Kapitalist Özel Mülkiyet-Din-Fuhuş Üçgeni

Tarihi bulguların gösterdiği gibi, fahişelik mesleği, insanlık tarihinde ortaya çıkan en eski mesleklerden biridir. Diğer bütün insani ihtiyaçlar gibi, insanın en ilkel ihtiyaçlarından sayılan cinsellik de, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte, alım satım pazarına dahil edilerek, bir meta hüviyetine bürünmüştür. Uygarlığın ilk aşamalarında, devlet aygıtının şekillenmesiyle birlikte, fuhuş iki kategoride değerlendirilmeye konu olmuştur. Henüz evlenmemiş kızların her türlü, evli olan kadınların da kocaları dışındaki cinsel ilişkileri özel mekanlarda vergiye tabi tutulan ve dini kurumların kontrolü altında yapılanlar da, resmi fuhuş kategorilerinde değerlendiriliyordu. Mezopotamya, Yunan, Mısır ve Roma uygarlıkları dönemlerinde de, fuhuş, devlete en çok vergi kazandıran meslekler içindeki yerini korudu.

Ortaçağda, tarihinin altın çağını yaşayan kilise, fuhuşa göz yummakla yetinmeyip, 16. yüzyılda inanılması zor olan boyutlara ulaştığından yasaklamak zorunda kaldığı dönem hariç, hep fuhuşun yayılmasında başrol oynamıştır. İslami imparatorlukların hüküm sürdüğü dönemlerde, devam etmekte olan klasik fuhuş şekillerine, ileride göreceğimiz gibi fuhuşa ilahileştirilmiş yeni biçimleri eklendi. 18. ve 19. yüzyıla gelindiğinde, Avrupa'da birden çok fuhuş merkezinin bulunmadığı şehir kalmamıştı. 20. yüzyılda, Nazi Almanyası, sosyal yaşam dışı bir olay olduğunu ilan ederek, fuhuşu yasakladı, fakat toplama kamplarında, fuhuş merkezleri kurarak, binlerce esir tutuklu kadını, gaz odalarına ve zor işlere göndermemenin karşılığı, ya da bir ekmek karşılığı zor kullanarak, Alman subay ve askerlerin cinsel zevk aracına çevirmiştir. ‘80'li yıllardan itibaren, televizyonlarda seksi şovlar boy göstermeye başladı, pornografi her geçen gün yeni boyutlara ulaştı, uluslararası seks ticaret şebekeleri kartelleşme sürecine girdi ve Berlin duvarının yıkılışıyla birlikte, uluslararası boyutlarda faaliyetlerini yürüten Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ülkelerindeki seks şebekelerine, Doğu Avrupa ülkelerindeki şebekelerin de eklenmesiyle birlikte, silah ve uyuşturucu sektörlerinden sonra, günümüz dünyasının en çok kâr getiren sektörler sıralamasında üçüncü sırada bulunan fuhuş sektörleri de her yönüyle, küreselleşme sürecine girmiştir.

Sermaye Düzeni Ve Fuhuş

Sosyal bilimler literatüründe, genellikle fuhuşta, yoksulluk, işsizlik, açlık, uyuşturucu bağımlılığı ve evsizlik gibi, sosyal yaşamın çirkin fenomenlerin yer aldığı kategoride değerlendirmeye tabi tutuluyor ve sıradan her toplumun ahlaki sağlığı da, fuhuşun oradaki seviyesiyle ölçülüyor. Araştırmalara göre, fuhuş hem değişik hastalıkların yayılmasına yol açıyor hem de, alıcı ve satıcıyı ayırt etmeden bu yöntem ile ilişkiye giren kişilerin değişik psikolojik rahatsızlıklara girmelerine ve karakter bozukluklarına uğramalarına neden oluyor. Fuhuş sektöründe çalışan kadınlar ve sayıları gün geçtikçe artan erkekler, burjuva propagandanın etkisiyle çok insan tarafından, toplumun en aşağılık kişileri sayılmakta, dolayısıyla, müşterileri dahil çok insanın saygısız ve aşağılayıcı muamelelerine maruz kalmaktalar. Fuhuş sektöründe çalışan insanlardan her yıl on milyarlarca dolar vergi alan sermaye devletleri, sırtlarından küplerle para kazandıkları bu insanları, sağlık, işsizlik ve emeklilik, sigorta haklarından bile yoksun bırakmışlar. Fuhuş dedikçe, "Hukuk devletinin" uygulamaya koyduğu ekonomik, sosyal ve kültürel politikalar sayesinde büyük bir fuhuş merkezine dönüşen Türkiye'yi hesaba katmadığımızda, ilk olarak hemen, daha fazla turizm geliri sağlamak için, fuhuşun açık bir şekilde desteklendiği ülkeler, örneğin Filipinler, Tayland, Malezya ve Berlin duvarının yıkılışından sonra, fuhuş cennetlerine dönüşen Doğu Avrupa ülkelerinin, akla gelmesine karşın, resmi verilerin ispatladığı gibi, fuhuş söz konusu olduğunda, en gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında, kayda değer bir farklılık göze çarpmamaktadır. Dünya Çalışma Örgütü tarafından, 1998 yılında Cenevre'de yayınlanan ,"Sex Sector, The economic and sosial bases for prostitution in south Asia, International Labour Office" (Güney Asya'da Fuhuşun Ekonomik ve Sosyal Temelleri) adlı kitap, genelde resmi verilerden yola çıktığından, tüm gerçekleri yansıtmamasına rağmen, yine de bu ülkelerdeki fuhuşun ulaştığı korkunç boyutları su yüzüne çıkartıyor. Bu kitabın aktardığı verilere göre Endonezya'da, 1993-‘94 yılları arasında, %10’luk bölümünün 17 yaş limitinin altında olan, fuhuş sektöründe çalışan kadınların sayısı 140 230 bin civarındadır. Yaşları 17'nin üzerinde bulunanların ve bu sektörlerde çalışan kadınların, %80-90’lık gibi büyük bir bölümü, 17 yaşın altında bu işe başlamışlar. Başka bir deyişle, Endonezya fuhuş sektöründe çalışanların %82-91’lik bölümü, sermaye düzeninin 18 yaş olarak belirlediği ergenlik limitine henüz varmadan, zorunlu olarak bu fuhuşa sürükleniyor. Nüfus açısından en büyük İslami ülke diye nitelendirilen, Endonezya devleti ve dini kurumları, ayrıca zaman zaman insan hakları savunuculuğuna da soyunan, sermaye çevrelerinin denetimi altında bulunan uluslararası örgütler, küçük yaştaki on binlerce kızın cinsel sömürüye maruz kalmasına seyirci kalmakla yetiniyorlar.

Resmi dini İslam olan diğer bir Güneydoğu Asya ülkesi Malezya'nın durumu da pek farklı değildir. Resmen fuhuşun yasak olmasına rağmen, sadece 1993 ‘94 yılları arasında, hoteller, diskotekler, taksi ajansları, barlar ve turizm firmalarının oluşturduğu fuhuş şebekeleri ağlarında, 142 bin kadın çalışıyordu. Hıristiyanlık ve İslamın kökten dincilik merkezi olan Filipinler'de ve bir Budizm ülkesi sayılan Tayland'da, fuhuş pazarına müşteri getirme görevini, turizm sektörü üstlenmiştir. Filipinler'de bulunan ABD askeri üsleri ve bu ülkelerden hizmetçi ve çocuk bakıcısı sıfatıyla Avrupa ve ABD'ye ihraç edilen kızlar, fuhuş sektörünü daha da genişletiyor. Resmi verilere göre, 1993 ‘95 yılları arasında, Filipinler’in fuhuş piyasasına akan para, 27 milyar doların üzerindeydi ve bu dört ülkenin fuhuş sektörlerinin yıllık geliri, milli hasılatlarının % 5-14'üne eşittir. Dünya Çalışma Örgütü’nün, resmi veri ve bulgulara dayanarak çizdiği tablonun bu kadar vahim olduğunu düşündüğümüzde, fuhuşun sermaye düzeni için ne kadar önemli ve onun vazgeçilmez bir parçası olduğunu anlamak, pek de zor olmasa gerek.

Görünürde gelişmiş ülkelerin durumu farklı olmasına rağmen, fuhuşla ilgili Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşananlar bu ülkelerde de, tabii ki çoğu zaman daha modern şekillerde yaşanıyor. ABD'nin fuhuş ve cinayetler ülkesi olduğunu anlamak, bu ülkede üretilen film ve TV dizilerinden kolayca anlaşıldığından ve Güneydoğu Asya fuhuş sektörünün başlıca müşterileri, ABD'li ve Japonyalı erkeklerdir. Daha insancıl ve medeni toplumlar olduklarını söyleyen Batı Avrupa’nın önde gelen iki ülkesindeki durumu ele alarak, sermaye ve burjuva propagandasının öne sürdüğü, daha insancıl ve daha medeni toplumların, nasıl bir kapitalist çürüme içinde olduğunu birlikte göreceğiz.

İngiltere, fuhuşun serbest, fakat fuhuş merkezi kurmanın ve dışarıda açık bir şekilde müşteri bulmaya çalışmanın yasak olduğu bir ülkedir. Bu kurallardan yola çıkarak, İngiltere'de fuhuşun en asgari limitlere indiğini düşünmek mümkündür. Fakat hoteller, masaj salonları, sonalar, kabareler ve eğlence merkezleri, yasak olan resmi fuhuş merkezlerinin yerini fazlasıyla doldurmuşlar. Londra Üniversitesi, Kriminoloji Bölümü’nün 1999 raporuna göre, sadece Londra'da her hafta 80 bin erkek (yılda 4 milyon 160 bin eder), müşteri sıfatıyla fuhuş sektörüne başvurarak, toplam olarak 4 milyon İngiliz poundu harcamaktalar. Fakat bu paranın büyük bir bölümü, cinsel sömürüye tabi tutulan kadınların cebine değil de, fuhuş mafyasının cebine akmaktadır.

Almanya yasalarına göre, fuhuş yapmak bir meslek olarak tanımlanıyor. Fuhuş, devletin kontrolünde gerçekleşiyor. Fuhuş sektöründe çalışan kadınların kayıtları yapılıyor ve diğer resmi çalışanlar gibi, bu kadınlar da vergiye tabi tutulmaktalar, kayıtsız çalışanlara da değişik cezalar uygulanmaktadır. Almanya'da yayınlanan, Focus dergisinin 33, 34 ve 37'inci sayılarında yer alan yazıların aktardığı verilere göre, bu ülkenin fuhuş sektöründe, %50’lik bölümü yabancılardan oluşan, 400 bin kadın çalışmaktadır. Yıllık olarak müşterilerin ödediği 20 milyar marktan, aylık gelir ortalamaları 2000 mark olan bu kadınların, yıllık toplam gelirleri 9.6 milyar mark olmasına karşın, devlete ödenen vergi 2 milyar mark ve fuhuş mafyasının kasasına giren bölümü de, 9 10 milyar mark civarındadır.

Sadece Almanya'da yıllık fuhuş sektörünün cirosunu 20 milyar marktır. Pornografik ve erotik dergiler, filmler, videobantları, bilgisayar ve video oyunları, erotik telefon hatları, TV-erotik şovlar, TV-seks kanalları ve erotik gösteri merkezlerinde dolaşan paraları da eklediğimizde, seks sektörünün nasıl sermaye düzeninin en çok kâr getiren sektör olduğunu anlamak daha da kolaylaşıyor. Başka bir örnek vermek gerekirse, "iletişim çağının" harikası diye adlandırılan, interneti gösterebiliriz. 1998 verilerine göre dünya çapında, 180 milyon abonesi bulunan internette yapılan toplam 410 milyar dolarlık ticari hacmin, %60'ı yani yaklaşık 245 milyar doları seks sitelerine aittir!

Aynı kaynağın aktardığı verilere göre, Almanya'da, günlük olarak ortalama 1-1.2 milyon erkeğin, kayıtlı olarak fuhuş yapan kadınlara başvurduğu tahmin ediliyor. Bu, yıllık olarak 365-438 milyon başvuru demektir. Başka bir anlatımla Almanya fuhuş sektöründe kayıtlı olarak çalışan her kadın, yıllık olarak vücudunu 912-1095 kez cinsel sömürücüsüne sunmak zorundadır. 1996 verilerine göre 82 milyon 300 bin nüfusa sahip olan Almanya'da, nüfusun %50'sini erkekler oluşturmaktadır. Toplam erkek sayısının 41 milyon 150 bin civarında olduğu anlaşılıyor. Aynı yıl verilerine göre 18 yaşın altında ve 65 yaş üzerinde bulunan yaş gruplarının, Almanya toplam nüfus içindeki oranları sırasıyla, %19.2 ve %15.2’dir. Yaşları 18-65 arasında olan erkeklerin sayısı 26 milyon 994 bin olarak ortaya çıkıyor. Her yıl 365-438 milyon erkeğin bu sektöre müşteri sıfatıyla başvurduğu düşünüldüğünde, yılda erkek başına, 13-16 defa müracaat payı düşüyor! Verilerin gösterdiği gibi, Almanya bir fuhuş cennetine dönüşmüştür. Bazı fuhuş merkezlerinde 50'nin üzerinde hayat kadını çalışmaktadır. Almanya’nın fuhuş sektörünün başkenti sayılan Hamburg, bu alanda, Amsterdam'dan sonra Avrupa sınıflandırmasında ikinci sıraya yerleşmiştir. Fakat bu "cennette" kayıtlı çalışan sıfatıyla sömürülen kadınlar, devlete kazandırdıkları milyarlarca marka rağmen, işsizlik, emeklilik ve sağlık sigortaları gibi sıradan haklardan bile yoksun bırakılmışlardır.

Fuhuş sömürü ve özel mülkiyetin kutsallığı ilkelerinin üzerinde kurulan sermaye düzeni tarafından bir sektöre dönüştürülerek, daha da yaygınlaştırılmıştır. Sermaye düzeninin başlıca ürünlerinden olan, ekonomik ve kültürel yoksulluk, bu düzen çerçevesinde, zaman ve koşullara bağlı olmadığı için, fuhuş da, sermaye düzeni kurallarının geçerli olduğu, zaman ve mekan koşullarına bağlı değildir. İster 19., ister 20. ve ister 21. yüzyıl kapitalizmi olsun, ister Güneydoğu Asya bölgesi, ister gelişmiş kapitalist ülkeler ve daha sonra aktaracağımız gibi, ister İslami iktidarların hüküm sürdüğü Suudi Arabistan ve İran olsun, fuhuş, kapitalist sistemin ayırt edilmez bir parçasıdır.

Kutsal Fuhuş

Seks alışverişinin tam olarak ne zaman başladığı sorusunu yanıtlamak için, net bir tarihin ileri sürülmesi ne kadar zorsa, onun hangi koşullarda ortaya çıktığı sorusunu cevaplandırmak da, o kadar kolaydır. Bilimsel sosyoloji araştırmalarının gösterdiği gibi, her bölgeye özel, tarihi ve yöresel koşullara bağlı olarak, fuhuşun değişik şekillerde ortaya çıksa da, özel mülkiyet ve meta takasının doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yoksul duruma düşen kadınlar (ve bazen de genç erkekler), kendilerinin ve çoğu zaman da çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için, kendi vücutlarını, alışveriş pazarına sunmak zorunda kalmışlardır. İlerleyen yıllarda, toplumların köleci, feodal ve kapitalizme evrilmesiyle geçmesiyle birlikte, fuhuşun ortaya çıkışına neden olan sömürü ve özel mülkiyetin, insanın temel ihtiyaçlarından olan cinselliğin metalaşmasını da birlikte getirmiştir. Ve fuhuş, giderek yaygınlaşmıştır. Geride kalan binlerce yıl boyunca, özel mülkiyeti kutsayan burjuva siyasetçiler, fuhuşun kaynağına ilişkin de kamuoyunu hep aldatmışlardır. Bazı dini kurumlar ara sıra içi boş çıkışlar dışında, fuhuşun ekonomik, sosyal ve kültürel köklerini yok etmek için, herhangi bir çaba harcamamışlardır. Sömürücü düzen felsefesine göre, meslekleri fahişelik olan kadınlar, zaten "namussuz" olduklarından, bu mesleği kendileri seçmişler, dolayısıyla toplumun sağlığı açısından, mümkün olduğu kadar, fuhuşun açık bir şekilde yapılması, gizli olarak yapılmasından daha hayırlıdır. Günümüzde bile, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımı yapmadan, yaygın olan kültür ve bakış açısından dolayı, trajik boyutlara ulaşmış, fuhuş sorunuyla ile ilgili ciddi bir söyleşi yapmak ve sorunun çözülmesini istemek, tabu olmaya devam ediyor. Fuhuşla ilgili yapıcı tartışmaların tabu olmasına karşın, bu konuyla ilgili fıkra anlatmak, kullanılması gereken en doğal haklardan sayılıyor.

Yaygın görüşe göre, din ya da dini inançlar fuhuşa karşıdır. Dinler, evli kadınların kocaları dışındaki erkeklerle ve henüz evlenmemiş olan kızların herhangi bir erkekle cinsel ilişkiye girmesi fuhuş olarak tanımlıyor. Bu tarz bir cinsel ilişkide bulanan kadınlar ve kızlar yakılarak öldürülmek, vahşi hayvanlara yem etmek, taşla öldürmek, suda boğmak ve kırbaçlamak gibi cezalara çarpıyor. Halbuki Jane Goodwin’in, "Namusun Fiyatı" adlı kitabında aktardığı gibi, günümüzde olduğu gibi, fuhuş merkezleri hep camiler, kiliseler ve diğer ibadet mekanlarına yakın bir mesafede kurulmuştur ve bu merkezlerin başlıca müşterileri de dini mekanların süreklilik gösteren ibadetçileri olmuşlardır!

Eski toplumların tarihini incelediğimizde, fuhuşun ilkel şekillerinin arasında, değişik ibadetgâh ve tapınaklarda yapılan "kutsal fuhuşun", özel bir yeri olduğunu görmekteyiz. Değişik tanrı ve tanrıçaların ibadetinin yapıldığı eski uygarlıklarda, insanların yaşam şekilleri ve inandıkları efsaneler karışımı olan dinler arasında doğrudan benzerlik ve bağlantılar vardır. Soyun ve toplumun devamlılığını sağlayan cinsel ilişki de, değişik şekillerde kutsanıyor. Değişik bölgelerde, Afrodit, İsis, Astatete, Anahita, İshtar, Venüs, Kubele ve Ashetoret gibi aşk, analık ve gebelik tanrıçalarına yönelik edinilen özel ibadet törenleri arasında her zaman, kutsal fahişelik de bulunuyordu. Kutsal fahişelik, insan soyunun devamlılığını sağlayan, cinsellik ve gebe kalma özelliklerini, kadınların vücutlarına yerleştiren, sözünü ettiğimiz tanrıçalara ibadet etmek amacıyla yapılıyordu. Genç kızların, cinsel yaşama merhaba demesi ve özellikle Mezopotamya uygarlıkları döneminde örneklerine rastlandığı gibi, bazen de evli olan kadınların, yeniden ibadet görevlerini yerine getirmeleri için düzenlenen bu törenlerde, cinsel ilişkiye giren erkekler, doğal olarak ellerini ceplerine atmak zorunda olduklarından, fuhuş merkezlerine dönüşen tapınakların kasaları da, bu vesileyle dolmuş oluyordu. Dini inançlardan dolayı, tanrıçaların rızasını elde etmek için, her aile, ergenlik yaşına varan kızlarını, kutsal fahişelik görevini yerine getirmek için, tapınaklara gönderiyorlardı. Kutsal fahişeliğin, süresi ve yapılış şekli, farklı uygarlıklarda değişik olmasına karşın, amaç ve içerik açısından aralarında fazla bir fark yoktur.

Mezopotamya’nın ünlü uygarlıklarından, Babil'deki zorunlu olan töreye göre, her kız, müstakbel erkeğine iyi bir kadın olmak ve çocuk doğurabilmek için, evlenmeden önce, aşk, hamile kadınların korucusu ve çocuk doğurma tanrıçası olduğuna inanılan, İshtar adlı tanrıçanın tapınağında, kutsal fuhuş görevini yerine getirmekle yükümlüydü. Tapınağa giden her kız, kafasına çiçeklerden ördüğü bir şapka geçirerek, tapınağa giren ziyaretçilerin yoluna oturarak, vücudunu teslim edeceği erkeği beklemeye başlıyordu. Tapınağa giren erkekler, beklemekte olan kızlar arasından seçim yapmakta tamamen özgürlerdi. Törelere göre, tapınağın payını ödemenin ardından, seçtikleri kızın eteğine bir gümüş sikke atarak, "Tanrıça İshtar, seni bana bağışlamıştır" dedikten sonra, o, kızla cinsel ilişkiye girme hakkını elde ediyorlardı. Kızların, onları seçen erkekleri kabul etmeme hakları hiç yoktur. Çeyiz masrafları için kullanacakları, bu sikkenin değeriyle ilgili de, kutsal olduğundan dolayı, itiraz hakları bulunmuyordu. Güzel kızlar, dini görevlerini çok hızlı bir şekilde yerine getirmekte, zorluk çekmemelerine karşın, güzel olmayanlar, görevlerini yerine getirmeden evlerine dönmek hakkına bile sahip değillerdi. O nedenle günler ve bazen aylarca beklemek zorundaydılar. Tabi ki sosyal yaşamın her örneğinde her anı ve alanında olduğu gibi, kutsal fuhuş olayında da kişinin, hangi sınıfa ait olduğu önemliydi. Çok sayıda hizmetçiyle tapınağa giren zengin ailelerin kızları, sadece zengin erkeklerin girişlerine izin verildiği, tapınağın özel bir bölümüne yerleşiyorlardı.

Eski Anadolu toplumları, Ermeniler ve Zertüstliler, aşağı yukarı aynı kuralların geçerli olduğu kutsal fahişelik görevini yerine getirmek için, kızlarını daha uzun süreler için, Anahita ve Kubala dedikleri, ana tanrıçaya ibadet etmek üzere, inşa ettikleri muhteşem tapınaklara gönderiyorlardı. Libya ve Ermenistan'da M.S ikinci yüzyıla kadar devam eden, çeyiz masraflarını karşılamak için, kızların evlenmeden önce fuhuş yapma töresi, Muğla kıyılarının karşısında bulunan, Yunanistan’ın Kos Adası’nda, M.S 18. yüzyıla, yine Afrika ve Avustralya kıtalarında yaşayan yerliler arasında, 20. yüzyıla kadar devam etti. Günümüzde bile örneklerine rastlandığı gibi, Hindistan’daki kutsal fuhuş, diğer bölgelerde olanlardan farklıydı. Bakire olarak kocasının evine adım atmayan kızların, vahşi hayvanlara yem olmaları ve kocalarının ölümünden sonra, onların rahatlık ve cinsel mutluluklarının sağlanmasındaki rollerini kaybettiği tespit edilen kadınların, kocalarının cesedini yakan ateşte diri diri yakılmasını emreden Hindu dini, kutsal fuhuşa da yer bırakmıştır. Töreye göre, geçimsizlik sonucu aileleri tarafından tapınaklara bağışlanan ya da tapınak yöneticileri tarafından, ailelerinden satın alınan kızlara, cinsel ilişkiyi simgeleyen hareketlerden oluşan danslar öğretiliyordu. Bayadır denilen bu kızlar özel günlerde, tapınağın giriş parasını ödeyen erkeklerin önünde, toplu bir şekilde, eğitimine tabi tutuldukları dansları sergilemek zorundaydılar. Tapınağın köleleri durumunda olan bu kızlar, yeterince para ödeyen erkeklere satılıyor ve onların kölelerine dönüştükleri için, cinsel ihtiyaçlarını da karşılamak zorundaydılar.

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip olan Japonya'nın bazı bölgelerinde, bu eski dinsel tören, hâlâ varlığını sürdürmektedir. Töreye göre, ailelerinin çeyiz masraflarını karşılamakta zorluk çektiği yoksul Japon kızlar, evlenmeden önce bir süre, fahişelik yaparak, para biriktirmeye çalışıyorlar. Yeterince para biriktirdiklerinde, bu işi bırakarak, çeyizlerini alma işine bakıyorlar. Fuhuşun, Japonya’da da ahlâk dışı bir olay görünmesine karşın, çeyiz masraflarını karşılamak için yapılanlar, normal karşılanmaktadır.

Yahudilik Ve Fuhuş

Özel mülkiyet biçimlerindeki değişimlere bağlı olarak dinlerde de değişimler yaşandı. Küçük devletlerin yerine, güçlü imparatorlukların geçmesiyle birlikte, yerel din ve tanrılarda, çözülmeler ve işgaller sonucu yok olmalar yoluyla, yerlerini daha yaygın dinler ve daha güçlü tanrılara bırakmak zorunda kaldılar. Kadınların tamamen toplumsal üretimden uzaklaştırıldıklarından dolayı da, yeni sosyo-ekonomik gereksinimler sonucu, eski dinlerin ürünü olan yeni dinler, ataerkil uygulamalar açısından, eskilerini aratmadılar. Köleci düzen sürecinde, uygulamaya konulan ilişki ve kuralların beraberinde getirdiği, olağanüstü eşitsiz servet bölüşümü, biriken servetin, babadan oğula geçmesini sağlayan, ataerkil ailenin toplumsal değeri yükselerek, toplumu oluşturan hücre olarak kutsal bir hüviyete büründü. Miras paylaşımı konusunun gerektirdiği gibi, kızların bakire olarak kocalarının evine ilk adımlarını atma ve kadınların kocalarına sadık kalma gereği, ilahi buyruklar olarak, dinlerin başlıca öğretileri arasında yer aldı. Kızların bakire kalmama ve kadınların, kocalarına sadık kalmamaları da, genelde ölüm gibi, en ağır cezalara layık göründü. Dolayısıyla, kutsal fuhuş dahil, özellikle de kadınlar için her türlü evlilik dışı cinsel ilişki, bir günah olarak değerlendirildi. Fakat toplumdaki eşitsiz servet dağılımı, hem zengin hem de yoksul erkekleri, özel mülkiyetin yeni şekillerinin gerekli kıldığı bu kuralları çiğnemeye yönelttiğinden, dinin ikiz kardeşi olan fuhuşun, dinin himayesinde yaşamını sürdürmesini sağladı. Yoksulluktan dolayı, çoğu genç erkeğin evlenememeleri, zengin erkekler içinde, servetin beraberinde getirdiği hırs, fuhuş merkezlerini ya da en azından, fuhuşun yeni şekillerini gerekli kılıyordu. Bu nedenle, mekan ve zamana bakmaksızın, dini iktidarların hüküm sürdüğü dönemler dahil, sınışı toplumlarda, fuhuş, yaygınlığını ve konumunu sürdürmüştür.

Çoğu töre ve öğreti açısından Hıristiyanlık ve İslamın ana kaynağı sayılan Yahudilik de, kızların bakire olması ve kadınların kocalarına sadık kalma zorunluluğu, hükümlere bağlanarak, kuralları ihlal eden kız ve kadınların taşlanarak ya da yakılarak öldürülmeleri öngörülmüştür. Bu kurallardan anlaşıldığı gibi, fuhuş yapmak bu din açısından, suç sayılmıştır. Fakat bu kurallar sadece, Yahudi kadınlar için geçerlidir. Yabancı kadınların, Yahudilerin yaşadığı yerlerde fuhuş yapmaları ve Yahudi erkeklerin bu kadınlarla cinsel ilişkiye girmeleri, Yahudilerin kutsal kitaplarında bile, örneğin; Tevrat’ın birinci bölümünün, 38. kıtasında işlenen hikayede olduğu gibi, olağan konular olarak değerlendirilmişler!

Hikayenin özeti şöyledir: Judah, Tamar adında bir kızı, büyük oğlu Er'in nikahına geçirdi, fakat birkaç gün sonra, Er bir günah işlemiş ve tanrı onu öldürmüştü. Dini törelere göre bir erkek öldüğünde soyunun devam etmesi ve doğacak ilk erkek çocuğun, onun mirasını sahiplenmesi için, ölen erkeğin kardeşlerinden biri, onun karısıyla evlenmesi gerekiyordu. Töreleri yerine getirmek isteyen Judah, ikinci oğlu Onan'dan, Tamar ile evlenmesini istemiş, fakat Onan, Tamar ile cinsel ilişkiye girmesine rağmen, ilk çocuklarının ona değil de, ölen kardeşi Er'e ait olacağını bildiğinden, Tamar ile evlenmeyi kabul etmemiş. Olaya kızan Tanrı, onu da öldürmüştü. Judah, bu olaydan sonra, Tamar'a, babanın evine dön ve benim küçük oğlum, Shelah'in büyümesini bekle, demişti. Fakat, Shelah'in büyümesine rağmen, Judah verdiği sözü yerine getirmeye yanaşmıyordu. Hep dulluk elbiseleri giyen Tamar, bir gün bu elbiseleri çıkararak, fahişeler gibi giyindikten ve onlar gibi yüzünü örttükten sonra, Judah ve oğlu Shelah'in yolunda oturmuş, Judah'la yaptığı pazarlıktan sonra, gönderilecek bir koyun karşılığı, Shelah ile cinsel ilişkiye girmeyi kabul etmiş, koyun yerinede, Shelah'in yüzüğü ve madalyonunu rehine almıştı. İleriki günlerde, rehin bıraktıkları eşyaları geri almak için, Judah bir hizmetçisini, sözünü verdiği koyunla birlikte, fahişe sandığı kadınla buluştuğu yere gönderir, fakat kadını bulamadığı için, olayı unutmaya başlar. Birkaç ay sonra, halen gelini sayılan Tamar'ın hamile olduğu haberini alır. Dini töreleri yerine getirmek için, Tamar’ı huzuruna getirilerek yakılarak öldürülmesi için, adamlarını gönderir. Tamar geldiğinde, rehine tuttuğu yüzük ve madalyonu göstererek, bu eşyaların ait olduğu erkekten hamile kaldığını ve dini töreler gereği, Shelah'in, onunla evlenmeye yükümlü olmasına karşın, Judah ve Shelah'in, bu konuyla ilgili herhangi bir girişimde bulunmamalarından dolayı, bu hileye başvurmak zorunda kaldığını söyler. Yanlış düşündüğünü anlayan Judah da, Tamar'ı bağışlar.

Yahudilerin kutsal kitabı, Tevrat'ta işlenen bu hikayenin açık bir şekilde gösterdiği gibi, sadece Yahudi kadınlara fuhuş dahil her türlü evlilik dışı cinsel ilişki yasaklanmış, yabancı kadınların fuhuş yapması ve Yahudi erkeklerin, herhangi bir baskı ve ceza görmeksizin, bu kadınlarla cinsel ilişkiye girmeleri olağan sayılmıştır.

Hıristiyanlık Ve Fuhuş

Cinsel ilişki konusunda, birbirini tutmayan hükümleriyle, Hıristiyanlığın da, fuhuşa olan yaklaşımı, diğer dinlerden farklı değildir. Bildiğimiz gibi, Hıristiyanlık bir taraftan, İsa evlenmedi diye, evlenmek ve cinsel ilişkiyi, din adamları ve rahibelere yasaklamış, diğer yandan, cinselliğin en önemli içgüdülerden olduğu ve insan soyunun da ancak cinsel ilişki aracılığıyla devam edebildiğinden, evlenmeyi kutsamış, boşanmayı da yasaklamıştır! Genel olarak, fuhuşa karşı olduğunu göstermeye çalışan Hıristiyanlık, bütün tarihi boyunca, fuhuşa göz yummaktan ve çoğu zaman da, yayılmasına yardımcı olmaktan geri kalmamıştır. Ortaya çıktıktan sonra uzun süre ölüm kalım savaşı veren Hıristiyanlık, yaygınlaşmasını, resmi dinine dönüştüğü Roma İmparatorluğu’na borçludur. Talan, işgal ve köleleştirme ilkeleri üzerinde kurulan Roma İmparatorluğu döneminde, fuhuş düşünülmesi bile zor olan boyutlarda yaygınlaşmıştır. Roma devleti fahişelerin sırtından kazandığı vergilerle, askeri kurumlar başta olmak üzere, diğer kurumlarını güçlendiriyordu. Hıristiyanlığın, bu devletin resmi dinine dönüşmesinden sonra da, bu durumda bir değişiklik meydana gelmediği gibi birlikte, bu dinin sayesinde, fuhuşun yeni şekilleri de yaygınlaşmaya başlamıştır. Klasik anlamda sözü edilen fuhuş, yani para karşılığında yapılan cinsel ilişki, ataerkil kültürüne dayalı sınıfsal toplumlarda, mevcut olan fuhuşun biricik biçimi olmamakla beraber, en yaygın şeklidir. Hıristiyanlık, cinsel ilişkiyi, insan soyunun devamlılığını sağladığı için zorunlu bir günah olarak tanımladığından, evlenme ve cinsel ilişkiyi, papazlara ve rahibelere yasaklamıştır. Fakat papazlar ve rahibeler de, fiziksel ve psikolojik açılardan diğer insanlardan farklı olmadıkları için, kendi cinsel ihtiyaçlarını, eşcinsellik dahil, başka şekillerde karşılamak zorundaydılar. Tarihi kilise ve manastırlarının restorasyonlarının yapıldığı sırada ortaya çıkan, dünyaya geldikten hemen sonra gömülerek öldürülmüş olan çocukların cesetleri, binbeşyüz yılı aşkın bir sürede bu mekanlarda, "kutsal fuhuşun" yeni biçimlerinin devam ettiğini gösteriyor!

Roma İmparatorluğu döneminde, bu devletin sınırsız desteğiyle, Avrupa'nın büyük bir bölümünde yayılmayı başaran Hıristiyanlık, teslimiyet ve sürüleşmenin propagandasını yaptığından dolayı, ilerleyen dönemlerde, egemen sınıfların sürdürdükleri destek politikalarıyla, öylesine gelişti ki, Avrupa'nın büyük bir bölümünde, asırlarca sürecek olan Hıristiyanlık temelinde dini devletler kuruldu. Bu dini devletlerin en önemli uygulamaları, ahlaki fesadın olabildiğine yayılmasıydı. Lüks ve tembel yaşamlarından dolayı, cinsel istekleri üst boyutlara ulaşan papazlar, ağır vergilerden dolayı yoksulluk batağına dönüşen köylerde, kadınlarla para karşılığı cinsel ilişkiye girmekte öylesine ileri gittiler ki, bazı köylerde, halk tarafından, metresi bulunmayan papazların girişi yasaklandı. Bu eylemin hızlı bir şekilde diğer bölgelere yayılmasından dolayı, baş kardinal "Konstantin", köylülere, metres vergisi denilen vergiyi getirdi!

Bilim adamlarının ve farklı düşünceleri savunanların yakılarak ya da hapishanelerde çürüyerek öldürüldüğü bu dönemde, Hıristiyanlık, ahlâki çürümenin yayılmasında başrol oynadı. 1095 yılında, Papa İkinci Urbain emriyle başlayan ve aralıklarla iki asır boyunca süren, İsa'nın doğduğu ve yaşadığı sanılan toprakları, kafir dedikleri Müslümanların elinden kurtarmak bahanesiyle başlayan "kutsal" haçlı savaşlar döneminde, tüm Avrupa ve "kutsal" Hıristiyan savaşçıların adımlarını bastıkları bölgeler, tam anlamıyla fuhuş merkezlerine dönüşmüştür. "Kutsal" haçlı savaşçılarının işgal ettikleri bölgelerde tecavüz etmedikleri ya da para karşılığı cinsel ilişkiye girmedikleri kadın bırakmamalarına karşılık, ana vatanları, Hıristiyan ülkelerde de, geriye kalan az sayıdaki erkeğe karşılık, kocasız ve gelirsiz kalan milyonlarca kadın, fuhuşa sürüklenmişlerdir. Dansöz, şarkıcı, soytarı ve benzeri kılıklara girerek, yol kenarlarında ve pazarlarda konumlanan kadınlar, gitgide bir lokma ekmek için, kilise ve ordu komutanlarının boyunduruğuna girdiler. Kuru ot, odun, saman, toprak ve kum taşımak, yol yapmak, siper kazmak, atlara ve diğer hayvanlara bakmak, çukurları doldurmak, yemek ve temizlik yapmak gibi işleri üstlenen bu kadınlar, emrinde bulundukları kilise ya da komutanın buyruğu doğrultusunda, kendi vücutlarını da sunmak zorundaydılar. Kendisini bu çevrenin dışındaki erkeklere teslim etmeleri de, ölüm dahil değişik ağır cezalara tabi tutuluyordu.

Roma İmparatorluğu’nun yıkılışının habercisi olduğu, feodalizm döneminde, egemen din olan Hıristiyanlık, altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde, Hıristiyanlığın, kadınları ne hallere soktuğu ve ne denli aşağıladığı, henüz belleklerden silinmemiştir. Değişik bölgelerde, Senyör, Şövalye, Baron, Dük, Lord ve Kont denilen ve kilisenin müttefiki olan feodaller, kilisenin yaptığı gibi, istediklerini yapmakta, tamamen özgürlerdi. Masallarda anlatılan, beyaz atlı, iyi yürekli ve kurtarıcı şövalyelerin tam tersine, feodaller, en seçkin tutkuları olan, asileri acımasızca cezalandırmak ve ölçüsüzce yemenin ve içmenin yanı sıra, cinsel arzularını dizginsizce doyuran, kaba vahşi yaratıklardı. Avrupa'da, kilisenin tepesinde bulunduğu, dini devletler döneminde, feodaller istediği genç kıza sahip olma hakkını elinde tutuyorlardı, ayrıca evlenen kızların ilk gece hakkı da onlara aitti.

İslam Ve Fuhuş

İslam dini, sözde her türlü evlilik dışı cinsel ilişkiyi yasaklamış ve ilişkinin çeşitine göre, kırbaç ve taşlanarak öldürülmek cezalarını getirmiştir. Fakat çeşidine bakmaksızın, kadınların cezalandırılmasına karşın, sadece evli kadınlarla ilişkiye giren erkeklerin cezalandırılmasını ve diğer olasılıklar da, ilişkiye girdiği kadın veya kızla evlenerek kurtulmasını öngörmüştür. Hindu dini, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi, İslam dini de, kızın bakire olarak, gelecekte onun masraflarını karşılayacak ve onun sahibi olacak erkeğinin evine adım atma gereğini hükümlere bağlamıştır.

Erkeğin cinsel ihtiyacını karşılamak ilkesi ve ekonomik temellere dayalı bu evlenme biçiminin, klasik fuhuş biçimi ile arasındaki tek farklılık, evlenen kadının bu kontrat gereği sürekli olarak aynı erkekle cinsel ilişkiye girme ve ev işlerini yerine getirme zorunda olmasıdır. Klasik fuhuşta ise, fuhuş yapan kadının, belirli para karşılığı ve genel olarak, sadece bir defa gibi çok kısa süre için, parayı ödeyen herhangi bir erkekle ilişkiye girmesi ve onun ev işleriyle ilgili herhangi bir sorumluluğu üstlenmemesidir. İslam dininin öğretilerine göre, fuhuş gibi, evlenmenin de temelini, ekonomik gereksinimler oluşturmaktadır. Bu olayı, Kur'an da yer alan çoğu ayetlerden de anlamak mümkündür; örneğin 4. surenin 34. ayetinde bu konu şöyle açıklanmıştır:

"Erkekler, kadınların koruyucuları ve hâkimleridirler, çünkü Allah birini diğerinden üstün yaratmıştır, çünkü erkekler, kendi mallarıyla kadınları beslerler, iyi kadınlar itaat ederler..."

İslamda, bütün erkeklere tanınan, ama uygulamada yalnızca zengin erkekler tarafından kullanılması mümkün olan, dört kadınla aynı anda evli olma hakkı; hudutları belirlenmiş ve de zengin erkeklerin yararına özelleştirilmiş fuhuştan başka bir şey değildir. Medeniyetin ilerlemesi ve toplumsal radikal güçlerin baskısı sonucu, günümüzde, 4 kadın ile evlenmenin, Muhammed dönemindeki özel koşullardan kaynaklandığını söyleyen, liberal görüntülü İslami çevrelere sorulması gereken soru, Muhammed’in peygamberliğini ilan etmesinden sonra 1400 sene boyunca, neden belirli koşullardan dolayı ve belirli bir süre için geçerli olduğu düşünülen bu ilahi hüküm, sürekli olarak uygulandı ve geçen 14 asır boyunca, bir İslami din adamının neden böyle bir soru sormadığıdır.

Klasik fuhuş biçimini yasaklayan İslam dini, kadın erkek arasında uygun bulduğu diğer tüm ilişki biçimleri de, fuhuştan başka bir şey değildir. Erkeklere, 33. surenin 50. ayetinde, "cariye" ve 4. surenin 24. ayetinde "sahip olduğunuz kadınlar" denildiği, kadın köleleriyle, evlenmeye gerek olmadan cinsel ilişkiye girme hakkı tanınması, fuhuşun ilahileştirilmesi ve kurallara bağlanmasının diğer bir örneğidir. İslamın öngördüğü, taraflar arasında anlaşmalı olarak, belirli para karşılığında ve belirli süre için yapılan nikah, tamamen ekonomik temellere ve erkeğin cinsel ihtiyacını karşılamak ilkesine dayalıdır. Özünde klasik fuhuştan farklı değildir. Şii kaynaklar dışında, Tarihi Taberi, Sahih kitapları ve Malik İbni Anes'in yazdığı, "El Müte Fil Hadis" gibi, Sünni Müslümanlarca kaynak sayılan kitaplarda aktarıldığı gibi, vadeli nikah, Muhammed döneminde çok yaygındı. Muhammed’in 40’a yakın, vadeli olarak nikahına geçirdiği kadınlardan söz eden bu kaynaklar, aşağı yukarı tüm zengin sahabelerinde, böylesi nikahlar yaptıklarını aktarmışlardır. İkinci halife Ömer döneminde, yoksul erkeklerin bir kadınla evlenmekte bile zorluk çektikleri halde, zengin erkeklerin, evlendikleri 4 kadın ve sahip oldukları çok sayıda kadın köle dışında, vadeli nikahlar yapmakta da çok ileri gitmiş olmaları nedeniyle, yoksul erkeklerin aşırı tepkilerini bastırmak için Ömer bir fetva ile bu tür evliliği yasaklamıştır. Fakat ilk üç halifeyi tanımayan Şiiler, günümüzde olduğu gibi, peygamberin onayladığı bu tür evliliği sürdürmüşlerdir.

Jany Beecher, "Mezhep ve Cinsiyet" adlı kitabında yaptığı gibi, vadeli nikah ve imam nikahını, açıklamasını yaptığımız, kutsal fuhuş ile karşılaştırmamız gerekiyor. Aradaki fark, kutsal fuhuş yapan kızların kafaları dik olarak kendi evlerine veya müstakbel kocalarının evine dönmeleri ve yaptıkları işin toplumca ayıp sayılmamasıdır. Vadeli veya imam nikahı yapan kadınların ise, toplum tarafından aşağılanmasıdır. Harry Benjamin, yazdığı, "Fuhuş ve Ahlak" kitabında, yeni serüvenleriyle birlikte, kutsal fuhuşla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: "Kutsal fahişeler ve sokakta müşteri bulmaya çalışan fahişeler arasındaki fark, kilisede kutsal şarap servisi yapan rahibe ile barda şarap servisi yapan kızların arasındaki fark gibidir."

ABD'li yazar ve gazeteci, Jane Goodwin, "Namusun Fiyatı" adlı kitabında, Müslüman ülkelere yaptığı araştırma gezileri sırasında, karşılaştığı konuları da işlemiştir. Goodwin, Hıristiyan ülkelerde fuhuş merkezlerinin kiliselerin civarında kurulmuş olması gibi, Müslüman ülkelerde de, fuhuş merkezleri, hep camilerin civarında kurulmuştur diyor. Pakistan gezisi sırasında, Lahur kentinde bulunan ve "Hiramandi" diye adlandırılan, ünlü fuhuş merkezinin, kentin en büyük camisinin yanında inşa edildiğini görünce fetvalar vererek, her yıl binlerce köylü kadını, zina suçundan yakan, "Molla Azad"a, Pakistan’ın en büyük din adamına, şu soruyu sorar: Devlet ve mollalar, nasıl oluyor da, Hiramandi'nin, cami duvarlarına bitişik olarak faaliyet yürütmesine izin verirler? Molla Azad, dalga geçerek şu yanıtı verir. Kapatılmasını istemişim, fakat bir şey yapmamışlar, ben bu kızları evlat etmeye ve koca evine göndermeye hazırım!

Goodwin'in aktardığına göre, çoğu Müslüman ülkelerde, nüfusun büyük bir bölümünün yoksul olmasından dolayı, fuhuş hem açık hem de gizli biçimlerde yaygınca yapılmaktadır. Yazarın, İslamın ana vatanı ve merkezi sayılan, petrol rezervleri ve ihracatı açısından dünyada birinci sırada bulunan, her yıl sadece hacılardan milyarlarca dolar kazanan, 1996 verilerine göre kişi başına düşen milli geliri 9700 dolar olan, Suudi Arabistan'da şahit olduğu olaylar, özel mülkiyet, din ve fuhuş üçgeninde olup bitenleri anlamamızı kolaylaştırıyor. Goodwin'in aktardığına göre, fahişe kadınların dünyaya getirdikleri çocukların bakılması için, her şehirde, özel merkezler bulunmaktadır. Başkent Riyad’da bulunan 600 çocuk kapasiteli, merkez, sürekli dolu olduğundan yeni gelen çocuklar, çok düşük standartlara sahip bu merkezde yer bulmak bile hayli zordur. Evli olmayan kadınlar hamile kaldıklarında, hapishaneye benzeyen özel merkezlere gönderiliyorlar. Bu merkezlerde iki yıl tutulduktan sonra, çocukları, sözü edilen yetimhanelere gönderiliyor. Kendileri de kırbaçlandıktan sonra serbest bırakılıyorlar. Ayrıca hiçbir erkek onlarla evlenmeye yanaşmıyor. Suudi Arabistan’da kadınların çalışma olanağı bulunmadığından ve dolayısıyla, yoksulluğa başka çare bırakmadıklarından dolayı, tekrar fuhuş yapmak zorunda kalıyorlar.

Suudi Arabistan, Endonezya ve Malezya gibi, "İslami" ülkelerin durumunu gördük, daha fazla turizm geliri elde etmek için, seks sektörünü geliştiren Türkiye, Mısır, Fas ve benzeri ülkelerin durumunu tahmin etmek pek de zor olmadığından, kendisini İslam dünyasının merkezi ilan eden İran İslam Cumhuriyeti’ndeki fuhuşun durumunu ele almakla yetineceğiz. Haziran ayının ilk haftasında, İran rejimi tarafından, İslam dünyasının "Um Ul Kurası" (kentlerin anası) olarak adlandırılan Tahran'ın şehir konseyinde (Belediye Meclisine verilen ad) tartışılan ve sistematik olarak uygulanan sansüre rağmen, ulaştıkları boyutlardan dolayı, bazı bölümleri gazetelere yansıyor. Konuların başında, İslamın "Um Ul Kurası" olan Tahran’ın son yıllarda, fuhuş ve uyuşturucunun "Um Ul Kurasına" dönüştüğü konular yer alıyordu! Tartışmalar sırasında, uygulanmakta olan politikalar sonucu, yoksulluk ve işsizliğin uç boyutlara ulaştığından ve her türlü eğlencenin, uygulanmakta olan kurallar sonucu, yasak olması, özellikle de gençlerin fuhuş ve uyuşturucuya bulaşma eğilimlerinin artması, Tahran’ın, büyük bir fuhuş ve uyuşturucu merkezine dönüştüğü itiraf edildi.

Ne Sermaye Düzeni Ne De Din Fuhuşu Sona Erdiremez

Daha önce belirttiğimiz gibi, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte cinsellik de, insanın diğer ihtiyaçları gibi, alış-veriş pazarına dahil edilerek, kâr kaynağına dönüşmüştür. Dolayısıyla özel mülkiyet ve kâr ilkeleri üzerinde kurulan kapitalist düzende, fuhuşun sona ermesi ve cinselliğin, iki insan arasında, sevgi, saygı, samimiyet ve vefakarlık ilkelerine dayanabileceğini düşünmek safdillik olur. Bu sermaye düzeninin doğasına aykırıdır. Nitekim 20. yüzyıl boyunca, yaşandığı gibi, sermaye düzeninin, kadın-erkek ilişkilerinde, değişik yollardan ve mümkün olduğu kadar, kadını metalaştırmaya çalıştığını ve her gün yinelediği moda makyaj modelleriyle, cebini doldurmaya ve öte yandan seks sektörünü olabildiğine geliştirerek, kârına kâr katmaya çalıştığı tarihsel olgularla sabittir.

Hindu, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam ve varlığını sürdüren tüm dinlerin, yüzlerce ve binlerce yılı bulan tarihlerine baktığımızda, fuhuşa karşı gerçek bir önlem alınmadığını görmekteyiz. Nedeni çok basittir: Dinler, özel mülkiyet ve ataerkil kültürünün ürünü olduklarından, kendileri gibi özel mülkiyet ve ataerkil kültürünün ürünü olan fuhuşa karşı da mücadele edemezler. Fakat, erkeğin egemenliğinin ve mirasın babadan çocuklarına geçmesini sağlayan klasik aile modelini kutsamak zorunda oldukları için, anlatıldığı gibi değişik fuhuş biçimlerini meşrulaştırmanın yanı sıra, klasik fuhuş biçimine de karşı olduklarını söylemek zorunda kalmışlardır.

Tüm insanlık tarih boyunca, kadın cinsini aşağılayan, değişik şekillerde cinsel sömürüye tabi tutulmasını vaaz eden dinlerin diğer bir görevi de, şu ya da bu şekilde fuhuş yapmak zorunda kalan kadınların her türlü doğal haklarından yoksun bırakılmasıdır. Toplum tarafından dışlanmalarını formüle ederek, en çok egemen sınıflara kâr getiren fuhuşun devamlılığını sağlamıştır.

Tüm toplumsal eşitsizlikler, haksızlıklar ve insanlık dışı uygulamaların, ancak isçi ve emekçilerin yöneteceği sosyalizmde sona ereceği gibi, fuhuş başta olmak üzere, her türlü cinsel sömürü de, ancak sosyalizmde sona erecektir. Bu bir slogan değil, tarihteki örneklerin de kanıtladığı gibi bir bilimsel gerçektir. Sınıfsal düzenlerin ve rengârenk dinlerin, insanları aldatmak için, fuhuşun köklerini hedef almak yerine, kurbanlarını hedef göstermelerinin tam tersine, sosyalizmin, insanlığa ve eşitliğe ters düşen gelişmelerin, köklerini kazımaya yöneleceği gibi, fuhuşun kurbanlarının yerine, ekonomik, sosyal ve kültürel köklerinin yok edilmesine yönelecektir.

Fuhuşla aktif bir mücadelenin yolu, ekonomik ve kültürel yoksulluğun yok edilmesi için, herkese eşit iş ve eğitim olanaklarının yaratılması, fuhuşun ekonomik, sosyal ve kültürel temellerinin, bu meslekte çalışanlar başta olmak üzere tüm insanlara öğretilmesi, fuhuşu organize eden çetelere karşı amansız bir savaşın yürütülmesi, bu meslekte çalışanlar için eğitim ve çalışma olanakları yaratarak normal bir hayata dönmelerinin sağlanması, her alanda kadın ve erkekler arasında eşitliğin gerçekleşmesi ve dolayısıyla, çıkar ilişkileri yerine, cinselliğin, evliliğin temelini gerçek sevgi, karşılıklı saygı ve paylaşmanın aldığı, cinsel sömürünün önünün kesilmesinden geçer. Tüm bunlar, ancak işçi sınıfının devrimci iktidarı altındaki toplumsal dönüşümün, sömürü ve ayrılıkların ortadan kaldırılmasına yönelik sürdüğü sosyalizmde gerçekleşecektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi