ÇEVİRİ: CIA ve Frankfurt Okulu’nun Anti-Komünizmi

Küresel Teori Endüstrisinin Temelleri

Frankfurt Okulu eleştirel teorisi, Fransız teorisiyle birlikte küresel teori endüstrisinin en gözde metalarından biri oldu. Bu ikisi, post-kolonyal ve dekolonyal teoriden queer teoriye, Afro-pesimizm ve ötesine kadar, kapitalist dünyanın akademik piyasasına hâkim olan pek çok moda eğilimi belirleyen ortak kaynak işlevi gördüler. Frankfurt Okulu'nun siyasi yönelimi bu sayede küreselleşmiş Batılı aydınlar üzerinde temel bir etkiye sahip oldu. Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün ilk kuşak aydınları –özellikle bu makalenin odak noktası olacak olan Theodor Adorno ve Max Horkheimer– Batı Marksizmi ya da kültürel Marksizm olarak adlandırılan şeyin yükselen figürleriydiler.

***

Tarihi tekrar etmekten ya da Batı akademisinin dar görüşlülüğünden kaçınmak için Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün çalışmalarını uluslararası sınıf mücadelesiyle ilişki içinde yeni bir bağlama oturtmak önemlidir. Bu bağlamın en önemli özelliklerinden biri, kapitalist egemen sınıfın, onun devlet yöneticilerinin ve ideologlarının solu –soğuk savaş aparatı CIA ajanı Thomas Braden'ın sözleriyle– “uyumlu”, komünist olmayan bir sol olarak yeniden tanımlama yönündeki beyhude çabalarıdır.1 Braden ve ilgili diğer kişilerin ayrıntılı olarak gösterdiği gibi, bu mücadelenin önemli bir yönü komünizm karşıtlığını ve solcuları reel sosyalizme karşı konum almaya teşvik etmek için vakıfların ve Kültürel Özgürlük Kongresi (CCF) gibi kurumların kullanılmasıdır.

Horkheimer, CCF tarafından Hamburg'da düzenlenen en az bir etkinliğe katıldı.2 Adorno, CIA tarafından finanse edilen, kurumun birçok yayınına model teşkil etmiş olan ve Avrupa’da türünün en büyüğü sayılan Der Monat dergisinde yazıyordu. Makaleleri ayrıca Encounter ve Tempo presente adlı diğer iki CIA dergisinde de yayınlandı. Ayrıca Alman antikomünist Kulturkampf'ın tartışmasız en önde gelen isimlerinden biri olan CIA ajanı Melvin Lasky ile yazıştı, işbirliği yaptı ve onu evinde ağırladı.3 Der Monat'ın kurucusu ve baş editörü Lasky, CIA'in CCF'sinin ilk yürütme kurulu üyelerinden biri olmasının yanı sıra, Adorno’ya, makalelerini ve diğer bildirilerini sayfalarında olabildiğince çabuk yayınlamak dahil, Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile her türlü işbirliğine açık olduğunu söyledi.4 Adorno teklifi kabul etti ve 1949'da Horkheimer'in Eclipse of Reason'ı da dahil olmak üzere dört yayınlanmamış el yazması gönderdi.5

Horkheimer ile ömür boyu işbirliği içinde olan Adorno, Batı Almanya'daki CCF ağlarıyla yakından bağlantılıydı ve adı, muhtemelen 1958/59 tarihli olan ve CCF'nin tüm-Alman komitesinin kurulması için hazırlanan bir planın ana hatlarını içeren bir belgede geçiyordu.6 Üstelik, 1966'da bu uluslararası propaganda örgütünün bir CIA aparatı olduğu ortaya çıktıktan sonra bile Adorno, ABD’nin Almanya’ya verdiği “rutin görevler” kapsamında “[CCF’nin] Paris’teki genel merkezinin genişleme planlarına dahil edilmeye” devam etti.7

Teorik Üretimin Diyalektik Analizi

Aşağıdaki analiz, eleştirel teorinin bu iki kurucu babasının bireysel teorik çalışmalarını uluslararası sınıf mücadelesinin nesnel dünyası içine yerleştiren, toplumsal bütünlüğün diyalektik bir tahliline dayanmaktadır. Böyle bir tahlil pek çok küçük burjuva akademisyenin entelektüel üretim ile daha geniş sosyoekonomik dünya arasında umutsuzca kurmaya çalıştığı keyfi ayrım çizgisini kabul etmez. Çünkü birinin “düşüncesi” o kişinin “hayatından” veya teorik üretimin, dolaşımın ve kabulün maddi sisteminden ayrı değerlendirilemez. Kaldı ki, diyalektik olmayan böyle bir varsayım, tinsel ve kavramsal gerçekliği maddi gerçeklikten ve bilginin politik ekonomisinden tamamen bağımsız gören idealist bir yaklaşımın bir semptomu olmaktan biraz daha fazlasıdır.

Bu varsayım, teori endüstrisinin kutsal ürünlerini putlaştırarak onları genel toplumsal üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi içine yerleştirmemizi engelleyen entelektüel meta fetişizmini sürdürür. İster “Frankfurt Okulu eleştirel teorisi” isterse başka bir teori için olsun, güdülen bu fetişizm, küresel teori endüstrisinde belirli bir bayilik sisteminin parçası olan veya olmak isteyenlerin çıkarlarına da hizmet eder.

***

Akademik çevrelerde nadiren karşılaştığımız çok basit ve pratik bir soruyu sorarak bu eleştirilerin nesnel toplumsal dünya içindeki yerlerini göstermek istiyorum: Kapitalizmin olumsuz etkileri olduğu kabul ediyorsak, ne yapmalıyız? Adorno ve Horkheimer, bazen kapitalizmi eleştirseler de, sürekli olarak alternatifin olmadığını ve bu konuda hiçbir şey yapılamayacağını veya yapılmaması gerektiğini söylediler. Dahası, göreceğimiz üzere, kapitalizme getirdikleri eleştiriler sosyalizmi tavizsiz bir şekilde mahkum edişlerinin yanında sönük kaldı. Eleştirel teorileri sosyalizmin çok daha kötü olduğuna hükmettiğinden, nihayetinde kapitalist düzenin kabulüne yol açtı. İkili, kapitalist akademideki diğer moda söylemlerin çoğundan farksız bir şekilde, adına SDHŞ Teorisi (Sosyalizm Dışında Her Şey) diyebileceğimiz bir eleştirel teori sundular.

Devrim Çağında Aydınlar ve Küresel Sınıf Savaşı

Frankfurt Okulu teorisyenlerinin ikisi de varlıklı ailelerdendi. Adorno'nun babası “zengin bir şarap tüccarı”ydı ve Horkheimer'ın babası “birkaç tekstil fabrikasına sahip olan” bir “milyoner”di.8 Adorno'nun “sosyalist siyasi yaşamla hiçbir kişisel bağı yoktu” ve yaşamı boyunca “herhangi bir parti örgütünün resmi üyeliğine karşı derin bir isteksizlik” sürdürdü.9 Benzer şekilde, Horkheimer hiçbir zaman “herhangi bir işçi sınıfı partisinin açık bir üyesi” olmadı.10 Aynısı, Frankfurt Okulu'nun ilk yıllarında yer alan diğer figürler için de genel olarak doğrudur: “Horkheimer çevresine mensup olanların hiçbiri politik olarak aktif değildi; kökenleri ne işçi hareketinde ne de Marksizm’deydi.”11

John Abromeit'in sözleriyle, Horkheimer teorinin sözde bağımsızlığını korumaya çalıştı ve “Lenin, Lukács ve Bolşeviklerin, eleştirel teorinin işçi sınıfında veya daha özel olarak işçi sınıfı partilerinde ‘köklenmesi’ gerektiğine ilişkin tutumlarını reddetti”.12 Eleştirel teorisyenleri, araştırmalarını “totaliter propaganda” olarak küçümsediği proletaryaya dayandırılan çalışmalar yerine entelektüel özgür bireyler olarak çalışmaya teşvik etti.

Horkheimer 1930'da Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün müdürlüğünü devraldığında kapitalizm, sınıf mücadelesi ve emperyalizmin katı tarihsel materyalist analizlerine dayalı olmaktan ziyade, kültür ve otorite ile ilgili spekülatif kaygılara dayalı üretim yaptı. Gillian Rose'un sözleriyle, “akademiyi siyasallaştırmak yerine” Horkheimer'ın emrindeki Enstitü “siyaseti akademikleştirdi”.13

***

Nazizm’in yükselişiyle birlikte Adorno, rejimin yalnızca “siyasi olarak dikkatleri kendi üzerine çeken Ortodoks Sovyet yanlısı Bolşevikleri ve komünistleri” hedefleyeceğini varsayarak kış uykusuna yatmaya çalıştı (oysa ki toplama kamplarına ilk konanlar onlar olacaklardı).14 Adorno “Nazilerin ve onların 'büyük güç' politikalarının her türlüsünü alenen eleştirmekten hep kaçındı.”15

Eleştirel Teori Amerikan Tarzı

İlerici siyasete açıkça katılmayı reddeden bu tutum Enstitü liderlerinin 1930'ların başında Amerika Birleşik Devletleri'ne taşınmasıyla yoğunlaştı. Horkheimer ABD'li sponsorlarını kızdırmamak için Marksizm, devrim ve komünizm gibi sözcükleri yayınlarından çıkardı.16

Ayrıca, daha sonra Herbert Marcuse'un açıklayacağı gibi, Enstitü’de her türlü siyasi faaliyet kesinlikle yasaktı.17Horkheimer enerjisini Enstitü için şirket ve devlet finansmanını güvence altına almaya harcadı ve hatta çalışmalarını ABD çapında tanıtmak için bir halkla ilişkiler firması tuttu. Almanya'dan gelen bir başka göçmen olan Bertolt Brecht Frankfurt aydınlarını -Stuart Jeffries'in sözleriyle- “Amerikan sürgünleri sırasında vakıf desteği arayışında olan, baskıcı ABD toplumunun egemen ideolojisini desteklemek için becerilerini ve fikirlerini meta olarak satan fahişeler” olarak eleştirel bir şekilde tanımlarken tamamen haksız sayılmazdı.18 Onlar gerçekten herhangi bir işçi sınıfı örgütü tarafından kısıtlanmadan eleştirel teori markalarını piyasada satabilmek için şirket ve devlet sponsorluğu peşinde koşan entelektüel özgür bireylerdi.

Brecht'in yakın arkadaşı Walter Benjamin, o dönemde Frankfurt aydınlarının en önemli Marksist muhataplarından biriydi. Amerika Birleşik Devletleri'nde onlara katılamadı çünkü 1940'ta Naziler tarafından yakalanmak üzere olduğu gecenin ertesinde Fransa ve İspanya arasındaki sınırda trajik bir şekilde intihar etti.

***

İntiharından önce Benjamin, aylık geçimini sağlayabilmek için finansal olarak Enstitü'ye bağımlıydı. Horkheimer, faşist güçler etrafını kuşatırken Benjamin'e 1934'ten beri tek gelir kaynağının kesilmesine hazırlanması gerektiğini açıkça söyledi. Ayrıca, Benjamin'in güvenli bir şekilde ABD’ye gelişini sağlayacak ve bileti 200 dolar bile tutmayacak olan bir gemi seyahatini finanse etmeyi reddettiğinde “ne yazık ki ellerinin bağlı” olduğunu iddia etti.19 Bu, “kendi özel tasarruf hesabına fazladan 50 bin ABD doları aktardıktan bir ay sonra”ydı.20

***

Helmut Heißenbüttel'e göre, tabutuna son çiviyi çakmak istercesine, Benjamin'in edebi mülkü daha sonra tüm Marksist unsurlardan temizlenmiştir: “Adorno'nun Benjamin'in eserlerine dair yaptığı her şeyde Marksist-materyalist taraf silinmiş durumdadır […] Eserler, hayatta kalan şüpheli şahidin kendi görüşlerini hakikat diye sattığı bir yeniden-yorum olarak ortaya çıkıyor.”21

Todd Cronan, Pollock'un “Devlet Kapitalizmi”ni yazdığı yıl olan 1940’larda Frankfurt Okulu'nun genel siyasi yöneliminde bir değişim olduğunu, Okul’un ırk, kültür ve kimliği öne çıkarmak için sınıf analizine giderek daha fazla sırtını döndüğünü savundu. Adorno, o yıl Horkheimer'a şunları yazmıştı: “Bana sık sık, proletaryanın bakış açısından gördüğümüz her şey, artık korkunç bir şekilde Yahudiler için geçerliymiş gibi görünüyor.”22 Cronan'a göre, Adorno ve Horkheimer “Marksizm’in içinde kalıp, sınıfı ekonomiden ziyade iktidar ve tahakküm meselesi olarak görme olasılığını açtılar (zira Yahudiler ekonomik sömürü tarafından tanımlanan bir kategori değildi). Ve bir kez bu olasılık ortaya çıktığında, bu solda genel olarak baskın analiz tarzı haline geldi.”23 Başka bir deyişle, Frankfurt teorisyenleri ekonomi-politiği temel alan tarihsel materyalist analizden neoliberal çağda giderek daha da pekişecek olan kültürcülük ve kimlik politikalarına doğru daha genel bir kayma için zemin hazırlamaya yardımcı oldular.

Enstitü'nün 1944-45'te Pollock'un yönetimi altında “Amerikan İşgücünde Anti-Semitizm” üzerine kapsamlı bir çalışma yürütmesi bu açıdan son derece açıklayıcıdır. Çalışma “Komünistlerin yönettiği” sendikaların en kötüsü olduğu ve dolayısıyla “faşist” eğilimlere sahip oldukları sonucuna vardı: “Bu sendikaların üyeleri komünistten çok faşist zihniyetlidir.”24 Söz konusu çalışma, Yahudi Çalışma Komitesi (JLC) tarafından yaptırılmıştı. JLC'nin liderlerinden biri olan David Dubinsky'nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı ile sayısız bağları vardı ve CIA ajanları Jay Lovestone ve Irving Brown gibileriyle birlikte şirketin organize emeği ele geçirme ve onu komünistlerden temizlemeye yönelik geniş kampanyasına dahil oldu.25

***

Doğu'yu Kötüle, Batı'yı –Parasıyla– Savun

1949-50'de Frankfurt Okulu'nun önde gelen entelektüelleri Enstitü'yü komünizme karşı yürütülen entelektüel dünya savaşının merkez üslerinden biri olan Batı Almanya'ya geri taşıdı. “KPD'nin [Almanya Komünist Partisi] yasaklanacağı ve SPD'nin [Almanya Sosyal Demokrat Partisi] Marksizm ile herhangi tüm bağlarını kopardığı bu ortamda”, diye yazıyor Perry Anderson, “Enstitü'nün depolitizasyonu da tamamlandı”.26 Horkheimer, Habermas'ın liberal demokrasiyi eleştiren, “devrim” den söz eden ve “burjuva toplumunun prangalarından” kurtuluşun olanaklı olduğunu öne sürmeye cüret eden iki makalesini yayınlamayı reddederek, Enstitü'nün çalışmalarını sansürlemeye devam etti.27 Horkheimer, özel yazışmalarında Adorno'ya, “Pranga olarak görülen bir toplumun kamu fonlarıyla var olan bir Enstitü'nün araştırma raporunda bu tür ithamların olması kesinlikle kabul edilemeyeceğini” söylüyordu.28

Bu bağlamda, Horkheimer çevresinin sekiz üyesinden beşinin ABD hükümeti ve ulusal güvenlik devletinde analist ve propagandacı olarak çalıştığını, yani “ABD’nin, birkaç üyesi hükümetin hassas araştırma projelerinde çalışan Frankfurt Okulu'nun sadakatinden çıkarı olduğunu” hatırlamak önemlidir.29 Gerçi Horkheimer ve Adorno bu kişiler arasında değildi, zira Enstitü'den sağladıkları maddi menfaatler daha fazlaydı. Ancak Adorno “hükümetin psikolojik savaş programlarının fiili aparatlarından” biri olan Paul Lazarsfeld'in Radyo Araştırma Ofisi'nde çalışmak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne kalıcı olarak göç etmişti.30 Bu iletişim araştırmaları merkezi Rockefeller Vakfı'ndan 67 bin ABD doları tutarında önemli bir hibe aldı ve ABD ulusal güvenlik devleti ile çok yakın çalıştı (hükümet parası, yıllık bütçesinin yüzde 75'inden fazlasını oluşturuyordu). Rockefeller Vakfı ayrıca Nisan 1948'de Frankfurt Üniversitesi'nde misafir profesörlük yapacağı Almanya'ya ilk dönüşünde Horkheimer’ı da finanse etmişti.

 ***

Kapitalist egemen sınıfa ve ABD imparatorluğuna olan tüm bu bağları düşündüğümüzde, ABD hükümetinin 1950'de Enstitü'nün Batı Almanya'ya geri dönüşünü 435 bin DM (103 bin 695 dolar veya 2022'nin parasıyla bir milyon 195 bin 926 dolar) gibi çok önemli miktarda bir hibe ile desteklemesi hiç de şaşırtıcı değildir.31 Bu fonlar, ABD Almanya Yüksek Komiseri John McCloy tarafından yönetiliyordu. Büyük petrol şirketleri ve IG Farben için hukukçu ve bankacı olarak çalışmış ve Nazi savaş suçlularına kapsamlı af ve tazminatlar sağlamış olan McCloy, ABD seçkinlerinin çekirdek bir üyesiydi. Sadece Chase Manhattan Bank'ın, Dış İlişkiler Konseyi'nin ve Ford Vakfı'nın başkanı olmakla kalmadı, aynı zamanda –kapitalist egemen sınıf ile ulusal güvenlik devleti arasındaki yakın ilişkinin göstergesi niteliğinde bir kariyer hamlesi ile –CIA Direktörü de oldu.

Enstitü 1954'te, Bolşevik Karşıtı Birliğin kurucu üyesi olan ve Nazi Partisi’ni finanse eden Mannesmann şirketiyle bir araştırma sözleşmesi bile imzaladı.32 Mannesmann İkinci Dünya Savaşı sırasında köle emeği kullandı ve Yönetim Kurulu Başkanı Üçüncü Reich'ın Savaş Ekonomisi Lideri Nazi Wilhelm Zangen'di.33 Frankfurt Okulu’nun bu şirketle imzaladığı savaş-sonrası sözleşmesinin konusu, yönetimin sosyalist örgütlenmeyi durdurmasına veya engellemesine yardımcı olacak olan ve işçi görüşlerinin sosyolojik bir incelemesine dayanan bir çalışmaydı.

Kapitalist hükümetlerin ve şirketokrasinin Sosyal Araştırma Enstitüsü'nü neden desteklediğinin belki de en net açıklaması Shepard Stone'un sözlerinde bulunabilir. Bu kişi Ford Vakfı'nda Uluslararası İlişkiler Direktörü olarak hizmet etmeye başlamadan önce gazetecilik ve askeri istihbarat geçmişine sahipti ve dünya çapında kültürel projeleri finanse etmek için CIA ile yakın çalışt.  (Stone, CIA geçmişi ortaya çıktıktan sonra yeniden markalaşma çabasıyla Uluslararası Kültürel Özgürlük Derneği adını alan eski Kültürel Özgürlük Kongresi'nin Başkanı bile oldu.) Stone 1940'larda İşgal Altındaki Almanya Yüksek Komisyonu'nun halkla ilişkiler müdürüyken, ABD Dışişleri Bakanlığı'na Adorno'nun pasaportunu uzatmasını rica eden kişisel bir not gönderdi: “Frankfurt Enstitüsü demokratik teknikler hakkında fikir sahibi olacak Alman liderlerin yetiştirilmesine yardım ediyor. Profesör Adorno gibi kişilerin bu ülkede çalışma fırsatına sahip olmasının Almanya'daki genel demokratik hedeflerimiz için önemli olduğuna inanıyorum.”34

“Pranga toplumu”na ideolojik uyumun gereklerini yerine getiren ve hatta daha da fazlasını yapan Horkheimer, ABD’nin Batı Almanya’da istihbarat servisleri eski Nazi’ler ile dolu olan anti-komünist kukla hükümetine ve Vietnam'daki emperyalist projesine (Çinlileri durdurmak için gerekli olduğunu söylüyordu) desteğini açıkça dile getirdi.35 Mayıs 1967'de Almanya'daki anti-komünist Kulturkampf'ın propaganda karakollarından olan Amerika-Häuser’in birinde konuşurken şunu ciddi ciddi söyledi: “Amerika’nın bir savaş başlatması gerektiğinde –ve şimdi beni iyi dinleyin [ … ] bu, anavatanın savunulmasından ziyade, esasen anayasanın ve insan haklarının savunulması meselesidir”36 Eleştirel teorinin baş rahibi burada –MLK Jr.’ın Nisan 1967'de söylediği gibi– yerli nüfusun soykırımla ortadan kaldırılmasını emperyalist yayılma projesiyle sorunsuz bir şekilde birleştirerek modern tarihin tartışmasız en kanlı ayak izini bırakan bir yerleşimci sömürge ülkeden bahsediyor. (Horkheimer bir ABD propaganda platformunda bu alçakça savunuyu yaparken, ilaveten İkinci Dünya Savaşı'nın sonu ile 1967 arasında 37 askeri ve CIA darbesi de gerçekleşmişti).37

Adorno, 1956'da Süveyş Kanalı'nı ele geçirmeyi ve Nasır'ı devirmeyi amaçlayan İsrail, İngiltere ve Fransa’nın Mısır’ı emperyalist işgalini (Birleşmiş Milletler tarafından kınanan bir eylemdi) savunmak için Horkheimer ile birlikte bir makale yazdı. Bağlantısızlar Hareketi’nin önde gelen sömürgecilik karşıtı liderlerinden biri olan Nasır'ı “Moskova ile komplo kuran [ … ] faşist bir şef” olarak ilan edip, haykırdılar: “Bu soyguncu Arap devletlerinin İsrail'in tepesine binmek ve oraya sığınan Yahudileri katletmek için yıllardır fırsat kolladığını söylemeye kimse cesaret edemiyor.”38 Bu sözde diyalektik ters-çevirmeye göre asıl hırsız, Arapların kendi kaderini tayin hakkını ihlal etmek için baş emperyalistlerle birlikte çalışan yerleşimci-sömürgeci İsrail değil, Arap devletleriymiş. Lenin'in, küresel teori endüstrisinde ‘diyalektik’ olarak kabul edilen şeylerin çoğunun karakteristiği olan bu tür safsataları nasıl şiddetle reddettiğini hatırlamakta fayda var: “Diyalektiğin sofizme alet edildiği durumlar hiç de seyrek değildir. Ama biz hem diyalektiği savunuruz, hem de sofizm ile savaşırız. Bunu, tüm dönüşümlerin mümkün olduğunu toptan inkar ederek değil, verili bir olguyu somut ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek yaparız.39 İşte, Adorno ve Horkheimer tarzındaki idealist ters-çevirmelerde eksik olan şey, bu tür somut, materyalist analizdir .

Adorno, her zaman yaptığı gibi, tek bir kaynak dahi göstermeden ve sanki Rusların yazdığı her şeyi okumuşçasına “Rusların yazdığı her şey ideolojiye, kaba, aptal gevezeliğe kayar” diyordu (sanırım Rusça dahi bilmiyordu).40 Marx ve Engels'te bir “yeniden-barbarlaştırma unsuru” olduğunu iddia ederek, düşüncelerinin “en ileri burjuva düşüncesinden dahi daha fazla şeyleşmiş [reification – ç.n.]” olduğunu arsızca ileri sürüyordu.41 Adorno, Horkheimer ile kaleme aldığı bu projesini “kesinlikle Leninist bir manifesto” olarak tanımlayacak kadar da küstahtır.42 Bu, “kimseyi harekete geçmeye çağırmadıklarını” tekrarladıkları bir tartışmada geçmektedir ve Adorno, burjuva düşüncesini ve “kültürün en gelişmiş hali” olarak adlandırdığı burjuva düşüncesini açıkça sosyalist düşüncenin sözde barbarlığının üzerine yükseltir.43 Dahası, aynı bağlamda Horkheimer da “Leninist” ortağının sözlerine halel getirmeden dünya-tarihsel bir sonuca vararak, sosyal şovenizmi ikiye katlar: “Refah ve adalet söz konusu olduğunda, Avrupa ve Amerika'nın tarihin şimdiye kadar ürettiği muhtemelen en iyi medeniyetler olduğuna inanıyorum. Şimdi kilit nokta, bu kazanımların korunmasıdır.”44

“Faşizm ile Komünizm Aynıdır”

Adorno ve Horkheimer tarafından öne sürülen en tutarlı siyasi iddialardan biri, faşizm ile komünizm arasında “totaliter” bir eşdeğerlik olduğudur. İkili, bu totaliterliğin kendisini sosyalist inşa projelerinde, “Üçüncü Dünya”nın sömürgecilik karşıtı hareketlerinde ve hatta Batı’daki yeni sol hareketlerde dahi gösterdiğini ileri sürer. Onlara göre her üç durumda da “pranga toplumu”ndan koptuğunu düşünenler sadece her şeyi daha da kötüleştirmektedirler. Batılı kapitalist ülkelerin, kapitalist dünyada ortaya çıkan faşizme karşı bir siper sunamadığı ve onu nihai olarak mağlup edenin tam da Sovyetler Birliği olduğu açık gerçeği, ikilinin bu karanlık ve basitleştirilmiş tezleri üzerine tekrar düşünmeye sevk etmemiş görünüyor (“basitleştirilmiş”, çünkü bu tez sosyalizmin sömürgecilik karşıtı hareketler ve 1960'ların ayaklanmaları için önemi hakkında hiçbir şey söylemez). Belli ki, Adorno, Auschwitz'in dehşeti hakkındaki tüm ahlaki görüşlerine rağmen, insanları kötü şöhretli toplama kampından gerçekte kimin kurtardığını (Kızıl Ordu) unutmuş.

Horkheimer, teorilerinin kendi versiyonunu az sayıda basılan bir broşürde formüle etmişti. Broşür, bu haliyle Enstitü’nün diğer yayınlarının çoğu gibi Ezop masallarını andıran bir dil ile değil, net bir şekilde kaleme alınmıştı. Burada Horkheimer Friedrich Engels'i doğrudan ütopyacılıkla suçlayarak, üretim araçlarının toplumsallaşmasının baskının artmasına ve nihayetinde otoriter bir devlete yol açtığını ileri sürdü. Bu milyoner evladına göre, “burjuvazi daha önce hükümeti mülkiyeti aracılığıyla kontrol altında tutabiliyorken”, yeni toplumlarda sosyalizm basitçe “işe yaramamış” ve üretebildiği tek şey, birinin —parti, onurlu bir lider veya tarihin sözde ilerleyişi aracılığıyla— “kendinden daha büyük bir şey adına hareket ediyor olduğuna” dair yanlış inanç olmuştu.45 Horkheimer'ın bu alıntıdaki pozisyonu, Batı Solu’nda çok yaygın bir ideoloji olan anarko-anti-komünizm ile mükemmel bir uyum içindedir: “sınıfsız bir demokrasinin” partilerin veya devletlerin sözde zararlı etkisi olmadan, halkın “özgür sözleşmesi yoluyla”, kendiliğinden ortaya çıkması beklenir. Domenico Losurdo'nun veciz bir şekilde belirttiği gibi, Nazi savaş makinesi 1940'ların başlarında SSCB'yi harap ediyordu ve Horkheimer'ın sosyalistlere devleti ve parti merkezileşmesini terk etme çağrısı, bu nedenle, onların Nazilerin önünde teslim olma talebinden başka bir şey değildi.46

Horkheimer'ın 1942 broşürünün sonunda, sosyalizmde arzu edilen bir şey olabileceğine dair belirsiz öneriler olsa da, sonraki metinler sosyalizmi kesin olarak reddettiğini ortaya koyar. Örneğin, Adorno ve Horkheimer, Sovyetler Birliği ile ilişkileri hakkında kamuoyuna bir açıklama yapmayı düşündüklerinde, Adorno, ortaklaşa kaleme alınmış bir çalışmanın aşağıdaki taslağını Horkheimer’a gönderdi: “Çağın eğiliminin topyekun diyalektik eleştirisi olarak bizim felsefemiz, Sovyetler Birliği'nden kaynaklanan siyasete ve doktrine en keskin muhalefeti içeriyor. Halk demokrasisi kılığına bürünen askeri diktatörlüklerin pratiğinde yeni bir baskı biçiminden başka bir şey göremiyoruz.”47 Adorno ve Horkheimer’da reel sosyalizmin materyalist analizinin bariz eksikliği göz önüne alındığında, CIA'in bile Sovyetler Birliği'nin bir diktatörlük olmadığını kabul ettiğini bu bağlamda belirtmekte fayda var. 2 Mart 1955 tarihli bir raporda Teşkilat açıkça şunu ifade etmiş: “Stalin zamanında bile kolektif liderlik vardı. Komünist düzende Batılı bir diktatör fikri abartılı. Bu konudaki yanlış anlamalar, komünist iktidar yapısının gerçek doğasının ve örgütlenmesinin anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır.”48

Adorno 1959’da “Tarih Boyunca Çalışmanın Anlamı” başlıklı bir metin yayınladı. Bu metinde “dar kafalı bilgeliğin utanç verici gerçeği” dediği şeyi, yani —Batı’daki egemen soğuk savaş ideolojisiyle tam uyumlu bir şekilde—  faşizm ve komünizmin aynı şey olduğu, çünkü bunların “totaliterliğin” iki biçimi olduğu fikrini yeniden dolaşıma soktu. Adorno, bu iki savaşan kampı açıkça birbirinden bariz olarak ayıran “politik-ekonomik ideoloji”nin bakış açısını açıkça reddederek, onları birleştiren şeyin daha derin bir sosyo-psikolojik dinamik olduğunu iddia etti.49 Bir uzman edasıyla, “otoriter kişilikler” olan faşistlerin ve komünistlerin “zayıf egolara sahip olduklarını” ve kendilerini “asli güç” ve “büyük kolektifler” ile özdeşleştirerek bu eksikliklerini telafi ettiklerini iddia etti.50 Burada “otoriter kişilik” kavramı psikolojikleştirici sahte-diyalektik yoluyla karşıtları sentezlemeyi amaçlayan aldatıcı bir ağ olarak kullanılmakta ve ayrıca tarihsel açıklamada psikolojinin ve belirli düşünme biçimlerinin neden maddi güçler ve sınıf mücadelesinden daha merkezi bir konuma sahip olduğu sorusu da cevapsız kalmaktadır.

Faşistleri ve komünistleri psikolojik olarak eşitleyen Adorno aynı metinde Bolşeviklerin Batı medeniyetine bir tehdit olmaları nedeniyle Nazilerin Sovyetler Birliği'ne saldırısının geriye dönük olarak meşrulaştırabileceğini öne sürdü – ki, Hitler de bunu söylüyordu. Adorno, “Doğu'nun Batı Avrupa'nın eteklerini yutacağı tehdidi açıktır” dedi ve “buna karşı direnmeyi başaramazsa, tarihte Chamberlain'in yatıştırma politikası ile güttüğü hatayı aynıyla tekrarlamaktan suçlu olur.”51

Adorno, felsefe yapabilmek için “resmi Marksizm”den gelen “ahlaki baskıyı” reddettiğini söyledi52ve “Bizi umutsuzluktan başka hiçbir şey kurtaramaz” diyerek küçük-burjuva melankolisinin o fiyakalı imzasını atmayı da ihmal etmedi.53 Akıllardan çıkmayacak bir ısrarla, tüm düşünce yaşamında sosyalizmin şu ya da bu biçiminin karşısında olduğunu açıkladı: “Onu gördüğümde dehşetten başka bir şey hissedersem, hayatım boyunca edindiğim tüm fikirlerimi reddetmek zorunda kalırdım.”54 Adorno'nun umutsuzluğu kucaklarken reel sosyalizmden iğrenmesi yalnızca kendine özgü, kişisel tepkiler değil, bir sınıf konumundan kaynaklanan duygulardır. Dünyanın ilk başarılı sosyalist devriminin lideri Lenin, Adorno'nun küçük-burjuva kasvetini öngörerek şöyle demişti: “Umutsuzluk, kötülüğün nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolunu göremeyen ve mücadele edemeyenlerin duygusudur.”55

***

Adorno, Marcuse'un öğrencilere ve savaş karşıtı harekete verdiği desteği yanlış bularak onunla tartışmış ve gerçek diyalektikçilerin ‘ne yapmalı?’ sorusunu ‘hiçbir şey’ diyerek yanıtlaması gerektiğini açıkça belirtmişti: “Gerçek praksisin amacı, kendi kendisini ortadan kaldırmaktır.”56 Adorno böylece, diyalektik safsata yoluyla Marksizm’in temel ilkelerinden birini, yani pratiğin önceliği ilkesini tersine çeviriyordu.

***

İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi savaş makinesini yenmek için 27 milyon Sovyet hayatlarını verirken, onlar sahte-diyalektik safsatayı harekete geçirip, Dışişleri Bakanlığı'nın komünizmin faşizmden ayırt edilemez olduğu tezini yüksek şatafatlı bir akademik dille savundular. Dahası, sınıf mücadelesini pratik-politik ilişkilerden kopuk, idealist bir eleştirel teori lehine değiştirerek, analizin temellerini tarihsel materyalizmden tahakküm, iktidar ve kimlik eleştirisine doğru kaydırdılar.

Son tahlilde Adorno ve Horkheimer radikal bir görünüm altında Batı yanlısı, antikomünist bir ideoloji içinde kalarak eleştiri etkinliğini yeniden canlandırdılar. Batı Marksizmi’nin temelini oluşturan Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki küçük-burjuva entelijansiyasının diğer üyeleri gibi, onlar da Doğu’nun vahşi barbarları olarak tanımladıkları ve Marksist-Leninist teoriyi bir silah olarak kuşanıp, onu özyönetim ilkesi doğrultusunda kullanmaya cüret eden halklara karşı duydukları sosyal şoven tiksintilerini açıkça dile getirdiler.

Onların bu genelleştirilmiş tahakküm eleştirisi solu, kapitalist egemen sınıfın iyi finanse edilen siyasi, askeri ve kültürel aparatlarına karşı başarılı mücadeleler yürütmek için ihtiyaç duyduğu disiplinli örgütlenme araçlarından yoksun bırakma işlevi gören, parti ve devlet karşıtı ideolojinin bir parçasıdır. Bu eleştiri, Adorno'nun eylemsizliği praksisin en yüksek biçimi olarak kutsadığı anti-Marksist savunusu çerçevesinde benimsedikleri yenilgici politikayla da mükemmel bir uyum içindedir. Okulun kapitalist egemen sınıf ve ABD ulusal güvenlik devleti de dahil olmak üzere emperyalist devletlerin tümü tarafından cömertçe finanse edilen ve desteklenen bu liderleri kapitalizmin anti-komünist siyasetinin küresel sözcüleriydiler. Kimi zaman dikkate değer ayrıntılarla betimledikleri tüketim toplumu hastalıklarına karşı bir şeyler yapmayı hep reddettiler, zira onlara göre bu hastalıkların sosyalist tedavisi hastalığın kendisinden çok daha kötüydü.

Notlar

1Bkz. örneğin, Thomas W. Braden, “CIA'nın Ahlaksız Olduğuna Memnunum”, Saturday Evening Post (20 Mayıs 1967). Rostow'un Braden'in makalesini yayımlanmadan önce CIA Direktörü Richard Helms aracılığıyla paylaştığı gerçeğine bakılırsa, bu büyük olasılıkla Teşkilatın “sınırlı flört” olarak adlandırdığı şeydir. CIA Başkan Yardımcısı’nın eski yönetici asistanı Victor Marchetti'nin açıkladığı gibi, sınırlı flört, gizli polis tarafından kullanılan bir halkla ilişkiler taktiğidir: halkı yanlış bilgilendirmek için, davadaki kilit ve zarar verici gerçekler saklanırken, gerçeğin bir kısmı da kabul edilir –hatta bazen gönüllü olarak açıklanır. Bununla birlikte, halk genellikle yeni bilgilerle o kadar ilgilenir ki, konuyu daha fazla takip etmeyi asla düşünmez” (“CIA, Hunt Involvement in Kennedy Slaying”, The Spotlight, 14 Ağustos 1978: https://archive.org /details/marchetti-victor-cia-to-in-kennedy-avı-katılımını-in-spot-light-aug.-14-1978/mode/2up).

2Bkz. Gabriel Rockhill, Radical History & the Politics of Art (New York: Columbia University Press, 2014), 207-8 ve Giles Scott-Smith, “The Congress for Cultural Freedom, the End of Ideology, and the Milan Conference 1955: 'Söylemin Parametrelerini Tanımlamak'“, Çağdaş Tarih Dergisi, Cilt. 37 Sayı 3 (2002): 437-455. Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün Paris şubesi, Fransız kamuoyu için hangi çalışmanın uygun olduğunu denetlemekten sorumlu olan Raymond Aron ile yakın işbirliği yaptı (bkz. Theodor Adorno ve Max Horkheimer, Correspondance: 1927-1969, Vol. I, eds. Christoph Gödde and Henri Lonitz, trans. Didier Renault (Paris: Klincksieck: 2016), 146. Adorno ve Horkheimer'ın tam yazışmaları bildiğim kadarıyla İngilizce olarak mevcut olmadığı için bu Fransızca baskıyı buradan ve başka yerlerden alıntılıyorum). Savaş sonrası dönemde Aron’u, kamu görünürlüğü CIA desteğiyle geliştirildi. Aron CCF'nin felsefi figürü ve yorulmak bilmez bir antikomünist ideolog oldu.

3 “Operatif” derken, Lasky'nin geniş kapsamlı anti-komünist propaganda çabalarında CIA ile ve diğer ABD devlet kurumlarıyla yakın bir şekilde çalışmasını kastediyorum, kendisinin bir CIA “görevlisi” olduğunu değil. (Bildiğim kadarıyla henüz ifşa olmadı). Lasky'nin CIA ve diğer ajanslarla işbirliği, diğerlerinin yanı sıra Frances Stonor Saunders, Michael Hochgeschwender, Hugh Wilford ve Peter Coleman gibi araştırmacıların çalışmalarının yanı sıra sayısız dahili belgeyle kanıtlanmıştır. Lasky'nin Adorno ile yazışmalarından bazıları için bkz.: Theodor Adorno ve Max Horkheimer, Correspondance: 1927-1969, Vol. I, eds. Christoph Gödde and Henri Lonitz, trans. Didier Renault (Paris: Klincksieck: 2016).

4Bkz. Adorno ve Horkheimer, Correspondance, Cilt. III, 291.

5Bkz. Adorno ve Max Horkheimer, Correspondence, Cilt. III, 348.

6 Bkz. Michael Hochgeschwender, Freiheit in der Offensive? Der Kongreß für kulturelle Freiheit und die Deutschen (München: R. Oldenbourg Verlag, 1998), 488.

7Hochgeschwender, Freiheit in der Offensive?, 563.

8Thomas Wheatland, The Frankfurt School in Exile (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2009), 24; Ingar Solty, “ Max Horkheimer, Sınıfsız Bir Öğretmen “ Jacobin (15 Şubat 2020): https://www.jacobinmag.com/2020/02/max-horkheimer-frankfurt-school-adorno-working-class- Marksizm; Wheatland, Sürgündeki Frankfurt Okulu, 13.

9Perry Anderson, Considerations on Western Marxism (London: Verso, 1989), 33; Steven Müller-Doohm, Adorno: A Biography, trans. Rodney Livingstone (Cambridge: Polity Press, 2005), 94.

10Anderson, Considerations on Western Marxism, 33.

11Rolf Wiggershaus, The Frankfurt School: Its History, Theories, and Political Significance, trans. Michael Robertson (Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1995), 104.

12Abromeit, Max Horkheimer, 150. Horkheimer'ın Sovyetler Birliği'ne beslediği her türlü kıt ve ihtiyatlı umut 1930'ların başında yok oldu ve “1950'den sonra Horkheimer Batı'nın liberal-demokratik siyasi geleneklerini [ … ] tek taraflı savunmaya başladı “ (Abromeit, Max Horkheimer, 15, ayrıca bkz. 181).

13Gillian Rose, The Melancholy Science: An Introduction to the Thought of Theodor W. Adorno (New York: Columbia University Press, 1978), 2.

14Müller-Doohm, Adorno, 181.

15 Müller-Doohm, Adorno, 181. Müller-Doohm, “Özel mektuplarında bile” diye yazıyor, “1930'ların ortalarına kadar, oldukça genelleştirilmiş, karamsar ruh haline sahip resimlerden ve siyasi durum hakkında muğlak açıklamalardan başka bir şey bulamıyoruz” (181).

16Bkz. Stuart Jeffries, Grand Hotel Abyss: The Lives of the Frankfurt School (Londra: Verso, 2017), 72 ve 197.

17 Bkz. Wheatland, The Frankfurt School in Exile, 72 (ayrıca bkz. 141).

18 Jeffries, Grand Hotel Abyss, 136. Brecht, “Frankfurt Okulu, Marksist bir enstitü gibi davranırken, alttan burjuva el çabukluğu marifetlerini sergiledi ve aynı zamanda devrimin artık işçi sınıfının ayaklanmasına bağlı olmadığı konusunda ısrar ederek kapitalizmin yıkılmasında yer almayı reddetti” (Jeffries, Grand Hotel Abyss, 77).

19 Fries, “Ende der Legende”, 409.

20Fries, “Ende der Legende“, 409, 424.

21 Fries, “Ende der Legende”, 410.

22Jack Jacobs'tan alıntı, The Frankfurt School, Jewish Lives, and Antisemitism (Cambridge UK, Cambridge University Press, 2014), 59-60.

23 Todd Cronan, Red Aesthetics: Rodchenko, Brecht, Eisenstein (Lanham, Maryland: Rowman & Littlefield Publishers, 2021), 132.

24 Cronan, Red Aesthetics, 151'de alıntılanmıştır.

25JLC'nin liderliği hakkında, bkz. Catherine Collomp, “'Anti -Semitism in American Labor ' : A Study by the Refugee Scholars of the Frankfurt School of the Sociology at the End of World War”, Labor History 52:4 (Kasım 2011): 417-439. Dubinsky'nin CIA ile çalışması hakkında CIA'in FOIA Elektronik Okuma Odasına bkz. (https://www.cia.gov/readingroom/home) bulunan belgelere ve Hugh Wilford, The Mighty Wurlitzer: How the the Mighty Wurlitzer'e bakın. CIA Played America (Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2008) ve Frances Stonor Saunders, The Cultural Cold War: The CIA and the World of Arts and Letters (New York: The New Press, 1999)’e bkz.

26Anderson, Considerations on Western Marxism, 34.

27Bkz. Horkheimer'ın 27 Eylül 1958'de Adorno'ya yazdığı mektupta Habermas ve Marksizme karşı eleştirileri, Adorno ve Horkheimer, Correspondance, Vol. IV, 386-399.

28Wiggershaus'tan alıntı, Frankfurt School, 554.

29Jenemann, Adorno Amerika’da, 182.

30Christopher Simpson, Science of Coercion: Communication Research and Psychological Warfare 1945-1960 (Oxford: Oxford University Press, 1996), 4.

31Bkz. Wiggershaus, Frankfurt School, 434.

32Wiggershaus, Frankfurt School, 479.

33 Bkz. Robert S. Wistrich, Who's Who in Nazi Germany (New York: Routledge, 2001), 281.

34Alıntı: Jenemann, Adorno in America, 184. Adorno, yeminli ifadesinde şunları söyledi: “Frankfort [sic] Üniversitesi'ndeki Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, HICOG'un desteğiyle kuruldu ve büyük ölçüde Amerikan araçlarıyla desteklendi. Bu kurumun amacı, Amerikan ve Alman araştırma yöntemlerinin entegrasyonunu geliştirmek ve Alman öğrencilerin Amerikan demokrasisi ruhuyla eğitimine yardımcı olmaktır” (Jenemann, Adorno in America, 184).

35Wiggershaus'a göre: “Horkheimer, Paul Tillich gibi sosyalizmi savunmadı veya Hugo Sinzheimer veya Hermann Heller gibi, adanmış bir demokrat ve açık bir Nazizm muhalifi değildi”. (Frankfurt School, 112). Adenauer hakkında bkz. Rockhill, “Critical and Revolutionary Theory” ve ayrıca Philip Agee ve Louis Wolf, Dirty Work: The CIA in Western Europe (New York: Dorset Press, 1978).

36Alıntı: Wolfgang Kraushaar, ed., Frankfurter Schule und Studentenbewegung Von der Flaschenpost zum Molotowcocktail 1946-1995, Vol. I: Chronik (Hamburg: Rogner & Bernhard GmbH & Co. Verlags KG, 1998), 252-3.

37Bkz. William Blum, Killing Hope: US Military and CIA Interventions after World War II (Londra: Zed Books, 2014).

38Jeffries, Grand Hotel Abyss, 297'den alıntılanmıştır.

39VI Lenin, Collected Works, Vol. 22 (Moskova: Progress Publishers, 1966), 309.

40Theodor Adorno and Max Horkheimer, “Towards a New Manifesto?” New Left Review 65 (September-October 2019), 49.

41Adorno and  Horkheimer, “Towards a New Manifesto” 59.

42Adorno and  Horkheimer, “Towards a New Manifesto” 57.

43Adorno and  Horkheimer, “Towards a New Manifesto”, 57, 59.

44Adorno and  Horkheimer, “Towards a New Manifesto”, 41. Horkheimer buna benzer kapitalizm yanlısı, anti-komünist görüşlerini birçok kez dile getirdi. Örneğin, Adorno'ya 27 Eylül 1958 tarihli uzun bir mektupta, “devrimin gerçekten teröre geçiş anlamına geldiğini” iddia etmiş ve “bireysel özgürlük ve otantik toplum fikrinin egemen olduğu burjuva uygarlığının geri kalanının” savunulması gerektiğini iddia etmiştir. (Adorno and Horkheimer, Correspondence: 1927-1969, Vol. IV, 395). Başka bir örnek vermek gerekirse, 1968’deki konumunu oldukça açık bir şekilde karşı-devrimci olarak tanımladı: “Gerçekçi olmak gerekirse, diktatörlüğe yol açacak bir devrim ile kıyaslandığında, şüpheli bir demokrasinin dahi, tüm kusurlarına rağmen her zaman daha iyi olduğuna dair açıkça beyan etmemiz gerekli” (Horkheimer, Critical Theory, viii). Stefan Müller-Doohm, Adorno'nun 700 sayfalık biyografisinde Horkheimer'ın “Doğu'nun vahşi barbarlığını “ kınamasını hatırlattıktan sonra, “Adorno ve Horkheimer, sözde Doğu Bloku’na ilişkin değerlendirmelerinde hemfikirdiler, yani Sovyetler Birliği değil, aynı zamanda komünist Çin’i de kastetmektedirler” (415). Sömürgecilikle ilgili olarak Horkheimer, Adorno'ya, “kulağa ‘iğrenç’ gelmesine rağmen yine de Avrupa'nın sömürge çağında güttüğü kalıcı üstünlük rüyasının ‘iyi yanları’ olduğunu yazmıştı (Adorno ve Horkheimer , Correspondence:, Vol. IV , 466).

45Max Horkheimer, “The Authoritarian State “ , Telos 15 (spring 1973): 16.

46Bkz. Domenico Losurdo, El Marxismo occidental: Cómo nació , cómo murió y cómo puede resucitar, çev. Alejandro García Mayo (Madrid: Editorrial Trotta, 2019). Orijinali İtalyanca olan bu kitap, Steven Colatrella tarafından 1804 Books için İngilizce'ye çevriliyor.

47Max Horkheimer, Gesammelte Schriften, ed. Alfred Schmidt ve Gunzelin Schmid Noerr, Vol. 18 (Frankfurt am Main: S. Fischer, 1985), 73. Ayrıca bkz. Müller-Doohm, Adorno, 334. Adorno, “komünizm bir 'sağcı parti' haline geldi ve [ … ] kendisini tamamen Rus emperyalizmiyle özdeşleştirdi” diye yazan militan anti-komünist ve CIA işbirlikçisi Arthur Koestler'in tutumunu açıkça onaylayacak kadar ileri gitti. (Adorno ve Horkheimer, Correspondence:, Vol. IV, 655).

48CIA'in FOIA Elektronik Okuma Odasındaki şu belgeye bakın: https://www.cia.gov/readingroom/document/cia-rdp80-00810a006000360009-0 bu belgeye dikkat edin.

49Theodor Adorno, Critical Models: Interventions and Catchwords, trans. Henry W. Pickford (New York: Columbia University Press, 2005), 94.

50Adorno, Critical Models, 94.

51Adorno, Critical Models, 94.

52Müller-Doohm, Adorno, 438.

53Müller-Doohm, Adorno, 438.

54Müller-Doohm, Adorno, 438.

55Lenin, Collected Works, Vol. 16 (Moscow: Progress Publishers, 1977),, 332.

56Adorno, Critical Models, 267. Adorno eylemsizliğin en iyi eylem biçimi olduğuna dair sahte-diyalektik tespitini öğrenci protestolarıyla ilgili olarak Marcuse ile yaptığı yazışmada yineler: “Biz zamanında ne acılara dayandık, hele siz benden daha korkunç şeyler yaşadınız –herhangi bir eyleme dahi karışmamış Yahudiler dahi katlediliyordu. Dayandık, çünkü yapacak bir şey yoktu [ … ] Açıkça söyleyeyim; Vietnam veya Biafra'da olanlardan dolayı öğrenci gösterilerine katılmadan duramayacağınızı söyleyerek kendinizi kandırıyorsunuz. Eğer tepkiniz gerçekten buysa, o zaman yalnızca napalm bombalarının dehşetini değil, aynı zamanda Vietkong'un ağza alınmayacak Çin işkencelerini de protesto etmelisiniz “ (Adorno ve Marcuse, “Correspondence on the German Student Movement”, New Left Review 233 (January-February 1999), 127). Adorno başka yerlerde de benzer açıklamalar yapıyor. Örneğin 1969 tarihli ve “düşünmedeki o ütopik anı” her türlü eylemin üzerinde tuttuğu “İstifa” üzerine yazdığı metninde şunu diyor: “Eyleme katılması için onu terörize edenlere boyun eğmeyen tavizsiz bir eleştirel düşünür, gerçekte asla vazgeçmeyen bir düşünürdür [ … ] Düşünmek aslında direnişin gücüdür” (Adorno, Critical Models, 293).

 

Gabriel Rockhill’in 28 Haziran 2022 tarihinde The Philosophical Salon web sitesinde yayınlanan yazısının kısaltılmış halidir ve Olcay Çelik tarafından çevrilmiştir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi