Ölüm Orucu Saldırısı Ve EP-Evrensel Oportünizminin Sefaleti

Politik tutsakların mayıs-temmuz döneminde cezaevlerinden yükselttikleri genel direnişin ölüm orucuyla birlikte faşist rejime karşı ideolojik ve taktik politik bir taarruza dönüşmesi Evrensel yazarlarını, Emek Partisi (EP) ideologlarını ve "üst düzey" kadrolarını oldukça rahatsız etmiş görünüyor.

Ölüm orucunun karşısında takındıkları mesafeli tutuma karşı, tabandan yükselen tepkileri yatıştırmak için, Editör İhsan Çaralan'ın yazdıkları ibret vericidir. Ama yayın politikası ve çizgisinin ötesinde, ideolojik ve politik düzeyde tabanın itirazlarını göğüsleme ve kırma görevini esas olarak Yunus Argüç'ün üstlenmesi onu ve makalesini daha da önemli kılıyor.

Özgürlük Mücadelesinden Yan Çizmek Kargaşanın Kaynağı

Öncelikle Evrensel yazarlarının, EP'nin ideolog ve kadrolarının kendi içlerinde hemen her önemli sorunda çıkardıkları farklı ve çatlak seslerin kulakları tırmalayan renksiz bir gürültü hercümerci yarattığını vurgulamalıyız. Geç kalmış olmanın telaşı ve ölüm orucu saldırısının moral ağırlığının baskısı altında Yunus Argüç "duyarsızlığı", komünist ve devrimci harekete karşı bir saldırı aracı haline getirmeye çalışırken, Aydın Çubukçu çok farklı bir şey söylüyor. "Duyarlılık çağrılarından" pozisyon gereği çok rahatsız olan Argüç, "duyarsızlıktan" siz sorumlusunuz diye saldırıya geçerken, Çubukçu, "Ölüm oruçlarına olan duyarlılığı, ölüm motifi olmayan SSK'ya, özelleştirmeye, Ünaldı işçilerine, yurdundan edilen Kürtlere de gösterme gereği olduğunu" vurguluyor(l). Çubukçu'nun örnek gösterdiği "duyarlılığı", Argüç "duyarsızlık" olarak tanımlıyor, buradan kalkarak, komünistlere ve devrimcilere saldırıyor.

Aşağıda da değineceğimiz gibi, Argüç politik tutsakların "kendilerini dayatmalarını", "içerinin dışarıyı belirlemesini" eleştirirken, Evrensel başyazarının 26 Temmuzda "Yeni ölümlerin önlenebilmesi günün en acil sorunudur. Bu kritik anda, özgürlükten, demokrasiden, emekten yana herkes, sendikacısı, işçisi, memuru, siyasi partilisi, genci, esnafı kendi üstüne düşeni yapmak yükümlülüğü ile yüz yüzedir. Çünkü ancak, daha çok kitlesel katılımla, bu tahamüden cinayetlerine bir katliama dönüşmesi önlenebilir"(2) diyen çağrısını hiçe sayıyordu. Gerçi, başyazarın çok gecikmiş çağrısına EP'den, dikkate değer eylemli bir tepki ve hatta herhangi bir tepki gelmedi. Sözde sokaklarda kurulduğu iddia edilen EP'i, faşizme karşı bu çok önemli çarpışma anında sokaklarda, meydanlarda gören olmadı. Diğer yandan "egemen sınıflar tarafından ölüm oruçlarının bile Türkiye'nin diğer sorunlarının üzerinin örtülmesi için araç olarak kullanıldığını" söyleyen Aydın Çubukçu, politik tutsakları suni gündem oluşturmak ve egemen sınıfların gündemi saptırma olaylarına alet olmakla "eleştirmeye" yelteniyordu.

Evrensel ve EP'nin yönetici çevrelerinin içerisine yuvarlandığı politik kargaşanın temelinde, özgürlük mücadelesinin Türkiye ve Kürdistan'da faşizme karşı çarpışan toplumsal ve politik güçlerin gündeminin ana ve belirleyici sorunu olduğu gerçeğini görmezden gelmeleri yatıyor. Tasfiyecilik ve oportünizmin yarattığı politik körlük, politik alıklığa, gaflete ve hatta politik ihanete dönüşüyor.

"İş, ekmek ve özgürlük" sloganıyla kendini tanımlamaya çalışan Evrensel ve EP çevresi, gerçekte "özgürlük" mücadelesi sözkonusu olduğunda, içeriğini bütünüyle kendiliğindencilik ve kuyrukçulukla doldurduğu bu sloganın bile çok gerisinde duruyor. Tasfiyeciliğe gırtlağına kadar batan ve reformist yönelimini gitgide derinleştirip sistemleştirerek, çizgi haline getiren, her gün daha çok 2. Enternasyonalin dönek oportünistlerine benzeyen Evrensel ve EP çevresine özgürlük mücadelesi, "sınıf dışı" görünüyor. Bunlar adına, proletarya devrimciliği adına barışçı gelişme stratejisini olgunlaştırmaya çalışırken, marksizm-leninizme sadakatle bağlı imajı ve görüntüsü yaratarak, onu kendi pratiklerine uyarlamak için devrimci özünü iğdiş etme faaliyetini de sürdürüyorlar. Kuyrukçuluğu, kendiliğindenciliği ve işçi dalkavukluğunu, proletarya devrimciliği olarak sunan, böyle olmayan devrimci ve komünist örgütleri "küçük burjuva, lümpen ve sorumsuz guruplar" olarak akıllarınca mahkum ve teşhir eden tasfiyeci oportünistlerimiz, işçi sınıfının dikkatini kendine çevirmek için harcadıkları çabalarla onun sosyalist sınıf bilincinin ve politik eyleminin gelişmesinin önünde engel oluşturuyorlar. Evrensel ve EP'nin proletarya devrimciliği adına tasfiyeci oportünizmle zehirlemeye çalıştığı devrimcilerin dikkatini bir kez daha Lenin'in "Ne Yapmalı?"sına çekmek istiyoruz.

"Eğer işçiler, hangi sınıfı hedef alıyor olursa olsun, her türlü zorbalık ve baskı, zor ve suistimal olayına tepki göstermeyi, hem de herhangi bir açıdan değil de sosyal-demokrat açıdan tepki göstermeyi öğrenmemişlerse, işçi sınıfının bilinci gerçek bir politik bilinç olamaz. Eğer işçiler, somut ve ayrıca mutlaka güncel politik olaylar ve olgular temelinde diğer toplumsal sınıfların her birini entelektüel, moral ve politik yaşamlarının bütün tezahürleri içinde gözlemlemeyi öğrenemezlerse; nüfusun bütün sınıf, katman ve gruplarının yaşam ve faaliyetlerinin bütün yönlerinin materyalist tahlil ve materyalist değerlendirmesini pratikte uygulamayı öğrenmezlerse, işçi kitlelerinin bilinci gerçek bir sınıf bilinci olamaz. işçi sınıfının dikkatini, gözlem yeteneğini ve bilincini yalnızca ya da hatta esas itibariyle işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştıranlar sosyal-demokrat değildir, çünkü işçi sınıfının kendisini tanıması, onun modern toplumun bütün sınıfları arasındaki karşılıklı ilişkilere dair yalnızca teorik düşüncelerle değil —daha doğrusu; teorik olmaktan çok, politik yaşamın deneyimleri temelinde edinilmiş düşüncelerle kopmaz biçimde bağlıdır. Bu nedenle, ekonomistlerimizin, ekonomik mücadelenin kitlelerin politik harekete çekilişi için en geniş uygulanabilirliği olan araç olduğu yolundaki vaazları bu kadar zararlı ve pratikteki anlamı bakımından bu kadar gericidir." (Lenin, Ne Yapmalı?, s. 77-78, aç. Lenin) (3)

İşçi sınıfını, politik tutsakların faşizme karşı özgürlük için giriştiği mücadeleye ilgisiz kalmaya çağıranlar, bunu proletarya devrimciliği olarak pazarlayanlar, işçi sınıfının en kötü ve en kalleş düşmanlarıdır. Ünaldı işçilerini, yalnızca ücret artışı, yalnızca sigorta hakkı için değil, aynı zamanda ve daha önemlisi politik özgürlük ve faşist rejimi devirmek için mücadele etmeye çağırmayanlar Ünaldı işçilerinin de en sinsi düşmanlarıdır.

Saflaşma Gerçeğinin Tahrifi

Ölüm orucu taarruzunun moral baskısı altında bunalsa da Yunus Argüç, oportünizmin komünistler ve devrimciler, devrimci eylem söz konusu olduğunda daima sergilediği militan cüreti gösteriyor, terleye terleye de olsa, cezaevleri genel direnişi ve ölüm orucu hücumunu takiben, "dışarıda" da bir genel direnişe dönüşen harekete saldırıyor. Fakat bu saldırı, sözde proletarya devrimciliği adına yürütüldüğü için gerekli argümanların da imal edilmesi gerekiyor. Yeteneklerini bu uğurda kullanan Argüç, saflaşmayı şöyle tarif (daha doğrusu tahrif) ediyor.

"Ya işçi sınıfı devrimciliği ile sınıf dışı sorumsuz tabakaların 'solculuğu' arasında uzun süredir başlamış bulunan kopuşma sürdürülecek ve böylece proletarya ve emekçilerin ileri kitlelerinin doğrudan çabası ve inisiyatifiyle sermayeye karşı ezilenlerin birleşik, direnişinin örgütlenmesi başarılacak ve ileri yürünecek, ya da yeniden geriye dönülerek, küçük burjuva devrim anlayışlarına ortak olunacak, sınıf dışı küçük grupların kendilerini halka ve ileri işçi kitlesine dayatma tutumlarına teslim olunacak ve görmek isteyen bir devrimcinin kolaylıkla göreceği gibi, emekçilerin 'sol'dan uzaklaşmalarına neden olan bu tutumlarla birleşilerek sınıf hareketi ve yığınların devrimci mücadelesinin dışına düşülecektir." (4)

Yunus Argüç ve ortaklarının, küçük burjuva devrimciliğinin her zaman ve her yerde, "emekçilerin 'sol'dan uzaklaşmalarına neden" olduğu iddiası kör bir önyargıdan ibarettir. Küçük burjuva devrimciler, Çin'de, Küba'da, Nikaragua'da ve daha pek çok ülkede büyük yığınlarla devrimci tarzda birleşmişler, büyük yığınların antiemperyalist, demokratik devrimlerine başarıyla önderlik etmişlerdir. Fakat sosyalist proletaryanın önderliğinden yoksun oldukları için bu ülkelerde devrimler sosyalist devrime dönüştürülerek kesintisizce sürdürülememiştir. İlk soru şu: Evrensel ve EP'nin son yıllarda yakalandığı "küçük burjuva devrimciliğine" düşmanlık hastalığının anlamı nedir? Marksizm-leninizmden uluslararası devrim deneyimlerinden birazcık bilgisi olan herkes, emperyalizme bağımlı, siyasal gericilik altında yaşayan "ulusal çapta" temel demokratik görevlerin hala gündemde bulunduğu ülkelerde en genelde kır ve kent küçük burjuvazinin proletaryanın devrimci yoldaşı olduğunu da bilir. Proletarya devrimciliği gibi küçük burjuva devrimciliğinin de, toplumsal temelleri mevcuttur. Küçük burjuva devrimciliği de pekala politik olarak örgütlenebilmekte, kendi sınıf hareketlerine uygun bir ideolojik ve politik hatta, devrimci gelişmenin dinamikleri arasında yer almaktadır. Son otuz yıllık tarihin tanıklığı Türkiye ve Kürdistan'da küçük burjuva devrimciliğinin güçlü toplumsal temellerinin var olduğunu, küçük burjuva devrimciliğinin çok değişik ideolojik-politik eğilimlerinin politik partiler olarak örgütlenerek, faşizme, egemen sınıflara ve emperyalizme karşı mücadele ettiklerini itiraz kabul etmez biçimde doğrular. Bütün bunlar Evrensel ve EP çevresinin de çok iyi bildiğinden emin olabilirsiniz. O halde, tekrar sormak gerekiyor, "küçük burjuva devrimciliğine" bu gözü kara düşmanlığın anlamı nedir? Zaman olarak '90'lı yıllar ekseninde yaşanan, fakat esasen kökleri 12 Eylül darbesine değin uzanan devrimcilik-reformculuk saflaşmasında, önce tasfiyeciliğe sürüklenmekten kendini alamayan, sonra da tepe taklak tasfiyeciliğe batan Evrensel ve EP çevresinin reformculuğa yönelmesidir. Bu yönelim, doğası gereği devrimcilikle "kopuşma" biçiminde ilerlemekte, tasfiyeci önderler, "küçük burjuva devrimciliğinin" eleştirisi, sözde proletarya devrimciliği vb. argümanlarla, devrimcilikle hesaplaşmaktadırlar. Gözlerimizin önünde yaşanan devrimcilik- reformculuk saflaşması, gerçekliğini "küçük burjuva devrimciliği" ve "proletarya devrimciliği" arasındaki saflaşma olarak tahrif etmeleri de aynı nedenledir. Bu konuda en kesin kanıt, her halde, Evrensel ve EP çevresinin bugün İP, ÖDP (onun eski TKP, Dev-Yol, Kurtuluş vb. güçlerin kokuşmuş cesedi olduğu hatırlansın) vb. güçlerin yanına gitmiş olmasıdır. Eğer proletarya devrimciliği buysa, biz proletarya devrimcisi değiliz!

Gazi'de halk polis terörüne, faşist rejimin katliamına karşı ayaklanıyor; barikatlar ve sokak çarpışmaları yaşanıyor, önderliği üstlenenler, "sorumsuz gruplar", "küçük burjuva gürültü grupları" ve de "küçük burjuva devrimciliği" oluyor. Peki "proletarya devrimcileri", EP ve Evrensel çevresi ne yapıyor? Proletarya devrimciliği, marksizm- leninizm adına sergilenen pratik nedir? Komünistlere ve devrimcilere savaş ilan etmek. Devrimci şiddetin ne kadar kötü ve tehlikeli olduğunu anlatmak, yığınları faşizme karşı silahlı direniş bilincinden ve hakkından yoksun bırakmak için "kör terör" paslı silahına sarılarak ajitasyon yürütmek!

Öğrenci gençlik, paralı eğitime ve faşist zorbalığa başkaldırıp, 12 Eylül'den beri faşizmin büyük bir özenle işgal altında tuttuğu 1 Mayıs Meydanı'na (Taksim'e), Kızılay'a, Konak'a yürüdüğünde ne yapıyor, bu sözde "proletarya devrimcilerimiz?" Aman çocuklar provokasyon olur, ne olur uslu durun, diye başlıyorlar ajitasyona, ağlayıp sızlamaya.

'96 1 Mayıs'ına polis saldırıyor, üç devrimci işçi ve emekçi katlediliyor; kitle, diktatörlüğün resmi binalarına, kurumlarına ve işbirlikçi patronların bankalarına vb. saldırdığında ne yapıyor, bu tasfiyeci zevat? Bilumum oportünistlerle birleşerek, "vandalizm", "provokasyon" edebiyatına sarılıyor; devrimcilere saldırıyor, devrimci eylem ve cürete, gelişen saldırı ruhuna saldırıyor; faşizmin yığınlara saldırısına çanak tutuyor, cesaret veriyor.

Binlerce politik tutuklu, faşist rejimin saldırılarını püskürtmek ve kendini, politik kimliğini savunmak için onlarca cezaevinde genel direniş başlatıyor. Genel direniş, ölüm orucu eylemiyle savunma hareketi olmaktan çıkıp, faşist rejime karşı ideolojik-moral ve politik bir saldırıya dönüşüyor. Peki bunun karşısında ne yapıyor sözde proleter devrimci Evrensel ve EP'cilerimiz? Gaziantep Ünaldı işçilerinin ücret artışı ve sigorta hakkı için başlattığı ekonomik sendikal hareketinin arkasına sığınarak ve bu hareketi göklere çıkartarak "dışarıda" da genel direniş boyutları kazanan faşizme karşı özgürlük mücadelesini, gündemi saptırmakla mahkum etmeye yelteniyor.

Devrimci iradeden, devrimci cüret ve saldırı ruhundan, barikat ve sokak çarpışmasından, silahlı eylemden nefret ediyorlar. Komünistleri ve devrimcileri kitle hareketine karşı tasfiyecilikle suçlayan, bu çok bilmişler sanki, on binleri, yüzbinleri sokağa dökecek, faşist rejimle kavgaya sokacak bir çizgi mi izliyorlar? Yüz bin kez hayır. Onlar bolca sokağın lafını ediyorlar (sözün kime ne zararı olur!); ancak, faşizm sokakta saldırdığında kendilerini savunmak zorunda kalıyorlar.

Bütün bu ve benzer durumlarda proletarya devrimciliğinin gereği nedir? Teorinin öngördüğü nedir? Proleter sınıf savaşımının uluslararası deneyimleri, diğer ülkelerin devrimlerinin ışığı, proletaryanın nasıl bir tepki vermesini gerektirir?

İlkin şunu vurgulamalıyız, işçi sınıfının dikkat ve görüş açısını kendine çevirenler; bunu teorize edenler daima oportünistler olmuştur. Bunların en ileri düzeyi, burjuva işçi siyaseti izlemekten ve vaaz etmekten ibarettir. Marksizm zemini üzerinde durmaya çalışan oportünistler, daima kendiliğindenliğin teorisini yapmışlar, ekonomist/sendikalist pozisyonlarda mevzilenmişler, kendiliğinden işçi hareketinin önünde secdeye varmış, onu göklere çıkarmış, bu yoldan devrimci işçi hareketinin gelişmesinin karşısına dikilmişlerdir. Bütün bunlar her zaman en has proletarya devrimciliği adına yapılmıştır.

İşçi sınıfının yalnızca ve başlıca kendi sorun ve talepleriyle ilgilenmesi, eylemlerini bu temel üzerine kurması gerektiğini vaaz eden tasfiyeciler, en dar ve bencil, burjuva işçi siyasetini örgütlemekte, işçi sınıfının önderliği devrimci düşüncesini reddetmektedirler. İşçi sınıfı sosyalist siyasal bilincinin gelişebilmesi için, bir parçası olduğu modern-burjuva toplumun bütün öteki toplumsal sınıf ve katmanlarıyla, bunların sosyal durumu, yaşam tarzı, devletle ilişkileri vb. ilgilenmesi gerekir. İşte bu temel üzerinde, bütün ezilenlerin ve sömürülenlerin öncüsü olarak işçi sınıfı, kendisi dışındaki ezilen ve sömürülen toplumsal sınıf ve tabakalardan, ulusal ve dinsel topluluklardan kaynaklanan, kapitalist düzenle ya da devletle çelişkilerini yansıtan demokratik taleplerini destekler. Onlar üzerindeki baskı, zulüm ve aşağılamanın, sömürünün, haksızlığın her biçimine karşı çıkar, taleplerini destekler. Fakat bunu herhangi bir tarzda değil, onların önderi olarak yapar. Önderi olarak, yani onların demokratik taleplerinin en kararlı savunucusudur, onlar hareketsizlik içerisinde bulunsalar bile sorun ve taleplerini formüle eder; bu sorun ve talepler uğruna "işgüzarca" mücadeleye atılmaktan kaçınmaz. Onların, en ufak kıpırdanmalarını duraksamadan eylemli tarzda destekler vb. İşçi sınıfının öncü partisi, Gazi'de kent yoksulları, işçi ve emekçiler ayaklandığında ya da kayıpların bulunması için kendi dışında bir hareket geliştiğinde, öğrenci gençlik özelleştirmeye, polis terörüne karşı ayağa kalktığında, özgürlük ve sosyalizm uğruna yürüttükleri mücadele nedeniyle faşist rejim tarafından zindanlara kapatılan politik tutsaklar, faşist zorbalığı püskürtmek için direnişe geçtiğinde, Kürt ulusu ulusal hakları için başkaldırdığında, Aleviler üzerlerindeki mezhep ayrımcılığına, kendilerinin aşağılanıp, inanç özgürlüklerinin hiçe sayılmasına yeter deyip seslerini yükselttiklerinde duraksamadan onların yanında yer alır, eğer öyle bir etki ve saygınlığı, örgütlülüğü varsa, işçi yığınlarını faşist rejime karşı kavgaya seferber eder. Bu noktada okur, örneğin MLKP'nin çağrıları ve eylem çizgisi ile EP'nin çağrıları ve eylem çizgisini kıyaslayabilir. Solcu gözüküp tasfiyeci oportünistlerimiz, EP ideologları ve ileri gelenleri, birbirlerini tekzip eden açıklamalarına karşın politik tutsakların faşist rejimle tutuştukları çarpışmada "tarafsız" kalmak için ellerinden geleni yapmışlar, Ünaldı işçilerinin aynı sürece denk gelen ücret artışı ve sigorta hakkı için başvurdukları direnişin arkasına sığınarak, bunu kamufle etmeye çalışmışlardır. EP, faşist rejimin politik tutsaklara yönelik saldırısı karşısında politika geliştirmek için dikkate değer hiçbir çaba içine girmemiş, hiçbir özel eylemli etkinlikte bulunmamış, temsilcisi öncüsü vb. olduğunu iddia ettiği işçi yığınlarına bu çarpışma karşısında nasıl bir sınıf tavrı almaları gerektiğini açıklamak ve örgütlemek için kılını kımıldatmamıştır.

Buna karşın MLKP, faşist rejimin politik tutsaklara yönelik saldırısı karşısında, adeta bu saldırı dolaysız olarak kendisine ve işçi sınıfına yönelmiş gibi, kendini taraf ilan etmiş her biçimde politik tutsakların direnişini desteklemiş, bu çarpışmayı işçilere, emekçi memurlara, gençlere, kent yoksullarına yaymak için bütün gücünü seferber etmiş, o oranda uygun bütün biçimlerde kendi güçlerine dayalı "öncü çıkışlar" örgütlemiştir. MLKP İstanbul Örgütü, işçi sınıfı ve emekçi memurları, genel greve, genel direnişe çağırmış, bu yolda örgütleme ve ajitasyon çalışmasına seferber olmuştur. Oysa tasfiyeci EP oportünizmi, aynı süreçte gerçekleşen İşçi Kurultayı'nda takındığı tavırda gördüğümüz gibi, ileri işçilerin ve işçi sınıfının bu çarpışmaya ilgisiz kalmasını sağlamak için elinden geleni yapmıştır.

Proletarya devrimciliğinin bu durumda neyi gerektirdiğini anlamak istiyorsanız, İstanbul İşçi Sendikaları Şubeleri Platformu'nda yer alan sendikacıların ve öncü işçilerin bir kesiminin tavrına bakın. Tuzla işçilerine, öncü deri işçilerinin ve Deri-İş şube yöneticilerinin tavrına bakın, Sunteks işçilerine ya da faşizme karşı politik tutsakların yanında yer alan, bunun için açlık grevine yatan sendikacılara bakın.

Duyarsızlık mı?

Argüç'ün "duyarsızlık" üzerine yazdıkları, denize düşenin yılana sarıldığının ilginç bir örneğini sunuyor. O, gerçeklere bakmak yerine, komünist ve devrimci güçlere saldırmak için laf cambazlığı yapmayı tercih ediyor. Bakın neler döktürüyor:

"Küçük burjuva, lümpen ve sorumsuz grupların kitle hareketine, yığınların diktatörlüğe karşı mücadelesine verdikleri zararları görmeyenler, 'duyarlı olmaya çağırıyoruz' sözlerinin dönüp umutsuzluk malzemesi haline geldiğini de göremezler. Ortada bütün çağrılara karşın devam eden bir duyarsızlığın olduğu kesindir. Sermayenin uluslararası ideolojik saldırılarının ve politik zorbalığın bunda rol oynadığı da doğrudur." (5)

Argüç, bu satırları 1 Ağustos '96 tarihinde yazıyor. Bizi "devam eden bir duyarsızlığın" olduğuna inandırmaya çalışıyor. Tasfiyecilik Evrensel ve EP liderliğini öylesine alıklaştırmış ki; "yer yerinden oynuyor" ama onlar hala duyarsızlıktan söz ediyorlar. Argüç ve kafadarları, politik tutsakların onların cezaevinde başlattığı genel direnişin kendisinin, faşist zorbalığa karşı kitlesel bir hareket olduğunu anlama yeteneğini kaybetmiştir. Politik tutsakların sıradan bir kitle olmadığı gerçeği, bu hareketin öncü niteliğini vurgular. Bir an için şöyle düşünelim; EP gibi öncü partiler sanki "dışarıda" (Argüçler "dışarın bir açık cezaevi olduğu gerçeğini de kavramamış görünüyorlar) faşist rejimin politik tutsaklara yönelik saldırılarını göğüslemeyi toplumsal muhalefetin gündemine sokmak ve bir kitle hareketi geliştirmek için çaba mı harcadılar? Devrimci öncü bir partiye yakışan politik refleks mi gösterdiler? Hayır. Ne yapsaydı politik tutsaklar, "dışarı duyarsız" diye, faşist rejimin saldırıları karşısında beyaz bayrak açıp, "dışarı"nın duyarlı hale gelmesini mi bekleselerdi? Argüçlerin içeri kendini dışarıya dayatıyor yolundaki oportünist yaveleri üzerinde ayrıca duracağız. Burada parmak basmak istediğimiz asıl sorun, tasfiyeciliğin ve kendiliğindenciliğin şampiyonlarının, her türden öncü girişimi, öncü eylemi reddeden, öncünün, devrimci iradenin rolünü en ileri düzeyde yadsıyan mantıkları ve eylem çizgileridir. Devrimcilik, reformculuk ayrışmasının üzerinde yükseldiği temel de her şeyden önce buradadır.

Konumuza devam edelim: Duyarsızlılık meselesinde Çubukçu'nun Argüç'ten farklı düşündüğüne yukarıda dikkat çekmiştik. Argüç, göz çıkaran gerçekleri bile göremediğine göre, biz bir kez daha hatırlatalım. Doğru, politik tutsakların ölüm orucuyla saldırıya dönüşen antifaşist genel direnişi, yüzbinlerin ve milyonların eylemli desteğini kazanamamıştır. Bu her şeyden önce, faşist rejimin, emperyalizm ve işbirlikçi kapitalizmin zorbalığının yarattığı toplumsal çürümeyle ilgilidir. Esasen, Argüçlerin tepe taklak içerisine saplandıkları tasfiyecilik de bu çürümenin politik ve ideolojik bir yansımasıdır. Fakat duyarsızlığın da göreli bir gerçek olduğu unutulmamalıdır. 'Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; işçi sınıfının kent yoksullarının, işsizlerin, emekçi memurların, emekçi kadınların, gençliğin, aydınların politik bakımdan en duyarlı, en uyanık ve mücadeleci kesimleri, politik tutsakların talebini ve direnişini benimsemiş, oldukça etkin ve eylemli tarzda desteklemiştir. Bunun ulaştığı boyut, dışarıda odağında analar (ve tutsak yakınları) hareketinin durduğu, fitili politik tutsakların genel direnişi ve ölüm orucu saldırısıyla ateşlenen, politik genel direniştir. Evet bu hareket de öncü niteliktedir. İşçilerin, işsizlerin, kent yoksullarının, gençlerin, emekçi memurların, aydınların, sendikacıların, yöre dernekleri biçiminde örgütlenmiş güçlerin politik bakımdan en dinamik, en duyarlı kesimlerini kapsamıştır. Ölüm orucu gibi bir silahla teçhiz olan, içeri ve dışarının bu öncü genel direnişi, bırakın Türkiye ve Kürdistan'ı ama uluslararası düzeyde deprem etkisi yaratmış, EP, ÖDP gibi partileri de bir ölçüde -ama ancak bir ölçüde ve önderliklerine rağmen- yedeklenmiş, bu partilerin tabanındaki devrimci güçler, politik tutsakların taleplerini ve direnişini sahiplenmişlerdir. Öncü olma cüreti gösteremeyenler ister istemez sürüklenmişler; ve bu sürüklenmenin acısını çıkarmak için de saldırıya geçmekte gecikmemişlerdir.

Çok doğru, yüzbinler ve milyonlar harekete geçemedi, ama on binler harekete geçti ve on binlerin sayısız biçimlerde kendini gösteren öncü hareketi toplumsal çürümenin panzehiri olarak, geniş yığınları sarsan, uyandıran bir kırbaç gibi şakladı, faşizmi politik ve moral bakımdan dize getirdi. Yakın tarihimizde örneğine az rastlanır ideolojik ve politik bir zaferle noktalandı. Duyarsızlık mı dediniz? Size kibarca, aynaya bakmanızı tavsiye edeceğiz. Çünkü kendisi duyarsızlık hastalığı ile muzdarip olanların, toplumdaki duyarsızlığı eleştirmeye hakları olamaz. Durmaksızın devrimcilikle aralarındaki köprüleri atanların, mesafeyi büyütenlerin, dolu dizgin reformizme koşanların, hızını yasallık, parlamentarizm ve uzun süreli barışçıl gelişme stratejisine uyduranların, tasfiyecilik ve oportünizm nedeniyle politik refleksleri gün be gün çürüyenlerin işçi ve emekçi yığınlarla birleşme ve devrimci eylem çizgisi üzerine bilgiçlik taslamaları ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Emekçilerle birleşmek, emekçilerin örgütlü mücadelesine dayanmak, ama nasıl? Onların en geri bilincini göklere çıkarıp, kendiliğinden, hareketlerinin arkasından sürüklenerek, en berbat kuyrukçuluk politikasıyla mı; yoksa, emekçileri devrimci öncünün bilinç ve örgütlülük düzeyine yükselterek mi? Öncülük mü; kuyrukçuluk mu? Saflaşma ve kopuşma her şeyden önce buradan başlıyor.

Argüç bilgiççe tekrarlıyor, "Sınıf ve emekçiler içinde sabırlı bir örgütlenme çalışması yürüterek, onların sermaye ve diktatörlüğe karşı mücadelelerine katılanların çağrıları, eğer (eğer!) sınıf güç ilişkileri doğru değerlendirilmişse karşılıksız kalmayacaktır." (6) Tasfiyecilerimizin yine kendi değerlendirmelerine göre, Evrensel ve EP bu tarife çok uyuyor. Fakat merakımızı bağışlasınlar, faşist diktatörlüğün sopası, EP'nin kafasına indiğinde yapılan çağrılar işçi ve emekçilerde ne kadar yankı buldu? Merkez binası önündeki "sınıf dışı" protesto haricinde en büyük "duyarlılığı" Doğu Perinçek'in göstermesi, nasıl anlaşılmalı, ya da bir tesadüf mü?

Bilgiçlik (Devrimci Eylemden Kaçışın Kılıfıdır)

Komünistlere ve devrimcilere akıl hocalığına soyunan Argüç; Evrensel okurlarına ve EP tabanına yol göstermek için Ünaldı işçilerinin direnişini örnek gösterirken şöyle yazıyor:

"Ama (bu amanın öncesi; devrimci eylem çizgisinin "sıradan emekçiler" bir yana "az çok bilinçlenmiş daha ileri kesimler arasında bile" "tepki" yarattığı ve onların "geri tuttuğu" iddasıdır) Ünaldı işçilerinin bir aylık direnişlerinin gösterdiği gibi, işçi ve emekçiler, kendi sınıf talepleriyle birleşen politikalar etrafında bir araya gelmekten de, kendi talepleri için mücadeleye atılmaktan da geri durmamaktadır." (7)

Ünaldı işçileri ücret artışı ve sigorta hakkı için kapitalistlere karşı mücadeleye atıldı. İşçi sınıfının bütün mücadele tarihi gösteriyor ki, dışarıdan hiçbir etki olmaksızın da işçiler benzer direnişler örgütlemişler ve hatta çok daha kapsamlı mücadelere girmişlerdir. İşçi sınıfı bu düzeyde bilinci, kapitalizm koşullarında kendiliğinden edinir, herhangi bir devrimci etki olmaksızın işçi birlikleri, dernekler, sendikalar, kooperatifler biçiminde örgütlenebilir, iş ve yaşam koşullarını iyileştirmek, sendikal örgütlenmesini geliştirmek için tek tek kapitalistlere ve hatta onların egemenlik örgütü ve kolektif kapitalist olarak devletle mücadelelere girişir. Bunlarda yeni olan ve örnek gösterilecek hiçbir şey yoktur. Ünaldı işçilerinin direnişini, Amerika'yı yeniden keşfeder gibi sunmak olsa olsa Argüçlerin açmazıdır. Normal olarak örneğinin bu tartışmada bir işe yarayabilmesi için, bize, Evrensel ve EP çevresinin de içinde yer aldığı, emekçilerin kitlesel olarak katıldığı politik bir eyleme işaret etmeleri gerekirdi. Ama bunu yapamazlar. Bize, EP'nin kapatılması girişimine karşı faşist rejimi protesto eden küçük ya da büyük çaplı bir işçi kitle grevi, direnişi ya da protestosu gösterin. Bunlardan da vazgeçtik, EP'nin çağrı yapması Evrensel'in de onu yayınlaması dışında bu yolda harcadığı, sonuç alsın ya da almasın örnek teşkil eden bir ajitasyon ve örgütlenme çabası gösterin? Bunu asla yapamazsınız.

Tanrı aşkına Ünaldı işçilerinin direnişinde "kendi sınıf talepleriyle birleşen politikalar" neymiş? Niçin laf cambazlığı yapıyorsunuz. Ünaldı işçileri, ücret artışı ve sigorta hakkı için, yani dosdoğru kendi talepleriyle patronlarla mücadeleye tutuştu. Elbetteki, komünistler bu tür mücadeleleri örgütler ve destekler. Burada Ünaldı işçilerinin etrafında bir araya geldiği; yani Ünaldı işçilerini "birleştiren" politika nedir? Orta yerde politik mücadele değil, ekonomik sendikal mücadele olduğunu Argüç de çok iyi bilir, fakat laf cambazlığı ile farklı bir görünüm yaratmaktan medet ummayı, ideolojik mücadele sayıyor. Ama yine de Evrensel-EP çizgisine denk düşen bir iş yapıyor, kendiliğindenliği yüceltme çizgisine uygun davranarak her türden politik eylemin karşısına ekonomik sendikal mücadeleyi dikiyor. Menşevikler ve bütün ülkelerin kendiliğinden harekete tapan bilumum oportünistleri de hep böyle yapmıştır. Devrimci sınıf politikasının karşısına, sendikalist politikayı, işçi sınıfının burjuva politikasını çıkartmışlar, işçi sınıfının en geri biliciyle en ileri devrimci sınıf bilincine karşı vuruşmuşlardır.

Bunca Sıkıntı Niye?

Argüç büyük sıkıntılar içinde, uzun "giriş" bölümünü bitirdikten sonra makalesinin asıl amacına, ölüm orucu ve politik tutsakların genel direnişiyle hesaplaşmaya geliyor. Sıkıntılı ruh halini yansıtan satırlarını buraya almamak bir eksiklik olur. Çünkü bu sıkıntının nereden geldiğini de sormak durumundayız.

"Diktatörlük zindanlarda başlatılıp sürdürülen ölüm oruçlarının toplu bir katliama dönüşmesi (tüh, keşke önceden akıl edip eleştirseydiniz, belki de ölüm orucu müfrezelerinin önünü keser caydırırdınız!) bu konuda hassas bir ortam doğmasına ve 'tartışılmaz bir mücadele yöntemi' olarak propaganda edilen 'ölüm orucu' hakkında söz söylemeyi zorlaştırmasına karşın, tartışmanın bu duyarlı konuyu da kapsaması mücadelenin geleceği ve emekçilerin çıkarları bakımından zorunludur." (7) Bir sonraki paragraf daha da ilginç:

"Açlık grevlerini sürdürenlerin ve bunu 'ölüm orucu 'na (yazar "Ölüm Orucu"nu tırnak içine almaya bir süre özen gösteriyor, öyle anlaşılıyor ki; Hadi Uluengin'in "bilimsel" görüşlerinden etkilenmiş) dönüştürenlerin bilinçli bir biçimde 'ölümün üzerine yürümeleri'nin büyük bir kararlılık olarak algılanması doğaldır. (Evet "doğaldır" da sizce de böyle algılanması doğru mudur, ustalıklı kalem manevralarıyla bunu belirtmekten niçin kaçınıyordunuz.) Ancak bu tutumun 'kimin daha fazla fedakar ve kararlı olduğunun göstergesi sayılarak, dışardakiler tarafından desteklenip teşvik edildiği yerde, 'zor' olmasına ve tepki çekmesi olasılığına karşın, tartışmayı yapmak da devrimci sorumluluk gereğidir." (8)

"Devrimci sorumluluk"muş, "mücadelenin geleceği"ymiş, "emekçinin çıkarları"ymış, hadi canım siz de! Sizin başka şeylerin peşinde olduğunuz o kadar açık ki; bu kavramlar hiçbir gizleyici değer taşımıyor.

"Zor"u başaran Argüç, baklayı ağzından çıkartıyor; "Dışardakiler tarafından desteklenip teşvik" edilmesi yanlıştır. Argüç ve kafadarlarının içerisine yuvarlandığı açmazın birkaç sebebi var. Açıklıkla söyleyelim; ilki 12 Eylül döneminde cezaevlerinde izledikleri sağcı çizgidir. Kişi olarak Argüç'ün ne yaptığını bilemeyiz. Ama biz, anlı şanlı bir partinin önderliğinin ezici çoğunluğuyla 12 Eylül işkencecileri önünde, o büyük fedakarlığı gösteremeyerek, diz çöktüklerini ve parti olarak bu utanç verici durumun açık ve devrimci özeleştirisine yanaşmadıklarını biliyoruz. Bildiğimiz başka bir şey de; bu aynı zevatın, işkencede direnenlerle birlikte zindanlarda sağcı ve teslimiyetçi bir çizgi izledikleridir. Politik tutsakların genel direnişin ve görkemli ölüm orucu saldırısı yalnızca faşizmi değil, bu nedenlerle ama aynı zamanda tasfiyeci oportünistlerimizi de vuruyor. Nereye saklayacaklarını şaşırdıkları o yüzkızartıcı '81-'87 süreçlerine de saldırıldığını çok iyi anlıyorlar. Bu kirli dönemi aklamak için de, bu "zor" tartışmaya girmek gereğini duyuyorlar.

Fakat böyle bir tartışmayı zorunlu görmelerini getiren daha önemli bir neden de var. Ne de olsa, bugün ve gelecek, geçmişten daha önemlidir. Politik tutsakların genel direnişi ve ölüm orucu taarruzu, bütün toplumda olduğu gibi EP'nin tabanında da devrimci bakımdan uyandırıcı bir etki yaratıyor. EP tabanı değişik biçimlerde, faşist rejime karşı girişilen bu çarpışmaya katılıyor, destek veriyor, güçlü bir devrimci duygudaşlık doğuyor. Tartışma denen şey, işte bu devrimci uyanışı boğmayı köreltip öldürmeyi amaçlıyor.

Argüç ve ortaklarının paniğe kapılmasına hiç gerek yok, belirtelim; eğer ölüm orucunu da düşmanla çarpışmada kullanılabilecek sayısız mücadele biçimlerinden birisi olarak algılarsanız geriye hiçbir sorun kalmaz. O zaman durumun politik bir değerlendirmesini yapar, bu mücadele biçiminin yerinde kullanılıp kullanılmadığını tartışırsınız. Barışçı bir gösteride, bir grevde de çok kan dökülebilir. Onlarca ve yüzlerce kurban verilebilir. '77 1 Mayıs'ını unutmuş olamazsınız. Polisin vahşice saldırdığı EP önündeki masum ve barışçı gösteride de pekala devrimciler ölebilirdi. Ölüm orucu eylemiyle gelen ölümün çok faklı olduğunu herkes biliyor. Sorun burada değil, İbrahim'in, Denizlerin, Mahirlerin, Kürt Kızı Zilan (Zeynep)'ın üzerine yürüdüğü ölüm, özünde 12'lerinkinden farklı değil. Sorunu niçin bu kadar dramatize ediyorsunuz? Eleştirecekseniz eleştirin, tartışacaksanız tartışın, ama lütfen açık ve dürüst olun. O kadar ki; herkes hakkınızda kolayca bir karara varsın. Devrimcilerin itiraz ve eleştirilerini bastırıp, boğmanın teorisini yapmayın.

Belirleyici Kim"miş"?

"Belirleyici kim?" sorusuna şu yanıtı veriyor Argüç:

"Açlık grevi ve ölüm orucunu, dışardaki mücadelenin bir parçası olarak ele almak ile, koşulları hesaba katmaksızın, bir bakıma kendini kitlelere ve dışarıdaki mücadeleye dayatma anlayışı arasında fark olduğu açıktır. Açıktır ki; tek başına içeridekilerin bu vb. eylemleriyle kalıcı iyileştirmeler sağlanamaz. Dışarıdakinin kendini içeridekine uyarlaması değil, içeridekinin dışarıdaki mücadelenin gelişme çizgisini ve örgütlü mücadelenin durumunu gözetmesi zorunludur." (9)

Özellikle bu ölümlü mücadele biçimine başvurulması muhataplarımızın algılama ve muhakeme kabiliyetini tamamen felç etmiş görünüyor. Geride kalan çarpışmanın özgünlüğünü algılamaları bir yana, öyle ki durumu çok genel çizgileriyle bile kavrama yeteneği gösteremiyorlar. Onları Gazi başkaldırısında, '96 1 Mayıs'ında şaşkınlığa uğratan neyse, ölüm orucu taarruzunda olan da aynısıdır. "Olaylar", "gelişmeler" uzun süreli barışçıl hazırlık stratejisine hiç mi hiç uymuyor. Hem devrimci gelişme ve hem de faşist rejim, iki yandan uzun süreli barışçıl hazırlık stratejisini vurup dağıtıyor. Bu stratejinin mimarları şaşkınlık içinde, kendilerini nasıl savunacaklarının paniğini, 'zor'unu yaşıyorlar. Sizi anlıyoruz, gerçekten de işiniz zor, çok

Argüç'ün "içerideki", "dışarıdaki" mücadelenin diyalektiği üzerine söyledikleri politik olarak hiçbir değer taşımıyor. Faşist diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesinin farklı anlarında hangi cephenin, "içeri" veya "dışarı"nın özellikle bir kitlesel güç oluşturdukları sürece politik tutsakların mı, işçi sınıfının mı, emekçi memurların mı, kent yoksullarının mı, emekçi kadınların mı, gençliğin mi, aydınların mı, Kürtlerin mi, Alevilerin mi, insan hakları savunucularının mı, öne fırlayacağının reçetesini hazırlamak, bilgiçlerin iflah olmaz doktrinerlerin işidir. Somut bir durumda, genel-geçer laflar etmek, sorunun özünden kaçmaktan başka bir şey değildir. Bize bilgiççe "dışarının" hazır olmadığını söylüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, bundan "içerideki"ler için ne gibi bir sonuç çıkar? Faşizm sert bir şekilde saldırdığına, tecrit, sürgün ve İtirafçılaştırma politikasını dayattığına göre (bu saldırıyı bir an için bütünden, faşist rejimin ikinci topyekün saldırısından kopuk, tecrit halde düşünelim) "içerideki" ne yapmalıydı? Geride kalan çarpışma sürecinin yalın biçimde doğruladığı gibi, orta yerde iki yol vardı: Ya faşizmle sert bir çatışmaya girilecek, "içerdeki" büyük bedelleri göze alarak özgürlük mücadelesinde ileri fırlayacak ya da faşizmin nereye kadar kovalayacağı belli olmayan, teslimiyeti ifade eden bir geri çekilişe geçecekti. Tıpkı Argüçler'in 12 Eylül faşizminin Nisan '81 darbesinden sonra izledikleri gibi, teslimiyetçi bir çizgi. "İçeride"ki binlerce politik tutsağın, politik bir güç oluşturduğunu unutan aklın, faşizmin dizginsiz saldırılarına karşı çarpışmanın bu cephesi için devrimci bir hareket planı inşa etmesi beklenebilir mi? "İçerideki"ne uslu durun, "dışarıdaki" hazır değil demek, düpedüz teslimiyet vaaz etmektir. Tencere, kapak diyalektiğinde olduğu gibi, bu pespaye perspektif tasfiyeci oportünistlerimize pek yakışıyor. Bu durumda, EP çizgisinde duran "içerideki"lerin büyük bölümünün 40'lı günlere değin açlık grevini sürdürmelerini bir kez daha takdir etmemek ele değil.

Faşist rejimin politik tutsaklara yönelik saldırısını, MGK'nın ANAP-DYP hükümeti eliyle başlattığı ikinci topyekün saldırıdan ayrı düşünmekten, hele hele "kalıcı iyileştirme"ler için ileri sürülen taleplerle sınırlı görmekten daha yanlış bir şey olamaz. Faşist rejim, MGK'nın yönettiği saldırıyı, ANAP-DYP hükümetinin kuruluşuyla, 1 Mayıs '96'dan çok önce başlattı. "Kanun nizam hakimiyeti sağlanacak", işçiler, memurlar, özgürlük isteyen güçler sokaklardan atılacak, sosyalist, muhalif basın susturulacak, politik tutsaklar ezilecek, varoşlar polis terörüyle teslim alınacak, sokak infazları ve kayıp terörü tırmandırılacak, Kürt ulusal kurtuluş hareketine sert darbeler indirilecekti vb. İkinci topyekün saldırıya '96 1 Mayıs'ında birinci yanıt verildi. Görkemli 1 Mayıs faşizmi caydırmaya ve püskürtmeye yetmedi. Rejim, 1 Mayıs'tan, elini çabuk tutması gerektiği sonucunu çıkarttı. İpin ucu kaçırılmamalıydı. Ve siz tasfiyeci oportünistleri bilumum yasalcı, parlamenterist, reformist çevrenin devrimcileri ve komünistleri bombardımana tutmasından da cesaret alarak, politik tutsakları önplana çıkartarak, saldırılarını sürdürdü. Politik tutsaklar, onlarca cezaevinde süreli ve süresiz açlık grevleriyle, genel direnişi örgütleyerek aktif savunmayla, saldırıyı kendi konumlarından yanıtladılar. Faşist rejimin ısrarı, geri adım atmaması politik tutsakları sıçramaya, aktif savunmayı saldırıya dönüştürmeye zorladı. Ölüm orucu ideolojik ve politik bir saldırıydı. Ölüm orucuyla saldırıya dönüşen "içerideki"nin genel direnişi, tasfiyecilerin, bilumum oportünist ve reformist güçlerin açık ya da dolaylı ilgisizliğine, direncine karşın, "dışarıdaki"lerin; işçinin, memurun, kent yoksulunun, gencin, aydının, emekçi kadının, politik bakımdan en duyarlı bölüklerinin antifaşist genel direnişine dönüştüğü ve dize gelen faşizmin ideolojik- moral ve politik yenilgisiyle noktalandı. Faşizmin ikinci topyekün saldırısına ikinci yanıt verildi. Bu taktik çarpışmanın odağında ölüm orucu direnişi ve analar hareketi duruyordu. Antifaşist savaşının bu "an"ında "içeri" önplana çıktı. Eğer sizi ürküten şey bedelleri ise, merak etmeyin, nasıl olsa sizin için hava hoş, fazlaca tasa edip kendinizi üzmenize hiç gerek yok. Hem "daşarda"sınız ve hem de nasıl olsa ölüm orucunu desteklemiyorsunuz.

Okurun dikkatini özellikle şu temel soruna çekmek isteriz. Muhataplarımız, ölüm orucu ve politik tutsakların genel direnişi üzerine analiz ve değerlendirme yazıları yazdıkları izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Fakat, inatla ve ısrarla, politik çarpışmanın mahiyeti, kapsam ve içeriği hakkında değerlendirme yapmaktan kaçınıyorlar. Ve yine, bu politik çarpışmada faşist rejim ve bütün yedekleri ile politik tutsaklar ve bütün yedekleri (evet yedekleri) arasında hesaplaşmaya konu olan ideolojik yönler, unsurlar bulunup bulunmadığına değinmeye de asla yanaşmıyorlar. Esasen sürgün, tecrit, itirafçılaştırma politikalarını püskürtmenin oluşturduğu somut taleplerde ulaşılan sonuçlar bakımından da durum aynı.

Komünistleri ve devrimcileri, akıllarınca karamsarlıkla ve karamsarlık yaymakla suçluyorlar. Her zaman ve daima devrimcilik ve emekçiler adına konuşma iddiasında olanlar için karamsarlık kendini, devrimci gelişme imkanlarını görememek, devrimin, emekçilerin kuvvetlerini küçümsemek, devrimci gelişmeyi anlamamak, başarı, kazanım ve zaferleri görememek, bir başka ifade ile düşmanın, burjuvazinin ve egemen sınıfların kuvvetini abartmak, onların zaaflarını ve zayıflıklarını, devrimci güçlerden aldıkları yenilgileri görememek vb. biçimde yansır. Eğer karamsarlık arıyorsanız dönüp yazdıklarınıza ve izlediğiniz çizgiye bakın. Devrimci güçlerin çok belirgin tarihsel ve ideolojik yönleri de olan bu taktik-politik zaferini göremeyenlerden, anlamak istemeyenlerden ve hatta örtbas etmeye çalışanlardan daha karamsarı olabilir mi?

Ve şöyle indiriyor, öldürücü ideolojik darbesini Argüç:

"Ölüme meydan okumada gösterilen fedekarlık, 'daha fazla mücadeleci olma 'mn göstergesi olarak ele alındığında, hedef sapmış, amaç bulanıklaşmış ve ölmenin kendisi 'bir mücadele biçimi' ve 'amaç' haline getirilmiş olur. Ve ölümler ne denli sarsıcı bir etki yaratırsa yaratsın, burjuvazi ve gericiliğin saldırılarının püskürtülmesinde ve yığınların devrimci eyleminin örgütlenmesinde kalıcı ve ciddi bir rol oynayamaz, dahası bu tür ölümlerle intiharların sınırları da bulanıklaşır." (9)

Görüldüğü gibi; Argüçler bırakın liberal köşe yazarlarını, Deniz Baykal'la rahatlıkla yarışabilirler. Bay- kal, insan yaşamının politik mücadelede bir araç haline getirilmesinin kabul edilemez olduğunu açıklayarak, ölüm orucu taarruzuna karşı tavır almıştı. Argüç de öyle görüyor. Evet, gerekli olduğunda "ölüme meydan okumada gösterilen fedakarlık", "daha fazla mücadeleci olma"nın çok kesin bir göstergesidir. Örneğin; ideallerini, partisini ve yoldaşlarını, komünist ya da devrimci kişiliğini savunmak için ölüme meydan okuyan bir fedakarlıkla işkencede direnmek ya da Kürt kızı Zilan gibi, bir intihar saldırısında görev üstlenmek. Gerektiğinde, arkadan gelenlere yolu açmak için, ölümü göze alarak ileri atılmak vb. Bütün bu durumlarda niçin "hedef sapacak"mış, "amaç bulanıklaş"acakmış? Asıl sorun şu; Argüçlerin ölüm orucu eylemi ve geride kalan süreç için, bırakın ahkam kesmesini ama söz söyleme hakkını, ahlaki bakımdan elde edebilmeleri için, öncelikle kitlesel ya da bireysel olarak ölüm orucunu şu veya bu durumda, devrimin düşmanlarına karşı muharebede kullanılabilecek bir mücadele biçimi olarak görmeleri gerekir. Tasfiyeciliğin ve oportünizmin doğasına uygun olarak bunun muğlak, belirsiz bırakıyorlar, fakat gerçekte reddettikleri de her hallerinden belli. Hiç değilse açık ve cesur olsalar; hiç değilse politik dürüstlük ve ideolojik açıklık gösterebilseler! Fakat ne gezer!

Argüç ve arkadaşlarının, laf cambazlığı ile ideolojik mücadelenin çok farklı şeyler olduğunu bilmeleri gerekir. Devrimci hazırlık ve devrimler bütün ülkelerde milyonlarca komünist ve devrimci kadronun, sıra neferi işçi ve emekçinin, gencin, kadının, aydının kendini feda etmesini, bireysel ve kitle kahramanlıklarım gerektirmiştir ve gerektirecektir. Bu ölümü "amaç" haline getirmek midir? Tanrı aşkına gülünç olmayın, bu kadar düşmeyin. Hiç değilse, devrimci geçmişinize birazcık olsun saygı gösterin. Binlerce ve milyonlarca insan devrimci bir savaşta öleceğine göre, ne yapmalı? Kürt ulusu sömürgeci Türk devletine karşı silahlı mücadele yürütmemeli, işçi ve emekçiler faşizme ve kapitalizme başkaldırmamalı mı? Bir vaazınız; Devrimci savaşı ve ona devrimci tarzda pratik hazırlığı her şeyiyle defterden silmez mi? Örneğin intihar saldırılan, sonucu eylemcilerin yaşamını feda etmesini gerektirdiğine göre -hatta ölüm orucundan daha kesin bir şekilde bu böyledir- bir mücadele ve bir çarpışma biçimi olarak kullanılabilir mi sizce?

Argüçler, uzun süreli barışçıl hazırlık stratejisine öylesine kilitlenmişlerdir ki; hiç kimsenin burnunun kanamayacağı bir sözde "devrimci hazırlık" vaaz ediyorlar. Sonra da, sıkılmadan kalkıp ayrışmanın kopuşan proletarya devrimciliği ile küçük burjuva devrimciliği arasında yaşandığını çarpıtmasına başvuruyorlar.

Sizi ele aldığınız konuda, bu konuma sürükleyen ölüm orucunun yarattığı sarsıcı etkinin ağırlığı altında ezilmeniz, içerisine yuvarlandığınız tasfiyecilik bataklığı nedeniyle devrimcilikle köprüleri atmanız ve doludizgin reformizme at koşturmanızdır. Böyle olduğu içindir ki; ölüm orucu gibi, faşizmin bütün silahlarını ıskartaya çıkartan, bütün demagoji ve oyunlarını bozarak diz çöktüren taktik muharebede kazanılan zaferi gizliyor, devrimci gelişmeyi gizliyor, onu yaratan mücadele tarzına ve eylem biçimlerine saldırarak reformcu yolda derinleşmeye çalışıyorsunuz. Sağır sultanlar, anadan doğma körler bile anladı, gördü. Yer yerinden oynadı. Faşist rejim bırakın Türkiye ve Kürdistan'ı, dünya çapında rezil oldu. Politik tutsaklara saldırı politikası püskürtüldü ve ikinci topyekün saldırı önemli yaralar aldı, frenlendi. Bunu bir siz ve benzerleriniz diğer oportünistler anlamadı, anlamak istemedi.

"Yığınların devrimci eyleminin örgütlenmesinde kalıcı ve ciddi bir rol" oynayamazmış. "Yığınların devrimci eyleminin" Ünaldı işçilerinin direnişinden epeyce farklı bir şey olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz. Keza, mayıs-temmuz döneminde, işçilerden emekçi memurlara, ailelerden aydınlara, kent yoksullarından gençlere, yöre derneklerine, insan hakları savunucularına değin, on binlerce insanı faşizme karşı örgütleyip harekete geçirdiğini görmemiş, duymamış ve de bilmiyor olabilirsiniz. Bu durumda hangi dünyada yaşadığınız bir soru olarak kalsa da; oportünizm algılama organlarınızı tahrip ettiği için normal karşılıyoruz. Fakat siz, faşist rejimle devrimin öncü kuvvetleri arasında yaşanan bu taktik çarpışmanın tarihsel mahiyetini anlama ve kavrama yeteneğine de hiç mi hiç sahip değilsiniz. Uluslararası gericiliğe onun yıllardır "tarihinin sonu", "artık idealler için mücadele dönemi kapandı", "sosyalizm" de "devrimcilik de öldü" propagandasını yaptığı, teslimiyet, döneklik, tasfiyecilik ve devrimcilikten kaçış nedeniyle "solculuğun" yıllardır itibar kaybettiği koşullarda, ölüm orucu muazzam ve görkemli ideolojik bir yanıt olmuş, faşist sömürgeciliğin, emperyalizm ve kapitalizmin dayattığı toplumsal çürümeye karşı, büyük emekçi yığınları sarsan, şok eden etkiler yaratmıştır. Bunları anlamak için çok uzağa gitmenize de gerek yok. Yıllardır tasfiyecilik ve oportünizmle zehirlemeye çalıştığınız Evrensel okurları ve EP tabanında yarattığı devrimci etkiye bakmanız bile yeter.

"İntihardan" mı bahsediyorsunuz? Size en berbat, en aşağılık intiharın ideolojik ve politik intihar olduğunu, tasfiyeciliğin de bundan başka bir şey olmadığını hatırlatmalıyız.

Çünkü, insanların intihar yoluyla kendi yaşamına son verdiği böylesi anlarda intiharın çok asil, çok erdemli ve soylu bir tavır haline geldiği durumlar vardır. Ama oportünistler, bunu bile anlama yeteneğinden yoksundur.

Dipnotlar:

- Aydın Çubukçu, 31 Temmuz '96, Evrensel/

- Başyazı, 26 Temmuz Evrensel/

- Ne Yapmalı?, Lenin, Syf. 77-78/

- Yunus Argüç, 1 Ağustos Evrensel/

- Adı geçen yayın ve yazı./

- Adı geçen yayın ve yazı./

- Agy./ (8)- Agy./

(9)- Agy.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi