Covid-19 artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını insanların zihnine kazıdı. Ancak, birçok şey de eskisi gibi olmaya devam ediyor. Covid-19 çalışma yaşamında, çalışma yönteminde, örgütlenmesinde çok şeyin değişime uğramasının aynı anda vesilesi ve nedeni oldu ve burjuvazi bu durumu örgütleyerek kendi çıkarı için kullanıyor. Covid-19, nedeni olmasa da tekil ekonomilerde farklı boyutlarda olmak üzere dünya ekonomisine bir karabasan gibi çöktü. Burjuvazi bu karabasanı kendi çıkarları için kullanıyor.
Covid-19 yaşamda çok şey değiştirmiş olabilir. Öyledir de. Ne değiştiği üzerine üretilen düşünceleri tartışabiliriz. Ancak, Covid-19 bir gerçekliği değiştirmedi, değiştiremezdi de: Bu sistem bildiğimiz, tanıdığımız kapitalist sistem. Aslında Covid-19, artı değer üretmeyen bir kapitalizmin olamayacağını gösterdi.
Covid-19 aşısı bağlamında kompleks bir artı değer üretme, kar elde etme sürecinin devam ettiğini görüyoruz. Eski aşılarda olduğu gibi artık inaktif yöntemin (Çin aşısı) yanı sıra yeni buluşlar, yeni teknolojiler de (Biontech) kullanılıyor. Aşının içeriğinden, kabına, korunmasına, sevkiyatına varana dek yüksek teknolojinin kullanıldığı her bir alanında maddi değer üretiminin, dolayısıyla artı değer üretiminin gerçekleştiği bir süreç.
Covid-19, aşı bağlamında birbiriyle kıran kırana rekabet eden tekellerin olduğunu da gösterdi.
Covid-19 özel mülkiyet/tekel-devlet arasındaki ilişkinin klasik bir tarzda devam ettiğini de gösterdi.
Covid-19, can çekişse de kapitalizmde patent hakkının ne denli önemli olduğunu, bu bağlamda kapitalizmin tamamen dinamik olduğunu da gösterdi.
Covid-19, özel mülkiyet/patent hakkı ve insanlıkla dayanışmanın hiç bağdaşmadığını, sermayenin hiç hoşuna gitmediğini, birtakım reformist taleplerin bu alanda hiç benimsenmediğini de göstermiştir.
Covid-19 kapitalizmde çalışma hakkı gibi sağlık hakkının da olmadığını, paran kadar sağlık satın alınabileceğini de gösterdi.
İnsanların vicdanına hitap edebilirsiniz. Ancak, işin içine çıkar girerse orada vicdan çıkardan yanadır. İşin içine kar girerse orada vicdan kardan yanadır. Ne diyordu Marks Kapital’de?
"Quarterly Reviewer, sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve ürkek olduğunu söylüyor ki, bu, çok doğrudur, ama gerçeğin tamamı değildir. Sermaye, kâr olmadığı veya da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır, tıpkı doğanın boşluktan hoşlanmadığı gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kar yüzde 20 olursa, canlanır; kar yüzde 50 olunca, cesurlaşır; kar yüzde 100 olunca, bütün insani yasaları ayaklar altına alır; yüzde 300 kâr ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular."1
Aşı uğruna rekabet birkaç ilaç tekeli ve onların arkasındaki emperyalist ülkeler arasında yüzde 10’luk, yüzde 20’lik veya yüzde 50’lik bir kar için rekabetin ötesindedir. Bir taraftan yüz binler ölüyor, ama diğer taraftan da aşı rekabeti kıran kırana devam ediyor. Covid-19, rekabet eden tekellere “altın” bir fırsat sundu. Onlar da bu fırsatı tepe tepe kullanıyorlar.
İnsanların sağlığı üzerinden rekabet
İlaç tekelleri aşı üzerinden nasıl kar elde ediyorlar?
Trump, Covid-19’a karşı sadece ABD için aşıyı garanti altına alacağını açıkladığında dünya çapında tepki çekmişti. Ancak, aynı açıklamayı bir biçimde başka emperyalist ülkeler, maddi imkânı olan devletler de yapınca Trump’ın “önce Amerika” anlayışı, “önce Almanya”, “önce AB” anlayışına dönüştü. Böylece ilaçların ve aşıların geliştirilmesinde ilaç tekelleri ve devletler arasında nasıl bir acımasız rekabetin söz konusu olduğu bir kez daha açığa çıkmış oldu.
İlaç sanayi dünya çapında devasa bir büyüme içinde; dünya çapında etkili, rekabet eden ilaç tekellerinin pazar hacmi 1,2 trilyon dolar. Covid-19’a karşı aşı geliştiren 150 kadar işletme olsa da bunların içinde 35 kadarı rekabette önde gelen tekellerdir. Her gün on binlerce insanın salgından dolayı ölmesi bu tekellerin umurunda değil; elde edilecek karı paylaşmak dahi istemiyorlar. Bu nedenle aşı çalışmaları, mevcut bilgiyi paylaşarak ilerletilmiyor. Tam tersine, bir an önce, diğerlerinden önce aşı patentini elde etmek için her türlü insani saiklerden uzak bir rekabet sürdürüyorlar. Beklenen kâr marjının çok büyük olması ilaç tekellerinin gözünü karartıyor.
Korona aşısı bağlamında ilaç tekelleriyle yapılan anlaşmalar kirli anlaşmalardır.
İnsanlık bu türden bir rekabete daha önce de şahit olmuştu: HIV/AIDS’e karşı ilaç çalışmaları 1980’li yıllardan bu yana sürdürülüyor. Tedaviye erişimin olduğu yerlerde insanlar hastalıkla “barışık” yaşamlarını sürdürebiliyorlardı. Ancak, tedaviye erişimin olmadığı yerlerde, özellikle de Afrika’da, insanlar bu hastalıktan dolayı ölüyorlardı. Bunun nedeni ilaç tekellerinin daha ucuz jenerik ilaçların satışını engellemeleriydi. HIV’e karşı tedavinin geliştirilmesini tekellerin karşılıklı olarak engelledikleri artık bilinen bir gerçekti. Bugün de rekabet eden tekellerin aynı yöntemiyle karşı karşıyayız; her biri kendi tekel çıkarı için hareket etmekte ve bu arada yüz binler ölmektedir.
Bir aşının gelişmesi normal olarak yıllarca devam eden bir süreçtir. Ancak, Covid-19 salgını nedeniyle bu süreç aylara sıkıştırılmıştır. Bu durum, aşıyı bulmak, patentine sahip olmak için ilaç tekelleri arasında birbirini ezerek, çiğneyerek geçmeyi de içeren bir yarışa, rekabete neden olmuştur. DSÖ’nün sitesinde Covid-19’un tedavisi için 200’ye yakın projenin olduğunu gösteren bir liste var. Bunlardan bazıları onaylanmış, bazıları ise hala klinik test aşamasındadır. Yarış bu projeler arasında devam ediyor.
Aşı bağlamında gelişmeler şunu gösteriyor: Dünyanın dört bir yanında hükümetler, ilaç tekelleri, üniversiteler ve laboratuvarlar, Covid-19'a karşı aşıyı diğerlerinden önce pazara sürmek için yarışıyorlar. İşin içinde özellikle ABD, Çin, Avrupa, Hindistan ve Rusya var.
Şu anda onaylanan ve tedavi için kullanılanların başında Biontech/Pfizer (Almanya-ABD iş birliği), Moderna (ABD), AstraZeneca (İngiltere), Rusya’nın geliştirdiği Sputnik V ve Çin’in geliştirdiği Sinovac gelmektedir. Ancak Sputnik V’in ve Sinovac’ın dünya çapındaki rekabette diğerleri kadar iddialı olma durumları henüz yok. Rekabetin şimdiki aşamasında Biontech/Pfizer ve Moderna başı çekiyor.
Aşı geliştirme çalışmalarının başlangıcında Trump hariç hemen bütün önde gelen ülke devlet ve hükümet başkanları, üretilecek aşının dünya çapında adil dağıtımından ve milyonların tedavisinde dayanışma içinde olmanın gerekliliğinden bahsediyorlardı. Ancak, salgının ikinci dalgasında aşının öngörülebilir bir zaman zarfında üretilebileceği gündeme gelince durum değişti. ABD, AB -AB’de içinde Almanya, Fransa- Kanada, İngiltere, daha aşı üretimi başlamadan üretici tekellerle milyonlarca dozluk aşıyı garanti altına almak için anlaşmalar yaptılar. Emperyalizme bağımlı ülkelere bir şey kalmamıştı. Önde gelen ilaç tekelleri, ilk aşı üretiminden kaynaklanan karlarını garanti altına almışlardı. Aynen HIV/AIDS örneğinde olduğu gibi küresel Güney’de insanlar ölüme terk edilirken küresel Kuzey’de insanlar tedaviye erişim olanaklarına sahip olmuşlardı. Tabii ki küresel Güney’de varlıklı sınıflar da HIV/AIDS’ten korunma ve pahalı tedaviye erişim imkânı buldular.
Süleyman Demirel’in dediği gibi emperyalist devletler “Dün dündür bugün bugündür” söylemine göre hareket ettiler; 7-8 ay önce söylediklerini, DSÖ’nün aşının küresel çapta adaletli dağıtımı için çağrısını unuttular ve Oxfam’e göre dünya nüfusunun ancak yüzde 13’ünü oluşturan bu ülkeler mevcut aşı kapasitesinin yarısını üretici tekellerle yaptıkları anlaşmalarla garanti altına aldılar.
Covid-19’a karşı aşı sadece aşı değildir
Aşı çalışmalarında dikkati çeken, bu çalışmanın daha ziyade emperyalist ülkelerde sürdürülmesidir. Covid-19’a karşı aşı araştırmasında her bir ülke, her bir tekel elde ettiği bilimsel verileri kendine saklamakta, karşılıklı bilimsel veri değişimi yapılmamaktadır. Belirttiğimiz gibi araştırma öncelikle ABD, Almanya, İngiltere, Rusya, Çin ve Hindistan’da yapılmaktadır. Bunların dışında Türkiye gibi ülkelerde de yerli aşı çalışmaları yapılmaktadır.
Aşı, yüksek karlı pazarlanmasının yanı sıra, aşıyı bulan ülkeler tarafından politik araç olarak da kullanılmak istenmektedir. Zaten mevcut durumda yetersiz olan aşı üretiminin ve gelecek yıllar için planlanan üretimin de büyük bir kısmını “zengin” ülkeler kapmıştır. Bunun diğer ülkeler üzerinde nasıl bir siyasi baskı oluşturabileceği açıktır.
Hummalı bir şekilde diğerlerinden önce aşı geliştirmek ve pazarlamak, bu alanda tekelci bir konum yakalamak isteyen her bir emperyalist ülke veya aşıyı yaklaşık eş zamanlı bir süreçte pazarlayan emperyalist ülkeler, böylece politik, iktisadi bir üstünlük elde etmeyi amaçlıyor. Aşı geliştirmede ve üretimde önde olan her bir ülke, rakip gücü geride bırakabilir, baskılayabilir, pazar payını ve nüfuz alanlarını genişletebilir. Bu anlamda Çin tipik bir örnektir. Çin, Afrika ülkelerinin en büyük ticari ortağı durumundadır. Şimdilerde Covid-19’u fırsata çevirmek için Çin Dışişleri Bakanı Afrika ziyaretine çıkıyor. Afrika, aşı erişiminin en zor olduğu kıta. Çin aşılarının soğuk zincire (saklama zorluğuna) ihtiyacı yok. Afrika ülkelerinde de soğuk depolama sıkıntısı var. Bu da Afrika ülkeleri için Çin aşısını çekici kılmaktadır. Çin, Afrika ülkelerindeki siyasi ve ekonomik nüfuzunu aşı üzerinden de güçlendirecek bir fırsat yakaladı ve değerlendiriyor.
Aşıda öncelik, aynı zamanda kendi insanını önce aşılamak; salgını engellemek anlamına gelirken, diğer ülkelerin salgına karşı mücadeleye devam etmek zorunda kalmaları anlamına da gelir. Bu durumda salgını kontrol eden ülke, edemeyen karşısında hemen her bakımdan ekonomiyi daha önce canlandırma imkanına sahip olacak ülke demektir. Bu bakımdan, geri, bağımlı, yeni sömürge ülkelerin emperyalist ülkeler karşısında yapacakları fazla bir şey yok. Bu ülkeler açısından aşı, bir ekonomik ve siyasi baskı aracı olur.
Aşı, siyasi güç etkisi elde etmek için de kullanılan bir araçtır. Bu emperyalist politikayı ilk uygulayan ülke Çin’dir. Çin, aşı temini için Brezilya, Pakistan, Türkiye, Endonezya gibi ülkelerle anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmaların arkası nasıl gelecek orası bilinmez!
Patent, karın garanti altına alınmasıdır, ama aynı zamanda insanların ölüme terk edilmesidir. Kapitalizmde her salgının tarihi, bilginin, politikanın, iktidarın ve çıkarın karşılıklı etkileşim tarihidir. Bu etkileşim üretim araçlarının özel mülkiyeti zemininde gerçekleşmektedir. Politikayı, iktidarı belirleyen nihayetinde özel mülkiyetin çıkarıdır. Bu özel mülkiyete sahip olanlar, yani burjuvazi iktidardadır; karar verici odur. Bu iktidar nihayetinde tekellerin azami karı için karar verecektir. Aşı meselesinde bunu açık bir şekilde görmekteyiz. Birkaç ülke aşı üretiminin yarısını garanti altına alıyor, bağımlı, fakir, maddi imkânı olmayan ülkelere de ancak 800 milyon kadar bir doz kalıyor.2
Herkes, eşit koşullarda aşıya erişebilsin iyi niyetinden hareket ederek birtakım uluslararası kurumlar, örneğin Uluslararası Af Örgütü, Hindistan, Güney Afrika gibi bazı ülkeler, patent hakkının biraz esnetilmesini ve böylece yeterli miktarda aşı üretilmesini talep ediyorlar. Ama aşı konusunda da insan sağlığını “düşünen” DSÖ, bunu reddediyor.
Bu örgütün böyle bir tavır almasında Batı’nın emperyalist güçlerinin etkisi belirleyicidir. Patent tekeli, tekelci kar garantisidir, erişimde önceliktir. Nitekim bu nedenden dolayı Batı’nın önde gelen ülkeleri, daha geniş anlamda “transatlantik” Batı; yani AB, ABD ve Kanada, mevcut aşı üretiminin yüzde 85’ini ürün daha piyasada yokken garanti altına aldı. Bu miktar, bu ülkelerin toplam nüfusunun ihtiyacından daha fazladır.3
Bu gidişle Covid-19’a karşı koruyucu tedbirler (aşı) geri kalmış ülkelerdeki milyarlarca insan için ancak 2023/2024’te erişilebilir olacaktır. Açıklanan son araştırmalara göre “gelişmiş ülkeler” ve “gelişmekte olan ülkeler” dünya çapında aşı üretim kapasitesinin büyük kısmını kendileri için kaptılar.
Aşı geliştirmeyi teşvik etmek için devlet sübvansiyonlarının toplamı yaklaşık 6,5 milyar avro tutarında. Bu miktarın aslan payı ilaç tekellerine verildi.4
“Sınırsız Doktorlar”, aşıların kamu imkanlarıyla teşvik edilmesine şeffaflık getirilmesini talep ediyorlar. Açıklamalarına göre: Altı potansiyel Covid-19 aşısının araştırma ve geliştirmesi, klinik çalışmaları ve üretimi için BioNTech Pfizer için (2,5 milyar dolar), AstraZeneca/Oxford University için (1,7 milyarı aşan miktarda dolar), Johnson&Johnson/BiologicalE için (1,5 milyar dolar), Glaxo SmithKline/Sanofi Pasteur için (2,1 milyar dolar), Novavax /Serum Institute of India (hemen hemen 2 milyar dolar) ve Moderna/Lonza için de (2,48 milyar dolar) olmak üzere 12 milyar dolardan daha fazla bir miktar bu tekellere akmıştır.5
Sadece AB’nin 300 milyon Biontech-Pfizer; 300 milyon AstraZeneca ve 160 milyon Moderna aşı dozunu daha şimdiden garanti altına alması insan sağlığından ziyade başka şeylerin; öncelik, kar vb. ön planda olduğunu göstermektedir. Bu ülkeler, salgının başlangıcında maske sıkıntısı çekerken, bu sıkıntıyı aşmak için gümrüklerinde maskelere el koyan, birbirlerinin maskelerini çalan ülkelerdir.
Bu durum, bu ülkelerin salgın başlangıcındaki dayanışma açıklamalarının ne denli sahte olduğunu ve zaman içinde salgına karşı ortak hareket etmenin yerini “ulusal” egoizmin ve emperyalizmin; somutta da Batı emperyalizmin aldığını göstermektedir.
Önce maske, şimdi de aşı somutunda Covid-19 giderek derinleşen ve genişleyen küresel eşitsizliği bütün yönleri ve sonuçlarıyla ortaya sermektedir.
Aşının fiyatı vardır: Sağlık mı tekel karı mı?
Covid-19 salgınına karşı üretilen aşı da göstermektedir ki, kapitalizmde insanların sağlık hakkı yoktur, ancak paran kadar sağlık hakkı satın alabilirsin. Bunun ötesinde bu aşı vesilesiyle insanlık şunu da öğrendi: Genel anlamda kapitalizmde sağlık hakkının olmamasının yanı sıra kim daha çok öderse aşıyı öncelikle alır! Dolayısıyla aşı üretiminin önemli bir kısmını kapatan emperyalist ülkeler önce “aşılanacak” ülkelerdir. Dünyanın geriye kalan kısmı sırada beklemek zorundadır.
Aşı araştırmasındaki gelişmeler kar beklentisini de artırmaktadır. Bu konuda çok farklı rakamlar verilmektedir. Nihayetinde beklenti üzerine değerlendirme, hesaplama yapılmaktadır. Ancak, Bernstein Research’e göre ilk aşı dalgasında cironun 20 milyar dolar olacağı hesap ediliyor. Evercore ISI da önümüzdeki yıllar için 100 milyar dolarlık bir cirodan bahsediyor. Tabi ciro miktarı yüz milyarlarca dolar olunca bu kara katılmak, kardan pay almak isteyen yatırımcılar da olacaktır. Örneğin bir Çin holdingi olan Fosun, geçen yılın Mart ayında Alman ilaç şirketi Biontech’e iştirak etti ve böylece bu şirketin aşısının Çin’de pazarlanması için öncelik hakkı elde etmiş oldu.
Aşıyı bulan ve üreten şirketlerin borsa fiyatları kısa zaman zarfında yüzde birkaç yüz oranında arttı. Kapitalizmin doğallığı da ancak bu olabilirdi. Bu durumda Alman aşısını geliştiren Biontech şirketinin sahibi olan Uğur Şahin’in “Bloomberg Billionaires Index”e göre dünyanın en zengin 500 insanından birisi olacak kadar zengin olmasında şaşılacak bir şeyin olmaması gerekir.
Bir doz aşının fiyatı: AstraZeneca 1,78 avro; Johnson & Johnson 6,94 avro; Sanofi/GSK 7,56 avro; CureVac 10 avro; BioNTech/Pfizer 12 avro ve Moderna 14,69 avro (Business Insider, 18 Aralık 2020). İmalat fiyatına gelince: Kesin bir şey olmasa da imalat fiyatı satış fiyatının oldukça küçük bir parçasını oluşturduğundan şüphe duyulmamalıdır.
Patent hakkı bir ilaç üzerinden uzun bir dönem kar elde etme hakkıdır. Bu süre genellikle 20 yıl kadardır. Patent hakkı patente sahip olan tekele 20 yıl tek başına, tekel fiyatıyla satma ve kar elde etme hakkı demektir. İlaç konusunda patent hakkının ne anlama geldiğini açıklayan bir örnek verelim: 1990’lı yılların ilk yarısında Sahra Altı Afrika'da HIV/AIDS enfeksiyonları hızla artıyordu. 1996’da yeni tedaviler geliştirildi. Bu tedavilerle HIV enfeksiyonu önemli ölçüde kontrol edilebilir oldu. Ancak, parası olan bu tedaviyi satın alabiliyordu. 21. yüzyılın eşiğinde jenerik olmayan ilaçlar için yıllık olarak ödenmesi gereken miktar yaklaşık 10 bin dolardı. Bu Afrikalı için çok yüksek bir fiyattı. Bu tekel fiyatını kırmak için Güney Afrika hükümeti yaklaşık 10 yıl mücadele etti. İlaç tekellerinin patent hakkı, parası olanı kurtarırken sayısız insanın ölümüne neden oldu.6
Öte yandan bağımlı ülkelerde ve emperyalist merkezlerde burjuvazi ve küçük burjuvazi her halükârda aşıya ulaşabilecek gelire sahipken, genel sağlık sigortası olmayan düşük gelirli ve sigortasız işçiler, ile bağımlı ülkelerdeki yoksul sınıflara mensup olanlar ise aşıya ulaşabilme imkanından mahrum kalacak. Bu sınıfsal eşitsizlik aşı imkanını kullanma ve Covid-19 salgınında hayatta kalma eşitsizliğini beraberinde getiriyor. Gerek salgının bu başlangıç yıllarında gerekse sonraki yıllarda bu durum devam edecek.
Sonuç itibariyle:
Covid-19’un beraberinde getirdiği toplumsal, ekonomik sorunlar aşı bağlamında veya vesilesiyle yeni bir aşamaya gelmiştir. Şüphesiz, aşı bu salgının durdurulmasında önemli bir araçtır. Ancak bu aracın “adaletli”, “dayanışma içinde” kullanımı bu sistemde mümkün değildir.
Aşı hakkı, sağlık hakkıdır; bu hakkın da kapitalizmde yeri yoktur. Bu nedenle aşı hakkı mücadelesi aynı zamanda sisteme karşı mücadele seviyesinde ele alınmalıdır. Aşı bağlamındaki gelişmeler sisteme karşı mücadele olarak algılanmalıdır.
Sermaye açısında aşı üretmenin, yeni bir meta üretmekten hiçbir farkı yoktur. Önemli olan azami kardır. Önemli olan “yeni” metayı üretenin patent hakkıdır; dünya pazarlarında payını artırmaktır; diğer rakiplerine karşı üstün konumda olmaktır.
Emperyalist ülkeler, tekelci sermaye aşıyı, sadece ve sadece yeni bir meta olarak gördükleri için bu metayı pazarlamak, patent hakkıyla tekelci fiyatla satmak, birbirlerine karşı üstünlük sağlamak, aşıyı siyasi bir baskı aracı olarak kullanmak, bağımlı, geri kalmış yeni sömürge ülkelere kendi çıkarlarını dikte etmek için kendi aralarında amansız bir rekabet sürdürmekteler.
Bu ülkeler açısından aşı, “toplumu aşılamak”, aynı zamanda Covid-19’dan, ekonomik krizden, işsizlikten kaynaklanan toplumsal baskının hafifletilmesi, kitlesel protestoların önünün alınması anlamında gelmektedir.
Temel üretim araçları özel mülkiyette olduğu müddetçe, aşı konusunda veya başka bir meselede birtakım reformlar için mücadele edilmez denemez. Ancak, esas değişim, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçmesi için mücadeleyle gerçekleştirilebilir.
Covid-19 salgını ve tekellerin mülkiyetindeki aşı ile aşıya ulaşma imkanındaki sınıfsal eşitsizlik bir kez daha gösteriyor ki insanlığın her zamankinden daha çok sosyalizme ihtiyacı var ve insanlık sosyalizme gebe. Bütün veriler ancak dünya sosyalizminin insanlığın sağlık gereksinimlerine yanıt olabileceğini her şey bir yana koronavirüs süreci her gün daha çok açığa çıkartıyor. Üretimin tüm insanlığın aşı gereksinimine yanıt olacak şekilde planlanması ve gerçekleştirilmesi tamamen mümkün. Aşı eğer tüm insanlığın gereksinimlerini karşılayacak miktarda üretilemiyorsa, bilim, teknik ve işgücü yetersiz olduğu için değil. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve artı değer sömürüsü (kar ve azami kar) üzerine kurulu kapitalist sistem ve ulusal devletlere bölünmüş tekeller ve burjuva devletler arasındaki rekabetin insanlığın sağlık gereksinimlerinin karşılanmasının önünde aşılması gereken engeller olması nedeniyledir. Kuşkusuz sağlık güvencesi ve güvenliği alanında reformist talepler öne sürülebilir, bu temelde de mücadeleler geliştirilebilir, ama hiçbir reformist talep durumda köklü değişiklikler yaratamaz, durum ancak burjuva devletlerin yıkılması, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetiyle, dünya sosyalizmiyle aşılabilir. Ancak ve ancak işçi sınıfı ve emekçi milyonları kendi etrafında toplayan komünist öncülerin önderliği insanlığı kapitalist felaketten bu büyük devrimci görevi omuzlayarak kurtarabilir.
Kaynaklar
1 T. J. Dunning’den aktaran Marx; Kapital C. I, s. 788
2 LabourNet Germany, 3 Ocak 2021
3 LabourNet Germany, 3 Ocak 2021
4 LabourNet Germany, 3 Ocak 2021
5 Forderung von Ärzte ohne Grenzen vom, 11 November 2020
6 Internationale Politik und Gesellschaft, 15.12.2020; “Patentmittel, Um Covid-19 zu bekämpfen, müssen die geistigen Eigentumsrechte am Impfstoff ausgesetzt werden. Davon haben alle etwas, auch die Reichen”