Şili’de Anayasa Referandumu “Yenilgisi” ve Dersler

2019 halk ayaklanmasının ardından önce yeni anayasa için kurucu meclisin kuruluşu, daha sonrasında da sosyal demokrat Gabriel Boric’in seçim zaferi ve yeni anayasa taslağının referanduma götürülmesi Şili'yi enternasyonalist emekçi solun dikkat merkezine oturtan temel eşikler oldu. "21. yüzyılın ilk anayasası” veya “insanlık tarihinin en ileri anayasası” olarak tanımlanan taslağın referandumda reddedilmesi ile hayal kırıklığıyla birlikte ülke aniden dikkat merkezinden çıktı. Değişim umudunu anlık melankoli ve inkar izledi. Şili unutuldu, bu kez Lula’nın Brezilya’daki seçim mücadelesi öne çıktı. Bu seyir, yani hızlı enerji ve yükseliş ile ani düşüş ve yenilgi reformcu strateji ve politik taktiklerin ortak bir özelliğidir. Süreci değerlendirip dersler çıkarmak yerine inkarcı “gündemden çıkarma” veya “zamanlama” tartışmalarına darlaştırma öteki bir eğilimdir.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da da seçim taktiklerinin ve “anayasal çözüm” arayış ve tartışmalarının yüksek taktik akıl adına gündemleştiği bir dönemde Şili deneyimini bilince çıkarmak ve ayrıcı yönlerini belirginleştirmek yararlı olacaktır. 

Tarihsel Saflaşma: Allende’nin Ruhu, Pinochet’nin Mirası

SB’nin varlığı koşullarında çift kutuplu dünya ve onun koşulladığı denge gerçeği içerisinde, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yükselen antiemperyalist ve ulusal kurtuluşçu rüzgarı arkalayarak ve Küba devriminin birikimine dayanarak Latin Amerika’nın emekçi solu yükselişe geçti. Bu yükseliş bölgeye, kimi ülkelerde – örneğin Kolombiya’da - silahlı devrimci savaşın büyümesi, Şili’de ve başkaca ülkelerde ise burjuva demokrasisi sınırları içerisindeki seçim kazanımları olarak yansıdı .

Şili’de Salvador Allende liderliğindeki Unidad Popular’ın (UP) seçim zaferi ise ikinci yönün doruğuydu kuşkusuz.

‘68 gençlik hareketi ile 70’li yıllarının yükselen işçi hareketinin toplumsal dönüşüm enerjisi ve halkçı demokratik mayası, devrimci hareketin önderlik boşlukları koşullarında reformcu iki odağın, Allende’nin Sosyalist Partisi ile modern revizyonist ve reformcu Şili Komünist Partisi’nin seçimler yoluyla iktidarlaşma stratejisine bağlı cepheleşmesine yol açtı. Bu doğrultuda sol liberal Radikal Parti de bileşen oldu. Devrimci hareketin merkezi öncüsü ve darbe sonrası silahlı direnişi sürdüren Devrimci Sol Hareket (MIR) ise UP'nin dışında kalsa da “dışarıdan baskı” kurmak adına devrimci kitle ajitasyonu ile Allende'ye taktik destek arasında gidip geldi.

İşçilerin ve köylülerin güncel talepleri arasında yer alan ülkenin belirleyici sanayi üretim sektörlerinin kamulaştırılması, toprak reformu vs.'yi programlaştırıp kitle desteği sağlayan UP, -beklendiği üzere– 1970 seçim zaferinin ardından burjuvazinin direnciyle karşı karşıya kaldı.

Allende’nin UP’si yeni koşulları, emekçi sol hükümeti işçilerin örgütlülüğünü yükseltme, sosyalizmin bir kaldıracına dönüştürme olanağına çevirmedi. İşçilerin bu yönlü çağrılarını kulak ardı etti. Komün örgütlenmesini engelledi, burjuva demokrasisinin sınırlarını kendi sınırları bildi, işçilerin ve halkların bu sınırların dışına çıkmasını engelledi.

Sosyalizme barışçıl yolla ilerleme reformcu stratejisi kapsamında bir takım adımlar atıldı. Fakat bunlar üretim ilişkilerini değiştirecek uygulamalar olmadı, tabii ki olamazdı da. Bazı maden ocakları ve kimi fabrikalar ya hisse satın alma yoluyla ya da tazminat ödemeleriyle “kamulaştırıldı”. Dış ticaretin denetlenmesinde çok yol alamadı. Bankaların“kamulaştırılması” kapsamında sadece özel bankalardan hisse satın alındı. Tarım reformu tarım burjuvazisinin egemenliğine dokunmadı.

1972’ye gelindiğinde siyasi kriz artık olgunlaşmıştı. Burjuvazi sabotajlar ile ekonomik buhranı derinleştiriyor ve parlamentoda hükümetin inisiyatifini bloke ediyordu. Faşist paramiliter kuruluşlar alttan alta örgütleniyordu.

Devrimci proletarya, UP hükümetinin krizini kendiliğinden eylemiyle “çözüyordu”. Yerellerde fabrikalardaki üretimi eline alan işçiler, KP’nin etkisi altındaki Sendika Birliği’ni de aşacak örgütlenmeler kuruyor, özyönetimlerini inşa ediyorlardı. İşçi işgali altındaki fabrikaların ürünlerini savunmak üzere işçi komandoları kuruluyordu.

“Barışçıl yol”dan sapan işçiler ile UP ve sendikal bürokrasi giderek karşı karşıya geliyordu. İşte tam da bu koşullar altında Pinochet’yi ordunun başına getiren de UP oldu.

Haziran 73’deki darbe başarısız oldu. Öncü işçilerin uyarılarına rağmen Allende ve liderliğindeki güçler işçileri orduya ve demokrasiye güvenmeye çağırdı. Dahası, Allende işçilerin silahlarını toplattırma kararı aldı.

Siyasi çıkmaz içerisinde darbeci faşist Pinochet’yi ordunun başına getiren de, darbe ögeleri olgunlaşmışken işçileri silahsızlandıran ve her türlü hazırlıktan yoksun bırakan da UP’ydi. Allende ve UP, sonuna kadar uzlaşma arayışlarını sürdürdüler.

Pinochet şefliğindeki 11 Eylül darbesi Türkiye’deki 12 Eylül darbesine “örnek” bir darbe biçimi olarak askeri faşist diktatörlüğü kurdu. Şili’deki emekçi sol, öncü işçiler ve aydınlar geniş kapsamlı bir tasfiyeci terörden geçirildiler.

Bununla birlikte Şili, Latin Amerika’da ABD merkezli karşı devrimin üssü haline getirildi.

Allende liderliğindeki “barışçıl yolla sosyalizm” denemesi burjuva diktatörlüğü gerçeği içerisinde faşist darbeciler tarafından ağır ve kanlı  bir yenilgiyle sonuçlandı. UP, hükümet yıllarında işçi sınıfının örgütlülük düzeyi ve siyasi hazırlığını güçlendirmek yerine uzlaşmaz toplumsal çelişkileri uzlaştırmaya çalışırken kendi çöküşünün koşullarını hazırladı.

1973 Eylül darbesi sonrası ülkeyi yöneten Pinochet askeri rejimi, neoliberal ve tekçi karakterde bir rejim kurdu. ABD işbirliğinde kurulan bu rejim, 1980 Anayasası’yla tescillendi.

Ekonomi politika, Chicago Üniversitesi ekonomi bölümünde okuyan bir grup Şililiye, Chicago boys’lara teslim edildi. Şili bir nevi neoliberalizmin laboratuvarı ve beşiği oldu.

Ne var ki sorun, anayasayla sınırlı değildi ve olamazdı da.

Şili’nin emperyalist küreselleşme dünyasındaki yeri bir mali ekonomik sömürgedir. Mali oligarşisinde işbirlikçi tekelci burjuvazisi uluslararası tekeller ile kaynaşmıştır. Tekçilik, rejimin temel niteliklerindendir. Pinochet Anayasası bu gerçeğin yazılı belgesi oldu –tıpkı Evren Anayasası gibi. 

2019 Ayaklanması: Kopuş Ve Kitle Konsolidasyonu

2019 Ayaklanması genişliği ve militanlığıyla anayasanın altında yatan bu gerçeği sarstı. Denilebilinir ki dönemin Pinera hükümetini krize sürüklediği gibi rejimin de yapısal çelişkilerini ortaya çıkarttı, rejimi krize sürükledi. Durum devrimciydi.

“Gerçek bir değişim” talebi geniş kitleler tarafından sahiplenildi.

Devlet terörü ayaklanmayı bastıramayınca burjuvazi “geçiş programı” önerdi, Pinera “anayasal çözüm” kapsamında uzlaşma masasına oturdu.

Anayasa değişikliğinin yapılıp yapılmamasını içeren referandum kararı ile halk ayaklanması konsolide edildi. Dönemin liderlerinden Boric toplumsal uzlaşma programının öncülüğünü yaptı. Dönemin Başkanı Pinera, Pinochet’nin resmi ideolojisinin ana bileşeni neoliberalizm ve yerli halkların inkarı çizgisinin devamcısıydı. Burjuva siyasi kariyerinin yanı sıra ülkenin mali oligarşisinin doğrudan bileşeni olarak askeri faşist diktatörlükten yararlanmıştı ve zenginliğini bu diktatörlüğe borçluydu.

2019 ayaklanmasının doğrudan muhatabı olan Pinera, son derece olası olan devrimci ayaklanmayı önlemek için referandumun önünü açtı.

Henüz ayaklanma devam ederken parlamentoda Pinera’nın gözetiminde “Barış ve Yeni Anayasa Anlaşması” imzalandı. Protestocuların deyimiyle “parlamenter mutfak”ta yeni anayasa sürecinin koşullarında ortaklaşıldı. 12 Kasım 2019 grevinin ardından Pinera ve sendika yöneticileri arasında “ara buluculuğu” yapan Boric’di. Anlaşmanın içeriği: Yeni anayasa referandumu karşısında grevlerin durdurulması.

Referandum değişikliğinin yapılıp yapılmamasını içeren Ekim 2020 referandumunda halkın yüzde 78’i “yeni anayasa” lehinde oy kullanmıştı. Ardından “kurucu meclis” seçimi yapılmış ve çalışmalar başlamıştı. Süreç içerisinde burjuva sol ve emekçi solun reformcu kanadını içeren bir koalisyon giderek belirginleşmekteydi. (1)

Halk hareketini burjuva demokrasinin sınırları içerisinde konsolide etmeyi görev edinen Boric, temel kritik anlarda da sınıf ve rejim içi uzlaşmayı esas aldı. Ayaklanmanın tutsaklarının özgürlüğü için mücadele etmek yerine onları yargılamanın önünü açan yasal zemini Ocak 2020’de destekledi. Kendi deyimiyle “bir kiliseyi yakan veya marketi yağmalayan” affedilemezdi.

2022 başındaki başkanlık seçimlerinde Boric, Frente Amplio (Geniş Cephe) ve Komünist Parti’nin ittifakına dayanan Apruebo Dignidad’ın (Onuru seçiyorum) adayı olarak seçildi.

Kabinesinde KP ve FA’dan bakanları ile birlikte sosyal demokrat çizgide bir politika izledi.

Fakat parlamentodaki azınlığından dolayı bütün yasalar ve uygulamalar sağcılar ile uzlaşma zemininde gerçekleşiyor. Boric, uluslararası sözleşmelere dokunacak uygulamalara girişmedi, girişmeyeceğinin güvencesini de verdi. Dahası, yoksulluğa ve tutsaklara özgürlük isteyen yeni protesto dalgasına da devlet terörü uygulamaktan geri durmadı. Mapuchelerin statü ve kültürel haklar için mücadelesini kriminalize etmeye devam etti, Mapuchelerin yaşadığı bölgede “olağanüstü hal” ilan etti. Bu bakımdan rejimin sürekliliğini takip etti, kopmadı, resmi ideolojinin ve devlet politikasının devamcısı oldu.

Anayasa Taslağı ve Referandum

“[Pinochet’den] sonra gelen yönetimler, 1989’da ve 2005’deki önemli değişiklikler de dahil olmak üzere anayasa da değişiklik yapmaya çalıştılar. Ancak, bu değişiklikler hiçbir zaman ülkedeki yaşamın neredeyse her alanının egemen sınıfın yararına özelleştirilmesini sağlayan temel ekonomik politikaları kapsamadı. Sonuç olarak, tamamen yeni bir anayasa talebi tekrar tekrar ortaya çıkmaya devam etti ve son olarak ortaya çıkan hareket bu talebi önemli bir noktaya getirdi.” (2)

Yeni anayasa taslağını oluşturmak üzere seçilen “kurucu meclis” Şili’nin gerçeğini hakikaten de temsil ediyordu. Yerli halklar temsilcileri seçilmişti. Eşit temsiliyete göre seçilen “kurucu meclis”, kimi aksamalar ile birlikte çalışmalarını sürdürdü. “Kurucu meclis” formunun kendisi de halk hareketinin zorlamasıyla gerçekleşti: “Anayasa görüşmeleri “parlamenter mutfak”lardan çıkmalı, halk iradesine dayanmalı”ydı.

FA, Concertación ve KP’nin etkili olduğu “kurucu meclis” Mayıs’ta taslağı büyük ölçüde hazırlamıştı. Süreç boyunca hükümetteki Boric kabinesi, burjuvaziye güvenceler vermeye devam etti.

Örneğin uluslararası sözleşmelere dokunmayacağı, seçme-seçilme hakkının 18’in altına düşürülmeyeceği gibi “güvenceler” süreç içerisinde verildi. Özellikle seçme-seçilme hakkının, referandumda oy kullanma hakkının 18 yaşının altına düşürülmemesi 2019 ayaklanmasını tetikleyen öğrenci eylemleri karşısında burjuvazinin rövanşist-önleyici taleplerindendi.

“Kurucu meclis”, gerçekten de sosyal, demokratik, ekolojik ve yerli halkların özerkliğini güvenceleyen bir taslak hazırlamıştı. (3)

Madde 1’de Şili sosyal ve demokratik bir hukuk devletidir” deniyor: “Çokuluslu, çok kültürlü ve ekolojiktir.

Şili bir dayanışmacı cumhuriyet olarak kurulmuştur, eşitlikçi bir demokrasiye dayanır ve insanın onurunu, özgürlüğünü ve eşitliğini,doğayla ayrılmaz ilişkisini içsel ve devredilmez değerler olarak kabul eder.

Bireysel ve kolektif insan haklarının korunması ve güvenceye alınması devletin temelidir ve tüm eylemlerini belirler. Devletin görevi, eşitliği ve insanların siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayata entegrasyonunu  ve potansiyellerine göre gelişebilmelerini sağlamak için gerekli koşulları yaratmak ve hizmetleri sağlamaktır.

Ekonomik anlamda sosyal yardım ve konutlar başta gelmek üzere Avrupa’nın “sosyal devlet” uygulamalarını içerirken siyasi ve idari alanda ise bölgelerin özerkliğini güçlendirip doğrudan temsiliyetin organlarını güçlendirmeyi içeriyordu.

Önemli değişikliklerin başında yerli halkların tanınması, çok kültürlülüğün kabul edilmesi ve gelişiminin teşvik edilmesi geliyordu. Böylece anayasada aynı zamanda yüz yıllık yerli halkların inkarı siyaseti son bulacak, kendi kaderini tayin hakkı düzeyinde olmasa da yerel özerklik güçlendirilecekti.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanan anayasa kürtaj hakkını tanıyacaktı.

İklim krizi anayasal düzeyde ilk defa tanınacak ve ona karşı mücadeleyi devletin temel görevleri arasına alacaktı.

“Kurucu meclis”teki üstünlüğe dayanarak oluşturulan anayasa taslağı bu bakımdan ilericiydi ve burjuva demokrasisi sınırlarını gerçekten de zorluyordu.

Böyle olmasına rağmen kapitalist üretim ilişkileri ve üretim tarzına, mali oligarşinin, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine “dokunmuyor”. Ayrıca yerli halkları tanıması bakımından ileri olsa da “devletin ayrılmaz birliği”ni vurgulamaktan da geri durmuyordu.

Yeni Anayasanın Reddi

4 Eylül’de düzenlenen referandumda yeni anayasa taslağı yüzde 62 ile reddedildi.

Onay ise yüzde 38’de kaldı.

Referandumda sandık zorunluluğu olduğundan sandığa gidenlerin oranı yüzde 50’den yüzde 86’ya çıktı. Özellikle de yoksul bölgelerde 5,4 milyon seçmen ilk kez oy kullandı. Yeni seçmenlerin yüzde 96’sı “ret” oyu verdi. Seçmenlerin sosyo-ekonomik durumlarına göre değerlendirilmesinde toplumun en zayıf kesiminin yüzde 75’inin ret oyu verdikleri açığa çıkıyor. Dahası, referandumda apruebo oyu kullananlar ile 2022 başında Boric’e oy verenlerin aynı kaldığı görünüyor. Bu hükümetleşen “sol” ittifakın kitle desteğini genişletemediğinin, “kendi” kitlesi dışındaki halkı, emekçileri yeni anayasa için seferber edemediğinin verisidir. Dolayısıyla bu, en başta Boric ile burjuva ve emekçi solun ittifakına dayanan hükümetinin başarısızlığıdır.[4]

Nasıl olur da referandumun değişmesi gerektiği konusunda yüzde 80 civarında bir irade beyanı olur da yeni anayasa yüzde 38 tarafından onaylanır?

Birinci ve temel faktör referandumu önceleyen çalışmalardaki eşitsizlik ve karşı-devrimci kampanyanın demagojiye dayalı dezenformasyonu oldu.

Bir aylık referandum tanıtım kampanyasına en az bir milyon dolar harcanmış, bunların yüzde 90’ı Rechazo (Red) cephesine ait. Rechazo cephesi sağcı partiler, Hristiyan demokratların bir bölümü ve yeni “merkezci” “Amarillos por Chile” koalisyonundan oluşuyordu.

Rechazo cephesi müthiş bir dezenformasyon kampanyasına imza attı. Yalan ve demagoji propaganda faaliyetinin temel aracı oldu. Sağcı politikaların Rechazo toplantıları esnasında anayasa taslağının yanlış kopyalarını dağıtmasından  TV programlarında taslağın içeriğine dair yalanlara kadar bir dizi “kirli” yönteme başvurdular. Tekelci medya ve basın Rechazo’nun ajitasyon organları işlevi gördüler.

Kışkırtma konusu olan üç konu; emekçilerin özel mülkiyet hakkının ellerinden alınacağı, tercihe bağlı kürtaja hamileliğin geç bir döneminde izin verileceği ve yerli halkların ülkeden kopmalarına kapı aralanacağı iddiasıydı.

Kısacası, Rechazo cephesi emekçilerin ve halkların “geri” duygu ve tepkilerinden tutarak özellikle de antikomünist “ezberler” ile cinsiyetçilik ve şovenizmi kışkırtma yöntemini etkili tarzda kullanabildi.

Evangelik kilise de kürtaj karşıtlığı temelinde Rechazo’ya dahil oldu.

Süreç boyunca 130 bin Dolar’ın Facebook ve Instagram’da reklamlar için harcandığı, bunların yüzde 97,4’ünün Rechezo’yu teşvik ettiği rapor edilmiş. Uluslararası Think-Thank’ların yardımıyla video klipler yayımlandı.

CIPER’in yaptığı bir araştırmaya göre Rechazo seçmenlerinin çoğu ya yeni anayasayla evlerini veya emeklilik fonuna ödedikleri parayı kaybedeceklerinden ya da Şili’nin bölüneceğinden korkuyorlar. (5)

Marks ve Engels’in “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür”[6] belirlemesi “anayasal çözüm” stratejisi izleyen “sol lider” Boric’in hükümet olduğu ve halk ayaklanmasının sesinin daha yankılandığı ülkede, Şili’de de referandum sürecini belirledi.

Nihayetinde ikinci temel faktör Boric hükümetinin “uzlaşmacı” karakterinin yarattığı kararsızlık oldu.

Rechazo’nun etkili kampanyası karşısında Apruebo cephesinin durumu neydi?

Rechazo nasıl bir kampanya örgütledi?

İçler acısı bir kendiliğindencilikti yaşanan.

Halka anayasanın gerçek içeriği kavratılamadı. En önemlisi, bunun araçları etkin kullanılmadı.

Boric’in liderliğinde ne resmi propaganda yürütüldü ne bildiriler dağıtıldı ne de bilgilendirme çalışmaları yürütüldü. Çalışma merkezi bir yürütmeden yoksun bir şekilde STK’lar ve Apruebo cephesindeki partiler tarafından yürütüldü.

Dahası, Boric ve mevcut hükümet anayasa taslağının arkasında durmadı. Onun yerine süreç boyunca burjuvaziye ve Rechazo cephesine çeşitli güvenceler vererek taslağın altını oydu.

Mayıs 2022’de tamamlanan ilk haline karşın hükümet iki özel komisyon kurarak taslağı “harmonileştirmek” üzere müdahale etti. Sürecin sonunda hükümet doğal kaynaklar, su ve yerli halkların bölgeleri ile ilgili mevcut yasalara dokunmama “önerisi yaptı”. “Düzenli bir geçiş” kapsamında suyu senatonun çoğunluğunun “kamulaştırma”yı onaylamasına kadar özel şirketlerin elinde tutmayı önerdi. Senatörlerin yarısının sağcı olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa ve 2020’de aynı senatonun suyu insan hakkı olarak tanımaya karşı çıkması hatırlanırsa bunun alçak bir oyalama yöntemi olduğu görülecektir. “Kurucu meclis” bu önerilerin hepsine boyun eğdi.

Referanduma haftalar kala “merkez sol” Concertracion ile “kapalı” ittifakı kapsamında yerli halkların haklarının sınırlarıyla ilgili güvence verdi. Ulusal siyasi sorunlar söz konusu olduğunda katkıların “bağlayıcı” olmayacağını vurguladı.

Eğitim, sağlık, emeklilik gibi hizmetlerde ise neoliberal özel niteliğe “şimdilik” dokunulmayacağı sözünü verdi.

Taslak daha onaylamadan onun ruhuna aykırı biçimde verdiği güvenceler tabii ki de onun işlevi, güçlü bir belge olarak kitleler tarafından sahiplenilmesini önledi.

Emperyalistlerin yarattığı histeri de etkili oldu.

Nihayetinde 2019 halk ayaklanmasıyla başlayan bir süreç 4 Eylül referandumu ile sonlanmış oldu. Halk ayaklanmasını sönümlendirmek için yapılan bir uzlaşmanın sonucunda başlayan referandum süreci, reddedilmesiyle kapandı.

Peki şimdi ne olacak?

En azından “anayasal çözüm” stratejisi bakımından ne olacağını söyleyebiliriz.

Bir anlaşmanın sonucu başlayan referandum süreci, bitti. “Kurucu meclis” de buna bağlı olarak çözüldü.

Yeni bir anayasa için bu kez parlamentonun nitelikli çoğunluğunun böylesi bir süreci başlatması gerekir. Parlamentoda Boric cephesinin zayıflığı koşullarında bu süreç ve yeni anayasa taslağı daha aşağılık bir uzlaşmanın sonucu olabilir ancak.

Süreçten kendince dersler çıkartan Boric, ilk olarak –2019 ayaklanmasının muhataplarından– burjuva sol ve liberal Cocertacion’cu kadroları kabineye aldı.

Referandumdan sonraki hafta öğrenci gençliğin öncülüğünde yeniden protestolar başladı. Hükümet –beklendiği üzere– sert müdahale etti.

Bazı Dersler, Hatırlatmalar

1920’de Komünist Enternasyonal’in dergisi Komünizm’de çıkan bir yazıda “Taktik, şimdiki zaman olarak önümüze çıkan gelecektir” diyordu.

Stratejiye bağlanmamış taktik de aslında gelecek ile ilgili gereken her veriyi sunuyor. Nihayetinde taktiği salt “bugün” ve “bugünün ufkuyla görünen ihtiyaçlar” ile sınırlayanlar, geleceği de şekillendiklerini unutuyor gibiler.

Bu gerçeğin kavranmayışı devrimci stratejiye sahip özneler bakımından daha trajik bir durumdur.

Şili deneyimi böyle değil. Şili’de Boric liderliğinde burjuva sol ve emekçi solun reformcu kanadı arasındaki pragmatist bir ittifakın reformcu stratejisinin reformcu taktikleri ve onun “yenilgisi” söz konusu.

Boric’in temel yönelimi uzlaşmadır.

Anayasa sürecinin başlangıcı “parlamenter mutfak”ta imzalanan bir sözleşmeydi. 2019 halk ayaklanması böyle sönümlendi.

İkinci aşaması “yumuşak ve anlaşmalı” hükümet değişikliğiydi. Bu aşamada doğrudan halk hareketinin gücüne dayanarak Başkan seçildi.

Üçüncü aşama ise referandum süreciydi. Halk hareketi tehdidini sürekli cepte tutarak, ona ve onun gücüne dayanarak ama sayısız kez ihanet ederek ve burjuvaziyle uzlaşarak bu süreç sonlandı.

2019 halk hareketi ve ayaklanması, bu üç aşamada konsolide edilerek ve eritilerek yönetilir hale getirildi. Boric’in Şili mali oligarşisi bakımından işlevi buydu ve bunu başardı.

Şili örneğinde de bir daha açığa çıkmıştır ki cumhuriyet ve onun içeriği, anayasası, neoliberalizm ve tekçilik gibi yapısal özellikleri onun sınıfsal karakterine, yani gerçek egemenlik ilişkilerine bağlıdır. Neoliberalizmi veya yerli halklar sorununu rejimin yapısını, tekçilik ve sınırsız sömürüye dayalı küresel emperyalizme bağımlılığa dayalı işbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğini yıkmadan değiştirmek mümkün değil. Halk hareketinin gücüne dayanarak varacağın uzlaşma, ancak ve ancak daha yeşil, daha sosyal bir kapitalizm olabilir ki o da emperyalist küreselleşme koşullarında imkansızlaşmıştır.

Boric gibi uzlaşmaların sonucunda vardığınız yer mevcut düzenden çok farklı bir iddiası olmayan, ama bolca güzel ve kulağa hoş gelen laflara bürünmüş bir proje taslağıdır.

“21. yy’ın ilk anayasası” veya “tarihin en ileri anayasası” tanımları da gerçeği  yansıtmıyordu. Bir burjuva cumhuriyet bakımından eşsiz olduğu doğrudur. Fakat ulusal sorun, hak eşitliği ve cins özgürlüğü, halkçılık ve sosyalist demokrasi bakımından örneğin 20. yüzyılın ilk sosyalist anayasası olan SB Anayasası bin kat ileridir.

Reformcu heyecan bu bakımından belleksizdir.

Söz konusu “anayasal çözüm” denemesi a) güçlü halk hareketi b) “sol” hükümet koşullarında gerçekleşti; burjuva demokrasisi ve kapitalizm koşullarında oluşabilecek en olgun koşullar altında. Bu iki temel koşulun var olmadığı, dahası rejimin faşist nitelikte olduğu bir ülkede, örneğin Türkiye’de “anayasal çözüm” ve “seçimlere endeksli” mücadele taktiği kaçınılmaz olarak iki burjuva cepheden birine yedeklenmeye götürür.

Emperyalist küreselleşme koşullarında, faşist diktatörlüğün egemenliği altında politik devrim, bu tür reformcu taktiklerden bin kat daha gerçekçidir. Reform stratejilerine bağlanmış bütün taktik denemeler bunu söylüyor.

Anayasalar ancak var olan, “oluşmuş” bir durumu “kayda geçer”. Sınıflar arası mücadele, burjuva kampları arasındaki çelişkili ilişkiler ve hakim yönetim modeli, yani toplamda güç ilişkilerin meydana getirdiği “yeni durum”lar onu belirler. Fiili mücadelede, bir bakımdan sahada kazanılmamış hiçbir hak, “anayasa değişikliği” ile kazanılamaz. Şili’de de halk hareketi ve onun öncüleri, değişikliği isteyen özneler, sınıflar ve güçler, “yeni durum”u yaratacak eylemi sonuna kadar götüremedikleri ve nihayetinde mali oligarşi ve emperyalizm ile uzlaşma çizgisi izledikleri için, anayasa da “çözüm” olamıyor. Olamaz da.

Şili’de Boric, hükümetleşme ve anayasa referandumu denemesi bu bakımdan bir “toplumsal dönüşüm örneği” değil, kitlelerin burjuva siyasete kanalize edilmesinin, halk hareketinin eritilmesinin bir örneğidir. Devrimci olan halk hareketine dayanarak rejim krizini derinleştirmek, saflarından gelişecek devrimci öncüyü ve proletaryanın siyasi ordulaşmasını büyütmektir, onu nihai devrimci ayaklanmaya hazırlamaktır. Tek yol devrimdir.

Notlar

[1] Allende’nin Sosyalist Partisi zaten 1990’larda olabildiğince liberalleşmiş, Hristiyan Demokratlar ile ittifaka girmiş ve “merkez” bir koalisyon kurmuştu. Dönemin Concertación’u olarak bilinen ittifak, daha sonra da çeşitli katılımlar ve ayrılmalar ile bu çizgiyi sürdürmüştü.

[2] Çeviri: Şili Ayaklanmasının Merkezindeki Halk Meclisleri, Marksist Teori, Sayı 40

[3] Taslağın ispanyolcası: https://www.chileconvencion.cl/wp-content/uploads/2022/05/PROPUESTA-DE-BORRADOR-CONSTITUCIONAL-14.05.22.pdf

[4] Bkz. https://lateinamerika-nachrichten.de/artikel/es-geht-von-vorne-los/

Camila Vergara, Chiles Rejection, NLR (https://newleftreview.org/sidecar/posts/chiles-rejection)

[5] https://www.ciperchile.cl/2022/09/07/120-residentes-de-12-comunas-populares-de-la-region-metropolitana-explican-por-que-votaron-rechazo/

[6] Marks/Engels, Alman İdeolojisi

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi