Seçim ‘An’ından Geleceği Kazanmak: Ezilenlerin Aklında Ve Yüreğinde Kalmak

Kazanan için düşüşün başlangıcı

28 Mart yerel seçimlerinin sonuçları 3 Kasım genel seçimlerinin genel siyasal sonuçlarıyla paralel ve oldukça uyumludur. Büyük yığınlar mevcut statükoyu korumayı veya savunmayı dert edinmiyorlar. Öyle laikliğin tehlikede filan olduğunu da düşünmüyorlar. Laik şeriatçı kutuplaşması AKP’yi güçlendiriyor. Bu nedenledir ki, laik şeriatçı ikilem ya da kutuplaşmasını dayatarak güç kazanma hesabı yapan Kemalistler, AKP değirmenine su taşıyorlar. Geniş halk kitleleri durumun değişmesi isteğini yansıttığı içindir ki, “Türkiye’nin sağa çektiği” iddiası, halka hala CHP’yi sol göstermek isteyen Doğan grubunun “sol” kanat/Radikal bir imalatıdır.

28 Mart yerel seçimlerinin sonucu şundan ibarettir; egemen işbirlikçi burjuvazi belediye yönetimlerinde AKP üzerinden bir kez daha halkın rızasını aldı, AKP hükümetini bu yoldan da güçlendirdi. Bu gerçeğin tam karşısında ise işçi ve emekçilerin, ezilen milyonların kendilerine etkili bir tarzda götürülebildiği ölçüde sosyalist ajitasyona gösterdikleri yüksek ilgi duruyor. AKP hükümetinin ana muhalefeti CHP’nin, Deniz Baykal’ın bile gizlemeyi başaramadığı yenilgisi, MHP, DYP ve SP’nin biraz oy kazanmaları ya da durumlarını korumaları ikinci dereceden sorunlardır. Öte yandan seçimlere katılım oranın düşmesine dikkat çekilmeli ve daha da önemlisi “Demokratik Güç Birliği”nin açık başarısızlığı üzerinde önemle durulmalıdır.

AKP’nin kazanması, beklenen bir durumdu. Hükümet partisiydi ve henüz yükseliş trendini tamamlamamıştı. Beklenen bir durumdu, zira yalnızca hükümet olmanın avantajlarına değil, ama aynı zamanda sermaye oligarşisi ve yeşil sermayenin ötesinde bir bütün olarak burjuvazinin desteğine sahipti. Düşkünleştirilmenin girdabına itilmiş milyonlarla sayılan en yoksulları ve işsizleri avlamak, baştan çıkartmak için gereken havuç onun sepetindeydi. İş vaadi de etkili bir silahtı, ama gerektiğinde şantaj ve tehdit devreye girdi: İller Bankası’nın muslukları hükümetin elinde olduğuna göre hizmet isteyenin adresi belliydi! Yarın kimsenin şikayete hakkı olmayacaktı! Oyu veren düdüğü çalacaktı.

Fakat asla unutulmamalıdır ki, AKP’yi kazandıran aynı zamanda AB ve ABD’nin desteği oldu. AKP, bu aşamada, bilumum emperyalist dünyanın desteğini arkalamış tipik bir işbirlikçi partidir. Neoliberal saldırı programının uygulanmasında istikrar, yani süreklilik, uluslararası sermaye ve işbirlikçi egemen sınıfların AKP üzerinde somutlaşan ortak iradeleridir. Uluslararası sermayenin    ve

TÜSİAD-işbirlikçi sermaye oligarşisinin değişim programının partisidir AKP. Diğer partilerden bir beklentisinin olmadığı koşullarda halk yığınlarının, AKP’ni bir nevi Abdurrahman çelebi saydığı da unutulmamalıdır. Statükoyla, işbirlikçilik ve neoliberal programın savunulması temelinde çatışması, diğer partilerin eskimişliği ve Demokratik Güç Birliğinin her şey bir yana daha baştan onulmaz bir inandırıcılık sorunuyla malul olduğu koşullar altında AKP, halkın, durumu değiştirme istek ve arayışının adresi olmuştur. Bu bakımdan AKP’nin de dahil olduğu iktidar yapısı içerisinde, hükümet ile statükocu asker sivil bürokrasi arasındaki dalaş/sürtüşmenin yarattığı yanılsama küçümsenemez.

Güçlü bir devrimci seçeneğin olmadığı ve Demokratik Güç Birliğinin seçim sürecinde ciddi bir varlık da gösteremediği koşullar altında, CHP ile AKP arasında tercihe zorlanan halkın AKP’ye yönelmesi tamamen anlaşılır bir şeydir. Halk AKP’de kendinden bir şeyler bulabilir belki, ya CHP’de? CHP, halkın hiçbir talebine, sorununa zerrece yakınlık duymuyor. Öne çıkan kadrosu/vitrini de yapısına pek uygun düşüyor. Üst bürokrasiden gelme, halka tamamen yabancı, tepeden bakan kendini beğenmiş bir grup zevat. Seçim yenilgisi, mumyalaşmış CHP için çok ciddi bir kitle uyarısıdır. Özellikle, Kadıköy, Beşiktaş, Çankaya vb yerlerdeki seçim sonuçları, oy tabanı bakımından CHP’nin adeta bir tuzu kurular partisin haline geldiğini gösteriyor.

“Sol”, “solcu” olduğu yerleştirilmiş yargısıyla köhnemiş CHP, büyük halk yığınları arasında devrimci, ilerici güçlerin yani solun saygınlık kaybına neden olarak da burjuvaziye ve düzene eşsiz bir hizmet sunduğu içindir ki, onun sol da, solcu da olmadığını, statükonun bekçisi olarak sermayeye ve faşizme hizmet ettiğini teşhir etmek ihmal edilemez devrimci bir görev olarak kendini dayatıyor. Seçimlerden devrimci politika bakımından çıkartılacak temel sonuçlardan    biride,

CHP’nin sol olmadığı gerçeğinin en geniş emekçi yığınlar arasında deşifre edilmesi devrimci görevinin yakıcı önemidir.

Seçim yenilgisinin ardından CHP’de homurtular yükselmeye başladı.

CHP’nin krizi, düzenin krizidir. Homurtuların istifalarla da birleşmesi dikkat çekicidir. TÜSİAD veya uluslararası sermayenin AKP’yi ve değişim programını güçlendirmek için statükocu CHP’yi çözücü hamleler yapması şaşırtıcı olmaz. Kemal Derviş’in seçimlerden sonra harekete geçerek CHP yönetiminden istifa etmesi, böyle bir sürecin tetiklenmekte olduğunu düşündürmektedir.

Kuşkusuz AKP Diyarbakır, Çankaya, Kadıköy, İzmir gibi ilan edilmiş çok önemli bazı hedeflerini elde edememiştir. Ama yine de AKP’nin % 50’nin üzerine çıkamadığı mealinden yorumlar zemininde iyimser sonuçlar çıkartmaya çalışanlar, gerçekten çok komik bir duruma düşüyorlar. AKP’nin Kürdistan’da elde ettiği başarı kuşkusuz ki, aynı zamanda devletin örgütlenmiş kazanımıdır. Ama yine de Kürdistan’da elde ettiği kazanım her halde generaller nezdinde de AKP’nin kullanım değerini artırmış ve pirim yapmasını getirmiştir. AKP devletin istediği Kürt halkını kontrol altında tutma rolünü bir ölçüde oynayabilmektedir.

Seçim sonuçları geleceğe doğru AKP bakımından öncelikle şunları ifade eder:

İlkin, AKP’nin oy desteği bakımından ulaşabileceği en yüksek noktaya ulaştığı gerçeğinin altını kuvvetle çizmeliyiz. Bu yükseklikte birkaç ay mı ya da daha fazla ne kadar kalacağını kestirmek güçtür. Fakat buranın AKP’nin irtifa kaybının başlangıcı olduğundan kuşku duyulamaz. AKP’yi destekleyen uluslararası sermaye, TÜSİAD, MÜSİAD bir tüm olarak işbirlikçi burjuvazi, karşılığını isteyerek AKP üzerinde büyük bir baskı kuracağı içindir ki, AKP şimdi neoliberal programı daha fütursuzca uygulayarak kendisine oy veren geniş halk kesimleri ile çatışmaya girecek, demagojisi ile gerçeği karşı karşıya gelecektir.

Yerel seçimler AKP’in iktidar içerisindeki pozisyonunu kuvvetlendirdiğine göre, şimdi AKP’nin elde ettiği pozisyona dayanarak İmam hatipler, YÖK vb. konuları tekrardan gündeme getirmesi ve hatta bir çeşit kuvvet denemeleri yapması sürpriz olmaz. Diğer yandan Türkiye’nin süregelen Kıbrıs politikasının çözülmesinde olduğu gibi, AKP’nin AB süreci vb dahil dış politikada daha fazla inisiyatif alması da beklenmelidir.

Hükümet partisi olarak AKP aynı zamanda gücü ölçüsünde iktidar ortağı da olduğu içindir ki, AKP’nin kazanması rejimin kitle tabanın genişlemesi anlama da gelir. Fakat AKP’nin yürürlükteki rejimle varolan çelişki ve sorunları gerçeği de gözden kaçırılmamalıdır. AKP rejimin iç dengelerini zaten zorluyordu. Şimdi rejimin iç dengeleri bıçak sırtı hassas bir durumuna da gelebilir. MGK’nin önümüzdeki dönemde Kıbrıs politikasında olduğu gibi, kimi kritik konularda hükümetin iktidar payının güçlendiğini yansıtan “hükümet sorumludur” vb mealinde açıklamalar yapması şaşırtıcı olmaz.

Rejimin temsil sistemi tam bir ucube

Seçimlere katılımın düşmeye devam etmesi önemlidir. Sandık başına gitmeme, oy kullanmama eğilimi bir tek nedene indirgenemez. Kızgınlık, protesto, yani bir çeşit cezalandırma eğilimi bir etken olabilir. Burjuva partilerden ve burjuva politikadan bıkmanın oy kullanmama, sandık başına gitmemede önemli bir rolünün olduğunu seçimlerde yürüttüğümüz mücadelede dolaysız biçimde de açığa çıkardı. Fakat oy kullanmayanlar bakımından ana eğilimin umutsuzluk ve apolitikleşme olduğu gerçeğinin asla gözden kaçırılmaması gerekir. Tam da bu nedenledir ki, seçimlere katılımın düşmesinden otomatikman devrimci bakımdan “hayırlı sonuçlar” çıkartılması hiç de doğru bir tutum değildir. “Sandık başına gitmeyen kitleler”in, “28 Mart’ın tek galibi” ilan edilmesinin, geleneksel boykotçu apolitik tavrı haklı çıkartma çabasından öte bir anlamı yoktur.

Burada bir diğer sorun ve gerçeğe dikkat çekmekte de yarar var. Oy kullanmayan seçmenler ile mecliste temsil edilmeyen(DYP: yüzde 9,95 MHP: yüzde 10,10 Blok SHP: yüzde5,2 ve diğerleri) seçmenlerin toplamı, toplam seçmen sayısının yarısını geçiyor. Böylece demokrasi oyunu en gülünç halleriyle deşifre oluyor.

Bu tablo nedeniyle rejimin temsil sisteminin % 10 barajının tekrar tekrar tartışılması kaçınılmazdır. Böylesine yüksek bir temsil barajı, kuşkusuz rejimin antidemokratik niteliğini sergileyen somut veridir. Rejim içi ilişkilerde, yani burjuvazinin değişik kesim ve kliklerinin temsilinde sorun yaratmaktadır. Fakat bunun yalnızca burjuvazinin ve mevcut rejimin bir iç sorunu olduğu da düşünülmemelidir. Çünkü temsil barajı esasen işçi sınıfı ve emekçilerin, Kürt halkının bir tüm olarak ezilenlerin politikaya katılma, politika yapma hakkına getirilmiş tamamen anti demokratik bir engeldir. Politik özgürlükler mücadelesinin somut sorunları arasındadır.

SHP damgalı güç birliğinin fiyaskosu

Demokratik Güç Birliği’nin(DGB) mimarlarının ona bağladığı umuda karşın 28 Mart seçimlerinde elde ettiği sonuç, seçim yenilgisinden başka şekilde tanımlanamaz. Bu yenilginin bütün yönleriyle tartışılması elzemdir. Çünkü, DGB, emekçilerin, ilerici kitlelerin, keza Kürt halkının birlik talebine böyle yanıt veriyordu. Ancak talep edenler,“Demokratik Güç Birliği” ni benimsemediler ve hatta bir bakıma veto ettiler, ama muhatapları bundan pek de öğrenmiş gibi görünmüyorlar.

DGB’nin mimarları gerçeklerden ne denli kaçarlar ise kaçsınlar, seçimler DGB’nin çatısı olan SHP’nin, SHP olarak öyle çok anlamlı bir oy gücünün olmadığını göstermiştir. Bu, EMEP yönetiminin, SHP ile ittifakın kendilerine sosyal demokrat işçilere seslenmek için büyük imkanlar yarattığıma/sunduğuna dair iddialarının boyunun ölçüsü olması bakımından da anlamlı ve önemlidir.

DEHAP, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde, “Emek, Barış, Demokrasi” blokunun “çatısı” idi. Blokun kişi olarak öne çıkan bir simgesi de yoktu. Türk işçi ve emekçilerinin, Kürt halkının bugün neyi veto ettiğinin anlaşılması için bunların da hatırlanması gerekir. Eğer, DGB, 3 Kasıma göre oylarını dikkate değer bir oranda artırsaydı bu, DGB’nin yanı sıra ve büyük oranda SHP’nin ve tabi ki, Karayalçın’ın başarı hanesine kaydedilecekti. Fakat şimdi yaşanan seçim yenilgisinin birinci derecede sorumlusunun Karayalçın/SHP olduğu kasıtlı bir inatla gizleniyor. Kürt halkı, Karayalçın’ın 93 konseptinin sorumluları arasında olduğunu unutmadığını gösterdi. Türk işçi ve emekçileri, Karayalçın ve partisi SHP’yi niçin destekleyecekti ki! Sonuçlar SHP’ye yüz vermediklerini göstermedi mi? Blokun simgesinin Karayalçın’ın, çatısının da SHP olmasının bu yenilgi de özel bir sorumluluğu, payı yok mudur? Neden gizlenir bu? SHP, DGB’de yer alan parti önderliklerine hegemonyasini kabul ettirmiş, fakat bu partilerin kadroları ve tabanı SHP hegemonyasını sindirememiştir.

DGB’nin mimarları bırakın yenilgiden öğrenmeyi tam tersine daha vahim bir yönelimi derinleştirmeye çalışıyorlar: “Güçbirliği projesi doğru bir seçenektir. Ancak dar ve eksik kalan, tamamlanmayan bir seçenektir. Bu projenin, kendini tamamlamamış olması, ANAP ve CHP gibi partilerin de bu yapıya taşınmamış olması, marjinal kalmasına yol açmıştır. Birinci önemli faktör budur.” DGB’nin, seçimlerde elde ettiği başarısız sonuça, “ANAP ve CHP gibi partilerin bu yapıya taşınmamış olmasından” yaklaşmak vahim bir bakar körlük vakasının zuhur ettiğini gösterir. CHP, ANAP, SHP ve her kimlerse benzeri partilerle, ne için ve nasıl bir güç birliği oluşturulacaktır? Sonra bu güç birliğinin programı ne olacaktır? Amacın, ilkelerin, programın unutulduğu ve hatta muhatapların kimliğinin de unutulduğu bu aç gözlü yaklaşım olsa olsa, “birlik için birlik” olarak tarif edilebilir. Hal böyle olunca yaşanılandan anlamlı dersler çıkartılmasını bekleyemezsiniz

“Güçbirliği’nin beklenilen sonucu almadığı doğrudur. Ancak bu, Birliğin kendisinin yanlış olduğu anlamına gelmemektedir.” Evet genel olarak birliğin yanlış olduğu anlamına gelmez, ama bu şekildeki bir birliği işçi sınıfı ve emekçilerin, halklarımızın kabul etmediği anlamına gelir, hem de bal gibi gelir. Emekçiler, ezilenler şurada kalsın bu şekildeki bir birliği bizzat güç birliğini kuran partilerin kadrolarının bile benimsediği söylenemez. Güç Birliği SHP hariç, içinde yer alan partilerin hiç birsinin kadroları arasında yeni bir umut ve yeni bir enerji uyandırmamış, tam tersine moral kırılmalara neden olmuştur.

En iyimser yorumla emekçiler, halklarımız bu şekilde ki güç birliğini onaylamamış, desteklememiştir.

Nedir, bu şekildeki bir güç birliğinin ayırıcı özellikleri:

Sözcülüğünün, başbakan yardımcılığı yapmış, devletin bir muteber sosyal demokrat adamına teslim edilmesi, bu güç birliğinin birinci ayırıcı özelliğidir. Sermaye ve burjuva devletle sorunu olmak şurada kalsın bilakis onların güvenilir bir adamının güç birliğinin başına geçirilmesi, çok iyimser bir yorumla sömürülenleri, ezilenleri, sermaye ve devletle, düzenle barıştırma girişimidir. Demek ki, bu şekildeki birlik emekçilerin, sömürülenlerin, ezilenlerin daha ileri ve güçlü bir mücadele için birlik talebine yanıt vermediği gibi, dahası ona terste düşüyor. Çünkü birliği, güç ve eylem birliklerini, cepheleşmeyi, devlet ve sermaye ile uzlaşmak için değil, tam da onlarla mücadele etmek için istiyor emekçiler, ezilenler ve halklarımız.

Programsızlığı, güç birliğinin ikinci bir ayırıcı özelliğidir. Mücadeleyi geliştirme perspektifi ile kurulmuş bir birlik olmadığı için, bir mücadele programı da yoktur. Seçimlerde ne olursa olsun bir araya gelmek için yapılmıştır; emekçilerin, ezilenlerin, halklarımızın talepleri için değil. Güç birliğini yapanların yayınladığı seçim deklarasyonu tutarlılık ve inandırıcılıktan yoksundur. Onun da ötesinde kötü bir parlamentarizm belgesidir.

Buradan da aslında güç birliğinin üçüncü ayırıcı özeliğine, parlamentarist çizgi gerçeğine varıyoruz. Güç birliği, parlamenter zihniyete, yerel seçimlerle yerel iktidarı, genel seçimler ile de genel iktidarı alacağını ilan edecek denli derinlemesine saplanmıştır.

En az bunlar kadar önemli olan bir sorun da güç birliği yapan taraflar arasındaki ilişkinin eşitler arası ilişki olup olmadığıdır. Güç birliği eşit taraflar arasında demokratik bir ilişki biçiminde kurulmamıştır. DEHAP ve SHP arasında kotarıcı özel ilişki düzeneği bir yana, ne kadar gizlenirse gizlensin, gerçekte SHP baştan sona ayrıcalıklı olmuştur. Demek ki, olay hegemonyanın DEHAP tarafından SHP’ye teslim edilmesinin de ötesindedir. Burjuvazinin SHP etrafında klikleşmiş sosyal demokrat politikacıları burjuvaziden daha açgözlüdür. Ama tersinden muhatabı olan söz konusu partiler de bir o kadar kendilerine güvensiz.

“Seçim sonuçlarından çıkarılacak en önemli sonuç, Demokratik Güçbirliği’ne duyulan ihtiyaç ve bunun mutlak anlamda sürdürülmesi gerektiğidir” diyen yurtsever hareket, SHP Genel Başkanı Karayalçın’ın, “Güçbirliği yürüyecektir; ancak her yapının kendini anlayış ve yaklaşım olarak yeniden yapılandırmasına ihtiyaç var” belirlemesini onaylayarak, “bu açıdan kapsamlı tartışılmalı ve ulaşılacak sonuçlar üzerinden yeniden yapılanmalıdır.” sonucuna ulaşılıyor.

Seçim sonuçlarından, bu şekildeki bir güç birliğinin “mutlak anlamda”sı şurada kalsın sürdürülmesi gerektiği sonucu bile çıkmaz. Bu şekildeki güç birliğinin kaybettirdiği açık değil mi? İnanılır gibi değil, kaybettiren güç birliği niçin sürdürülecek? Tabi, sürdürülebilecek mi o da ayrı bir konu! Şimdi Karayalçın ve SHP, özelleştirmeye, sendikasızlaştırmaya, işsizliğe, yoksulluğa, AB ve ABD’ye emperyalizme karşı, Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları için vb. parlamento dışı mücadelede kendilerini aslanlar gibi, göstereceklerdir!

Güç birliğinin yürüyeceğini söyleyen Karayalçın’ın “ancak her yapının kendini anlayış ve yaklaşım olarak yeniden yapılandırmasına ihtiyaç var.” değerlendirmesi oldukça önemlidir. Bu nasıl anlaşılmalıdır? Karayalçın, başta kendisi ve SHP gelmek üzere, kimin “anlayış ve yaklaşım olarak” nasıl değişip hangi biçimde yeniden yapılanması gerektiğini açıklamıyor. Fakat Karayalçın’ın öngördüğü “anlayış ve yaklaşım” değişiminin diğerlerini sosyal demokratlaştırma çabasından başka bir şey olamayacağını söylemek spekülasyon dışı bir durumdur. Sosyal demokratlara elini veren kolunu kaptırıyor.

Onlar pişkinlikle, olandakinden elinde avucunda ne varsa hepsini istiyorlar. Şimdi yurtsever hareketi iğdiş etmeyi kafalarına koymuşlar, onun da ötesinde karşı tarafın da buna açık olduğu kanısından cesaret alıyorlar.

Yukarıda üzerinde durduğumuz güç birliğinin yenilgisinde rol oynayan etkenlere şu iki gerçeği de ayrıca eklemeliyiz. Yurtsever hareket, yönetimde olduğu belediyelerde halkın beklentilerini karşılamakta çok fazla başarılı olamadığı gibi, dahası halk katılımı ve halkla ilişkilerinin örgütlenmesi bakımından da doyurucu olamamıştır. Yer yer yaşanan açık başarısızlıklar vardır. İlerici güçler için işçi ve emekçilere, halklarımıza güvenmek dışında bir çıkış, bir ilerleme yolu yoktur.

Seçim sürecinin orta yerinde Kongre-Gel içerisinde patlak veren krizin yol açtığı şaşkınlık yurtsever saflarda belirsizlikleri güçlendirmiş ve güç birliğinin seçim yenilgisinde etkide bulunmuştur. Hareket, ABD politikalarının yurtsever hareket ve Kongre-Gel üzerindeki etkilerini yansıtır şekilde bir bölünme tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Kürt halkın aşılmaz birlik isteği, hatta bir bakıma kadrolar düzeyinde gerçekleşmiş olan bölünmeyi de bertaraf etmiştir.

Yerel seçim sonuçlarına bakarak yurtsever hareketin çözülmekte olduğu gibisinden sonuçlar çıkartmanın yanlışlığını da burada belirtelim. İlkin durum 99 seçimlerinden oldukça farklıdır. Bu seçim, o zaman ve hatta 3 Kasım 2002 seçimlerin de olduğu gibi bir kimlik ve irade beyanı gerilimi eksenine oturmadı. Her şeyden önce de SHP hegemonyasında yapılan güç birliği bunu önlüyordu. İkincisi, aynı seçim sureci içerisinde Newroz kutlamaları gerçekleşti. Burada yansımayan çözülmeyi on gün sonra ortaya çıkartacak bir gelişme de yaşanmadı. Bilakis Kürt halkının geniş kesimleri, hareketin birliğinin devamı konusunda çok duyarlı olduğunu ortaya koydu.

Yolumuz doğrudur

Ezilenlerin sosyalist platformunun seçimlerde örgütlediği mücadele ve elde ettiği sonuçlar oldukça anlamlıdır. ESP seçim deneyimi ayrıca, başlı başına incelenecektir. Fakat eğer temel bir yan üzerinde burada durulmazsa bu yazı için kabul edilemez bir eksiklik olur.

ESP’nin yerel seçimlerde geliştirdiği kendi gücüne ve emekçilerin, ezilenlerin gücüne güvene dayalı cüretkar devrimci taktik, yürüttüğü siyasi kampanyanın emekçilerden gördüğü ilgi kadar, kadro ve örgütlerde yarattığı enerji, yaratıcılık ve üretkenlik tarafından da doğrulanmıştır. 28 Mart seçimlerinde ezilenlerin sosyalist alternatifi, emekçilerde yarattığı etki ve emekçilerden gördüğü ilgi ile gerçek bir durum olarak yükseltilmiştir.

ESP’nin de pusulası olan Marksist-leninist komünist çizgi, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin devrim ve sosyalizm düşüncesine açık oldukları öngörüsü ve inancına dayanıyor. Bir başka anlatımla devrimin güncelliği düşüncesi üzerine yükseliyor. Tekellerin propaganda aygıtlarının “Türkiye’nin sağa çektiği” vb. biçiminde sürdürdüğü ideolojik/psikolojik savaşa karşın, ESP’nin yerel seçimlerde yürüttüğü siyasi kampanya, bir kez daha, işçi sınıfı ve emekçilerin, tüm ezilenlerin sosyalist ve devrimci ajitasyona oldukça açık olduğunu çarpıcı biçimde açığa çıkartmış, bu yöndeki umutlu öngörüleri söz götürmez biçimde doğrulamıştır.

Günümüzde politika sahnesinde işçi sınıfı ve emekçiler adına iddialar ile çaba harcayan ilerici, devrimci çevrelerde işçi sınıfı ve emekçilerin “dikkate değer bir güç ve etkinlikle kendilerini ortaya koyamadıkları” vb. düşünceler oldukça yaygındır. Emekçi kitlelerin realize olan güç ve etkinliğini dahi görmekten uzak bu yaklaşımların, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen milyonların potansiyel gücünü pratik politikanın sorunları bakımından görebilmeleri de zaten beklenemez.

Seçim mücadelesi günlerinde ilerici hareket içerisinden ESP’ne yöneltilen ideolojik hücumlardan birisi özellikle ilgi çekiciydi. Kaç oy alacaksınız diyordu birisi sağdan değeri güya soldan saldıran iki çevre. Sağdaki, kaç oy alıyorsunuz, gücünüz ne ki diyerek SHP kuyrukçuluğunu gerekçelendirirken, diğeri ise gücünüzün sınırlılığının açığa çıkması devrimci hareketi zayıf gösterir, bu yaptığınız sorumsuzluktur, demeye getirerek, seyirciliğini politika dişiliğini, apolitikliğini gerekçelendirmeye çalışıyordu. Kendi gücüne ve kitlelerin gücüne güvendi yaşadıkları ortak sorun. Güçlerinin sınırlılığından ziyade bu gerçeğin kitleler tarafından bilinmesinden, yani kitlelerden korkuyorlardı.

İster yasalcı reformizm, parlamentarizm vb. biçimindeki kuyrukçuluk isterse doktriner, dogmatik ya da de “sol” devrimci lafazanlık olarak kendini gösteren seyircilik, politika dişilik biçiminde açığa çıksın, ilerici hareket içerisinde karşıt uçlarda yer alan bu iki temel eğilim kesin kes emekçilere yabancılaşma ve güvensizlik üzerine yükselmektedir. Bu emekçilerin değil, emekçiler adına kendini iddia sahibi gören ilgili parti, grup ve çevrelerin sorunudur. Burada özellikle ilerici devrimci hareketin yakıcı biçimde ihtiyacını duyduğu devrimci yenilenmenin temel bir çizgisinin emekçilere, ezilenlere gitme tarz ve kararlılığı tarafında belirleneceği gerçeğini vurgulamak istiyoruz. Kendine dönüklükten kurtulma, emekçilere yabancılığını yenilgiye uğratma güç ve yeteneği olmayanların bir geçmişleri olabilir, ama emekçiler adına bir geleceklerinin olmayacağını söylemek kahinlik sayılmaz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi