Bolşevizm 100 Yaşında

Marks, “Feuerbach Üzerine Tezler”inin ll.’sinde “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır, oysa sorun onu değiştirmektir” dediğinde tarihler 1845’i gösteriyordu. Marks’ın bu ünlü formülasyonu, materyalist tarih öğretisinin en önemli kurucu ögelerinden birisidir. Marksizm, edilgen bir tarih ya da toplum yorumu değil, düşünceyle pratiğin iç içe geçmiş diyalektik bütünlüğüdür. Düşüncenin pratiğe, pratiğin düşünceye dönüşerek, bilinçli bir değiştirme programı ve eylem planının emekçi insanlığa sunulmasıdır.

11. Tez’in tam 72 yıl sonrasına denk gelen Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, düşünce ile eylem arasındaki dinamik ve organik bütünlüğün en parlak örneği olmuştur. Devrimden 15 yıl önce, 11. Tez ekolünün genç bir öğrencisinin beyninde beliren ve oradan Ne Yapmalı adlı broşürde ifadesini bulan düşünceler, Rusya topraklarından bütün dünyayı sarsan bir eyleme dönüşmüştür. Mart 2002’de tam yüz yaşına giren Lenin’in Ne Yapmalı’sı Bolşevizmin, Bolşevizm ise 20. yüzyıla damgasını vuran ve etkileri bugüne ulaşan Ekim Devrimi’nin temelleri olmuştur. Yüzüncü doğum yıl dönümünde Ne Yapmalı’yı, başka bir deyişle Bolşevizmi daha derinlikli kavramak, kendi tarihini kendisi yapacak olan emekçi insanlık için son derece anlamlı ve bir o kadar da gereklidir.

Ne Yapmalı'nın Doğuş Koşulları

Marks, “sorun dünyayı değiştirmektir” derken, hiç şüphesiz teoriden eyleme, en geniş anlamıyla politikaya gönderme yapmaktadır. Materyalist tarih kuramı, değişimin yasalarını ve toplumsal dinamiklerini açıklar. Ancak bu değişim, bilinçli insan eylemiyle gerçeğe dönüşür. Teoriden programa geçmek ya da eskiyen ve yıkılması gerekenden yeniyi bulup çıkartmak yeterli değildir. Program, teorinin politizasyonunda bir başlangıç evresidir. Materyalist tarih anlayışından bilimsel sosyalizmin doğuşu ve oradan Komünist Manifesto’ya geçiş henüz tamamlanmamış bir teorinin ve programatik düşüncenin ilk adımlarıdır. Marks ve Engels bu tamamlanmamışlığın bilincindedir. Çünkü marksist dünya görüşü, eylemin kılavuzu olduğu kadar, eylem de marksizmin yeniden üretileceği alandır. Dolayısıyla marksizm, kendi doğası gereği tarih (teori) ve politika bütünselliği içinde süreklileşmiş bir harekettir. Marks ve Engels’in yaşamları, bu bütünselliği anlamak bakımından önemlidir. Bilimsel sosyalizmin kurucuları, geleceğin teorik temellerini atarken, politik eylemleriyle de kendi görüşlerine karşı tutarlı ve içtendirler.

Marks ve Engels, yaşam yolculuklarını tamamladıklarında, arkalarında yeniden üretimi zorunlu bir teorik miras bıraktıklarının farkındaydılar. Batı Avrupa (özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere), Komünist Manifesto’yu izleyen birkaç on yılda yenilgi ve zaferlerle dolu bir dizi sınıf savaşımı deneyiminden geçmişti. Marksizmin, politik alandaki deneyimleri, sınıf savaşımları ışığında önemli ilerlemeler kaydetmişti. Ancak yine de bu ilerlemeye uygun bir politika teorisinin temelleri henüz çok cılızdı. Tek tek ülkelerde ortaya çıkan deneyimler yeterince genelleştirilememişti. Yenilen devrimler, emperyalizme dönüşen kapitalizm, işçi sınıfının hızla değişen yapısı, 19. yüzyıl sonlarına doğru sosyalist hareketteki krizi de belirginleştirmeye başlamıştı. 1889’da kurulan II. Enternasyonal de krizi atlatabilecek güçlü bir yapıda değildi. Tam tersine, Bernstein gibi sınıf savaşımı ve devrim teorisini açıktan reddetmeye başlamış revizyonist liderler, II. Enternasyonal aracılığıyla görüşlerini uluslararası platforma taşıma fırsatı bulmuşlardı.

Devrimler, Batı’dan Doğu’ya kaydığında yorgun Avrupa proletaryası, henüz kapitalizmi yıkmayı başaramamıştı. Devrimci mücadelenin yeni merkezi Rusya, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik yönleriyle Avrupa’dan çok farklıydı. Rus aydınlarının marksizmle tanışması da, bu farklı özelliklerden ötürü hem geç ve hem de çok değişik olmuştu. John Molyne- ux’un dediği gibi, Batı’da marksizm, doğrudan doğruya proletaryanın kapitalizmi yıkmasının teorisiyken, Rusya’da kapitalist gelişmenin kaçınılmazlığı teorisi üzerinden güç kazanmaya başlamıştı. Halkçı Narodnizm’in 19. yüzyılın son çeyreğine doğru Çarlık otokrasisine karşı giriştiği küçük grupların bireysel şiddet eylemleri amacına ulaşamamış olsa da, özellikle gençlik üzerinde hatırı sayılır bir sempati toplamıştı. Ama 1800’lü yılların son çeyreğinde patlak veren işçi hareketleri, marksizmin Rusya’ya girişini de hızlandırdı. Rusya’nın genç marksistleri, ilk önce Narodnik akımlarla teorik mücadeleye girişerek marksizmi yaymaya çalıştılar. Arka arkaya basılan kitaplar, dergiler, gazete ve broşürler, gençlik üzerinde önemli bir etki sağladı. Değişik kentlerde, fabrika çevrelerinde, kendilerini çeşitli adlarla tanımlayan onlarca grup ortaya çıktı. Çarlık ise, narodnizm tehlikesine karşı ağır darbeler indiren bu grupların ilkel ve amatör çalışmalarına göz yumdu. Ta ki, bu gruplar Çarlığa karşı tehlikeli eylemlere geçene kadar...

Ne Yapmalı Öncesi Rusya'da Marksizm

20. yüzyılın hemen başında Lenin, “hareketin can alıcı sorunları”na Ne Yapmalı sorusunu yöneltirken, öncelikle Rusya’da marksizmin tarihini ana hatlarıyla çizmeye çalışır. Lenin, Ne Yapmalı’da her ne kadar gözünü somut ve güncel olana dikse de, görüşlerini tarihsel bir çerçeveye oturtarak açıklar. Çünkü, gelecek ancak tarihi doğru anlamakla aydınlatılabilirdi. Ne Yapmalı’nın bugün okuyucuya ilk anda anlaşılmazmış gibi gelen kurgusunu da bu tarihselci anlatımda görmek gerekiyor. Broşürün “sonuç” bölümünde evrelere ayrılmış, daha doğrudan bir tarih anlatımı olsa bile, günü anlama ve çözümleme kaygısı güdülen her satırın arksasında son yirmi yılın bir özetini bulmak olanaklıdır.

Lenin, üç döneme ayırdığı Rus sosyal demokrasinin tarihini 1884’te başlatıyor. 1884- ’94 arasını teori ve programın oluşturulduğu ve sağlamlaştırıldığı dönem olarak tanımlıyor. Marksizm, Rusya’ya yeni yeni girmektedir. İşçi hareketi gelişkin değildir. Marksizme ilgi duyanların sayısı ise henüz çok sırınlı düzeydedir.

İkinci dönem ise, 1894-’98 yılları arasını kapsıyor. Marksizmin bir toplumsal hareket olarak sahneye çıkışı bu dönem gerçekleşir. Ancak hareket çocukluk ve ilk gençlik dönemlerini yaşamaktadır. Narodnizme karşı verilen mücadele ve işçiler arasında çalışmaya duyulan yoğun ilgiyle birlikte, çocuk hızla büyümektedir. Fakat hareketin önderleri sadece genç değil, aynı zamanda deneyimsizdirler. Pratik çalışmaya hazır değildirler. Çalışmaları, Çarlık rejimi tarafından kısa sürede deşifre ediliyor ve hemen arkasından dağıtılıyordu. Parti fikrinin olgunlaşması ve RSDİP’in kuruluşu, Lenin’in ifadesiyle “bu dönemin en mükemmel ve son eylemi oldu.”

Üçüncü ve Ne Yapmalı’ya kadar geçen son dönem ise 1898’de başlıyor. Çocukluk dönemi kesin olarak sona ermiş, hareket delikanlılık dönemine girmiştir. Her delikanlı gibi onun da sesi çatallaşmıştır. İşçi hareketi büyük hızla gelişirken, dağınıklık ve yalpalamalar kendini açıkça hissettirmektedir. Hareket bunalımdadır. “Önderlerin bilinci, kendiliğinden kalkınışın gücü karşısında teslim oldu; sosyal demokratlar arasında ikinci bir kesim üstünlük sağlamış bulunuyordu, bunlar, sadece “legal” Marksist yazınla yetişmiş önderler kesimiydi. Fakat kitlelerin kendiliğindenliği onlardan daha fazla bilinç talep ettikçe, edindikleri bilinç daha da yetersiz kaldı. Önderler sadece teorik (eleştiri özgürlüğü) ya da pratik (amatörlük) olarak kitlelerin gerisinde kaldıklarını göstermekle kalmadılar, aynı zamanda geriliklerini bir sürü tumturaklı savla savunmaya çalıştılar.”(1)

Lenin, broşürün başka bir yerinde, bu tarihsel kompozisyon içinde beliren sorunları, “bir büyüme hastalığı” olarak tanımlar. Şimdi bu hastalıkların artık iyice su yüzüne çıktığı üçüncü dönemin geride kalması gerekiyordu. Lenin bu çağrıyı broşürün sonunda “Üçüncü dönemi tasfiye edin!” sözleriyle yapar. Hareketin, kadroların, faaliyetin, propaganda ve ajitasyon tarzının tümüyle yenilenme zamanı gelmiştir.

Gramsci’nin dediği gibi, siyasal partiyi ilgilendiren en önemli sorunlardan biri, partinin, alışkınlığın gücüne tepki gösterme kapasitesidir. Rusya’da kapıya dayanan devrim, siyasal hareketleri geride bırakmıştır. Rusya toprakları yeni bir döneme gebedir. Lenin bu gerçekliğin farkındadır. Başlattığı savaş, sınıf hareketinin arkasında kalmış siyasal hareketlerin eski alışkanlıklarına karşıdır. Yalnızca eski alışkanlıklara değil, aynı zamanda bu alış kanlıkları savunan, teorize eden tutucu önderlere karşı bir savaştır bu.

Ekonomizme Karsı Savaş

Rusya’da üçüncü dönemin tasfiye edilmesi, yaklaşan devrim karşısında marksist hareketin pozisyonunu da belirleyecektir. Siyasal grupların, yükselen sınıf hareketinin çok arkasında kaldıkları Lenin için tartışmasız bir gerçekliktir. Devrimci gruplar, bu “artçı” konumlarını değiştirebilecek durumda veya yönelimde değildir. Tersine, dağınıklığı kutsamak ve hareketin kendiliğinden gelişimini beklemek yaygın bir eğilimdir. Lenin, “üçüncü dönem”in bu ağırlıklı eğilimine “ekonomizm” adını veriyor. Fakat bununla kalmıyor. Narodnizme karşı verilen savaşın bir benzeri şimdi ekonomizme karşı verilecektir. Narodnizme karşı savaşta, Lenin yalnız değildi. Hatta şimdi karşısında yer alan ve kendilerini marksist olarak adlandıran önderlerle birlikteydi. Lenin böyle bir ittifakın, Marksizm üzerinden değil, narodnizme karşı mücadele üzerinden gerçekleştiğini biliyor ve bu heterojen birlikteliği dönemsel olarak doğru ve yararlı bulduğunu söylüyordu: “Ancak bizzat kendine hiç güveni olmayanlar, güvenilmez kimselerle de olsa geçici ittifaklara girmekten korkarlar ve böylesi ittifaklar olmadan hiçbir politik parti var olamaz.”(2)

Sıra eski ittifaklara karşı savaşa gelmişti. Fakat savaş tek başına amaç değildi. Lenin’in asıl hedefi, yeni dönemi kucaklayabilecek, örgütsel dağınıklığa, teorik yalpalamalara, amatör ve ilkel çalışmaya son verecek yeni tipte politika tarzını ve örgüt modelini ortaya koymaktı. Tam da bu nedenle Rusya’nın marksist devrimci tarihine eleştirel bir yaklaşım ve gelinen aşamayı sembolize eden akımla mücadele edilmesi gerekiyordu. Hiç şüphesiz “ekonomizm” Rus devrimci hareketinin tek gerçeği değildi. Örneğin siyasal koşullar, “terörizm”in gelişmesi için de önemli olanaklar sunuyordu. Lenin, Ne Yapmalı’da bu akımdan da söz eder. Fakat başlı başına bir terörizm eleştirisine girmeyi yöntem olarak tercih etmez. Ancak ekonomizmle bağları içinde terörizme karşı mücadeleye girişir.

Rusya’da asıl sorun, güçlü ve sıkı örgütlenmiş bir partinin yokluğudur. Ekonomizm ve bu akımın sözcüleri (Raboçeye Mysıl ve Raboçeye Dyeolo’, böyle bir partinin önündeki en önemli engeldi. Sanıldığının tersine, ekononizmle Lenin arasındaki ayrılık, salt örgüt modeline indirgenecek teknik bir soruna dayanmıyordu. Sorun derinlerdeydi, siyasal, sınıfsal, tarihsel nedenlere sahipti. Ayrılık noktalarının sınıfsal ve tarihsel oluşu, yukarıda da belirtildiği gibi marksizmle geç tanışan Rusya’nın sosyo-ekonomik yapısının Batı Avrupa’dan farklı oluşundan kaynaklanıyordu. Marksist düşünce, Rusya’da kapitalizmin zorunlu gelişmesini, feodal otokrasinin kaçınılmaz sonunu ortaya koyuyordu. Rus burjuvazisinin, “legal marksist”ler olarak marksizme sarılma nedeni buydu. Lenin, Ne Yapmalı’da ekonomistlerle legal marksistler arasındaki bağlantıyı ortaya koyduğunda, legal marksistler henüz Kadet Partisi’ni kurup, burjuva liberal kimliklerini açıktan ilan etmemişlerdi.

Legal marksistler tarafından kaleme alınan Credo adlı belge, ekonomistlerin pratik yönelimlerini doğrudan dile getiriyordu: “İşçiler ekonomik mücadele yürütsün, marksist aydınlar ise liberallerle ortak politik mücadele içinde kaynaşsın.”(3) Rusya’da yakında patlak verecek devrimin burjuva karakterde olacağı az-çok bütün marksistlerce biliniyordu. Ekonomistlerin yukarıdaki formülasyonu pratik çalışmaya uyarlamalarının kafa karıştırıcı nedenlerinden birisi buydu. Fakat devrimin burjuva karakterde olması, işçi sınıfının devrimde ve devrim sonrasında oynayacağı rolü değiştirmeyecekti. Avrupa’da burjuva devrimlere katılan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, iktidarı burjuvaziye bırakmanın bedelini ağır ödediler. Ama Avrupa proletaryasına göre Rus proletaryası önemli avantajlara sahipti. İşçi sınıfının Batı Avrupa’da 19. yüzyıl boyunca giriştiği mücadeleler ve bu mücadeleyle yaratılan deneyimler, Rus emekçi sınıfları için muhteşem bir olanaktı. 19. yüzyılın ilk yarısına kadar bağımsız örgütlenme bilinci kazanamamış işçi sınıfı, artık kendi partilerinde örgütleniyor ve burjuvaziye karşı bu partiler aracılığıyla mücadelelere girişiyordu.

Lenin, uluslararası deneyimlerin anlamını Ne Yapmalı’nın hemen ilk bölümünde ayrı başlık altında incelerken ekonomizmin darlığının bir nedenini de teorik ilgisizlik olarak tanımlıyor. Ekonomistler, elbette teoriye karşı kaba bir ilgisizlik içinde değildir. Hatta Lenin’in getirdiği yeni önerilere karşı çıkarken, sık sık Avrupa işçi sınıfı hareketinin deneyimlerini kullanmaktadırlar. Ancak teori, bu deneyimlerin kopya edilmesi anlamına gelmez. Lenin’in de dediği gibi, “bu deneyimleri eleştirel bir tutumla ele almayı ve bunları bağımsız biçimde sınamayı bilmek gerekir.”(4)

Yine aynı bölümde Lenin kesin bir ifadeyle “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket de olamaz.”(5) diyordu. Lenin’in bu sözünü, devrimci teori olmadan ya da yeniden üretilmeden girişilecek faaliyetin belirli bir süre sonra devrimci özünü yitireceği, daralacağı ve tam bir dar pratikçilik içinde sağa sola yalpalayacağı şeklinde yorumlamak gerekiyor. Ekonomistler, böyle bir darlığın içinde debelenirken, bu zavallı durumlarını Marks’ın “gerçek hareketin her adımı, düzinelerce programdan daha önemlidir” sözleriyle teorize etmektedirler. Lenin ekonomistlerin bilinçli olarak öne çıkarttıkları bu söze yine Marks’ın sözleriyle karşılık vermektedir: “Hareketin pratik hedeflerinin gerçekleştirilmesi adına anlaşmalar yapın, ama ilkelerle pazarlığa izin vermeyin, teorik ‘ödünler’ vermeyin.”(6)

Ekonomizm, teorik mücadeleyi tasfiye ederken en önemli referansını II. Enternasyonal’in revizyonist liderlerinden almaktadır. Bernstein’in “hareket her şeydir, nihai hedef hiçbir şeydir” sözü, ekonomistlerin teorik ve programatik bir bütünlük içinde işçi hareketine yaklaşmalarını da engellemektedir. Sınıf hareketinin günlük mücadelesi içinde silikleşen teori ve program, siyasal grupları da günlük mücadelenin peşinden sürüklemektedir. Sosyalistlerin görevini işçi sınıfının günlük mücadelesinin dışında tanımlayan Lenin (Iskra’ ise, ekonomistlere göre “dogmanın devrimcileştirilmesini yaşamın devrimcileştirilmesinden üstün tutmaktadır.” Onlara göre “ekonomi itaatle politikayı izler” ve partinin politik görevleri de hareketin bu “aşama”lı ilerlemesi içinde ortaya çıkacaktır.

1. Enternasyonal’e önemli ölçüde egemen olan ekonomist teoriler, Lenin’in Rusya’da üzerine basarak yinelediği “kendiliğindenlik” nosyonunun uluslararası düzeyini de ele vermektedir. II. Enternasyonal’in revizyonist liderleri, üretici güçlerin gelişmesinin, kapitalizmin çöküşünü kaçınılmaz olarak hızlandırdığını ve sınıf mücadelesinin önemini yitirdiğini belirtiyorlardı. Bernstein, bu tezleri daha da ileri götürerek, sosyal demokrasinin artık devrim düşüncesinden vazgeçmesi gerektiğini bildiriyordu. Lenin, sosyal demokrasi içinde beliren bu eğilimin, eski “dogmatik marksizme karşı” eleştiri özgürlüğü sloganıyla (ekonomistler öncülüğünde’ Rusya’ya taşındığını ifade ederek, ekonomizmin uluslararası kökenini de açığa çıkarıyordu.

Politikaya Yaklaşım

Hiç kuşkusuz, II. Enternasyonal’in “üretici güçler” ve “kendiliğinden çöküş” teorilerini, tek başına sığlık ya da marksizmin vulgarize edilmesi şeklinde açıklamak yeterli olmayacaktır. Tekelci aşamaya doğru hızla yol alan kapitalizm, işçi sınıfının yapısını da değiştirmektedir. Bernstein, ortaya çıkan yeni tipteki aristokratik işçi tabakasını genel refah düzeyinin yükselişi olarak görmekte ve marksizmi de bu görüş açısıyla yeniden gözden geçirmektedir! Ne var ki, Bernstein ve taraftarlarıyla güçlü bir mücadeleye kısa bir sürede girişilemedi. Kapitalizmin yaşadığı hızlı değişimi aynı hızda çözümleyememek sorunun bir yönünü oluşturuyordu. Sorunun bir başka yönü ise devrimci politikanın Avrupa’daki zengin deneyimlere rağmen yeterince ele alınmamış olmasıdır.

Ne Yapmalı’da ele alınan konuların başlı başına politika teorisiyle ilgili olmadığı söylenebilir. Fakat broşürdeki bütün somut çözümlemelerin arka planında o günün birikim ve deneyimlerini gözeten bir politika teorisi bulunmaktadır. Lenin’in, çağdaşı olan tüm marksistlerden üstün yanı da burasıdır. “Ekonominin itaatle politikayı izlediğini” söyleyen ekonomistlere Lenin’in verdiği yanıt bu yönüyle anlamlıdır: “Ekonomik çıkarların tayin edici bir rol oynamasından, ekonomik mücadelenin birinci derecede önem taşıdığı sonucu kesinlikle çıkmaz, çünkü en önemli, ‘tayin edici’ sınıf çıkarları genelde ancak radikal bir politik değişiklikle tatmin edilebilir...”(7)

Marksist epistemoloji (bilgi kuramı ya da teorisi’, gerçekten de ekonomik determinizm üzerine kurulmuştur. Ancak marksist teorinin bu yöntemini politik mücadele alanına basitçe indirgemek, teoriyle politika arasındaki farklılığı gözden kaçırmaktır. Ekonominin ya da ekonomik çıkarların teorik tanımıyla, ekonomik mücadelenin politik alandaki tuttuğu yer birbirinden kalın çizgilerle ayrılır. İşte Lenin’in ekonomik mücadele tanımı: “Ekonomik mücadele, işçilerin işgüçlerini daha uygun koşullarda satmak, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için işverenlere karşı yürüttükleri kolektif mücadeledir. ”(8) Ve hemen arkasından ekonomistlerin tüm pratik yönelimlerinde eksen aldıkları “ekonomik mücadelenin kendisine politik bir nitelik kazandırmak” söylemine indirilen vurucu darbe: “bu, mesleki taleplerin, çalışma koşullarına yönelik mesleki iyileştirme taleplerinin yasa koyucu ve idari önlemler yardımıyla yerine getirilmesini hedeflemek demektir.”(9)

Ekonomizmin, politik mücadeleden çıkardığı toplam sonuç budur: Arzu edilen mücadele olanaklı olan mücadeledir, yani işçilerin en çok ilgisini çeken ekonomik sorunlara karşı mücadelesidir. Ekonomik sorunlara karşı mücadele, elbette sadece sendikalist mücadele alanıyla sınırlı değildir. Fakat, ekonomik temel üzerinden geliştirilecek ajitasyon, “en geniş uygulanan” araç olmaktan çıkartılıp “uygulanabilirliği en geniş” araca dönüştürülüyor ve politik mücadele dar bir alana sıkıştırılıyorsa, bu bakış açısı sendikalizmdir, ‘trade unionizm’dir. Böyle bir ajitasyon faaliyetinin sonuçları ise kitlelerin peşinden sürüklenmektir. Ne Yapmalı’nın Rus sosyal demokrasisine yönelik en önemli tespiti de budur. Daha önce Avrupa’da kavramsal düzeyde tartışılmamış bu zaaf, devrimci politik terminolojiye Rus pratiğinden ve Rusça bir sözcükle, “kvostizm” (kuyrukçuluk) olarak giriyor.

Kuyrukçuluk ya da kendiliğindencilik, Rusya’ya özgü bir hastalık olmadığı gibi, belirli bir dönemle de sınırlı tutulamaz. Bugün, tarihsel arka planı ve kendini ortaya koyuş biçimi daha karmaşık olsa da, çeşitli siyasal çevrelerin politika tarzlarındaki ekonomizm eğilimi rahatlıkla görülebilir. Türkiye’de EMEP bunun en tipik örneğidir. Emek Platformu’nun ulusalcı programını hiç düşünmeden ve büyük bir heyecanla alkışlaması, daha da ileri giderek bu programa sahip çıkması, EMEP’in kendiliğinden mücadeleye yaklaşımını da ele vermektedir. Emekçi yığınlarla buluşmak adına, kendi programatik düşüncelerini feda eden bu oluşumun siyasal pratiği, işçilere “yardımcı olma”nın ötesine geçmemektedir. Öncünün yığınlarla buluşması elbette önemlidir, ama ona nasıl gidileceği daha da önemlidir. Koşulsuz şartsız bir birlik, siyasal hareketin varlık gerekçelerini de ortadan kaldırır. Kaldı ki, EMEP ekonomizminin doruk noktalarından birisi olan EP programıyla kurduğu ilişki, sadece sınıfın kendiliğinden mücadelesinin peşinden sürüklenmek değil, ulusalcılık ya da sosyal demokrasi gibi, işçi sınıfının dışında kalan burjuva siyasete de koşulsuz olarak yedeklenmektir. Yedeklenmek, ekonomizmin iktidar perspektifinden yoksun çizgisinin kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Rusya’da Credo programıyla legal marksistlere (liberallere) yedeklenen ekonomizm, Türkiye’de sosyal demokrat sendikacıların programına yedeklenmiştir. Benzerlik pek de şaşırtıcı değildir.

Lenin, kuyrukçuluk kavramını, öncü partiyle kitle arasındaki farkı olabildiğince belirginleştirmek için kullanır. Öncünün eylemiyle, sınıfın kendiliğinden eylemine farklı anlamlar yükler. Öncü eylem, işçi sınıfına dışardan bilinç taşımaktır. “Dışarından bilinç”le anlatılmak istenen, ekonomik mücadelenin, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışıdır. Yani bütün sınıf ve katmanların devlet ve hükümetle ilişki alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Dolayısıyla “İşçilere politik bilinç götürmek için sosyal demokratlar nüfusun bütün sınıflan arasına gitmeli, ordu birliklerini bütün yönlere gönderme- lidir.”(10)

Politika-Örgüt İlişkisi

Ne Yapmalı’nın politika teorisine yaptığı katkılar daha birçok örnekle çoğaltılabilir. Hiç kuşkusuz bu örneklerin en değerlisi, örgüt modeliyle ilgili olanıdır. Öncünün eylemiyle kendiliğinden kitle eylemini kesin olarak birbirinden ayıran Lenin, devrimciler örgütüyle işçiler örgütünü de aynı şekilde birbirinden ayırır. Ancak böyle bir ayrım birinin ötekine göre daha az önemsiz olduğu anlamına gelmez. Sınıf savaşımı için her ikisi de gerekli ve temel önemdedir, birinin rolü diğerine ikame edilemez.

Kapıya dayanan devrim, Rusya’daki tüm sınıfların iktidara yönelik hazırlığını da test edecektir. Proleter yığınların bu devrimde önemli bir rol oynayacağı açıktır. Fakat, devrimin ana gücünü oluşturacak proletarya, iktidarı alabilecek ya da en azından iktidarın belirleyici gücünü oluşturabilecek bir hazırlığa sahip değildir. Lenin için devrimin temel sorunu iktidardır. İktidar olmanın ön koşulu ise, iktidara aday sınıfın siyasal ve örgütsel düzeyidir.

Lenin’in sonraki eserlerinde daha doğrudan dile getireceği devrim anlayışı, iktidar sorununu daima merkeze oturtur. Teoriyle pratiğin kesiştiği noktada duran Lenin, Marks’ın devrim tanımını siyasal halkadan yakalar: Devrim eski üst yapının yenisiyle değiştirilmesidir. Böylece Lenin, Marks’ın 11. Tezi’ni, Ne Yapmalı sorusuyla daha somut ve pratik alana yönlendirir ve teori ile politika bütünlüğünü, her iki disiplinin özerk yasalarını dikkate alarak gerçeğe dönüştürür. Devrim, Lenin’de öncelikle bir iktidar sorunudur. İktidar sorununun devrim öncesi karşılığı ise partidir.

Ne yazık ki, Rusya’da devrim iddiasına uygun bir parti henüz yoktur. RSDİP dahil, son yirmi yıl içinde kurulan hiçbir örgüt ya da örgütçüğün ömrü uzun olmamıştır. Dağınıklık, ilkellik ve amatörlüğün ağır baskısı altında kurulan ve faaliyet gösteren her örgüt, belirli bir süre sonra Çarlık otokrasisinin hışmına uğramaktan kurtulamamıştır. Ne Yapmalı’da ekonomizmin kökenleri tarihsel bir çerçevede sorgulanırken, Lenin Rusya’nın bu dağınık örgütsel profilini de merkeze oturtur. Amatörlük ve ilkellik içinde kusurlu hazırlıklarla başlayan örgütsel faaliyetlerin sürekli darbe yemesi, mücadelenin sürekliliğini de olumsuz etkilemiştir. Her yeni örgüt, eskinin bir devamı olmak yerine, onun ta kendisi olmuştur. Yenilen darbeler, sadece enerjiyi tüketmemiş, aynı zamanda örgütsel birikim ve deneyimlerin ileriye taşınmasını da engellemiştir.

Hareketin bu can alıcı sorunu aslında politik önderlerin tümü tarafından bilinmektedir. Ancak sorunun nedenlerini kavramada, ekonomistlerle Lenin arasında derin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Ekonomistler, örgütsel sorunları, işçi hareketinin genel düzeyiyle ilişkisi içinde ele alırken çıkış noktaları yine kendiliğindenliğin ötesine geçmemektedir. Lenin ise, örgütsel sorunlarla politik sorunları birlikte ele almakla kalmaz, politikanın örgüte öngeldiğinden, örgütün politikaya bağlılığı ya da politikanın örgütü belirlediğinden hareket eder. Amatörlük sadece pratik değil, politik çalışmanın bütününü ilgilendiren bir sorundur ve “herhangi bir örgütün niteliğini doğal ve kaçınılmaz olarak belirleyen şey, o örgütün eyleminin içeriğidir.”(11) Ekonomik mücadelenin kendisine politik karakter kazandırmayı hedefleyen, polis darbeleriyle dağıtılıp yeniden ve sil baştan çalışmalara başlayan siyasal çevreler, hızla gelişen sınıf hareketine yanıt olamamaktadır. Çalışma tarzındaki amatörlükle politik faaliyet arasındaki darlık birbirinden ayrı değildir. Amatörlük darlığı, darlık amatörlüğü beslemekte ve bu karşılıklı ilişki dar ve amatör bir örgütsel gerçekliği koşullamaktadır.

Politika, eylem ve örgüt bir bütündür. Lenin, bu bütünlüğü Rusya özgülünde devrimci hareketin tarihsel gelişimi içinde yerli yerine oturtur. Ekonomizm, Rusya’daki siyasal yapıların ilk kuruluş yıllarına değil, daha sonraki dönemlerine ait bir eğilimidir. Başlangıç yıllarında, Lenin’in Ne Yapmalıda üstünde durduğu tarzda politik ajitasyon yürüten gruplar da vardır. 1895’te kurulan İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği buna örnektir. Lenin’in de içinde yer aldığı bu grup, işçi sınıfının tarihsel görevlerini ortaya koyarken, Çarlık otokrasisine karşı politik özgürlüğün kazanılmasını da bu görevlerin en başına yerleştirmiştir. Ancak bu grup da diğerleri gibi hazırlıksız ve deneyimsizdi. Ekonomizmin gelişmesine yön veren amatörlük bu grubun da tipik özelliğiydi. Faaliyetin ve eylemin içeriğine uygun olmayan, onun gerisinde kalan örgütsel yapının kısa zamanda jandarma tarafından dağıtılması, birbirini yönlendiren ve koşullayan politika, eylem ve örgütsel vektörler arasındaki bütünlüğün kaçınılmaz bir sonucu olmuştur. Rusya’da ekonomizmin gelişme koşullarını da bu vektörlerin belirli bir tarihsel andaki çakışmasında aramak gerekiyor. Amatörlüğün veya kusurlu hazırlıkların giderilememiş olması, zamanla politik grupların bu başarısızlığı kanıksamaları ve kusurları bir erdem olarak görmeye başlamaları, ekonomizmin teorize edilmesini beraberinde getirmiştir. Ekonomistlere göre, politik niteliği gelişkin bir çalışma, ancak sınıf hareketinin kendiliğinden gelişiminin bir sonucu olacaktır. Koşullar, henüz güçlü bir devrimciler örgütünü gerektirmemektedir. Lenin’in hücuma kalkıştığı nokta tam da burasıdır.

Profesyonel Devrimciler Örgütü

Kendiliğindenlik, ajitasyondan propagandaya, taktikten örgütlenme tarzına kadar politikanın tüm departmanları içine sızmıştır. Şimdi yapılması gereken politikanın tüm alanlarına yayılmış bu anlayışla hesaplaşmak için uygun bir halkanın seçilmesidir. Öncelikle kendiliğindenlik karşısında bilincin belirleyici bir konuma yükseltilmesi zorunludur. Hareket içinde bilinç unsurunun sürekliliğini sağlamak, Rus devrimcilerinin 20 yıla yaklaşan geçmişinden çıkartılacak en önemli derstir. Otokratik ve baskıcı bir rejim karşısında bilinç faktörünün yoğunlaşması ve bu yoğunlaşmayla birlikte sürekliliğin sağlanması, güçlü ve sıkı bir devrimciler örgütünü gerektirmektedir. Lenin, Rus devrimci hareketinin ilk ve en acil pratik görevini böyle tanımlar. “Politik mücadelede enerji, metanet ve sürekliliği güvenceleyebilecek bir devrimciler örgütü...”(12)

Lenin, devrimciler örgütünü, işçilerin örgütünden ayıran üç farka dikkat çeker: Birincisi, bu örgüt mesleği devrimci faaliyet olan (profesyonel) kişileri kapsayacaktır. İkincisi, örgüt pek geniş tutulmayacak ve siyasi polise karşı mücadele sanatında profesyonelce eğitilmiş insanlar bu örgüte üye olabilecek. Üçüncüsü ise, örgüt olabildiğince konspiratif (gizli) olacak. Hiç kuşkusuz böyle bir örgüt modelinde, Lenin’in esas aldığı ve öne çıkardığı düşünce, sürekliliği sağlayabilecek bir yapının oluşturulmasıdır. Örgütün konspiratif niteliği, dar tutulması ve profesyonellerden oluşması, bu sürekliliğin tamamlayıcı unsurlarıdır. Ancak Lenin bu tamamlayıcı ögeleri, siyasal koşullarla bağlantısı içinde ele alır. Parti, politik özgürlüklerden yoksun bir ülkede, Çarlık otokrasisinin yoğun baskısı altında inşa edilecektir. Dolayısıyla partinin savaşçı özellikleri öne çıkacak ve iç demokrasisi siyasal koşullara göre belirlenecektir.

Lenin’in ortaya koyduğu örgüt modeline karşı itirazların ağırlıklı bölümü de buraya, yani parti rejimine yönelmiştir. Ekonomistler, Lenin’in örgüt modelini, “demokratiklik ilkesi”ne aykırı bulmuşlardır. Lenin için temel sorun siyasi mücadelede süreklilik sağlayacak bir örgütsel yapıdır. Bunun Rusya özgülünde hayat bulması, üyeleri sıkı seçilmiş, profesyonel ve konspiratif bir örgütle olanaklıdır. “Demokratiklik ilkesi”ni öne çıkarmak ise, baskıcı bir rejim karşısında pratik bakımdan hiçbir anlam ifade etemeyecektir. Çünkü demokrasi, birincisi açıklığı, ikincisi tüm fonksiyonerlerin seçimini gerektirir ki, bu durum gizli bir örgüt için polis darbelerini kolaylaştırmak ve amatörlüğü mutlaklaştırmaktır. Oysa olağanüstü bir dönemin “olağanüstü” örgütlenmiş partisine dayatılacak klasik ölçütlerdeki bir demokratiklik ilkesi, formel ve ilkel bir demokrasicilik oyununun ötesinde bir anlam içermeyecektir. İktidara yürüyen bir savaş örgütündeki gerçek demokrasi, bu formalizmi aşan, güven temeline dayalı yoldaşlık ilişkilerinde aranması gerekiyor.

Lenin’in örgüt modeline karşı sadece Rusya’dan değil, Avrupa’nın tanınmış marksistlerinden de sert eleştiriler gelir. Rosa Lüksenburg, Lenin’in tezlerini eleştirirken, Rusya’nın siyasal yapısı ve bu yapının yüz yıllara yayılan aşırı merkeziyetçi ve mutlakiyetçi kültürel mirasıyla devrimciler arasında bir ilişki kurar. “Nihayet” der, “Sahnede tarihin daha da ‘meşru’ bir çocuğunun belirdiğini görüyoruz. İlk kez gerçek bir ‘halk iradesi’nin oluşumu için gerekli temeller Rus toprağında atılıyor. Ama Rus devrimci egosu yine buradadır! Başının üzerinde bir dönüş yaparak bir kez daha kendisini tarihin tam yetkili direktörü olarak ilan ediyor. Bu kez ekselansları Rusya Sosyal Demokrat Partisi’nin Merkez Komitesi unvanı ile. Çevik akrobat, günümüzde direktör rolüne layık olan yegane ‘öz- ne’nin işçi sınıfının kolektif ‘öznesi’ olduğunu kavramayı başaramıyor. İşçi sınıfı hata yapma ve tarihin diyalektiği içinde öğrenme hakkını talep eder.”(13)

Lüksenburg’un yaşamı boyunca kendisine eşlik eden teori ve pratiği arasındaki çelişki, Lenin’e yönelik yaptığı eleştirilere de damgasını vurur. Lüksenburg, bilinç ve kendili- ğindenliğin her ne kadar kaynakları farklı olsa da, aynı zemin üzerinden geliştiğini göremez. Ekonomistler gibi o da kendiliğinden harekete geniş inisiyatif alanı tanır. Bilinç unsurunun ise, bu inisiyatif karşısında gönüllü bir tasarrufa yönelmesini ister. Oysa Lenin gerek kendiliğinden hareketin ve gerekse bilinç öge- sinin aynı tarihsel maddi koşullar içinde hareket ettiğini gözden kaçırmaz. Bilinç ve kendiliğindenlik, kendi içinde görece bir birlik ve görece bir farklılık barındırır. Lenin, kasıtlı olarak farklılığı ön plana çıkartır ve hareketin bütününe bilinçli unsurdan başlayarak yön vermeye çalışır. Ne Yapmalı’da sunulan örgüt modeli, bu yönüyle Lüksenburg’un iddia ettiği gibi dikenli tel örgülerle çevrilmiş bir alan değildir. Lenin, sıkı örgütlenmiş bir partiyi tanımlarken, bunu sınıfın kendiliğinden örgütlenmesiyle beraber ele alır. Ne Yapmalı’da sadece devrimciler örgütü değil, işçilerin örgütü de tanımlanır. Ancak sıkı örgütlenmiş bir parti, her türlü taktik manevrayla kitlelerin kendiliğinden hareketi ve örgütlülüğüyle doğru ve yalpalamadan ilişki kurar. Partiyle kitleler arasındaki ilişki, programatik düşüncenin günlük mücadeleye yansıtılması ya da programın ajitasyon ve propaganda aracılığıyla günlük dile çevrilmesidir. İşçi sınıfı, ekonomizmin reddettiği bu ilişki biçimi olamadan sosyalizme yönelemez. Komünistler ise iktidara...

Ne Yapmalı Ve Sonrası

Ne Yapmalı, yayımlanmasından kısa bir süre sonra etkilerini göstermeye başlar. Ne Yapmalı’dan sadece bir yıl sonra toplanan RSDİP 2. Kongresi’nde, ekonomizm artık eski prestijini yitirmiştir. Fakat Lenin’in örgütsel tezlerinin karşısında bu sefer Menşevikler vardır. Ne Yapmalıcılar ise Bolşevikler adını almıştır. RSDİP içindeki Menşevik-Bolşevik ayrımı her ne kadar 1903’teki RSDİP 2. Kongresi’nde açığa çıksa da Ne Yapmalı, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin yaratıcısı olan Bolşevizm’in tarihsel çıkış noktası olmuştur

Bolşevizm, Rusya’da işçi hareketinin yükselişi sırasında doğdu. Ama o asıl gücünü ve farklılığını gericilik dönemlerinde gösterdi. Menşeviklerin “geniş parti” anlayışına karşı örgütün sürekliliğini ve disiplinini esas alan Bolşevikler, 1907 yenilgisi sırasında düzenli olarak geri çekilmeyi başardı. Bir devrimci parti için saldırı kadar geri çekilmek de son derece yaşamsal öneme sahiptir. Değişen siyasal koşullara ayak uydurmak ve geri çekilmeyi başarmak, sıkı örgütlenmiş bir paritiyi zorunlu kılar. Bolşevikler, diğer örgütlerin ağır kayıplar verdiği dönemlerde, çekirdeğini büyük oranda korumuş ve uygun taktikler geliştirerek kitlelerle bağlarını sürdürmüşlerdir. Gericilik yılları yavaş yavaş sona ermeye başladığında “geniş parti” anlayışını savunan gevşek Menşevik örgütüyle sıkı örgütlenmiş Bolşevikler arasındaki fark da ortaya çıkar. Menşevikler o dönem 661 gruptan bağış toplarken, Bolşeviklerin bağış aldığı grupların sayısı 2873’tü. Menşevikler bağışların yüzde 56’sını işçilerden alırken, Bolşeviklerin aldığı bağışların yüzde 87 gibi ezici çoğunluğu işçilerden gelmektedir. Niteliğin, ölçülebilir bu farklılığı, bir anlamda Leninist örgüt anlayışının pratikte test edilmesidir.

Lenin, Ne Yapmalı’dan tam 18 yıl sonra kaleme aldığı Sol Komünizm’de Bolşevik Parti’nin deneyimleri üzerinde dururken, öncü- kitle ve her ikisi arasındaki ilişkiye bir kez daha vurgu yapar: “Proletaryanın devrimci partisinin disiplini nasıl korunur? Nasıl denetlenir? Nasıl güçlendirilir? Birincisi, proleter öncünün sınıf bilinci ve devrime bağlılığı, dayanıklılığı, özverisi, kahramanlığıyla. İkincisi, en geniş emekçi kitlelerle, öncelikle proleter kitlelerle, ama proleter olmayan kitlelerle de bağ kurma, onlara ulaşma ve onlarla belli ölçüde kaynaşma becerisiyle. Üçüncüsü, bu öncü tarafından hayata geçirilen politik önderliğin doğruluğuyla, geniş kitlelerin doğruluğundan kendi deneyimiyle emin olması koşuluyla politik strateji ve taktiğin doğruluğuyla.”(14)

Bolşevizmin kısaca özetlenebilecek temel ilkesi işte budur: Disiplinli ve sıkı örgütlenmiş bir parti. Kitle ve kitle hareketiyle her dönem sıkı bir bağ ve partiyle kitle (programatik düşünceyle günlük mücadele) arasındaki bağlantıyı korumak ve güçlendirmek için dönemsel farklılıkları dikkate alan taktikler... Böyle bir örgüt yükseliş dönemlerinde olduğu gibi, gerileme dönemlerinde de ayakta kalacaktır. Gerileme dönemlerinde ayakta kalmayı başarmak ise, devrimci partinin hedefine doğru emin adımlarla ve kesintisizce yol almasıdır. Ne Yapmalı, marksizmin Rusya özgülündeki politizasyonunda tartışmasız bir rol oynamıştır. Ancak Ne Yapmalı, sadece Rus ekonomizminin değil, bütün Avrupa sosyalist hareketinin ezberini ve eskiyle olan tutucu bağlarını sarsmıştır. İlerleyen kitle mücadelesi karşısında kendini tekrar eden, hareketin arkasından sürüklenen örgütsel yapılarla yakın dönemin siyasal gelişmelerine yanıt verilemezdi. Günümüzün de en yakıcı sorunlarından birisi budur. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yükselen, Arjantin, Endonezya ve Arnavutluk gibi ülkelerde devrimci duruma dönüşen yığın hareketinin, iktidarı alabilecek bir siyasal hazırlıktan yoksun oluşunun önemli nedenlerinden birisi de yığınların arkasından sürüklenen örgütsel yapılardır. Dünyada veya tek tek ülkelerde değişen durumu kavrayamamak, büyüyen ve farklı biçimlerde ortaya çıkan kitle hareketlerini gözeten politik ve örgütsel donanımdan uzak olmak, tıpkı 20. yüzyıla olduğu gibi, 21. yüzyıla da Ne Yapmalı sorusunu yöneltmeyi zorunlu kılıyor. Geçen yüzyılın başında Rusya’nın dağınık ve yerel örgütsel profili, bugün merkezi yapılara rağmen benzer sorunlarla boğuşmaktadır.

Ne Yapmalı, tarihe eleştirel bir bakış, günü somut olarak çözümlemeye dayalı bir duruştur. Devrimin güncelliği, onun alt yapısını oluşturan temel düşüncedir. Lukacs’ın dediği gibi, Lenin bir hazırlık ve süreklilik insanı, “özünde teorik olan bir tavrın pratik doruğudur.”(15) Ne Yapmalı, ortaya koyduğu politik ve örgütsel ilkelerle bu doruğa tırmanışın yolunu aydınlatan ve ışığı 21. yüzyıla ulaşan parlak bir yıldız olmaya devam etmektedir.

Dipnotlar

1) Lenin, Ne Yapmalı, İnter Yayınları, s. 191

2) age, s. 21

3) age, s. 23

4) age, s. 30

5) age, s. 29

6) age, s. 29

7) age, s. 53

8) age, s. 68

9) age, s. 69

10) age, Sol Yayınları, s. 109

11) age, İnter Yayınları, s. 107

12) age, s. 113

13) Lüksenburg, The Russion Revolution and Leninism or Marksizm (Aktaran: J. Molyneux)

14) Lenin, Sol Komünizm, İnter Yayınları, s. 14

15) Lukacs, Lenin’in Düşüncesi, Belge Yayınları, s. 10

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi