ÖDP Deneyiminin Sonu / Çoğulcu Parti Modelinin İflası: Aşk Bitti

Medya tekellerinin de yardımıyla kendini “devrimin ve aşkın partisi” diye sunmayı, daha doğrusu yutturmayı başardı. Bir yanılsamaydı yaratılmak istenen ve bir ölçüde başarıldı. Oysa aşkı en iyi devrimciler bilir. Çünkü aşk için tutku gerekir. Ve tutkusuz devrimcilik olamaz. Devrim tutkusu, aşkların en büyüğüdür. Yenilgilere yenilenler içinse ne devrimcilik ve ne de aşk olanaklıdır.

Önce 12 Eylül tasfiyeciliğinin, sonra da 89/90 çözülüş ve çöküşünün açtığı yeni uluslararası gericilik ve ikinci bir tasfiyecilik dalgasının yarattığı, ilkinin üzerine binen yeni ideolojik politik kırılmanın ürünü ve eseriydi ÖDP. Öncellerinin, en başta da DY ve TBKP’nin başat tutkusu, dolu dizgin burjuva düzene kaçıştı. Her bakımdan burjuva yasallığa sığınma ve teslimiyet çizgisine giriyorlardı. Devrimciliği bir an önce kurtulmaları gereken bir yük gibi görenlerin, burjuvaziye yaslanmadan ayakta duramayacak hale gelenlerin aşkı olamazdı. Ama “aşk” orta sınıfa hitap eden bir simge olarak isabetle seçilmişti. Üstelik devrimcilik etiketi de korunacaktı. “Devrimin ve aşkın partisi” söylemi, kapitalizmin imaj dünyasına başarıyla uyum sağlıyor, ÖDP’ye romantik bir devrimcilik havası veriyordu. Peki, ÖDP’de devrimci olan ne vardı?

Devrimci olmadığı her önemli politik sorunda, hatta her adımında kendini açığa vurdu. Aşk mı dediniz? Geçiniz. Görünüşe göre ÖDP, “çoğulculuğa” aşıktı. Bunun sahte olduğunun açığa çıkması için yanlızca birkaç yıl gerekti. Cicim yıllarının arkasından zaten politik bir meta olan “çoğulculuk” aşkı da tükendi. Çoğullardan çoğunluk olanı, azınlık çoğullarla aşka son vermeye karar verdi ve politikanın kendi gerçekleri “çoğulculuk” aşkını bitirdi.

“Çoğulculuk”, ÖDP’nin ayırıcı çizgileri içerisinde bütün ötekilere baskın, damgasını vuran yandır. Çünkü şayet bir ÖDP olduysa, bu her şeyden önce, “çoğulcu parti” anlayışının sonucudur. Diğer bir anlatımla çoğulculuk ÖDP’nin kuruluş felsefesi ve onu var eden parti anlayışıdır. Bu nedenledir ki, ÖDP deneyiminin ulaştığı sonucu, “bir çoğulcu parti modeli”nin iflasıyla tanımlamak tamamen doğru ve yerindedir.

ÖDP’nin kendi öncellerine ayrışarak dağılması sürecinde tarafların karşılıklı iddiaları da esasen bu tanıyı doğrular niteliktedir. Bütün taraflar halen çoğulculuğu sahiplenmekte ve fakat özellikle ÖDP’yi elinde tutanlar çoğulculuğa “monolitik” bir yorum getirmeye çalışmaktadırlar.

ÖDP’nin var oluşunu ve iflasını “çoğulcu parti modeli” temelinde açıklama ve çözümleme, onu var eden ideolojik/teorik temelin ve programatik çerçevenin, keza sınıfsal ve siyasal duruş ve ya konumlanışın önemsiz, ihmal edilebilir olduğu vb, anlamına gelmez. Fakat bütün bunlar da esasen ÖDP deneyiminde “çoğulcu parti modeli” anlayışında verilidir. Parti modeli, salt örgütsel veya teknik bir sorun gibi görülemez. Esasen tüm örgütsel anlayış ve duruşları politik çizgi belirlemektedir. 12 Eylül dönemini takip eden ‘80’lerin ikinci yarısında geliştirilen “çoğulcu parti modeli” tasfiyeciliğin döllediği bir yeni ideolojik/teorik yönelimi ve politik çizgi arayışını kristalize etmektedir.

ÖDP deneyiminin iflası örgütsel sorunlar biçimini almış olsa da bütün taraflar, ÖDP’deki gelişmelerden az çok bilgisi olan herkes, gerçekte sorunun politik olduğunu, farklı politik eğilimlerin çatıştığını ve “çoğulcu parti modeli” içerisinde birlikte yürü- yemeyecek uzlaşmazlık noktasına geldiğini biliyor. Bugün ÖDP kabuğu içerisinde kalanlar ya da ÖDP’yi ele geçirenler, politik olarak gerileme sürecinde artık dünkü noktada kalmak istemiyorlar. Ufuk Uras doğru söylüyor; “ÖDP kabuk değiştiriyor”. ÖDP’yi ele geçiren çoğunluk geriye doğru bir hamle daha yapıyor. Tamamen sosyal demokratlaşıyor. Bu “gelişme” daha doğrusu geriye savrulma, tamamen ÖDP’nin var olduğu dönemin en belirgin politik çatışmalarına bağlıdır. Yol ayrımı ve iflası getiren, koşullayan faşist rejimle politik özgürlük için mücadele eden politik ve toplumsal güçler arasındaki şiddetli mücadelenin ÖDP’yi dünkü konumunda duramaz hale getirerek ayrıştırmasıdır. Bu politik ayrışma, yalnızca çoğulcu parti anlayış ve modelinin politik eğilim farklılıklarına dayanan az çok istikrarlı iç yapıları olan farklı politik grupları, yapıları birarada tutmaya yetmeyeceğini, her iç kriz ve iç iktidar çatışmasının parçalanma potansiyel tehdidiyle yüklü olduğunu bütün açıklığıyla ortaya çıkartmıştır.

Çoğulcu Parti Modelinin İdeolojik Arka Planı

Tövbekarları, tasfiyeci DY döneklerini, devrimcilikle reformculuk arasında bocalayan tasfiyecileri ÖDP’de buluşturan patika yolu, “çoğulcu parti modeli” döşemişti. ÖDP öncellerinden Kurtuluş grubu 12 Eylül döneminin yenilgi ve tasfiyeciliğini en derinden yaşayan devrimci grupların DY’den sonra başında gelir. Çoğulcu parti modeli, yeni bir düşünce olmamakla birlikte, yeniden keşfedilerek güncelleştirilmesi ve teorize edilmesi daha çok Kurtuluş grubuna aittir. Nitekim, ÖDP’den tasfiyesi dayatılanlardan eski Kurtuluş grubunun devamı olan SEP (Sosyalist Eylem Platformu) ÖDP’nin kuruluş felsefesindeki şekliyle çoğulculuğu sahiplenen gruptur. Kurtuluş grubunun 12 Eylül cuntasından sonra tasfiyeciliğe yatışının ‘80’lerin ikinci yarısından sonra verdiği ideolojik-teorik sonuçların odağında çoğulcu parti modeli durur. Çoğulcu parti modeli devrimci bir gelişmenin değil, her şeyden önce yenilgi ve tasfiyeciliğin yarattığı kırılma ve gerilemenin ürünüdür. Proletarya sosyalizmi ve marksizm-le- ninizimden derinden etkilenmiş küçük burjuva devrimcisi Kurtuluş grubu, askeri faşist diktatörlüğün bunaltıcı politik ve ideolojik terörü altında, yenilginin muhasebesi, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü deneyimlerinin incelenmesi vb, sorunları gündemine almış, yaşamakta olduğu ideolojik ve politik kırılma ile girdiği reformist dönüşüme tekabül eden çoğulcu parti modelini teorize etmiştir. Karikatürize edilmiş leninist parti modeline karşı savaşım ekseninde “geliştirilen” çoğulcu parti modeli burjuva liberalizminin, burjuva çoğulculuğun sosyalist demokrasi sosuna batırılmış bir versiyonudur.

Çoğulcu parti modeli esasen çoğulcu sosyalizm anlayışının sonucu ve uzantısıdır.

Politik çoğulculuğun olmaması, Kurtuluş ve ÖDP’yi oluşturan bilumum tasfiyeci grupların 20. yüzyıl sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü deneyimlerine yönelttikleri temel eleştiri olmuş, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü anlayışı liberalize edilerek, burjuvazi ve burjuva partiler için meşruiyet ve yaşama hakkının tanındığı bir küçük burjuva sosyalizm anlayışı geliştirilmiştir. “Demokrasi” kavramının sınıfsal içeriğinin boşaltılarak sınıflar üstü demokrasi anlayışının geliştirilmesiyle bir bakıma ÖDP programının da temelleri atılmıştır.

Çoğulcu sosyalizm anlayışı tıpkı burjuvazinin olduğu gibi proletaryanın da birçok partisinin olabileceği ve olması gerektiği, proletarya içerisindeki mesleki vb, farklılıklarla gerekçelendirilerek teorize edilmiştir. Böylece marksist öncü parti öğretisi rededilerek de çoğulcu parti anlayışının yolu açılmıştır. Öncü parti anlayışının reddi, partinin sınıfsal kimliğinin belirsizleştirilmesiyle el ele gitmiş, ideolojik bakımdan devrimcilikten reformizme dönüşü/geçişi mahmuzlamıştır.

Fakat çoğulcu sosyalizm savunucuları kendi partilerini kurma enerji, yetenek ve kararlılığını de gösterememişlerdir. Bu onların politik kararsızlığının bir yansıması olduğu kadar, çoğulcu parti arayışlarının başlangıç veya hareket noktalarından birisidir.

Yalnız başına ayakta durma takatinden yoksunluk gerçekliğinden kaynaklanan, kimsenin kendi başına bir şey yapamayacağı tespit ve analizlerinde somutlaşan derin karamsarlık, çoğulcu parti anlayışının ana kaynağı olmuştur. ÖDP’yi oluşturan gruplar kendi başlarına yollarına devam edecek, ayakta duracak takatten yoksunlardı, bununla birlikte hiçbirinin kendini dağıtmaya, grubundan vazgeçmeye de niyeti yoktu. Çoğulcu parti daha baştan, varlığını tehdit eden iç çelişkisiyle yüklüydü.

12 Eylül koşullarında içerideki DY önderleri bir daha zindanlara girmeme kararını gelecekteki politik yönelimlerinin temel başlangıcı ilan etmişlerdi. TKP’nin TBKP’ye geçişi ve ÖDP öncellerinin dolu dizgin illegaliteden kaçışı, programatik çerçeve ve politik çizgi bakımlarından da yasallığa teslimiyetle sonuçlanacaktı. Yasallık mücadelenin hem içeriğini ve hem de yöntem ve araçlarmı belirleyecekti. Yalnızca diktatörlüğün var olan hukuki çerçevesine bağlılık değil, aynı zamanda diktatörlüğün yönetici, kararlaştırıcı kurumlarının günlük gelişmelere ilişkin tavırları da ÖDP’nin hareket alanının sınırlarını belirleyecekti... Fakat özellikle şunu vurgulayabiliriz ki, çoğulcu parti anlayışının yapısal dokusu yasallıkla yüklüdür. Hem zaten çoğulcu partinin kuruluşu ve varlığının illegal olması düşünülemez bile. Çoğulcu parti, tanık olduğumuz gibi bir mücadele örgütü değil bir laf değirmenidir.

Fakat burjuvazinin çok değerli yardım ve desteği olmadan ÖDP gibi çoğulcu bir parti kurulamazdı. Hayır burada daha kuruluşundan başlayarak ÖDP ile medya tekelleri vasıtasıyla büyük burjuvazi arasında kurulan zımni ittifakı söz konusu yapmıyoruz. Çok daha önemli ve temel bir gerçeği vurgulamak istiyoruz. ÖDP, bir bakıma terörle mücadele yasasının çocuğudur. Terörle mücadele yasası, diğer şeylerin yanı sıra TCK’nın 141 ve 142. maddelerinin iptali ve infaz düzenlemeleriyle birleştirilmiştir. Hatırlanacağı gibi “Terörle Mücadele Yasasıyla” yapılan infaz düzenlemesi ile Kürt devrimciler düzenlemenin dışında bırakılıyorlardı. Burjuvazinin bu iki adımı Kürt ulusal devrimi karşısında “solu” rüşvetle satın alma girişimiydi. Ve bu, ÖDP pratiğinde karşılığını buldu. Her şeyden önce ÖDP’nin izlediği sosyal şoven çizgi, bunların karşılığı olmuştur. Fakat ÖDP içerisinde DY ve TKP çevresi özellikle gırtlağına kadar sosyal şovenizme batan kesimlerdir. Zaten ÖDP’de onlar da kalmıştır. Yeni sosyal demokrasinin tohumları Kürt ulusal devrimine karşı burjuvazi ve faşist rejim tarafından yasallıkla satın alınmışlardır.

Parti Olmayan Parti

“Parti olmayan parti” bize, DY önderlerinin, DY’nin bir örgüt olmadığını kanıtlamak için DAL’da ve sıkıyönetim mahkemelerinde harcadıkları çabaları hatırlatıyor. DY de “örgüt olmayan örgüt”tü. “Parti olmayan parti”, ÖDP Genel Başkan’ı Ufuk Uras’ın tanımıdır. Biz şunu ekleyeceğiz: “Parti olmayan parti”, parti değildir gerçekte. U.U’nun parti olmayan parti tanımı bir yönüyle ÖDP’nin politik şekilsizliğini, bel kemiksizliğini ve tabii politik kararsızlığını ele vermektedir. Diğer yönüyle ise örgütsel bakımdan partileşemediğini. Esasen bir gruplar koalisyonu olarak kurulan ÖDP hep öyle kalmış ve hiçbir zaman gerçekte parti olamamıştır. Yaşadığı tasfiyelerden sonra şimdi, ÖDP’nin bir parti olması artık daha olanaklıdır. U.U. bunu anlamış olacak ki, parolasını değiştirerek, “parti gibi parti”nin genel başkanı olma isteğini ilan ederek tasfiye hareketinin başına geçmiştir.

Belki de ÖDP parti olmaya en çok ‘96/’97 sürecinde yaklaşmış, fakat yine de gruplar koalisyonu olmayı aşamamıştır. ÖDP’yi ancak gerçekten ciddi, kapsamlı ve süreğenliği sağlanmış, hedeflediği toplumsal kesimlerle bu temelde buluşan ve kadro yapısını siyasal savaşım içerisinde yapılandırıp kaynaştırabilecek bir politik pratik partileştirebilirdi. Çünkü onu önceleyen gruplar, ÖDP politik pratiği içerisinde büyük ölçüde çözülmeden ÖDP partileşemezdi. Susurluk sonrası dönemde eylem tarzı ve simgeleriyle ÖDP, orta sınıfla bağlar kurmayı, büyük burjuvazinin medya desteğini de arkalayarak bir ölçüde başardı. ‘96 1 Mayısı’nın ardından antifaşist kitle hareketinin ılımlı bir çizgiye yönelişi ÖDP’nin o dönem elde ettiği gelişmenin itici gücü olmuştur. Fakat sifon çekerek, süpürerek çetelere karşı mücadele yürüten ÖDP, 28 Şubat sürecinde MGK politikalarının dümenine girdiği için “bağımsızlığını” ve orta sınıfla kurduğu bağı daha partileşemeden kaybetmiştir. Partileşmeye en çok bu dönemde yaklaşmış, ama yine de ÖDP onu oluşturan grupların koalisyonu olarak kalmıştır. Esasen Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın sert politik gerçekleri, derinlemesine ve geri dönülmez biçimde burjuva yasallığa biat etmiş lafzı devrimci gerçekte reformist, “çapulcu” bir yapının varlığına çok fazla olanak tanımamaktadır.

ÖDP'nin Rolü

‘95/96 gerçekliği içerisinde kurulan ÖDP küçük burjuva reformcu liberal bir parti olarak rolünü başarıyla oynamıştır. Antifaşist hareketin belirgin bir şekilde komünist ve devrimci parti ve örgütlere yöneldiği koşullarda ÖDP daha ilk andan başlayarak hareketin devrimci bir çizgide gelişiminin önünü kesme çizgisi izlemiştir. Gazi başkaldırısının hemen sonrasında ÖDP, içerisinde etkin olduğu emekçi memur sendikalarını “yurtseverlik” ve “yurt sevgisi” gerekçesiyle Nisan mitingini iptal ederek kitle hareketinin devrimci yükselişinin önünü keserek, itfaiyeci rolünü sergilemiş, burjuvaziye değerli bir hizmet sunarak, rüştünü ispata çalışmıştır.

Bir partinin sınıfsal/siyasal kimliği ve politik savaşımda oynadığı rol her şeyden önce eylemleriyle açıklanmalıdır. ÖDP gerçekliği bakımından 96 1 Mayısı sonrası takındığı tavır oldukça çarpıcıdır. Üç devrimcinin katledilmesi gerçeği orta yerdeyken ÖDP ve yandaşları komünist ve devrimci harekete karşı “vandalistler” kampanyası açmış, antifaşist kitlelere karşı medya tekelleriyle bir çeşit ittifak kurmuştur. Antifaşist kitle hareketinin ılımlı bir çizgiye çekilmesinde 1 Mayıs katliamının yanı sıra bu ideolojik/psikolojik terör kampanyası da büyük bir rol oynamıştır.

İşçi sınıfının ‘89 bahar atılımının ateşlediği emekçi memur hareketi 90’ların ilk yarısı boyunca gelişmiş, sonra ulaştığı yükseklikten ileri sıçrayamadığı için bürokratikleşerek çürümeye yüz tutmuştur. Emekçi memur hareketinin ve onun merkezi örgütü KESK’in gücü, emekçi memurların KESK dışında kalan kitlelerini harekete geçirmek ve keza işçi sendikalarını ve işçi sınıfı ve emekçi memur yığınlarının birleşik kitle hareketinin geliştirilmesi için kullanılmadığı için sendika hakkını almasına karşın grev ve toplu sözleşme hakkını kazanamamıştır.

KESK içerisinde en ağırlıklı eğilim olan ve büyük ölçüde damgasını vuran ÖDP bu gelişmeden birinci derecede sorumludur.

ÖDP çizgisi KESK’i ve emekçi memur hareketini sürekli devletle uzlaşma çizgisine sokmuş, hareketin ılımlı, kabul edilebilir sınırlar içerisinde kalması için çalışmıştır. Reformizmin kitle hareketini yatıştırıcılık biçimindeki itfaiyeci rolü, emekçi memur hareketinde ÖDP ve onun uzantısı DSD tarafından oynanmıştır. Grev ve toplu sözleşme hakkı fiili grevin örgütlenmesi yolundan devlete dayatılarak elde edilebilecekken ve KESK bu güce sahipken, ÖDP reformizmi tarafından hareket, yasallığa hapsedilerek pasifize edilmiş, önlenmiştir. Emekçi memur hareketinin iç dinamiklerinin oyalayıcı, sonuç alma kararlılık ve yöneliminden yoksun eylem çizgisi ile yatıştırılarak söndürülmesi ve devrimci dinamiklerin sendikal kurullardan tasfiyesi en başta ÖDP reformizminin marifetidir.

Kuşkusuz ÖDP devlete en büyük hizmeti Kürt ulusal devrimine karşı sosyal şovenizmi örgütleyerek sunmuştur. Emekçi memur hareketinde ve keza aydın ve sanatçılar, orta sınıfın kentli aydınlanmış kesimleri arasındaki yaygın ve görece güçlü etkisi dikkate alındığında Kürt ulusal devrimi karşısında ÖDP’nin oynadığı sosyal şoven, reformist rolün önem ve ağırlığı daha iyi anlaşılır. O her şeyden önce söz konusu kesimler üzerindeki sosyal şoven etkisiyle komünist ve devrimci harekete yönelmesini önlemekle kalmamış, ama bu kesimler üzerinde sosyal şovenizmin derinleşerek kök salmasını da örgütlemiştir. ‘98 Ekim’inden Abdullah Öcalan’ın emperyalist haydutlar tarafından kaçırılıp Türk militarizmine teslim edilmesine kadar uzanan, faşist rejimin bir Türk-Kürt boğazlaşmasını kışkırttığı ve sokaklarda faşist güruhların linç girişimleri için harekete geçirildiği, Kürt ulusal devrimi ile Türk sömürgeciliği arasındaki çelişkinin had safhada keskinleştiği dönemde, ÖDP ölü böcek taklidi yaparak, antifaşist yığınların Kürt ulusal devriminin ezilmesini seyretmesini örgütlemiş, bunun da ötesinde bir sinik ödlekler topluluğu gibi, parti binalarını yurtseverlere kapatarak bir bakıma Kürt ulusal devrimini arkadan hançerlemiş- tir. Etkilediği antifaşist güçleri kontrol altında tutup hareketsizliğe sürükleyerek, burjuvaziye buradan çok daha değerli bir hizmet sunmuştur. ‘99 seçimlerinde yurtseverlerle ittifaktan kaçınarak da ÖDP sosyal şoven reformist rolünü hakkıyla oynamıştır. ÖDP Kürt ulusal kitle hareketi içerisinde reformizmi körükleme ve örgütleme kanallarından birisi olarak halen hareketin devrimci ateşinin düşürülmesi için elinden geleni yapmaktadır.

Özellikle AB üyeliği karşısında takındığı tutumla ÖDP, yığınların antiemperyalist bilincini bulandırmış, burjuva egemenliği koşulları altında “Emeğin Avrupası” gibi tamamen sahte ve içi boş slogan ve politikalarla, daha doğrusu politikasızlıkla, AB emperyalistleri hakkında ve keza AB üyeliği ile demokrasi geleceği hayalini yaymış, anayasal ve demokratik yanılsamalar yaratmaktan öte bir şey yapmamıştır.

Kuruluş aşamasında gerek Gazi başkaldırısı ve gerekse 96 1 Mayısı karşında takındığı ideolojik politik tavırlarla, komünist ve devrimci harekete karşı duruşunu ortaya koyan ÖDP’de perde, komünist ve devrimci harekete karşı aldığı en pespaye tavırla kapanmıştır. “Çoğulculuk” aşkı, faşizmin F tipi hücre tecrit saldırısı karşısında iflas ederek atomize olmuştur. Faşizmin kanlı hücre tecrit saldırısı ve komünist ve devrimci hareketin baş eğmez direnişi, bu sert çatışma ÖDP’yi ödlekler ve devrimci hareketle dayanışma cüreti gösterenler olarak politik bakımdan ayrıştırmıştır. Kongresinde zindanlarla dayanışma kararı alan, ama böylesine sert bir çarpışmayı beklemeyen ÖDP, faşist katliam ve bükülmez direniş gerçekliği karşısında şaşkınlığa yuvarlanmış, çatışmanın en keskin aşamasında kendini bütünüyle çatışmanın dışına çıkartmak için çırpınmış, durumun keskinliği buna imkan tanımadığı için çatlamıştır. ÖDP, tam bir politik iflası yaşamanın yanı sıra, Genel Başkanı U.U, aracılığıyla utanç verici bir düşkünlük sergilemiştir. Bay U.U. 22 Aralık 2000 tarihinde, yani zindanlardan yanık et kokuları yükselirken, faşist eskilerinden Taha Akyol’un CCN Türk’teki “Eğrisi Doğrusu” programına çıkarak zindan direnişini ve ölüm orucu eylemini mahkûm etmesi ÖDP’nin manevi ölümü olmuştur. U.U, zindan direnişi ve ölüm orucu eylemini mahkûm etmekle de kalmamış aynı zamanda ÖDP içerisinde, zindan direnişiyle dayanışanları da mahkûm etmiş, parti içi mücadelede işbirlikçi medya tekeli ve faşist eskisi Taha Akyol ile bir çeşit ittifak kurmuştur. Uras, faşist katliamı örtmek için devlete sunduğu bu gönüllü hizmetiyle ne kadar övünse azdır. Fakat bu aynı zamanda ÖDP için kesin bir dönemeç anlamına da gelmektedir.

Ösp'nin Sosyal Demokratlaşma Hamlesi

Doğrudur, “ÖDP kabuk atıyor”. Hücre tecrit saldırısı karşısında nihai olarak devletin yanında yer alan ÖDP, buna muhalefet eden ÖDP içi grupların tasfiyesi ile kendi soluna bütün kapılarını kapatmakta, aynı zamanda sağa doğru açılımın zeminini de oluşturmaktadır. SEP ve diğerlerinin tasfiyesinden sonra ÖDP, dünkü ÖDP’den başka bir şeydir. Artık daha açık biçimde AB’ci olabilir, Baykallar, Karayalçınlar ve diğerleri ile her düzeyde buluşmaya yönelebilir.

ÖDP’yi baştan beri elinde tutan eski DY’ci dönekler kliği, ÖDP içi muhaliflerin tasfiyesini dayatarak, dünkü ÖDP’yi de tasfiye etmiştir. Bu örgütsel operasyon 2002’nin başında sonuçlanmıştır. DY’ci dönekler kliği soyal-demokratlaşma yolunda kendilerine fren olan ve ÖDP’yi bir ölçüde kendi soluna açık tutan çevre ve grupları tasfiye ederek önünü açmıştır. Küçük burjuva liberal reformist bir çizgiden Kauskist sosyal demokrat bir çizgiye geçiş bütün unsurlarıyla belirginleşmiş değildir. Devrimci lafazanlık kuşkusuz terkedilmeyecektir, ama temel olan yapılmış, komünist ve devrimci hareketle kalın ve aşılmaz bir mesafe oluşturulmuştur. Bu bütünüyle bir ideolojik/politik tasfiye operasyonudur. Dönek DY kliği ÖDP içerisinden kendi soluna tasfiyeyi dayatarak, U.Uras’m dediği gibi, “kabuk atmış”, içerisinde sosyal demokrat çizginin gelişeceği bir kabuk oluşturulmuştur.

Fakat sosyal demokrat çizginin niteleyici renkleri henüz belirginleşmiş değildir. Esasen bu yalnızca onların istenç ve iradesine de bağlı değildir. Modern revizyonizmin çöküşü, SSCB’nin dağılışıyla iki kutuplu dünyanın son bulması sosyal demokrasiyi yalnızca ideolojik ve örgütsel değil aynı zamanda politik krize de sürüklemiştir. Sosyal demokrasi, Türkiye’de esasen bir ideolojik ve örgütsel geleneğe sahip değildir. Bununla birlikte, DY ve TKP döneklerinin uluslararası sosyal demokrasinin birikimine sahip oldukları da kuşku götürmez. Burjuvazi, yeni kabuğu ile ÖDP’de sosyal demokrasinin gelişeceği iyi bir sera elde etmiştir. Ama sosyal demokrasinin yeni çizgilerinin nasıl belirginleşeceği sorunu sınıf savaşımının gelişim seyri tarafından belirlenecek, burjuvazinin Terörle Mücadele Yasası’yla satın aldığı sosyal demokrat tohumlar meyveye duracaktır.

Kuşkusuz sosyal demokrat çizgi sınıf işbirliği temeli üzerinde yükselecek, parlamenterist ve tamamen yasalcı olacaktır. Özgün teorik ve programatik çerçevesi, örgütsel yapılanışı ortaya çıkmış başlangıç unsurlarına karşın zaman içerisinde ve muhtemelen bir dizi krizler, takiben belirginleşecektir.

Eski DY’ciler kliği ÖDP içerisinde kendi sollarını tasfiye ederken, ÖDP’nin kuruluş felsefesindeki şekliyle çoğulculuğu da tasfiye ettiler. ÖDP içerisindeki eki DY’cileri tanımlayan Özgürlükçü Sosyalizm Platformu, 8 Ocak 2001’de ÖDP üyelerine yayınladığı duyuruda bunu ortaya koymuştur: “Farklı yapıların ‘çatı partisi’ altında biraraya gelmesi fikrine dayalı bir parti modelinin, hiçbir parti organı tarafından karara bağlanmadığı halde açıkça uygulanması parti hukukunun çiğnenmesi anlamına gelmektedir. Daha vahimi, bu durum ÖDP projesinden vazgeçildiğini de açıkça göstermektedir.

Söz konusu örgütsel yaklaşımı savunanlar, parti politikalarını ve kararlarını sistemli olarak çiğnemektedir. Bu davranışı sergileyenlerle ÖDP projesini savununların ortak yürüyüş olanakları kalmamıştır.

Partinin yetkili organları SEP’in siyasal ve örgütsel tutumu sonucu doğan bu tabloya seyirci kalmadığını açıkça gösteren bir kararlılıkla çözüm üretmesi gerekmektedir.”

Bundan sonra SEP’in halledilmesi, örgüt ve parti hukuku sorununa indirgenerek tasfiye dayatılmıştır. ÖDP Muğla İl Örgütü, ÖSP’nin çoğulculuğuna daha açık bir yorum getirmiştir: “Biz 9 ilçe örgütü ve 800’e yakın üyesi olan bir il örgütü olarak diyoruz ki: Artık parti içi particikleri-adacıkları istemiyoruz. Gördük ki, bizim çoğulculuk dediğimiz ilkeyi anlamamış-anlamak istememişler.”

“Monolitik parti” anlayışına karşı savaş içerisinde kurulan çoğulcu ÖDP, kendini oluşturan çoğullarını çözüp aşarak “parti gibi parti” olamayınca, en büyük çoğul tarafından “parti gibi parti” haline getirilmek için tasfiye edilerek “monolitik”leştirilmiştir. Çoğulculuk anlayışına getirilen resmi yorum, ÖDP’yi elinde tutan dönek DY kliğinin diğerlerin tasfiye etmesidir. Sosyal demokratlaşma yolunda engelsiz ilerleyebilmek için ihtiyaç duydukları kabuk, ÖDP’nin kuruluş felsefesindeki, “çatı parti çoğulculuğu”nun tasfiyesiyle elde edilmiştir. Bu, ileride bay U.U’nun tasfiyesini de kapsayarak “abi partisi” tekilliğine değin ulaşabilecek bir açılımdır.

SEP'in Hali Pür Melal-i

Kuşkusuz SEP’çi arkadaşların faşizmin F tipi hücre tecrit saldırısı karşısında komünist ve devrimci hareketle dayanışmasını, bu babta dönek eski DY gericilerine karşı kararlı bir tutum takınmalarını anlamlı buluyoruz. Bu esasen onların ‘80’lerin ikinci yarısından beri reformizmle devrimcilik arasmda sallanan, zaman zaman devrimci ve komünist harekete yaklaşan, ama burjuva demokrasisi platformuna dayanmaları nedeniyle genel olarak reformistlere yaslanan, yasalcı ve parlamenterist bir çizgide durdukları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. ÖDP içerisindeki, özellikle bu son mücadelenin onları bir ölçüde devrimci harekete doğru ittiği düşünülebilir. Bu doğru olmakla birlikte onlar, ÖDP içerisinde ÖDP’yi baştan beri elinde tutan ÖSP kliği ile kapsamlı bir ideolojik mücadeleden kaçınmışlardır. Kürt ulusal hareketiyle ilişkilenme sorununun ÖDP içerisinde uzlaşmazlık yaratmamış olması, SEP’çilerin sosyal şovenizmin etkisi altında kaldıklarını gösteren en kesin veridir. SEP’in, ÖSP ile kapsamlı bir ideolojik mücadele geliştirmek şura da kalsın, böyle bir yönelime bile girmemiş olması, onunla aşağı yukarı aynı yasalcı, burjuva demokratik platformda bulunmasından başka şekilde açıklanamaz.

SEP’in ÖSP ile aşkının son bulması, SEP’in devrimci açılım ve hamlesinin sonucu değildir. SEP’in bugün komünist ve devrimci güçlere yakın durması olumlu bir şey olmakla birlikte yanıltıcı olmamalı, onun siyasal/sınıfsal kimliği ve programatik, ideolojik/teorik platformu hakkında hayaller uyandırmamalıdır.

Unutulmamalı ki, bugün ayrılmak ve bir parti kuruluşuna yönelmek zorunda kaldılarsa bu, SEP’çi arkadaşların değil, kendini ÖDP içerisinde ÖSP olarak tanımlayan eski DY’ci döneklerin gerici sosyal demokratlaşma kararlılığının sonucudur.

Marksist leninist komünistler, SEP ve ÖDP’den kopan diğer güçlerle ideolojik mücadele görevlerini gözden kaçırmaksızın eylem birliği ve ortak mücadele imkanlarını değerlendireceklerdir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi