Kurgusal Bir Devrimci Tarih ve Kopuş Teorisi Eleştirisi

Marksizm, Marksizm Leninizm, devrimci pratik için devrimci teori iddiasını ilan ederek 2021 baharında yayın hayatına giren Devrimci Politika dergisini (DPD) selamlıyoruz. Emekçi sol saflarda teoriye ilginin oldukça düşük seyrettiği, verimli tartışmaların pek nadir geliştirilebildiği, entelektüel çoraklıkla malul atmosfere devrimci katkılar yapmasını bekliyor ve diliyoruz. Bu çalışmada, DPD’nin ilk sayısında yayınlanan Ali Efe yoldaşın “Birleşik Devrim ve Öncülük Hattının İnşası Üzerine"*başlıklı makalesinde yansıyan devrimci hareketin son 30 yılına genel bakışını tartışmak istiyoruz. Kuşkusuz esas olan bugün ve gelecektir, gelecek yönelimidir. Gelecek yönelimi de geçmişin devrimci kazanımları ve birikimi üzerine temellenmektedir. Birleşik devrim temel düşüncesinden hareket eden ve birleşik devrimci önderlik ihtiyaç ve inşasını güncel bir görev olarak ortaya koyan öncülerin, tarihin yapıcıları olarak devrimci hareketin tarihine bakışta ana çizgilerde buluşabilmeleri devrimci işbirliğinin kapsamlılaşması, istikrar kazanarak gelişebilmesinin itici bir gücü olarak önemlidir.

Diğer yandan devrimci tarih, diyalektik materyalist yöntemin önemli bir uygulama alanıdır. Denebilir ki, emekçi sol hareket 70'lerin ortasından günümüze Marksist yöntemin isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek çarpıtılmasından çektiğini başka hiç bir şeyden çekmemiştir. Öncülük, önderlik iddiasındaki en yakın yapılar arasında -ve hareketin genelinde- ‘76-80 döneminde en katı ve kibirli şekilde süren mezhepçi grupçu rekabet, devrimci atmosfere egemen indirgemecilik ve ikamecilik Marksist yöntemin yapısal bozulmasının en çarpıcı göstergeleri olarak tarihe geçmiştir. Marksist yöntemin yapısal bozulması "Marksizm", "Marksizm Leninizm", "Marksizm Leninizm Maoizm" adına hareket eden öncülük iddiasındaki kimi pati, örgüt veya çevrelerde yapısallaşmıştır. Bu gerçeklik, emekçi sol harekette ve onun  devrimci kanadında halen önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Bu nedenledir ki, Marksizm adına diyalektik tarihsel materyalist yöntemin uğradığı bozulmalara karşı mücadele halen özel bir önem taşımaktadır. Devrimci tarih yazımı, devrimci tarihin gerçeklerine, devrimci tarihi yapan devrim için harekete geçen kitlelerin, devrimcilerin ve devrimci öznelerin devrimci eylem ve etkinliklerine hak ettiği saygıyı gösterebilmelidir.

Üçüncüsü, yeni kuşakların devrimci eğitimi sorumluluğunun gerekleridir. Yeni devrimci kuşakların eğitimi devrimci tarihten esinlenmeli, öznesinin kimliğinden ayrı olarak devrimci deneyim birikimini kapsamalıdır. Devrimci hareketin gerçeklerinin bilgisi aslına bağlı kalarak yeni kuşaklara taşınmalı, Marksist eleştirel devrimci analize tabi tutulabilmelidir. Söz konusu olan yeni devrimci kadro kuşaklarının yetiştirilmesi, yani devrimci hareketin geleceğidir. Devrimci tarih üzerine titizlenmek için yalnızca bu bile yeterince önemlidir.

Devrimci Hareketin Tarihine Dair 1. Tez:

"HBDH’ın kuruluşu" arabaşlığı altında Ali Efe "devrimci hareketin tarihinin" son 30 yılının ana çizgilerinin analizine giriyor. Ve şu tespitle başlıyor:

"Türkiye devrimci hareketi 12 Eylül yenilgisi ve ardından gelen sosyalist sistemin dağılışı sonrasında hem örgütsel hem de uluslararası konjonktür bağlamında ideolojik ve siyasal bir çöküş yaşadı."

Aşağıda alıntılayacağımız ikinci tezde ifade edildiği gibi, tezin gönderme yaptığı “an”  ‘89-‘91 eşiğidir. “Devrimci hareket”, ‘89-‘91 dönemecinde "hem örgütsel hem de uluslar arası konjonktür bağlamında ideolojik ve siyasi bir çöküş" mü "yaşadı"? Ve bu soruya yanıt arayışı, 90'ların girişinde hangi siyasi yapıların "devrimci hareket" tanımının içerisinde mütalaa edilebileceği sorusunu tetikliyor.

Zaten ancak "reformist" tanımlanabilecek etkileşimli ve birleşik tasfiyecilik süreci yaşayan modern revizyonizmin yaklaşan çöküşünü sezerek derinden etkilenen TKP, TİP ve TSİP  "devrimci hareket" kavramının tanımı dışındadır. Devrimciler burada herhalde mutabıktır. İdeolojik, politik ve örgütsel "çöküşü" en şiddetli biçimde onların yaşadığı, TKP ve TİP'in sermaye oligarşisinin temsilcisi Turgut Özal yönetimiyle ilişkiye geçtikleri, kötü ünlü 141. ve 142. maddelerin TCK'dan çıkartılması anlaşmasıyla Türk sömürgeciliğine teslim oldukları biliniyor. ‘89-‘91 sürecinde modern revizyonist SSCB ve Varşova Paktı’nın çöküşünün akabinde Türk burjuvazisi "komünizm tehlikesi" konseptini terk etti, 1991 Terörle Mücadele Yasası ile Mussolini faşizminden aşırılan antikomünist 141.ve 142. maddeler TCK'dan çıkartıldı. O arada 146. ve 125. maddeden yargılanan örgütler arasında özenli ayrımla da ezen ulus devrimcilerine rüşvet verildi. Bir kısım hareket ve örgütlerin adeta Kürt sorununa, atılım içerisindeki Kürdistan devrimine sırtlarını dönmelerinde önemsiz bir etken değildi bu!

Oldum olası TKP ile "ittifaka" sevdalı  Kurtuluş ve Dev-Yol yapılarının 80'lerin sonunda yukarıda adı geçen modern revizyonizmin kapsama alanındaki partiler ile birleşik çalışmalar için gösterdikleri coşkulu istek nedensiz değildi. 12 Eylül döneminin tasfiyeciliğini derin ve sarsıcı biçimde yaşayan Dev-Yol ve Kurtuluş yapıları şiddete dayanan devrim ve silahlı mücadele düşüncesini, illegal örgütlenmeyi reddetme eğilimini geliştirmiş, o dönem halen devrimcilikle reformculuk arasında bocalayan, fakat yasalcılık yönelimi esas haline gelmiş yapılardı. Kuşkusuz saflarında küçümsenemez devrimci çıkış arayış ve yönelimleri de vardı. Kurtuluş ve Dev-Yol ana eğilimleriyle TKP, TİP, TSİP ve bazı Troçkist çevrelerle birlikte 89’da gündeme gelen "Kuruçeşme toplantıları" sürecinin mimarları arasında yer aldılar. Kurtuluş ve Dev-Yol "hareketleri"ni özel olarak modern revizyonizmin çöküşü ve tasfiyesi süreci nedeniyle "hem örgütsel hem de ideolojik ve siyasi bir çöküş" içerisinde yuvarlandıkları saptaması bu yapıların gerçekliğine denk düşmez. Bununla birlikte SSCB ve Varşova Paktı’nın çözülüş ve çöküşü, tasfiye ve restorasyonun tamamlanması ‘89-‘91 dönemci bu iki yapının tasfiyecilik ve reformizm yönelimini kamçılayıp beslemekle de kalmamış yasalcılığın onulmaz tarzda egemen hale gelmesinin temel bir etkeni olmuştur. 

Bu iki öbekte yer alanlar ve diğer bazı grup ve çevreler, değişik aşamalardan geçtikten sonra ÖDP süreciyle "krizi" aşmaya çalıştılar, bütün bu yapılar ve onlara eklenenlerin -örneğin TKEP- "yeni döneme" ve "yeniden yapılanma"ya yanıtlarının ÖDP olduğunu da vurgulayarak ekleyelim. Hatırlanacağı gibi ÖDP'yi tekelci burjuvazi merkez medya üzerinden güçlü bir şekilde destekledi. ÖDP deneyimi, 2000'lerin girişinde ideolojik, siyasi iflas ve örgütsel parçalanmayla sonuçlandı. 

TKP/B ve TKEP'in  ‘89, ‘91 dönemecinde “ideolojik”, “bir çöküş”, örgütsel parçalanma ve çözülme yaşadıkları da saptanabilir. Keza Partizan Yolu/15-16 Haziran Hareketi’nin durumu da ‘89-‘91dönemecinde "hem örgütsel hem de ideolojik ve siyasi bir çöküş" gerçekliğine yakın düşer.

‘89-‘91 dönemecinde "devrimci hareketi" oluşturan yapılar MLKP’nin öncelleri, Dev-Sol -daha sonra- DHKPC, TKP/ML ve TKP(ML), TİKB, TDP,  TDKP ve diğer bazı örgüt ve çevreler 12 Eylül yenilgisinin mayaladığı krizi aşma siyasi ve örgütsel atılıma geçme çaba ve yönelimine girmişlerdir. Kuşkusuz devrimci yapıların gelişmesi de eşitsizdir ama burada sorunun bu yanı üzerinde durmamız gerekmiyor. Özetle şunu vurgulayabiliriz 90’ların girişinde adı geçen  devrimci örgütler "devrimci hareket"in omurgasını hatta iskeletini oluşturmaktadır. Devrimci hareket 1990’ların ilk yarısında siyasal bir yükseliş yaşadı. Hatta MLKP, DHKPC başta gelmek üzere TİKB diğer bazı devrimci yapılar siyasi bir atılım gerçekleştirdiler. Devrimci hareketin siyasal yükselişi '96 1 Mayıs'ına kadar devam etti. Bu tepe noktası aynı zamanda kırılma momenti oldu, genel antifaşist hareket ılımlı bir çizgiye yönelerek geri çekildi. Faşist MGK diktatörlüğü, 90'ların ortalarında devrimci harekete yönelik kapsamlı bir örgütsel tasfiye saldırısı geliştirdi. Büyük ölçüde başarılı olması devrimci hareketin örgütsel yenilgisi anlamına geliyordu. '96 Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi direnişi aynı zamanda bu siyasi kırılmayı tersine çevirme hamlesidir. Hamle başarılı olmakla birlikte süreci tersine çevirememiş, bu bakımdan yetersiz kalmıştır. Denilebilir ki, daha sonra devrimci hareketi oluşturan belli başlı yapılar örgütsel ve ideolojik krize sürüklenirler.

Devrimci hareketin nesnel olarak denetlenebilir gerçekliklerine dayanmadığı için birinci tez,  yoldaş Ali Afe'nin görüş açısıyla ilgilidir. Bu tez, en iyi halükarda "devrimci hareketi” oluşturan yapıların toplamını ihmal edilebilir görmektedir ki, bu tespit Marksist materyalist değildir. Ya da Efe'nin kendi kavramıyla "sol, sosyalist hareket"te  devrimcilik reformculuk ayrışması gerçekliğini ve "sol sosyalist hareketin" devrimci cenahını göremeyerek ya da görmezden gelerek analizde ortadan kaldırmaktadır. 

Devrimci Hareketin Tarihine Dair 2.Tezi

"Bu dönemde uluslararası sol, sosyalist hareketler postmarksist ve postmodern bir düzeyde yeniden arayışlara yöneliyordu. Türkiye sol, sosyalist hareketi de bu yönelime “Kuruçeşme toplantıları” bağlamında uyum göstererek devrimci proleter örgütlenme ve mücadelenin gereğini inkar eden bir zeminde yasalcı, kendiliğindenci, aydınlanmacı ve liberal bir çerçevede örgütlenmeyi esas aldı. Bu düzen içi yaklaşım sol, sosyalist ortamda bir hegemonya oluşturmayı başardı."

“Kuruçme toplantıları” merkez noktayı oluşturduğuna göre  söz konusu olanın 1989 yılı olduğunu burada kaydedelim.

İlkin, Ali Efe yoldaşa yukarıda adı geçen devrimci örgütlerin “Kuruçeşme toplantıları”nda yer almadıklarını, bizzat bu sürece dışarıdan devrimci eleştirel bir yaklaşım gösterdiklerini ve bu tasfiyeci atağa karşı ideolojik mücadele yürüttüklerini hatırlatmak isteriz.

İkincisi,sol, sosyalist ortam" tanımlaması oldukça muğlaktır. Bu "sol sosyalist ortam"a  kimler dahildir, nerede başlar, nere biter vb. Belirsizdir.

Üçüncüsü,  “Kuruçeşme toplantıları”nın “Koşullar değişti, eski ayrılıklar anlamını yitirdi, genel bir harmanlamaya ihtiyacımız var” oportünist havası, kendini bu sürece bağlayan parti, hareket, örgüt ve çevrelerin kahir çoğunluğunu girdabına almış, yasalcılık ve tasfiyecilik, reformizm ve sosyal demokratlaşma yönelimi, sol liberalizm, postmodernizm ve post-Marksizm yükselişe geçmiş, eğer olabilirse kırık dökük bir burjuva demokrasisine düzen içi reformist “sol kanat” olma yaklaşımı “Kuruçemeciler sahasında” eğemen olmuştur. Fakat o dönemin Türkiye’sinde “sol, sosyalist hareket”e baktığında Ali Efe’nin gerçeği bundan ibaret zannetmesi, “Kuruçeşme toplantıları” süreci ve etkilerinden  başka bir şey göremiyor olması derin bir subjektivizme denk düşer.

Dördüncüsü, o süreçte halen devrimci hareket içerisinde yer alan TDKP saflarında evrimci-barışçı reformist yasalcı eğilim kendini güçlü tarzda göstermiş olmakla birlikte bu yapı da “harmanlanalım havasına” kapılmamıştır. Ama ilerleyen yıllarda yasalcılıkta, evrimci gelişme stratejisinde karar kılarak “devrimci hareketin” kenarına düşmüş, dönüşerek yasalcı reformist nitelikte yeniden yapılanmıştır.

Beşincisi, en önemlisi de şudur ki, devrimci hareket ve onu oluşturan devrimci yapılar  bahsedilen dönemde “kendi yollarında” yürümüşler hatta kimileri kendi yolunda nitelik ve nicelik olarak derinleşmiştir. 1995 ve 1996 1 Mayıslarına, tasfiyeci “Kuruçeşme toplantıları” sürecinin, Ali Efe’nin ifadesiyle “devrimci proleter örgütlenme ve mücadelenin gereğini inkar eden bir zeminde yasalcı, kendiliğindenci, aydınlanmacı ve liberal bir çerçevede örgütlenmeyi esas" alanlar, bunun en somut örgütsel ifadesi ÖDP değil başta MLKP ve DHKPC gelmek üzere eksikleri ve hatalarıyla devrimci hareket damgasını vurmuştur.

Ali Efe'nin anladığı gibi, "devrimci proleter örgütlenme ve mücadelenin gereğini inkar eden bir zeminde yasalcı, kendiliğindenci, aydınlanmacı ve liberal bir çerçevede örgütlenme" "bu düzen içi yaklaşım sol, sosyalist ortamda bir hegemonya oluşturmayı başardı" tespitinin bir an için doğru olduğunu düşünelim. İkinci teze göre, devrimci hareket "ne olmuştur"? Var mıdır, yok mudur? Ali Efe kendi ifadesiyle "sol, sosyalist ortamda" neden bir tasfiyeci, yasalcı reformist diğeri devrimci iki temel eğilimi göremez, tespit ve kayıt edemez? En iyi halükarda ve en iyimser ifade ile devrimci eğilimi, devrimci hareketi ihmal edilebilir görür, ihmal eder! Demek ki, devrimci hareketin tarihine dair ikinci tez de diyalektik materyalist yöntemin uygulanmasının sonucu değilir, özneldir. Burada birinci tezin izini süren ikinci tezin, devrimci hareketi buharlaştırıp tarih sahnesinden çıkarttığını kaydetmek yanlış olmaz. Zaten üçüncü tez de bu tespitleri teyit ediyor.

Devrimci Hareketin Tarihine Dair 3.Tez

"Bununla birlikte, Irak işgali ve gerici faşist AKP iktidarı sürecinde düzen solunun teslimiyetçi ve uzlaşmacı siyasal karakteri de giderek açığa çıkmaya başlamıştı. Bu koşullarda Orhan Yılmazkaya komutasındaki bir Devrimci Karargah müfrezesinin sol üzerindeki bu statükocu ve teslimiyetçi hegemonyanın dağıtılması ve yerine devrimci savaş çizgisinin yeniden örgütlenmesi doğrultusundaki çağrıları gündeme geldi."

Yukarıda işaret ettiğimiz kavramsal muğlaklık ve belirsizliği aynı şekilde "sol üzerindeki bu statükocu ve teslimiyetçi hegemonya" tanımlamasının "sol" kavramında da görüyoruz. Devrimci hareket veya emekçi sol hareket ya da sınırları tanımlanarak sosyalist hareket kavramları kullanılmıyor veya bir başka kavramlaştırma yoluna gidilmiyor da oldukça belirsiz "sol" kavramı tercih ediliyor! Bu "sol" nasıl bir “sol”dur, hangi “sol”dur?  

Aşağıdaki yapacağımız tartışma bakımından şunu hemen burada kayda geçelim. Üçüncü tezin odağında duran Orhan Yılmazkaya'nın devrimci anısı ve eylemi devrimci birikimimizde pırıldayan değerli bir katkıdır ve herhangi bir şekilde tartışma konusu değildir.

Üçüncü tez özetle, 1990'lardan 2007'lere "devrimci analizin" buharlaştırdığı devrimci hareket, 90’ların başında gelişen silahlı mücadele, devrimci hareketin siyasal yükselişi, ‘96 Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi direnişi, keza F tipi saldırısına karşı zindanlarda devrimci hareketin kahramanca direnişi, öncesi ve sonrası ölüm orucu direnişi, 2000’lerin ortalarına kadar geliştirilen silahlı direniş, NATO İstanbul toplantısına karşı direnişler vb. “devrimci hareket” tarih dışında kaldıktan sonra, "Orhan Yılmazkaya komutasındaki bir Devrimci Karargah müfrezesinin sol üzerindeki bu statükocu ve teslimiyetçi hegemonyanın dağıtılması ve yerine devrimci savaş çizgisinin yeniden örgütlenmesi doğrultusundaki çağrıları" ile yeniden tarih sahnesinde uç vermiş oluyor! Böylece Devrimci Karargah (DK) devrimci hareketin yeni miladının girişi oluyor. Ali Efe’nin Orhan Yılmazkaya yoldaşın da içerisinde olduğu yasalcılığa, statükoculuğa karşı 90'lı ve 2000'li yıllarda devrimci hareketin yürüte geldiği ideolojik mücadele ve politik devrimci duruşun bu çevreler üzerindeki baskısını, etkisini yok sayması ve ihmal etmesi de dikkat çekiyor. Öğretmenlerimizden Stalin yoldaşın üslubuyla soralım; "Fakat bu bir tesadüf mü yoldaşlar?" Bunun basit bir yanılgı, dikkatsizlik, özensizlik vb. olduğunu düşünebilir miyiz? Belki, belki de fakat, Marksist eleştirel devrimci analiz insanda, acaba devrimci hareketin 20 yılık tarihini yok sayan “1. ve 2.tezler, 3. teze alan hazırlamak için mi kurgulanmıştır” sorusu ve "kuşkusunu" örgütlüyor! 

Devrimci Hareketin Tarihine Dair 4.Tez:

"Ardından Gezi Haziranı, hem yasal kitle siyasetinin borazanlığını yapan düzen solunun yığınların devrimci öfkesi karşısında ne kadar geri ve aciz durumda olduğunu açığa çıkardı, hem de gerici faşist iktidarın en basit demokratik talepler karşısında bile ne derece kan dökücü bir şiddet uygulamakta olduğunu; bunu göğüsleyebilmesi için devrimci mücadelenin de devrimci zor örgütlenmelerine ihtiyacı olduğunu gösterdi."

4. tez bize, "devrimci mücadelenin de devrimci zor örgütlenmelerine ihtiyacı olduğunu" Gezi Haziran ayaklanmasında açığa çıktığını söylemiş oluyor.

Bir an için Kürdistan saklı kalsın, Ali Efe yoldaşın analizlerinin kapsadığı 1990'lardan günümüze bu otuz yıllık dönemde yükselerek düşerek, zayıflayarak ya da güçlenerek var olan "silahlı mücadele", illegal örgüt ve çalışmalar, her daim devrimci hareketin pratiğinde var olmadı mı?

Okurun şu soruyu da düşünmesini isteriz: tamam öyle olsun, Gezi Haziran ayaklanması "devrimci mücadelenin de devrimci zor örgütlenmelerine ihtiyacı olduğunu gösterdi”ğini  kabul edelim. Peki kime gösterdi? Veya kim, kimler "devrimci zor örgütlenmelerine ihtiyaç" olduğunu gördü, anladı ve  devrimci zor örgütlenmelerine yöneldi? Örneğin MLKP’ye mi, DHKP/C’ye mi, TKP-ML TİKKO’ya mı, MKP’ye mi “gösterdi”? Silahlı mücadele pratiklerinin kapsam ve düzeyinden zayıf ve güçlü yanlarından ayrı olarak, tabi ki, devrimci hareketi oluşturan belli başlı yapılar "devrimci mücadelenin de devrimci zor örgütlenmelerine ihtiyacı olduğunu" biliyorlardı, bırakınız kavramayı başarılı başarısız bir kaç on yıla yayılan deneyimleri vardı, dahası kır ve kent gerillası, milis örgütlenmeleri ve eylemlilikleri vardı, silahlı mücadele yürütüyorlardı. Ama Gezi Haziran gibi bir hareketin askeri ihtiyaçlarını anlamak ve yanıtlamakta yetersiz kaldılar, askeri hazırlıklarının çok zayıf ve çok yetersiz kaldığı gerçeği de açığa çıktı vb.

Yine de eğer kime "gösterdi" sorusunda ısrar edilirse, o zaman hipotetik olarak 2010’lar Türkiyesinde "devrimci mücadelenin de devrimci zor örgütlenmelerine ihtiyacı olduğunu" görmeyenlere ya da görseler bile bu yola giremeyenlere "göster"miş olabilir. Bu da siyaseten devrimcilikle reformizm arasında bocalayan, yasalcı zeminden kopamayan, militan illegal temelde yapılanmayan, yapılanamayan, şiddete dayanan devrim fikrini savunsa da pratikte silahlı örgütlenmelere ve silahlı eyleme yönelme-yönelmeme arasında bocalayan, gelgitler yaşayan örgüt ve çevreler bakımından anlamlı olabilir. 

Ali Afe, PKK hariç Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni oluşturan yapıları, "Türkiye devrimci hareketinin devrimci kopuş örgütlenmeleri" formülü ile kavramlaştırarak "kurgusal kopuş" subjektivizminde derinleşiyor. "Devrimci kopuş örgütlenmeleri" kavramıyla yapılan belirleme, kuşkusuz "kurgusal kopuş" teorsine uygundur, ancak ne yazıktır ki, adı geçen devrimci örgütlerin ve devrimci hareketin gerçeklerini inkar etmektedir, en iyi halükarda  çarpıtmaktadır. Ali Efe'nin "devrimci kopuş örgütlenmeleri" kavramı, 2010'lar Türkiye'sinde HBDH'de yer alan devrimci öncü örgütlerimizden Devrimci Komünarlar Partisi'nin (DKP) kuruluşu ve bir-kaç yıllık devrimci varoluş gerçekliğine (DKP'nin iç kriz ve örgütsel bölünme sürecinden sonra oluşan DKP-BÖG ve DKP-Birlik'in tarihlerinin açıklanmasına) uygun düşmektedir.

Devrimci Hareketin Tarihine Dair 5. Tezi

"Sosyalist ortam bu iki uyarıcının sonuçlarını tartışıp sonuçlar çıkarmaktayken bu kez gündeme AKP-RTE iktidarının DAİŞ’le birlikte devreye soktuğu gerici sömürgeci bölge politikaları geldi. Devrimci demokratik kitle hareketinde Kobane’yle dayanışma duygu ve davranış eğilimleri hızla pratikleşmeye başlarken Türkiye devrimci hareketinin ‘90 konjonktürüne uyum göstermiş olan ama siyasal tarihimizin devrimci geleneklerine sadakati canlı kalan örgütleri hızla Rojava’ya aktı.

"Türkiye devrimci hareketinin ‘90 konjonktürüne uyum” gösterdiği iddiasını yukarıda tartışmıştık. Adı geçen (TDKP hariç) devrimci örgütler MLKP, DHKPC, TKP(ML) (daha sonra MKP), TİKB, TKP/ML ve TKEP/L (89'-91'dönemecinde TKEP'ten koptu) ‘90 konjonktürüne "uyum gösterme"mişler, tam tersine ‘90 konjonktürüne karşı direnmişler, ideolojik mücadele yürütmüşler, kendi devrimci yollarında ilerleme çabası ya da iradesi gösterebilmişlerdir.  Dev-Yol’dan kopan bazı örgüt ve çevreler, Kurtuluş'un bir kanadı,  TDP’nin ‘90 konjonktürüne karşı direnmeye çalıştıkları kaydedilmelidir.

"Siyasal tarihimizin devrimci geleneklerine sadakati canlı kalan", ama "‘90 konjonktürüne uyum” göstermiş örgütler formülasyonu söz konusu örgütlerin devrimci varoluş gerçekliğini inkar etmektedir. "‘90 konjonktürüne uyum sağlayarak", "siyasal tarihimizin devrimci geleneklerine sadakat"lerinin "canlı kalması" onulmaz eklektik tezi; bu yapıların bir-iki on yıl devrimciliklerini konservatif tarzda dondurarak korudukları, sonra da, “bir DK müfrezesinin çağrısı”, “Gezi ve Haziran ayaklanmasının”, “Rojava'daki devrimci savaşın” uyarıcı etkileriyle kendilerine geldiklerini var sayar!.. Bu örgütlerin devrimci eylemleriyle varoluşları gerçekliği neden görmezden gelinir, neden inkar edilir? Tarihsel materyalist yöntem adına da siper yoldaşlığı adına da anlaşılabilir bir şey değildir bu.

90'lardan Kobanê direnişine çeyrek yüzyıllık süreçte "siyasal tarihimizin devrimci geleneklerine sadakati canlı kalan örgütler" ne yapıyorlardı, nasıl bir ideolojik, siyasi ve örgütsel pratik,  yeniden devrimci üretim içerisindeydiler? Bu çeyrek yüzyıllık dönemde "oportünist ve teslimiyetçi siyasal ve örgütsel çizgi"ye mi saplanmışlardı? O zaman nasıl olmuştu da "oportünist ve teslimiyetçi siyasal ve örgütsel çizgiler"e saplanan bu örgütlerin "siyasal tarihimizin devrimci geleneklerine sadakati canlı" kalabilmişti? Nasıl üretmişlerdi siyasi tarihimizin  devrimci geleneklerine sadakatin canlı kalabilmesini?..

Ali Efe'nin devrimci hareketin son bir-kaç on yıllık tarihini bilmediğini düşünemeyiz, varsayamayız. Keza istisnalar çıksa bile "oportünist ve teslimiyetçi siyasal ve örgütsel çizgilere" saplanıp kalan parti ve örgütlerin çeyrek yüzyıl sonra devrimci savaşa koşmalarının kolay kolay gerçekleşemeyeceği şurada kalsın, dahası yozlaşmadan varlıklarını sürdürmeleri bile olanaklı değildir. Şunu vurgulamalıyız ki, beğenin ya da beğenmeyin adı geçen devrimci örgütler devrimci varoluşlarını düşünsel ve pratik olarak üretebildikleri için, “kurgusal kopuş” örgütlenmeleri değil de "siyasal tarihimizin devrimci geleneklerine sadakati canlı kalan örgütler"i olmuşlardır.

"Rojava’daki savaş cepheleri içinde bu örgütlerimizin hem birbirleriyle hem de Kürt devrimiyle siper yoldaşlığını geliştirdikleri bir süreç açıldı. Bu süreç, 90’dan bu yana gelen oportünist ve teslimiyetçi siyasal ve örgütsel çizgilerden bir kopuşun ifadesiydi."

Ali Efe'nin bahsettiği devrimci "örgütlerimiz"in içerisinde yer aldığı emekçi sol hareketin saflarında 90'ların ortalarından itibaren '71 devrimci önderlerinin devrimci siper yoldaşlığı geleneğinin ayağa kaldırılması için ve keza "Kürt devrimi ile siper yoldaşlığı" için de açık bir ideolojik mücadelenin yürütüle geldiğinin altını burada çizmeliyiz. Merkezi Cezaevleri Koordinasyonu'nun örgütlediği '96 Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi direnişinin ise siper yoldaşlığını (direniş öncesi ve sürecinde adı konulmuş bir gerçeklik olarak) yeniden ayağa kaldıran güçlü bir devrimci hamle olduğunu burada vurgulamalıyız.

Bugün HBDH’yi oluşturan yapılardan MLKP, TKP(ML) (günümüzde MKP), TİKB, TKP/ML, TKEP/L, DKP öncellerinden TDP, 95-96 sürecinde kurulan Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu’nda yer alıyorlardı, “siper yoldaşlığını” ayağa kaldıran ‘96 ÖÖ ve SAG’yi CMK üzerinden birlikte örgütlediler. ‘96 ÖÖ ve SAG süreci ve sonrasında devrimci hareketin saflarında siper yoldaşlığı tartışmaları var oldu ama siper yoldaşlığı düşüncesi ve duygusu özellikle hapishaneler merkezli olarak devrimci hareketin saflarında gelişti, günümüzde emekçi sol hareketin saflarında yayılan genel kabul gören bir kavram haline geldi. Keza 90’lardan günümüze “Kürt devrimi ile siper yoldaşlığı” için devrimci hareket içerisinde olduğu kadar emekçi sol hareket genelinde ideolojik mücadele hep  sürdü. Hapishanelerde devrimci kadrolar arasındaki tartışmalar ve devrimci örgütler arasında katalizör rolü oynayan etkileşim, “Kürt devrimi ile siper yoldaşlığı”nın gelişiminde önemli bir yerde durmaktadır. Bütün bunlara karşın Kürt devrimi ile siper yoldaşlığının devrimci harekette derinleşmesi bakımından Rojava'daki devrimci savaş cephesine katılım bir sıçrama momentini oluşturur. 

Sonuç yerine

Ali Efe, yazının ilerleyen bölümlerinde Türkiye devrimci hareketinin bir kaç on yıllık tarihine Kürdistan’da öncünün gelişimiyle kıyaslamalı bakarken şu değerlendirmeleri kaydediyor:

"Türkiye devrimci hareketinin pek çok kolu da düşman karargahları önünde kendini gösterdiyse de bunların hiçbiri15 Ağustos olamadı. Bununla birlikte, güneşin altındaki yerini alma arayışında Rojava’ya kadar gitmekten geri düşmeyen devrimci inisiyatifini bütün oportünist ve liberal kuşatmalara karşın korudu, işlevli kıldı."  

Doğrudur, "Türkiye devrimci hareketinin pek çok kolu da düşman karargahları önünde kendini gösterdiyse de bunların hiçbiri 15 Ağustos" olamamıştır. Eğer Türkiye devrimci hareketi bakımından bir 15 Ağustos aranıyorsa bu, '71 devrimci çıkışıdır. Tekrarı, bir yeni baskısı mümkün müdür? Ne 71 devrimci çıkışının ne de 15 Ağustos'un tekrarı mümkündür. Yeni devrimci çıkışlar tabi ki mümkündür  ve kuşkusuz yeni tarihsel ve güncel koşullar altında kendi orjinalitesiyle gerçekleşebilir ve muhakkak farklı bir formde şekillenir.

Biz burada daha çok da Ali Efe yoldaşın, "bütün oportünist ve liberal kuşatmalara karşın" Türkiye devrimci hareketi Rojava’ya kadar gitmekten geri düşmeyen "devrimci inisiyatifini" "korudu, işlevli kıldı" tesbitiyle ilgiliyiz. Türkiye devrimci hareketi "bütün oportünist ve liberal" (bunlara kesin kes "şoven ve sosyal şoven"i de eklemeliyiz!) "kuşatmalara karşın" devrimci çıtasını yüksekte tutmayı, devrimci inisiyatifini korumayı ve işlevli kılmayı başardı. Vurgu olsun diye tekrar edelim; bunlar bize "Türkiye devrimci hareketi kuşatılmıştır ama çıtası yüksek devrimci insiyatifini korumayı başarmıştır" diyor. Burada  Ali yoldaşla tam olarak hem fikiriz, fakat görüş birliği içerisinde olduğumuz gerçeklik Ali yoldaşın  eleştire geldiğimiz kurgusal yakın devrimci tarih ve kurgusal kopuş teorisiyle anlaşamıyor, ondan da öte "uzlaşmaz karşıtlık" içerisinde. Karşımızda duran eklektik, seçmeci gerçeklik de eleştirelen yaklaşımın eseri oluyor.

*Yazıdaki bütün alıntılar için bkz, https://devrimcipolitika.wordpress.com/blog/

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi