiştir. Bugün uluslararası tarım tekelleri dünya tarımını yağmalıyor.

Dünya tarımı ÇUŞ’lann azami kar gereksinimine uygun bir tarzda yeniden örgütleniyor. IMF, DB, WTO gibi emperyalist kurumlar tarıma ve küçük üreticinin alınterine ve ürünlerine ipotek koymuş durumda. Bankalar, tefeci kurumlar, tüccarlar, tekeller emekçi köylünün ve küçük üreticinin gözünün yaşına bakmıyor. Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi, on binlerce köylü tek kurtuluş yolunu intihar etmekte buluyor. işte kapitalist emperyalizm emekçi köylüleri, küçük zanaatkarları bu duruma düşürmüştür. Komünistleri, küçük mülk sahiplerinin özel mülkiyetine zorla el koymakla suçlayan emperyalizm ve tekeller, bilakis kendi elleriyle küçük ve orta çaplı özel mülkiyeti ortadan kaldırarak, mülküne ve ürünlerine zorbaca el koyarak yok ediyorlar. Emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülkelere bu yok edici politikaları dayatan, gümrük duvarlarım kaldırtan, devletin küçük üreticilere ve emekçi köylülere kısmen sunduğu sübvansiyonlara son vermeyi dayatan ve bu ülkelerin tarımında hangi tür bitki vb. çeşitlerinin hangi miktarda yetiştirileceğini kararlaştıran emperyalist devletler, IMF vb. kurumlar; öte yandan da kendi ülkelerinin tarımına devlet desteğini, sübvansiyonları en üst düzeye çıkararak kolayca sunmakta, geri ülkelerin tarımsal ürünlerinin kendi ülkelerinin pazarına girişine karşı kotalar koymakta, gümrük duvarlarını yükseltmektedirler. Açık ki, emperyalist devletler, ÇUŞ’lar kendi tarımını en ileri teknolojiyle donatır ve üretkenliği alabildiğince yükseltirken, kendi tarımlarım korur ve pazar alanlarını geliştirirken, öte yandan da emperyalizme bağımlı tüm ülkelerdeki yerli tarımı, geleneksel çiftçiliği acımasızca yıkmaktadırlar. Bu ülkelerin tarımını kendi emperyalist çıkarları temelinde örgütlemekte, bu ülkeleri tarım tekellerinin özgürce at koşturup soygun yaptıkları babalarının çiftliğine dönüştürmektedirler. Her yerde olduğu gibi, burada da emperyalizmin çifte standardını görmekteyiz.

Oysa Ekim Devrimi ve sosyalizm, bu ülkelerin emekçi köylülerine, küçük üreticilerine gerçek bir kurtuluş yolu açtı. Öncelikle toprak sahiplerinin geniş arazilerini köylülere dağıtarak toprak reformunu gerçekleştirdi. Ardından ise, sosyalizmin inşa sürecinde küçük tarımı kooperatiflerde (kolhozlarda) bir araya gelmeye teşvik etti, en ücra kırsal kesimlere kadar traktörlü tarımı yaygınlaştırdı. Çarlık döneminde kırı sarıp sarmalayan derin yoksulluğu ortadan kaldırdı. Toprak beylerinin, tefeci tüccar sermayesinin, bankaların ve kapitalist çiftlik beylerinin emekçi köylülük, küçük üreticiler üzerindeki azgın sömürüsüne ve egemenliğine son verdi. Tarımsal girdiler ucuzlatılarak, ucuz ya da karşılıksız kredilerle, devlet fonlarıyla, makinelerle, bilim ve tekniğin en son verileriyle tarımı, emekçi küçük üreticileri donattı. Kırda cehaleti ortadan kaldırdı. Rus emekçi köylülüğünü, küçük üreticilerini insanca bir yaşama, insani ve gelişkin bir kültüre, huzura ve mutluluğa kavuşturdu...

Sosyalist ülkeler ve bu ülkelerdeki proletarya diktatörlükleri, emekçi köylülüğün ve küçük üreticilerin sevgi ve desteğini kazanarak ayakta kaldılar. Çünkü onlara tüm bu kazanımları sunan, devrimci proletarya ve sosyalist sistemdi. Proletarya diktatörlüğünün devrimci terörünün hedefi olan emekçi köylü kitleleri, küçük üreticiler değildi. Aksine hedef seçilenler, binlerce yıldan beri emekçi köylüleri sömüren, açlığın, sefaletin, cehaletin kucağına iten sömürücü sınıf ve tabakalardı; toprak ağalarıydı, tefeci tüccarlardı, zengin köylüler (Kulaklar) idi. Liberal tarihçiler, Stalin’in “kulakların bir sınıf olarak ortadan kaldırılması” tarihsel eylemini yermekte birbirleriyle yarışırken, sınıfsal bakış açılarını da ortaya koymaktadırlar. Ama bunu en azından dürüstçe yapmamakta, zengin, sömürücü köylülerin arkasından ağladıkları halde, sanki tüm köylülüğe ağlıyormuş numarası yapmaktadırlar.

Emperyalistlere göre, insan, yalnızca zengin olandır. Dolayısıyla onlara göre bir avuç azınlığı oluşturan sömürücülere, zenginlere dönük uygulanan baskı ve yok etme politikaları, tüm insanlığa yönelik örgütlenen insanlık dışı (!) baskı ve terördür. Çünkü onların nezdinde emekçi insanların, işçilerin, yoksul köylülerin, küçük mülk sahibi emekçilerin, emekçi köylülerin zaten bir değeri yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Oysa sosyalist ülkelerde insan, emekçi insandır. Sömürülmeyen insandır. Her şey, onlar için, insan içindir. İnsanlığın gelişmesinin önünde çürümüş bir engel olan toplumun onda birinin üretim araçları üzerindeki mülk sahipliğinin toplumun onda dokuzunun çıkarı için ebediyen tasfiyesi, insani bir görevdir. Buna karşı emperyalist militaristlerin desteğiyle direnen bilinçli örgütlü sömürücü kesimlere proletaryanın devrimci terörünün uygulanması, kaçınılmaz ve doğaldır.

Kaldı ki sınıflı toplumların binlerce asırlık gelişme sürecinde sömürücü sınıfların döktükleri kan ve gerçekleştirdikleri kıyımlar karşısında proletaryanın önderliğinde emekçi yüz milyonların döktükleri kanın hesabı bile yapılamaz.

Teslim olmak üzereyken iki atom bombası atarak Japonya’yı yerle bir eden Amerikan emperyalizmi değil miydi? Yanı başımızda, I. Körfez Savaşından beri Irak’ta 1 milyon çocuğu açlıkla ve bombalarla yok eden emperyalist devletler değil mi? Siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz emperyalist cellatlar! Bir zamanlar “vahşileri” Hıristiyanlığa kazanarak böylece yabanileri cennet yoluna kazanma kılıfıyla, sonra, “barbar ve cahil” ülke halklarını uygarlaştırmak bahanesiyle, bugün de dünya halklarını sözde özgürleştirmek ve terörizme karşı mücadele etmek bahanesiyle, işçilerin ve halkların kanını oluk oluk akıtan, soy kırımlar yapan sizler değil miydiniz!..

Ulusların eşit, özgür, gönüllü birliğini gerçekleştirdi

Sosyalizmi yok etmek için her türlü iftiraya ve canavarlığa baş vuran emperyalizm ve gericilik, Ekim Devrimi’nin açtığı ve çizdiği yolda ilerleyerek Çarlık otokrasisinin ulusal baskı ve sömürgecilik politikalarını tasfiye eden SSCB proletaryası, ulusların ve ulusal azınlıkların enternasyonalist ve kardeşçe özgür birlikteliğini sağladı ve tüm Sovyet ulusları gönüllü birliktelik temelinde federatif bir sosyalist cumhuriyetler birliği çatısı altında birleşti. Ama emperyalist devletler, kapitalizme yedeklenmiş oportünistler, Hitler faşizmi ve yardakçıları, SSCB’nin bir uluslar hapishanesi haline getirildiğini, Büyük Rus ulusunun öteki ulusları zalimce sömürgeleştirdiğini, Bolşevik dikta rejimin soykırım yaptığı ve baskı altına aldıkları ulusları, halkları yok ettiği iftirasını ısrarla yaydılar.

Ulusal baskı ve modern sömürgeciliğin tarihi, kapitalizmin tarihi kadar eskidir.

Kapitalizm ve sonra da emperyalist kapitalizm, geri kalmış, geri bıraktırılmış ve bağımlı hale getirilmiş sömürge ve yeni sömürge ülkeleri Hıristiyanlaştırma, uygarlaştırma, özgürleştirme vb. kirli söylemiyle ağır bir sömürgeci talan, soykırım, yok etme politikalarını uygulaya gelmişlerdir. Ulusal baskı, sömürgeci köleleştirme kapitalizmin karakterinde yatar. Kapitalizm ve emperyalizm, dünyayı paylaşmış, işgal etmiştir; halkları, ulusları barbarca veya uygarlık kılıfı giydirilmiş vahşetle soyup soğana çevirmiştir ve çevirmektedir. Emperyalizm ile birlikte dünyamız bir yandan ekonomik, politik, askeri üstünlüğü elde tutan bir emperyalist devletler azınlığına ve emperyalizm tarafından sömürgeleştirilmiş, köleleştirilmiş, talan edilen bir çoğunluk devletler topluluğuna bölünmüştür. Sadece emperyalist mali köleliğin boyutunu kavramak için tek başına bağımlı ülkelerin dış borcunun 2 trilyon doları aşmış olduğunu hatırlatmak yeterli olsa gerek. Gerçek şudur ki, ulusal baskı ve değişik biçimleriyle sömürgeciliğin kaynağı emperyalizmdir. Sömürge ve yeni sömürge boyunduruğuna karşı dinmek bilmeyen ezilen ulusların ve halkların ayaklanmaları bu gerçeklerin açık kanıtıdır.

Oysa, sosyalizm, kapitalizmin devrimle tasfiyesine bağlı olarak burjuva sınıfın egemenliğine son vererek, emperyalizmin ulusal baskı ve sömürgeciliğine de son verir. SSCB’de olan şey, işte buydu. Bilinir ki, Çarlık Rusyası, bir uluslar ve halklar hapishanesiydi. Tarihte ilk kez Rusya proletaryası sömürgeciliğe, ulusal baskı politikasına son verdi. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kayıtsız ve şartsız tanıdı. Ulusların ve dillerin eşitliği ilan edildi. Rus Ulusu’nun egemen ve ayrıcalıklı bir ulus olmasına ve Rusça dilinin resmi dil olmasına son verildi. Her ulus, kendi dilini özgürce kullandı ve geliştirdi. “Çarlık Rusya’sında halkın dörtte üçü okuma-yazma bilmiyordu. Rus olmayan halklar arasında okuma bilenlere az rastlanıyordu. 40’dan fazla milliyetin yazısı yoktu, alfabesi de yoktu.” (SSCB Toplum ve Devlet Düzeni-1917-1947, Karpinski, s.91)

Sosyalizm sayesinde herkes okuma-yazma öğrendi. Tüm ulus ve ulusal topluluklar kendi kültürünü özgürce kullandı ve geliştirdi. Herkes kendi ana dilinde eğitimini yaptı, kültürünü geliştirdi. Her türlü burjuva milliyetçiliği ve şovenizm açık ve kesin bir tarzda mahkum edilerek yasaklandı. Her ulusun ayrılma, ayrı ulusal devletini kurma hakkı, tartışılmaz bir hak olarak ilan edildi. Çarlık rejimi döneminde ulusal baskı ve sömürgeci ilhak altında yaşayan uluslar, Ekim Devrimi’nin açtığı yolda ilerleyerek, ayrılma haklarını Rus Ulusu’yla özgürce birlikte yaşama hakkı doğrultusunda kullandı. 1917 Ekim Devrimi’nin üzerinden henüz 7 gün geçmişti ki, Sovyet Hükümeti, Lenin tarafından imzalanan “Rusya Halklarının Hakları Bildirgesi” ile tüm bu hakları da içeren bir kararname yayınlayarak yürürlüğe koydu. Sosyalist uluslar ailesi eşit, özgür bir sovyet federasyonları ağı ile cumhuriyetler birliği (SSCB) çatısı altında birleşti. Böylece SSCB, 16 ulusun oluşturduğu 16 federatif devlet, tek bir Sovyet Cumhuriyetler Birliği olarak tümüyle gönüllü ve özgürce birleşti. Yani SSCB, çok uluslu bir cumhuriyetler birliğiydi. İstendiğinde her ulusun cumhuriyetler birliğinden özgürce ayrılma hakkına sahip olduğu da bir anayasa ilkesi haline getirildi. Nitekim, örneğin Finlandiya, devrimin ardından bağımsızlığını ilan ettiğinde, Bolşevik hükümet bunu tanıdı.

SSCB’de 60 kadar ulus, ulusal topluluk yaşamaktaydı. Bu dev ülkede, Avrupa’nın yarısını ve Asya’nın üçte birini kaplayan SSCB’de, 130 ayrı dil konuşuluyordu. SSCB, Birlik Cumhuriyetleri, Otonom Cumhuriyetler, Otonom Bölge, Ulusal Bölge biçimleri çerçevesinde ulusal sorunu çözdü. Her federasyon (birlik cumhuriyeti) nüfusundan ve toprak büyüklüğünden bağımsız olarak 25 delegeyle, her otonom cumhuriyet 11, her otonom bölge 5 ve her ulusal bölge 1 delege ile SSCB Milliyetler Sovyeti’nde eşit bir şekilde temsil edildi. Ulusal kültürünü ve dilini unutmuş ve sayısı 10 bini geçmeyen toplulukların bile ulusal gelişimi güvence altına alındı. Unutulmuş, yok edilmiş ulusal kültürleri gün ışığına çıkarıldı ve geliştirildi. Biçimde ulusal, özünde enternasyonalist, sosyalist ve halkçı olan bir kültür, SSCB halklarının ortak kültürü oldu. Böylece tarih, Ekim Devrimi sayesinde, ulusal sorunun sosyalistçe çözümüne tanık oldu. Zaten burjuvazi, ulusal sorunun çözümünde iflas etmişti.

En güçlü federe sovyet cumhuriyeti olan Rusya Federasyonu, herhangi bir karşılık beklemeksizin, daha geri Sovyet cumhuriyetlerine yardım etti. Tarihten kalan uluslar arasındaki eşitsizlikleri yenmek için SSCB, planlı ekonomik kalkınmada özel bir özen gösterdi. Karşılıklı yardım ve karşılık beklemeksizin kardeşçe işbirliği; sosyalist uluslar ailesinin temellerini alabildiğine sağlamlaştırdı.

Ama bir de Lenin ve Stalin’in sosyalist SSCB’sine ihanet ettikten sonra, kapitalizmi yeni bir yoldan kurduktan sonra, SSCB’de ulusal baskı politikasını yeniden kuran Kruşçevlerin, Brejnevlerin, Çerenkoların, Andropovların, Gorbaçovların 1989-91 yıllarında dağılan sosyal emperyalist kampın içerisine yuvarlandığı duruma bakın; ulusal baskı, sömürgeci zulüm, bitmek bilmeyen ulusal çatışmalar, fanatik ulusal boğazlaşmalar, ulusal parçalanmalar ve Batı Avrupalı emperyalistlerin, Amerikan emperyalizminin pençesine düşerek yutulmalardan başka bir şey göremezsiniz.

İşçilerin, emekçilerin demokrasisi

Burjuvazi, “proletarya diktatörlüğü ‘totaliter’, ‘halkı üzerinde baskı’ rejimidir” yalanıyla dünya halklarını aldatmayı sürdürdü, sürdürüyor.

Oysa, proletarya diktatörlüğü, toplumun küçük bir azınlığını oluşturan sömürücü sınıflar üzerinde diktatörlük; ama büyük çoğunluğu oluşturan işçi ve emekçiler, ezilen uluslar için en geniş demokrasidir.

Burjuva parlamentarizmi, yalnızca zenginlerin hangi kesiminin halkı yöneteceğinin belirlendiği göstermelik, ikiyüzlü ve durağan bir temsiliyete dayanırken, proletarya demokrasisi bunun tersiydi. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi-emekçilerin temsilcilerinin doğrudan iktidarıydı. Halkın beğenmediği temsilcilerini her an geri alma hakkına sahip olduğu hareketli temsiliyete dayanıyordu. Paris Komünü’nün tarihte ilk kez ortaya çıkardığı bu devlet biçimi, sosyalist SB’de sovyetler biçiminde (sovyet, konsey kelimesinin Rusça’sıdır) diğer sosyalist ülkelerde de halk demokrasisi biçiminde uygulandı.

Burjuva demagogların lafını çok ettikleri ama gerçekleştirmekten hep kaçtıkları “siyasi yönetimde adem-i merkeziyetçilik”, “yerel demokrasi”, yalnızca sosyalizmde gerçekleşti. Üretim yerlerinden ilçe ve illere değin, halk tarafından seçilen yerel sovyetler, yerel siyasi yönetim yetkilerini üstlendiler. Oysa kapitalist rejimlerde halk tarafından seçilen belediyeler yalnızca hizmet yetkisiyle sınırlandırılmış, yerel siyasi yönetimi burjuva hükümetlerce atanan vali ve kaymakamlar elinde tutmuştur. Valilerin seçimle geldiği az sayıdaki ülkede ise, tek kişinin yerel yönetimi vardır ve ancak büyük mali olanakları olanlar, burjuvalar seçime girebilir.

Ekim Devrimi kadınlara tam seçme ve seçilme hakkı tanıdığında, bu hak kapitalist ülkelerin en ilerisinde bile yoktu.

Burjuva parlamentarizmi gençliğe de seçilme hakkı, yönetime katılma hakkı vermez, genellikle 30 yaşın altındakilerin seçilme hakkı yoktur. Oysa, proletarya demokrasisi 21 ve 23 yaşma gelmiş gençlere Birlik Meclisi ve Yüksek Sovyet Meclisine seçilebilme hakkını daha yüzyılın başlarında gerçekleştirmişti.

Burjuva parlamentarizminin göstermelik seçimine dayanan diktatörlüğü mü; proletarya diktatörlüğünün işçi, emekçilerin -gençleri kapsayan binlerce temsilcisini yönetmeye yeniden yeniden seçerek, geri alabilme yetkilerini koruyarak yönetmeyi öğrendiği, yönettiği proletarya demokrasisi mi? Elbette işçi ve emekçi sınıfların çıkarına olan ikincisidir! Burjuva diktatörlüğünün incir yaprağı olan parlamentarizm karşısında, proletarya demokrasisi; işçilerin, emekçilerin demokrasisi bin kez daha demokratiktir, işçi-emekçi sınıfların tek ve gerçek demokrasisidir.

Ekim Devriminin düşmanlarının tüm unutturma ve çarpıtma sistemli çabalarına karşın, emekçi insanlık ailesi, Ekim Devriminin, Sovyet işçilerinin, sosyalizmin ulusal soruna getirdiği devrimci çözümün değerini ilerde daha iyi anlayacak ve bayraklaştıracak ve daha zengin çözümlerle sosyalizme yürüyeceklerdir.

Sorun basit ve açık olarak şudur: Dünya işçileri ve sömürülen halklar, dünyayı I. ve II. emperyalist genel paylaşım savaşları yoluyla, yerel ve bölgesel gerici savaşlar yoluyla kan ve ateşe boğan kapitalist dünyayı mı izleyecekler, yoksa; Ekim Devrimi’nin açtı yolda mı ilerleyecekler...

Dünyayı 1 milyar işsizle dolduran kapitalizmin yolunda mı yürüyecekler, yoksa; işsizliği ortadan kaldıran ve sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe son veren Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmin yolunda mı yürüyecekler...

Dünyayı 500 ÇUŞ’a teslim eden kapitalizmin yolunda mı yürüyecekler, yoksa; Ekim Devrimi’nin açtığı işçi sınıfının ve emekçilerin hem ürettiği, hem de yönettiği insani sosyalist dünyanın yolunda mı yürüyecekler...

Tek amacı azami kâr olan kapitalist emperyalizmin yolunda köleliğe razı mı olacaklar, yoksa; üretimin emekçi kitlelerin maddi ve manevi gereksinimlerini en üst düzeyde doyurmak için yapıldığı sosyalizmin ve Ekim Devrimi’nin yolunda mı yürüyecekler!

Ekim Devrimi ve sosyalizm insanlığın geleceğidir; işçi sınıfının ve emek dünyasının biricik kurtuluş yoludur. Enternasyonal proletarya ve emek dünyası, insanlığa barbarlık içinde yok oluşu dayatan kapitalist emperyalizmi yıkacaktır. Kapitalist özel mülkiyet, rekabet, aşın bireycilik ve aşın kâr üzerine kurulu kapitalist dünyanın hükümranlığının temelleri bir kez Şanlı Ekim Devrimi’yle ve kurulan sosyalist dünyanın öldürücü darbeleriyle köklerine dek sarsılmıştır. Son 25 yılın geçici olması kaçınılmaz olan ve bugünden yırtılmaya başlamış olan karanlığı ve tümüyle geçici olan yenilgilerimiz, kimseyi aldatmasın. 21. yüzyıl, devrimler yüzyılı, sosyalizmin yüzyılı olacaktır. Ve Ekim’in bayrağı bir kez daha, ama bu kez daha deneyimli ve kuşanmış olarak ve daha yükseklere çekilmiş olarak kapitalizmin burçlarına dikilerek dalgalandırılacaktır.

Kapitalist emperyalizmin yarattığı yıkım ve vahşet öyle bir keskinleşmiştir ki, gerek emperyalistlerle yeni sömürgeler arasında olsun, gerekse de her bir ülkenin sömüren ve sömürülenleri arasındaki sınıf farkı açısından olsun açı o kadar keskin açılmıştır ki, dünya emperyalizminin ve gericiliğin temellerine o kadar çok barut fıçıları ve dinamit lokumları yığılmıştır ki, bu durum, kaçınılmaz olarak, 21. yüzyılın mücadelelerinin 20. yüzyıldan hayal edilmeyecek denli derin, sert, kapsamlı ve enternasyonal nitelikte patlak verip zafere doğru koşar adım gidilmesini koşullamıştır. Bugün proletarya ve halkların, komünist ve devrimci-demokrat öncülerinin yaşadığı devasa sancı, işte bu yüzdendir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi