“Kadın Psikolojisi” Yazısı Üzerine Eleştirel Düşünceler

Bugüne kadar yeterince dokunulmamış bir konuya giriş niteliğindeki bu yazı (Kadın Psikolojisi) cesur bir girişim olmakla birlikte, birçok açıdan önemli yanlışlar içermektedir. Bu yanlışlara değinmeye çalışacağız.

“Tarihe baktığımızda bu önemli gelişmenin erkeğe dayandığını görürüz. Üretim araçlarının keşfini gerçekleştiren erkek, bu rolünün kaynağını, ilkel dönemlerdeki iş bölümünden alıyordu. Toplumsal iş bölümünde kadının soyun üretimine ve “toplayıcılık” olarak tanımlanan topraktan besin elde etme rolüne karşı, erkeğin avcılıkta somutlaşan dışa dönük ve daha aktif rolü, onun toplumsal alandaki rolünü de yönlendirdi. Doğa ve yaşamla daha aktif, sınırlan geniş bir etkileşim içerisindeki erkeğin bu pozisyonu, düşüncesi ve yaratıcılığına da itilim kazandırarak, onu üretim araçlarının kaşifi haline getirdi. Tabii ki bunu, üretilen araçların erkek tarafından sahiplenilmesi izledi.”

Bu bölüm de yapılan tespitler bilimsel gerçeklere uygun değildir. Bu güne kadar yapılan bütün araştırmalar göstermiştir ki, ilkel komünal toplumun ilk evresinde üretim araçlarını keşfeden ve geliştiren daha çok kadın cinsi olmuştur. Kadın hem soyun üretiminin, hem de geçim araçları üretiminin merkezinde duruyordu. Çünkü o dönem temel üretkenlik biçimi toplayıcılıktı ve bu da kadınlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Erkekler av peşinde koşuyordu. Ama av topluluğun geçimini sağlamaya yetmiyordu. Kadının erkeklerden daha çok itibar görmesinin nedeni yalnızca soyun üretiminin merkezinde durması değil, aynı zamanda geçim araçları üretmenin de esasen kadınlar tarafından gerçekleştiriliyor olmasındandı. Bu toplayıcılık nedeniyledir ki, insanlık tarihinin ilk teknik araçları kadın tarafından keşfedilmiştir. Fazla yiyeceklerin kurutulması ve depolanması, bu işlemler için araçlar yapılması, çömlekçilik de dahil ilk tarımsal teknikler kadının eseridir. Bu dönemde erkeğin daha aktif olduğu kesinkes ileri sürülemez. Yönlendirici, aktif ve etkin olan kadındı.

Erkeğin bu rolü daha sonra kadından devralmasının nedeni, onun “doğayla ve yaşamla daha ektin, sınırları geniş bir ektileşim içinde olması” değil, karasabanın bulunması ile birlikte fazla üretimin ortaya çıkması ve bu aleti kullanma ve fazla üretimi takas etme görevinin erkeğe ait olmasıdır. Karasabanla birlikte klandan uzak tutulan ve toplumsal görevi minimum olan erkek klan’da rol üstlendi ve giderek klanın egemenliğini ele geçirdi. Henüz hayvanlar üretim aracı olarak kullanılmadığından, erkek aynı zamanda bir üretim aracı olarak karasabana koşuldu. Çünkü kadın sürekli hamile idi ve yiyecek maddesi yapımı, eğitim ve diğer toplumsal hizmetler onun görev alanına giriyordu. Erkek ise, av peşinde boş zaman tüketeceğine karasabana koşulabilirdi. Ama yine de erkeği asıl öne çıkaran bu değildi. Yukarıda da belirtildiği gibi, önemsiz görülen basit ve angarya işleri ile fazla ürünün takas görevinin erkeğe düşmesi, erkek cinsin kaderini kökünden değiştirdi. Ürün fazlalaştıkça ve takas arttıkça, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet doğdu. Tam da bu evrime paralel olarak kadın, özel mülkiyetten yoksun olması nedeniyle giderek erkeğin özel mülkü haline geldi.

“Ta ilkel komünal toplumun sonlarından itibaren, aşama aşama hayattaki rolü gerileyen kadın, bütün olay ve olgulara dar bir pencereden bakar hale gelmiş, yaşamındaki daralma, düşüncesinde de kaçınılmaz bir daralma yaratmıştır. Bu nedenledir ki kadın düşüncesi, genel değerlendirmeler yapıp genel sonuçlar çıkarmak söz konusu olduğunda, çoğu durumda çaresiz ve yetersiz kalır. Hatta yaşam ve etkinlik alanı oldukça genişlemiş, “çağdaş” yaşamın dinamik kadınlan dahi, sayısız fikrin, durumun, olgunun ve muhakeme etmesi gereken nesnel gelişmenin karşısında ya afallar ya da bu anlaşılmaz ve boğucu çeşitlilikten hızla uzaklaşıp kendisine daha dar, sade, kolay anlaşılır ve yönetilir bir yaşam parçası bulur. Yüz yıllar boyunca kadının düşünmemeye kodlanmışlığı adeta toplumsal bir gen haline gelmiş, artık evinin dışına çıkmaya başladığı günümüz koşullarında dahi yakasını bırakmayan bir kadınlık gerçeği olarak kalmaya devam etmiştir”

“...yaşamındaki daralma (kadın) düşüncesinde de kaçınılmaz bir daralma yaratmıştır.” O halde tersi de doğrudur. Yani yaşamı genişledikçe, kadın dış dünyaya açıldıkça düşüncesi de kaçınılmaz olarak genişler. Ama yazı yanlış, hem de çok yanlış bir sonuca ulaşıyor. Kadının yaşam ve etkinlik alanı genişlemiş olmasına karşın onun “düşünmemeye kodlanmışlığı” onu engeller ve hatta bu kodlanmışlık, onda bir “toplumsal gen” haline dönüşür.

Hemen belirtmek gerekir “toplumsal gen” diye bir şey yoktur. Çünkü insanların düşüncelerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır. O varlık biçimindeki her gelişme, düşünce dünyasında yansımasını bulur. “Gen”, nihayetinde biyolojik bir kavramdır. Canlıdan canlıya doğal yollardan geçer. Oysa insandan insana geçen bir “toplumsal gen”den söz edilemez. Bir işçiye piyango vurup zenginleştiğinde pekala bir burjuva haline gelir, o ve ailesi bir burjuva gibi davranmaya ve düşünmeye başlar. Tersi de doğrudur. Bir işçinin burjuvalaşması ya da iflas eden bir burjuvanın işçileşmesi onların düşünce yapılarında tam da bu duruma uygun değişikliklere yol açar. Hiç kimse onların eski pozisyonlarından kalma “toplumsal gen”leri yeni duruma intikal ettiklerini ileri süremez1. Kadınlar için de durum farklı değildir. Yeni şartlar yeni düşünme tarzı yaratır. Aksi bir yaklaşım bütünüyle idealist bir sapmadır. Çünkü bizi, maddenin bilinci değil, bilincin maddeyi belirlediği idealist teze götürür.

Kadın -dişi anlamda biyolojik bir kavramdır. Kadınlık kavramı ise tamamen toplumsal bir içerik taşır. Kadının “dar, sade, kolay anlaşılır ve yönetilir bir yaşam” arayışı onun cins olarak kadınlığından değil, toplumsal olarak ikinci cins haline getirilmesindendir. Doğaldır ki, toplumsal ilişkilerin değişimine paralel olarak kadının toplumsal yaşam içindeki konumu da değişir. Aksi takdirde feodal dönem kadını ile burjuva kadını, köy kadını ile şehir kadını arasında hiçbir fark kalmazdı. Evinden dışarı adım atamayan kadın ile okula giden, günün büyük bölümünü dışarıda üretim faaliyetinde geçiren, sanatla uğraşan, ticaret yapan kadın aynı olabilir mi? Her iki kadın arasında muazzam fark vardır.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki, “kadın doğulmaz, kadın olunur.”

“Diğer yandan büyük bir kısmı hala hipotez aşamasında olsa da, kadının uzun toplumsal-sınıfsal ezilmişliğinin, onun beyinsel kapasitesini kullanmasında da ciddi gelişim bozuklukları yarattığı tespiti dikkate alınması gereken bir noktadır. Uzun aleyhte işleyen süreç, kadının fiziksel gücünden tutalım da, el becerileri ve tekniğe hakimiyetine kadar, bir çok yönünü aşındırmıştır ya da değişime uğratmıştır. Örneğin, son yıllarda bilim çevrelerinde sıkça tartışılan, kadın beyninin, duygulan yöneten sol lobunun daha gelişkin olmasına rağmen, mantığı yöneten sağ lobunun daha az geliştiği tezi, kadınla erkek arasındaki biyolojik farkın ötesinde, esas olarak, toplumsal alanın farklı kategorilerinde şekillenmiş olmalarına dayanır. Her ne kadar, burjuva bilimsel kaynaklar, bunun kadınla erkek arasındaki ezeli bir biyolojik fark olduğuna işaret etseler de, bilimsel sosyalizmin bakış açısına göre, yaşadığı koşullara dayalı olarak gelişen beynin, kadın gerçeğindeki yansımasıdır bu durum.”

Yazı kendi kendini öylesine karanlık labirentlere sokuyor ki, bir çıkış yolu bulamıyor ve yanlışta derinleşiyor.

“Yaşadığı koşullara dayalı olarak gelişen beyin”, bu yeterince açık ve bilimsel bir görüş değildir.

Biyolojik evrimle toplumsal evrim aynılaştırılamaz. Bir canlının biyolojik olarak beyni doğa tarafından belirlenir. Düşünme ve beyni kullanma yeteneği ise toplumsal ilişkiler tarafından.

İnsan beyninin bugünkü hale gelmesinde temel etmen iki ayak üzerinde durması ve eli kullanma becerisidir. Elin kullanılması dilin kullanılmasına yol açmıştır. Her ikisi birden, insan emeğinin doğanın değişim sürecine bilinçli katılmasının ön koşulu olmuştur.

Her canlı türü belirli bir doğa tarafından belirlenir. O doğa koşulu değişmedikçe, türde de değişiklik olmaz. İnsan da bir canlı olarak belirli doğa koşullarının ürünüdür. Kadın ve erkeğin fiziki ve buna bağlı olarak beyinsel yapılarındaki fark da tamamen bu doğa koşullarının ürünü olarak en başta neyse odur.

Toplumsal koşullar beynin büyüyüp küçülmesine yol açmaz, beyinin biyolojik farklılaşmasına neden olmaz. Yani ilkel toplumda insan beyni neyse bugün de odur. Tıpkı kolun, bacağın ya da başka bir organın neyse o olması gibi. Fakat insan beyninin diğer organlardan çok önemli bir farkı var. O, sağlıklı her insan için doğuştan aynı potansiyele sahiptir. Ama, o potansiyeli kullanmak tamamen toplumsal ilişkiler tarafından belirlenmektedir. Bir köylü ile bir şehirli insanın beyin kapasitesi tamamen aynıdır. Buna karşı bir köylünün beyni kullanma kapasitesi ile bir şehirlinin aynı değildir. Doğayla ve toplumla kurulan ilişkiler karmaşıklaştıkça bu kapasiteyi kullanma yeteneği de artar. Bu nedenledir ki, bir köylü çocuğu şehre geldiğinde bir şehirli çocuk gibi beynini kullanmayı öğrenir.

Kadın ve erkek beyinleri arasındaki kullanım farkının nedeni de aynıdır. İlkel komünal dönemde kadınlar her bakımdan daha becerikli, tekniğe daha yatkın ve düşünme kapasiteleri daha gelişkindi. Bu onların beyinlerinin biyolojik gelişmişliğinden değil, doğayla ilişkilerinde erkekten daha önde olmalarından kaynaklıydı. Sonraki dönemde durum tersine döndü. Erkek doğayı dönüştürme sürecinin odağına yerleşti. Bunun sonucudur ki, erkeğin beyni kullanma yeteneği daha gelişkin oldu. Bu gelişkinlik ya da gerilik hiçbir biçimde bir “gen”e dönüşmez. Bir kız çocuğu ile bir erkek çocuğu arasında doğuştan beyini kullanma yeteneği bakımından hiçbir fark yoktur. Beyni kullanma yeteneğindeki farklılıklar sonradan oluşur ve bütünüyle toplumsal ilişkilerin ürünüdür.

Kız çocukları ile erkek çocukları arasında beynin kullanım yetenekleri bakımından bir fark ileri sürülebilir mi? 7 yaşına kadar kız çocuklarının daha az karmaşık ve daha basit, fazla düşünmeyi gerektirmeyen işlere yöneldiği iddia edilebilir mi?

Eşitsiz toplumsal ilişkiler kadını tek yönlü düşünmeye koşullar, ama aynı koşullar değiştiği anda bu düşünme biçimi de ortadan kalkar.

Yazı doğru bir hipotezden yanlış çıkarsama yapıyor. Kadının ezilmişliğinin onun beyinsel kapasitesini kullanmasını engellediği ne derece doğruysa, bunun beynin biyolojik yapısında nesilden nesile aktarılan gensel sonuçlar yarattığı o denli yanlıştır.

Kadının ikinci cins haline getirilmesinden bugüne her sömürücü toplumun düşünürleri, kadının bu durumuna bir “bilimsel” kılıf uydurmak istemiştir. Tıpkı köleci toplumda köleliği kutsamak için o günkü düşünürlerin köleyi insan cinsinden saymayıp, aslında onun bir tür “yan-hayvan” olduğunu ve beyinin “normal bir insan”dan farklı olduğunu iddia etmeleri gibi.

Burjuva bakış açısına göre de bugünün “normal insan”ı erkektir. Kadın ise “eksik insan”dır. Bunu sözde kanıtlamak için binlerce araştırma yaparlar. Bunun en kolay yolu da kadın beyni üzerine “araştırmaklarla onun “mantıksızlığım, zavallı “duygusal yaratık”lığmı, bunların kadın beyninin genetik yapısının doğal sonucu olduğunu ispatlamaya kalkarlar. Bu bakış açısı, toplumsal eşitsizlikleri gizlemeye yönelik düpedüz bir sahtekarlıktır. Benzeri sahtekarlıklar başka alanlarda da karşımıza çıkmıyor mu? Burjuva bilim adamlarına inanacak olursak şiddet, hırsızlık, tecavüz vb. hep insan beynindeki genlerin ürünüdür.

Yazı da aynı sahtekarlığa işaret ediyor, fakat devamında, sömürü koşullarının gerçekten de kadının beyninde kimi değişiklikler yapmış olabileceğini belirtiyor ki bu bizi, burjuva bakış açısına götürür. Çünkü kadınla erkek beyni arasında biyolojik farkı reddetmiyor, sadece, bu farkın nedenini sömürü koşullan olarak açıklıyor.

Eğer sömürü koşullan kadının beyninde değişiklikler yapsaydı, bir kölenin, bir yarı-kölenin ya da bir işçinin beyin loblarında da farklılık oluşmalıydı. Kadın üzerindeki toplumsal baskı ve kadının maruz kaldığı saldırı, sömürü ve eşitsizlik derinleştikçe kadının beyin loblarında değişimler olması gerekirdi. Bu durumda mesela, kapitalizmin en gelişkin olduğu yerdeki bir kadın beyni ile feodal hakimiyetin bütün biçimleriyle egemenliği sürdürdüğü bir yerdeki kadın beyni arasında ayrım olması gerekirdi. Ya da henüz ilkel komünal koşullarda yaşamını sürdüren bir kadın beyni ile -ki böyle kabileler henüz vardır diğer toplumsal evrelerden geçip bugünkü kapitalist ilişkiler içinde yetişen bir kadın beyni arasında fark olmalıydı. Böyle bir ayrım konamayacağı çok açık değil mi?

“Feodal sistemden sonra gelişen kapitalist sistemde kadın, yavaş yavaş evden çıkarılmaya başlanır. Temel varlık alanı yine ev ve analık olmakla birlikte, özel mülkiyet düzeninde büyüyen sermayenin, büyüyen üretici güç ihtiyacını karşılaması için fabrikalara sürülür. Bir taraftan evden adımını dışarı atması ve iktisadi üretimde bir güç haline gelmesi onu yaşamın içine daha çok çekerken, yaşam alanının genişlemesi, dünyasının genişlemesine, özgürleşmesine yol açmaz.”

Sorunu ele alıştaki yanlışlık, burada da kendini gösteriyor. Kapitalist ilkel birikim sürecinde ve sanayi devriminin ilk yıllarında bir işçi kadının temel varlık alanının ev ve analık olduğu ileri sürülemez. Kadınlar günde 14-16 saat çalıştırılır, fabrika yakınında barakalarda toplu yaşamaya zorlanırken, çocukları 5-6 yaşından itibaren işçi olarak çalıştırılırken nasıl oluyor da varlık alanı ev ve analık olmaya devam ediyor?! Tam aksine kapitalist üretim kadını “ev” den söküp alıyor, onun “ana”lığmı fabrika çarklarının arasında öğütüyor. Buna karşın, yine de çocuk bakımı ve eğitimi hala kadının omuzlarındadır. Kadın toplumsal yaşama bütün gövdesiyle çekilirken, onun eski “görev alanı” içindeki sorumlulukları toplumsallaşmamıştır. Hem kapitalist işbölümünde bir proleter, ama hem de evde koca ve çocukların bakıcısı. Emek gücü toplumsallaşırken, ev içi işler bireysel niteliğini koruyor. İşçi kadını asıl cendereye sokan da budur. Zaten bu nedenledir ki, işçi kadınlar yalnızca emek gücünün burjuva hakimiyet zincirinden kurtuluşu için mücadele etmez, bununla birlikte, ev işlerinin ve analığın toplumsallaşması için de mücadele ederler. Çünkü kadın emek gücünün kapitalist üretim ilişkileri ile toplumsallaştırılması kadın sorunun çözümü olanaklarını da yaratır. Yalnızca proleter kadınlar yoktur, bu aynı koşullar burjuva “yeni kadın”\ da sahneye çıkarır. Yazının ileri sürdüğünün tersine yaşam alanını genişlemesi, dünyasının genişlemesine yol açıyor. Kadının özgürleşme serüveni de bu genişlemenin üzerinde yükseliyor. Aksi taktirde bugünkü kadın özgürleşmesini anlamlandırmak mümkün olmazdı. Kapitalist üretime kadın emeği çekilmeseydi, kadının dünyası genişlemez, dolayısıyla özgürleşmesinin nesnel koşullan meydana gelmezdi. Bu nedenledir ki, ancak burjuva toplumla birlikte burjuva kadınlar yasal eşitlik, işçi kadınlar da, yasal eşitliği de kapsayan ama bunun ötesinde toplumsal eşitlik mücadelesi vermiştir.

“Yapılan araştırmalar, kadınların sezgisel zekasının, ayrıntıları ayırdetme özelliğinin, güzel sanatlara yatkınlığının daha güçlü olduğunu göstermesine karşın, rasyonel zeka, veriler üzerinden soyutlama-genelleme yapma, sonuç çıkarma ve coğrafi yön tayini, teknik beceri gibi yanlarının zayıf olduğunu göstermiştir... kadının beyinsel yapısı üzerine, bol bilimsel soslu çözümlemeler yapan burjuva erkek kafalar, evrim denilen şeyin ve evrimi şekillendiren maddi gerçekliğin kadın beyninde yarattığı değişimi, hatta bir değişim yaratmış olabileceğini bile tartışmazlar. Oysa ki, “homo sapiens”likten bugüne, maddi yaşam içerisinde ciddi değişimler geçiren insanın erkek hali, erk olma durumunu, kadının aleyhine, kendinin lehine işleyen bu evrim sürecinden alır...

Bugün kadın düşünce yapısının temel yanlarına baktığımızda, onun yaşamdan soyutlanmasının getirdiği bir sonuç olarak, özellikle soyutlama gücünün geri olduğunu görürüz. Düşünme, derinlikli siyasi, felsefi çözümlemeler yapma konusunda yüzeyseldir. Eğitim görmüş olanlarda da genellikle ezbercilik öne çıkar. Derinlik ve çok yönlü kavrayış gerektiren konularda yetersizdir ve bu tür durumlarda bir yoğunlaşma sorunu yaşar.

Evi ya da en fazlasından işle ev arasındaki o sıkışık yaşam alanı içerisinde gidip gelirken daha çok kendine döner. Yaşamı çözümlemesine ve onunla dövüşüp yönetmesine yetecek bilgiden ve veriden yoksundur.

Duygularının ve sezgilerinin kendi yaşamını sürdürmeye yettiğini düşünen kadın, mantığını ve rasyonel zekasını sadece kendi yaşam alanında, günlük işlerini çevirmeye yetecek kadar kullanır. Bilinci ve düşüncesi daha geniş bir alana kaydığında ise, zorlama ve düz bir mantık ile kaba rasyonel bir yaklaşım belirginleşir. Bilgiye, çözümlemeye ve muhakemeye dayanmayan yöntem ve düşünceleri, ısrarlı ve fanatikçe savunmaya kadar götürür işi...” Yazının akışı içinde alıntıladığımız bu bölümler de gösteriyor ki, genel bir kadın tanımı yapılmış. Tarifi yapılan hangi dönemin kadını? Örneğin, İsveç’li bir kadın için söyleneceklerle hala feodal baskı altında yaşayan bir kadın için aynı genelleme yapılabilir mi? Nasıl oluyor da İsveç de kadınların parlamentoda temsil oranı yüzde 40’ların üzerinde de, Türkiye’de bu oran yüzde 2 ila 5 arasında oynuyor. Eğer “yapılan araştırmalar”a göre kadının teknik beceri gibi yönleri zayıfsa, nasıl oluyor da sanayi üretiminin teknik departmanlarında çalışan kadın mühendis, tekniker ve işçi sayısı sürekli artıyor? Ya da soruyu şöyle soralım, nasıl oluyor da ABD’de mühendis, mimar, bilgisayar operatörü vb. alanlarda çalışan kadın sayısı büyüyor da, geri kapitalist bir ülkede aynı yöndeki gelişme çok yavaş ilerliyor? Kadınların “düşünme, derinlikli siyasi, felsefi çözümlemeler yapma konusunda yüzeysellikleri nasıl olur da genel bir yargı olarak ortaya konabilir? Böyle olduğunu kanıtlayan nedir? Bu tür genellemeler yapmak kesinlikle yanlıştır. Kadının erkekten daha az düşünmesi, siyasi ve felsefi çözümlemelerdeki yüzeyselliğinin nedeni baskı altında olması, yeterli eğitim görmemesi ve ikinci cins konumu nedeniyledir. Doğaldır ki, bu eksiklikler kadınların karakteristik özellikleri olarak açıklanamazlar, bütün kadınlar aynı konumda değildir ve farklı koşullar kadınlar arasında farklılıklar yaratır. Daha az baskı ve eğitim olanaklarındaki gelişme, üretim içinde kadının artan yeri ondaki bu eksiklikleri ortadan kaldırmaya hizmet eder. Kadınla erkek arasında toplumsal eşitlik yolunda atılan her adımla burjuva “araştırmacılar”ın sözde bilimsel olarak ortaya koydukları “kadının karakteristik özellikleri” bir bir ortadan kalkar. Yazı bu araştırmaların etkisinde kalmış ve üretimden kopuk, eğitimsiz ev kadınlarından yola çıkarak “kadın”ı açıklamaya çalışmıştır. Hem bakış açısı materyalist değil, hem de yöntemi diyalektik olmaktan uzaktır. Bakış açısındaki bu kayma yazıyı öyle bir noktaya götürmüştür ki, “bilinci ve düşüncesi daha geniş alana kaysa dahi” kadının “karakteristik” özelliklerinin değişmezliğini söyletebilmiş, neredeyse kadın söz konusu olduğunda “kaderciliğe” kapı aralamıştır.

 

Dipnot:

(1) Bir istisna olarak burjuvalaşan eskinin feodal köylülerinden söz edilebilir. Bunun da biricik nedeni, sınıfsal konumlarındaki değişikliğe karşın, yaşam alanlarının değişmemesidir. Eski alışkanlıklar hemen öyle kolayca ortadan kalkmaz. Burjuvalaşmalarına karşın bir köylü gibi düşünmeye ve davranmaya devam ederler. Ama bu da, “toplumsal gen" olarak ifade edilecek kadar kuşaktan kuşağa aktarılamaz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi