Sayı 15 / Mart - Nisan 1998

Susurluk, küçük bir taşra kasabasının, ancak İzmir yönünde seyahat edenlerin bildiği ismiydi. Rastlantılar (ya da henüz aydınlığa çıkmamış bir el) Susurluk’u bir kavram düzeyine sıçrattı. Susurluk dendiğinde devletin gayri meşru çocuğu kontrgerilla çeteleri, devletin statükolarını zorlamaya başlayan devlet çeteleri akla geliyor. Kontrgerilla esasen ‘50’lerden itibaren ABD ve NATO’nun girişimleriyle örgütlenmiş olsa da, son 30-40 yıllık tarihin zaman zaman alevlenen ve zaman zaman küllenen başlıca sorunlarından birisi. Ama o hiç kuşkusuz, Kürdistan’da başlayan gerilla savaşı sonrasında, özellikle de ‘90’lardan sonra Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin ulusal kurtuluşçu bir devrim düzeyine sıçramasıyla gündemin değişmez ana konularından birisi oldu. Susurluk’tan günümüze değin ise, egemen sınıfların ve devletin bir iç sorunu olarak çok önemli bir değişime de uğrayarak yeni bir boyut kazandı. Bu yazıda, devletin işlediği suçların küçük bir bölümünü kabul ve itiraf ettiği Kutlu Savaş’ın Başbakanlık Teftiş Kurulu raporundan başlayan hem bazı bakımlardan söz konusu rapor ve hem de son dönem burjuva politikanın gelişme eğilimleri ele alınacaktır.

Ajan sızdırma ve örgütlü mücadele içindeki insanları ajanlaştırma yöntemi, sömürücü egemenlerin, devrimci örgütlere karşı önemli bir silahı olagelmiştir.

Deneyler gösteriyor ki bu konuda en fazla başarılı oldukları tarz ajanlaştırmadır. İşkence ve ölümden duydukları korkuyla ruhlarını düşmana peşkeş çeken böylesi unsurlar, geçtiğimiz yüzyıldan beri devrimci ve komünist harekete ağır zararlar vermişlerdir. Ajanlaştırmaya eklenen bir yöntem olarak “itirafçı kontra” kimliğini de bu çerçevede değerlendirebiliriz.

I

Savaş sonrası kapitalizmin tarihi, onun çöküşünün, bunalımının ve burjuvazinin sınıf egemenliğini korumak için verdiği şiddetli mücadelenin tarihidir. Savaş sonrası ilk yıllarda egemen sınıflar, bolşevik devrimin yalnızca geçici bir ateş nöbeti olduğuyla kendilerini avuturlarsa da, şimdi burjuvazinin ileri gelen politikacıları arasında tüm kapitalist ekonomik düzenin tehdit altında olduğu ve kendisinin yeni kitlelerin yiğitçe mücadelesi içinde yükselen toplum düzenine karşı koruyabilmek için kapitalizmin olağanüstü bir çabaya muhtaç olduğu anlayışı yaygınlaşmaya başlamıştır.

12 Eylül askeri-faşist darbesinin öngününde, 1 Temmuz 1980’de yayımlanan Devrimci Derleniş dergisinin 24. sayısında şunlar yazılıydı:

"Türk Ordusu Devrimci gelenekli bir ordudur. Ve Türkiye'nin tarihindeki bütün devrimlerde hep en ön safta yer almıştır. Üstelik Türk Ordusu, İngiliz Ordusu gibi soylulardan, Fransız Ordusu gibi Burjuva çocuklarından derleşik bir ordu da değildir. Türk Ordusu'nun subayları 'subay oluncaya dek yamasız pabuç giymemiş' halk çocuklarıdır. Böyle bir orduya Devrimcileri nasıl katlettireceğiz? Halkın üzerine nasıl süreceğiz bu orduyu?"

Revizyonist blokun dağılmasından sonra (1989/90) dünyanın, revizyonist blok kapitalist blok olarak ikiye bölünmüşlük durumu ortadan kalkmış ve bütünselliği sağlanmış oldu. Bloklaşma olgusunun ortadan kalkması, bu bloklaşmaya neden olan başlıca çelişkileri, örgütlenmeleri vb. de ortadan kaldırıyordu. Bu, aynı zamanda dünyanın iki merkezli olmaktan çıkarak, daha çok merkezli olmasının önünü açıyordu. İki süper güç (ABD-SSCB), iki blok (revizyonist-sovyet, emperyalist-kapitalist) olgusu, uluslararası planda bir dizi gelişmenin, yeni oluşumların önünü tıkayan adeta bir cendere rolünü oynuyordu. Ulusal ve enternasyonal alanda politika, ekonomi, militarist yöneliş, iki süper gücün çıkarlarına göre şekilleniyordu. Bu anlamda dünya iki kutupluydu, iki blokluydu.

1- Mali Kriz Mi, Fazla Üretim Krizi Mi?

Önce, bağıra-çağıra geliyorum diyen Asya’daki mali krizin gelişme seyrini kronolojik olarak verelim:

Ocak 1997; “Honbo Steel” işletmesi iflas ediyor. Bu Güney Kore işletmesinin borcu 6 milyar dolardı.

Şubat; (Tayland) “Somprasong Land” işletmesi yurtdışı borcunu ödeyecek durumda olmadığını açıklar.

Emperyalizm ve proleter devrimler çağında savaş ve barış sorunu, her zaman insanlığın gündeminde olagelmiştir. Sayısız sözüm ona yerel savaşa yol açmakla, işçilere, emekçilere ve ezilen katmanlara karşı her türden faşist ve gerici şiddeti kışkırtma ve desteklemekle, sosyalist ve demokratik ülkelere ve ezilen halklara karşı saldırı savaşları yürütmekle yetinmeyen emperyalist devletler ve tekel grupları insanlığı, 75 milyon dolayında insanın ölümüyle sonuçlanan iki dünya savaşına sürüklemişlerdir. 1962’de bir nükleer savaşın eşiğine kadar gelmekle birlikte, insanlık bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın zorlu sınavından geçmemiştir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi